28 Ağustos 2009

Mustafa Ak




Defterimden kopardığım bir kağıda sınıf arkadaşımın karikatürünü çizdiğimde on yaşındaydım. Kocaman bir burun iki kepçe kulak. Arkadaşlarım onu elimden kapıp Müjgan'a yetiştirdiler. Tepkisi korkunçtu. Onaltı yaşıma kadar çizdiklerimi kimseye göstermeyecektim. Belki de bu yüzden çizdiklerimi paylaşmakta hep güçlük çekerim.


Karikatürlerim çeşitli mizah,kültür sanat ve edebiyat dergilerinin yanısıra ulusal ve yerel gazetelerde de yayımlandı. Bu arada ' Şerr-i-Hatmizah ' adını verdiğim kişisel bir karikatür sergim de oldu.


Ama benim için dört yılı aşkın zamandır düzenli olarak karikatür ve mizah çalışmalarımın yayımlandığı İzmir'in bölge gazetelerinden Yakınplan Gazetesi'nin ayrı bir yeri var.


'Korsan kara kedi' adlı köşemde kimi zaman 'çizgi yerine' yaşama,hayatımıza dair yazılarımı da okurlarla paylaşma olanağı buluyorum...




diğer karikatürleri



Sanatçı şu an Balçova-İzmir'de sanatsal dövmeler yapmaktadır.

web sayfası

25 Ağustos 2009

Sakallı Celal

sakallı celal

(1886-1962)

II. Abdülhamit'in bahriye nazırı Hüseyin Avni Paşa'nın oğlu. Galatasaray mezunu. Sağlıklı, güçlü, hazırcevap, espirili, kültürlü, içten, bekar, bakımsız, derbeder ama yerine göre titiz, babacan, ütopik-sosyalist-meczup...

Kalp para basan babasına yardım ettiği için Atina’ya sürülen ünlü ’kinik’ Sinop’lu Diogenes'i ( MÖ 413-327) örnek alır gibi geride hiçbir yazılı bir şey bırakmadı ve gene aynı onun gibi “gölge edildi mi” hemencecik o yerden uzaklaştı. Munis, sevecen ve saygılı ama gerektiğinde ödünsüz ve isyancı kişiliği; fikir ,davranış ve söylemleriyle Sakallı Celal Bey’i hiç bir ansiklopedide göremezsiniz. Görseniz bile ‘paşa babası’ sayesinde adından söz edilmiştir..

Untitled-8 Untitled-7

Düşünür ve filozoftur. Sakallı Celal olarak bilinir; yazılı bir eser bırakmamış ama her biri birer eser olan insanlar bırakmıştır arkasında. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, "öğrencim" de dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen; çevresindekiler arasında Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır.

Untitled-2 Untitled-4

Sakallı Celal bir Paşa’nın oğludur, zengin bir ailedendir. Galatasaray idadisini bitirmiştir, iyi Fransızca bilir, pantalonu yamalıdır, ayaklarında koca koca galoşlar vardır, başında kasket, elinde Fransızca gazeteler. Otobüse, tramvaya bindi mi, gazeteleri yüzünün bir o yanına bir bu yanına siper ederek yolcuların aksırık, tıksırıklarından, mikroplarından korurdu kendini. Kapı tokmaklarına da eliyle değmez dirseği ile açardı, bu yöntemlerin sağlığı korumakta çok önemli olduğunu anlatan broşürler bastırıp dostlarına dağıtırdı..

Mikrop ve su fobisi yüzünden epeyce sıkıntı çekmiştir-bir taraftan kirli ve pasaklı dolaşması diğer taraftan çağrılı gittiği yemeklerde çatal kaşık vb.'yi ucunu yaktığı peçetelerle temizlemesi paradoks gibi görünse de bu hareketinin ‘dahi’ insanlarda görülen bir şey olduğu söylenebilir.

Rasyonel düşünceye aşıktı, kafası bir matematik aydınlığı içinde çalışırdı, kara taassubun can düşmanı idi, onu içinden atan şarklı topluma karşı ‘ayaklı bir protesto’ gibi dolaşabilmek için o pejmurde kıyafetinden ayrılmak istemezdi. Ama gerektiğinde çok şıkta giyindiği olmuştu nadir de olsa..

Untitled-17 Untitled-18

Cumhuriyet ve Mustafa Kemal’e inanılmaz bir sevecenlikle yaklaşır fakat yanlış bulduğu şeylerde de sözünü hiç sakınmazdı-bu durum sonradan çarptırılacak ve sanki devrim karşıtı gibi gösterilecektir.

Herkesin bir şekilde severek ya da korktuğu için sakalını bıyığını kestiği dönemde o sakalını uzatmıştır tam tersine-şekilsel olarak yapılan şeylere hep sinir olmuştur..

Bir övüncü sakalı ve sakalının tutturduğu özgürlük şarkısı ise bir başka övüncü de sıhhati ve fizik gücüydü. Sınıf arkadaşı Matematik profesörü Ali Yar’la gene sınıf arkadaşı Profesör İbrahim Hakkı Akyol’u birer eli ile tutup havaya kaldırmak Sakallı Celal’e çok keyif vermişti.

Untitled-51 Untitled-22

Tevfik Fikret’in Galatasaray Lisesi'nin Müdürlüğünü yaptığı dönemde direk odasına çıkarak kendisine ‘muit’lik (bir tür öğretmen yardımcılığı) verilmesini istemiş Fikret’te bu isteğini kabul etmişti. Daha sonra yüksek öğrenim yapmak için Avrupa ülkelerine gönderilecek kişiler listesinde yer almış fakat istediği bölüm (makine mühendisliği) olmadığı için gittiği Fransa’da ‘Siyasal Bilimler’ okumayı yarıda keserek Paris’in tadını çıkarmaya başlamıştır..Gene de bol bol okur girmediği kütüphane kalmaz durmadan fikir alışverişlerinde bulunur ve bir gün ‘devletin parasını yediğimiz yeter gidip şimdi Millete borcumuzu ödeyelim der’ ve ülkesine döner..

Untitled-9

Yurda dönünce kendi isteğiyle Üsküp‘te bir öğretmenliğe tayin edilir. Ve orada öğrencilerine sık sık Fransız Devrimi'nden söz eden, oruç tutmayan, Cumaya bile gitmeyen, boş vakitlerinde spor yapsınlar diye boş bir araziyi futbol sahası yapan bir “zındık” konumuna düşer ve görevine son verilir. Daha sonra Kastamonu, Ankara ve İzmit’te de aynı türden şeyler başına gelecektir. Cumhuriyet’in ilanından sonrada Ankara Sultanisi müdürlüğüne gelecektir...

Nazım ve bizim toplumumuz, bana Kimya derslerinde yaptığımız bazı deneyleri hatırlatıyor. “Mesela bir bardak beyaz, duru bir sıvıyı alırsınız, bunun içine yine bembeyaz , duru birkaç damla akıtırsınız..Bardaktaki o şeffaf, berrak sıvı birden bulanır. İşte Nazım’la bizim cemiyet de bir araya geldiler mi böyle olur, bir garip terkiplerdir..

Untitled-16 Untitled-271

Geçen PazarEpeydir görmedim şöyle bir Fener Burnu’na kadar uzanayım” dedim. Yürüdüm gittim, etraf yemyeşil, Bembeyaz badanalı bir “fener” dibine kadar yürüyüp bir yüce ağacın gölgesine oturdum. Kendi kendime düşünmeye başladım. Eksik olmasınlar, ‘prevezeli Kazım’ın Doğan Apartmanı’nın veya Münevver Hanım’ın okulunun bir odasında ömür tüketeceğime şu fenerin bekçisi yapsalardı beni ne kadar rahat ederdim, ne kadar mutlu olurdum.

Belli saatlerde feneri yak, söndür. Karışanın, görüşenin yok, bir başınasın. Seyret istediğin kadar ufku; gelip geçen gemileri. Gurubun turuncuya çalan kırmızısını, morunu. Düşün düşünebildiğin kadar. Üstelik işin de var. Üç kuruş para da veriyorlar ve hak ediyorsun bunu. Gemiler gece karanlığında senin yaktığın fenerle yollarını bulıuyorlar. Bir sıfatın bile var: “Fener bekçisi Celal’sin ve karanlıktakilere yol gösteriyorsun. " Az bir şey mi bu?..

Yetmişbeş yıllık ömrü boyunca paraya pula hiç önem vermemiştir. Öyle ki Galasaray Sultani’sindeki muallim muaviniliği döneminde çocuklara askıdaki ceketini göstererek ‘Parası biten cebimden alabilir’ dermiş..

Untitled-21 Untitled-19

1928 yılı ortalarında Aydın da ‘Karapınar İncir Müstahsilleri Kooperatifi’nin yeni makinalarla güçlendirilen ‘İncir İslah ve Tütsüleme Tesisleri’nde’ çalıştırılmak üzere bir baş makinist aradığını öğrenir ve gerekli başvuruyu hemen yapar. Fabrika yetkilileri bu ilginç adamdan biraz pirelenirler fakat makinalara yatkınlığını görünce işe alırlar.

Celal Bey, esas işi dışında üreticilerle bire bir temas kurarak incir ve üzüm tarımının geliştirilmesi, taşınması, kurutularak paketlenip ihraç edilmesi konusundaki yepyeni fikirleriyle kısa sürede ‘ustabaşılığa’ yükselecek ve işyerinin direği durumuna gelecektir.O zamana göre yeni ve karmaşık makinaları kolayca çözmesinin yanı sıra okuması bile olmayan Anadolu çocuklarına bu makinaları öğretmekten ve benzerlerinin aksine bildiklerini onlarla paylaşmaktan zevk almaktadır. Ustabaşı sıfatına aldırmadan en ağır çuvalların altına girerek işverenlerini hayretler içinde bırakmaktadır. Onların, Aydın’ın tozlu yollarında bozulan otomobillerini bile bir çırpıda onarmayı başarmaktadır. Ayrıca fabrikada işçilere yeni harflerle okuma yazma öğretmektedir.

Untitled-211 Untitled-25

Bugün dilimizde yer etmiş, kaynağını bilmeden kullandığımiz pek çok deyiş de onundur. Birkaç Sakallı Celal deyişi örneği:

"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."
"Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir."
"Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar."
"Evinde yapılan arama esnasında polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca "Rahmetli Babam" diye cevaplamıştır".
"Meşrutiyeti getirdik olmadı, Cumhuriyeti kurduk olmadı. Biraz "Ciddiyete" ne dersiniz?"

Onun hakkında söylenenler

Birisi için çivi gibi adamdır demiş bir keresinde. İtiraz etmişler.
-Ne çivisi yahu. Zayıf, sünepe herifin tekidir o.
-Yanlış anlaşıldım galiba demiş Sakallı. Çivi gibidir derken; kafasına vurmazsanız iş görmez, işe yaramaz demek istemiştim.

Namık İsmail'in atölyesinde resim, Siret Dosdoğru'nun muayenehanesinde diş hekimliği öğrenmiş (?) Çöpcü ücretlerinin düşüklüğünü protesto etmek için İstanbul'un en lüks semtlerini süpürmüş sırtında smokiniyle.

Türk aydınlarını yolculara benzetirmiş. Dümeni bozulmuş, karaya oturmak üzere Doğu'ya doğru giden bir gemide, arkaya doğru koşup, Batı'ya gidiyoruz kuruntusuna kapılan yolculara.

Sakallı Celal Bey, güreşe oldukça meraklı ve bir o kadar da güçlü. İstanbulda olan hemen hemen tüm güreş müsabakalarının daimi seyircisi. Yine seyirciler arasında olduğu bir gün Fransa şampiyonu ile Türk güreşçi karşılaşır. Türk güreşçi Fransızın sırtını, hem de birkaç kez, mindere yapıştırır. Fakat "nedense" hakem bunu görmez.. Bunun üzerine dayanamayan Sakallı Celal kendini minderde, daha da ötesi hakemin üstünde bulur. Bağırmaktadır, hakeme: "Türkü galip ilan edinceye kadar seni bırakmayacağım!" Hemen jandarmalar müdahale ederler ve Sakallı Celal Bey şimdi de kendisini karakolda, komutan karşısında bulur. Karakolun komutanı, senin yerinde olsaydım ben de aynını yapardım, diyerek gönlünü alır ve Sakallı Celal Bey'e şu öğüdü verir:
"Bak oğlum, biz Osmanlılar bilek gücümüze güvendik hep. Onlar ise akıllarını kullandılar. Kuvvetten düştüğümüzü fark ettikleri için de şimdi üstümüze üstümüze geliyorlar. Türkleri yok etmek ve haritadan silip atmak için. Bizler yaşlandık. Yapacak başka birşeyimiz kalmadı. Ama, senin gibi gençlerin bundan sonra bileklerinden çok kafalarını çalıştırmaları gerekir. Güçlü bilek kafaları geliştirmez ama çalışan kafa bileğini güçlendirmeyi bilir."

Mustafa Kemal'e olan sevgisi. Sakallı Celal üzerinde silahla yakalandığı bir gün, polis neden silah taşıdığını sormuş. Cevabı, bungün bence çok daha önemli: "Gazi Paşa ve Cumhuriyet'i korumak için!" Vasiyetinde ise Ulu Önder hakkında şunları kaleme almış: "Mustafa Kemal'i seviyorum. Tatmin edilemeyen hasretimle ölüyorum. O'nu öpmek ve koklamak isterdim."

Sakallı Celâl 1962'de beyin kanamasından hayata veda eder. Mezar taşında kimsenin bilmediği ama belki de hissetiği soyadıyla Celâl Yalınız ve "Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır" yazılıdır.
Onunla ilgili tek kaynak kitap

sakalli-celal-orhan-karaveli__16579511_0 Untitled-30

Pergamon Yayınları 2004 / 230 sayfa

Onunla ilgili bir belgesel ve Fotoğraflar:

24 Ağustos 2009

Záhrada-Bahçe-1995


zahrada0

Directed by: Martin Sulík
Genre: Comedy
Country: Slovakia,France
Language: Slovak
User Rating: 8.5/10
Runtime: 99 min | Japan:103 min
Awards: 11 wins & 8 nominations
Cast (first 10): Marián Labuda, Roman Luknár, Zuzana Sulajová, Jana Svandová, Katarína Vrzalová, Dusan Trancík, Ján Melkovic, Stanislav Stepka, Frantisek Kovár

Zhrada

Konu:

Jakub'un hayatı dönüşü olmayan bir noktaya sürüklenmiştir, tatilden sonra öğretmenlik yaptığı okula dönmez, babası sürekli onun işe yaramaz biri olduğunu söyleyince de araları iyice bozulur. Babasının bir kadın müşterisiyle ilişkisi olan Jakub babasına yakalanır ve babası ona evden ayrılmasını ve ölen büyükbabasının bahçeli evini satıp yeni bir daire almasını söyler.

Büyükbabasının eski bahçeli evine giden Jakub orada büyükbabasının tersten yazılmış ve ancak bir ayna yardımıyla okunabilen günlüğünü bulur, ve bahçeli eve yerleşmeye karar verir. Bu sırada bir melekle karşılaşır ve gerçek aşkı onunla keşfeder. Jakub artık bambaşka biri olmaya başlamıştır.
Filmin son repliği:

"Sonunda herşey olması gerektiği gibi..."

zahrada2af

filmi indirin:

Festivallerden ödüllerle dönen, rüya gibi bir Slovak yapımı. 1995'te Martin Sulik tarafından çekilen film Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmiş ve izleyenlerde unutulmaz bir tat bırakmıştı.

Oldukça sade, güzel hazırlanmış felsefi bir metin..Türü komedi geçiyor ve bazı sahnelerinde gerçekten gözlerinizi yaşartacak kadar güldürüyor ama bir o kadar da yaşamın içinde bizi kasan duygulara el atıyor..

15 Ağustos 2009

Bisiklet





Tarihçe

Ilk bisiklet çok ilkel biçimde 12. yüzyılda Çin'de görülmüştür. Fransız Sirvac yaptığı sağ ve sol ayakların itmesiyle yürüyen bisiklet yapmıştır. "Celerifere" adını taşıyan bu alet 1791 tarihlidir. Baron Karl Von Drais, Drais de Senerbol'un yaptığı bisikleti geliştirmiş ve bisiklete gidon eklemiştir. Bu bisiklet 1816 yılında yapılmıştır. Bu bisiklet tahtadan imal edilmiştir. 1818'de bisiklette metal kullanılmaya başlanmıştır.

Leonardo Da Vinci'nin çizimleri kullanarak ilk pedallı bisikleti üreten Kirkpatrick Mac Millan'dır. 1839-1840 yılları arasında İskoçya'da yapılan bu bisiklet, halen Londra Science Museum'da sergilenmektedir.

1855'te Fransız Ernest Michaux'un bisikleti pedalı etkin olarak kullanmıştır. 1870ten sonra geliştirilen yeni bisikletlere "Bicyole" denilmiştir. Bu modelde ön tekerliğin çapı bir ila 1,5 metre arasında değişmiştir.


İlk seri üretim bisiklet "Michaux Company" tarafından yapılmıştır. Şirket, yılda yüzkırk bisiklet üretiyordu.

Trufaut, içi boş kauçuk lastiğini bulmuş, bunu İngiltere'de eşit tekerlekli komple kadrolu, bilyalı ve milli bisikletlerin yapılması ve ardından ortadan katlanan portatif bisikletler izlemiştir.

İrlanda'da 1888 yılında havalı plastik biskletler piyasaya sürülmüştür. Bu durum, bisiklet endüstrisini geliştirmiştir. Bisiklet üretiminde kullanılan malzemenin fiyatının yüksekliği, işçilik maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle halka inememiştir

I. Dünya Savaşı'nda Avrupa ülkeleri bisikleti askeri amaçla (ordu süratinin artırılması) kullanmışlardır.



Bisiklet Tipleri

Teker Çaplarına Göre

3 teker çapı şu anda çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar:
-622 mm 28¨ teker çapına sahip bisikletler yol bisikleti,
-559 mm 26¨ teker çapına sahip bisikletler dağ bisikleti ,
-406 mm 20¨ tekerlere sahip bisikletler BMX bisikletleri.
-Bunların dışında 27¨ çapındaki tekerlekler uzun yıllar boyunca yol bisikletlerinde kullanılmıştır.
-19¨ hacı bisikleti olabildikleri gibi, farklı 3 tekerlekli hatta 4 tekerlekli bisikletlerde ve yatay bisikletlerde sıklıkla kullanılırlar.



Kullanım Amaçlarına Göre

-asfaltta kullanıma yönelik yapılmış bisikletlere yol bisikleti denir.
-daha kalın lastiklerin kullanılmasına izin veren bisikletler araziye uygundurlar ve bunlara dağ bisikleti denir.
-uzun mesafelere binicisini ve binicinin eşyalarını taşımak olan bisikletlere tur bisikleti denir.
-asıl amacı akrobasi ve bazı özel yarışlar olan, sağlam yapılı ve 20¨ tekerlekli bisikletlere BMX bisikletleri
-iki sürücünün aynı anda binmesine müsaade eden bisikletlere tandem denir.
-sürücüsünün arkasına yaslanmasına hatta bazı durumlarda yatar pozisyonda durmasına müsaade eden bisikletlere yatay bisiklet denir. Yatay bisikletler Türkiye'de yaygın değildir.
-sadece tek bir tekeri olan bisikletler de vardır.


Bisiklet Donanımı

kadro :
Çatı da denir. Farklı maddelerden (karbon, çelik, titanyum gibi) yapılabilir. Sağlamlık açısından daha çok tercih edilen ve DownHill, Trial gibi alanlarda kullanılacak bisikletlerde çelik ve karbon kadrolar, DownHill veya Trial gibi alanlarda kullanılmayacak bisikletlerde daha çok alüminyum kadro tercih edilir. Alüminyum kadroların en büyük özelliklerinden birisi hafif olması ve darbeleri emmesidir.

gidon:
bisiklet ve motosikletlerde aracı gideceği yönü belirleyen, tekerleğe bağlı çubuk. fren, vites ve diğer fonksiyon düğme ve kollarını üzerinde barındırdığı da olur.

çatal :
Amortisörlü ya da düz olabilir, ön ve arkada bulunur,amortisörlüler yüksekten inerken yardımcı olur ama normal çatal ise yardımcı olmaz çünkü yaylanma bölümü yoktur, o yüzden en çok tercih edilen çatal amortisörlü olanıdır...

frenler :
Frenler ön ve arka olmak üzere kolla idare edilir, tel ya da bir yerden sıkar veya hidrolik disk olabilir.

tekerler :
Bisiklette tekerlek 2, 3 veya 4 tane bulunabilir.Önde bir, arkada iki tane de olabilir.

vites donanımı :
Bisiklette 6, 18 ve 21,24,27,30 vites seçenekleri olabilir. Sporcular yaygın olarak 30 vites seçeneğini kullanmaktadır. Vitesler eğime göre verimlik artışı sağlamak, bisikletin süratini arttırmak ve rampaları daha kolay çıkmak içindir, vites sistemi iki bölümden oluşur, ön vites ve ayna dişlileri ile ön vites ve arka vites dişlilerinden oluşur, bunları kontrol etmek için gidon çevresinde 2 vites kontrol kolu bulunur biri sağ kol arka vitesi digeri sol kol ise ön vites dişlilerini kontrol etmenizi sağlar, pedal devrinize göre ( 70-90 dk.devir) devir arttıkça vites düşürülür, devir düşdükçe vites büyütülür.

2080 adet Bisikletle ilgili fotograf  380 MB

.

11 Ağustos 2009

Sessizlik Zamanı-Luis Martin-Santos




İspanyol iç savaş sonrası döneminin belli başlı yazarlarından Luis Martin-Santos, 1924 'te babasının askeri doktor olarak bulunduğu Fas'ın El-Araiş kentinde doğdu. Madrid'de tıp öğrenimi yaptı, psikiyatri dalında uzman olduktan sonra Ciudad Real Akıl Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Bu sırada yazın alanında da adı duyulur oldu. Politik olaylara karıştığı savı ile ve düşünce suçu yüzünden dört kez tutuklandı; hatta her yıl verilmekte olan Pio Baroja Yazın Ödülü 1963'te iptal edildi, çünkü finale kalanlar arasında Luis Martin-Santos'da vardı . Yazar, 24 Ocak 1964 'te daha kırk yaşındayken, o yıllarda yasadışı sayılan İspanyol Sosyalist İşçi Partisi'nin bir gece toplantısından dönerken kuşkulu bir araba kazasında yaşamını yitirdi.


Tanınmış İspanyol eleştirmen ve yazın tarihçilerinden Ricardo Domanech'in "bugün için eşsiz, belki de bir daha benzeri yazılamayacak bir yapıt" olarak nitelendirdiği Sessizlik Zamanı, İspanyol içsavaş sonrası romanının bir dönüm noktasını oluşturur. İlk kez 1961 yılında yayınlanmış olmasına rağmen romandaki olaylar 1949 İspanya'sında geçmektedir; bu dönem İspanyol yazarlarının üstü kapalı da olsa- ya da sürgüne gittikleri ülkelerden-yansıtmaya çabaladıkları yoksulluk, acımasızlık, sevgisizlik, kardeşin kardeşe düşmanlığı, ahlak kurallarının yok olduğu ve bilimin küçümsendiği gerçeği, Luis Martin-Santos'un romanında da ele alınmaktadır, fakat yazar yepyeni bir biçemle ve farklı bir perspektifle işliyor bu konuları, daha önce geçerli olan nesnelci kuralları önemsemiyor.


Roman 63 bölümden oluşmaktadır, bölüm başlarında ne ad vardır ne de sayı, bir kaç satırlık aralıklarla ayrılırlar birbirlerinden.

İç konuşmayla başlayıp iç konuşmayla biten romanda anlatıcının sesi egemen, ses oyunlarının kişilerin düşüncelerine göre değiştiği bir biçimsel anlatı İspanyol romanı için bir yeniliktir. Baş kahraman Pedro'yu hem kendi içkonuşmalarından hem de öteki kahramanların değerlendirmeleri ile tanıyoruz.

Luis Martin-Santos'un İspanyol romanına getirdiği en önemli yeniliklerden birisi de kullandığı dildir. Bilimsel dil, halk dili, sloganlar, argo sözcükler, yüksek tabaka ile gecekondu insanının kullandıkları dil içiçedir, dille gerçek arasında bir uyum da söz konusu değildir, okuması yazması olmayan bir insanı bilimsel sözcüklerle konuşturduğu gibi, bir bilim adamını da cahil bir insanın diliyle konuşturmaktan hiç çekinmiyor, kimi zamanda küçümsemek istediği kahramanlarını özellikle tumturaklı ve yapmacıklı bir dille konuşturuyor. Noktalama işaretlerinde de belli bir kurala uymamış, kısa tümcelerin ardından bir-birbuçuk sayfalık uzun tümceler geliyor, eğretilemeler, karşılaştırmalar, söylevler, tekrarlar , içkonuşmalar sık sık görülüyor.

Luis Martin-Santos için yazın, toplumsal eleştiri yapabilmek, duyumsadığı derin acıyı açıklamak için bir araçtır, bu yüzden daha önceki yazarların yaptığı gibi eleştirilerini üstü kapalı yapmaya gereksinme duymuyor gerçeği ironiyle yansıtmaya önem veriyor.

Roman kahramanı Pedro, henüz laboratuvarda fareler üzerinde kanser araştırması yaparken, bulacağı yeni bir ilaçla Nobel Tıp Ödülün'nü alacağı düşüne kapılır, fakat İspanya'nın bilim ve teknikteki geri kalmışlığını hatırlayınca korkunç bir düş kırıklığına uğrar. İspanyol eleştirmen Gloria Doblado'ya göre; "İspanyol evreni, Santos'un klinik bakışıyla, Miguel de Unamuno'nun aforoz ettikleri bando ve operetler İspanya'sına indirgenmiştir."
Pedro'nun çalıştığı fareler, İspanya'yı simgeler, kanser ise ülkenin tedavisi olanaksız hastalığı ile özdeşleşir. Bir tanı koyabilmek için yazar İspanya'nın bir otopsisini yapar.


kitaptan alıntılar


"-İnanılmayacak ölçüde dar bölgelerdeki gel-gitin en canlı anına vücutlarını uydururak herkesin başkalarının yaşam alanını kapmaya çalıştığı karışık ve nefis bir kıyı dilinde gibi biraz rahatsız fakat memnun,ortamın darlığına karşın, işgal edilen alandan en büyük payı kapmak isteyen her birey nefes almaya ve vermeye gözü doymayarak, ısıtılmış ve yeniden yanmış etiyle olmazsa, en azından kurallarla, şiirlerle ya da ustalıklı eleştirilerle çıplaklığını herkesin paylaştığı bir utanmazlıkla gösteriyordu, bu kültürlü kalabalık daracık plaja yayılıyordu, bir tanecik ve uzaktaki güneşten olabildiğince yararlanan banyo yapanlardan daha mutluydular, bunların herbiri morötesi ışın, provitaminleri, kılcal damarları ve uyuyan melanoforları canlandırarak bedenin dörtyüz mikron derinliklerine kadar nüfuz ettiğinde, kendisi ve sürekli kendi kendisine hayran kalan çevresindekiler için birer güneş oluyordu."


"-Birinci kuşak ciddi, güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan cinsinden, ve eğer bu sıfat krallık yanlısı ve töreci yaşlı bir kadına yakıştırılabilirse oldukça kıpır kıpırdı. İlk kuşak görkemli davranışını koruyordu ve yaşına karşın dediğim dedikti. İnsan sarrafı olmuş, keskin bir zekası vardı. Ama hala tek bir gülümsemeye tav olabilirdi. Göğüslerini tam saran bir sütyen, bedenine güzel bir biçim veren korse kullanırdı hep. Dimdik dururdu ve kızından farklı olarak, onun kadar güçlü olmasına karşın, dudağının üstünde bıyığı yoktu.

İkinci kuşak, anne sultanın etkisiyle ve daha önceki öyküsünün bilinciyle oldukça asık suratlıydı. Yine iriyarı görünüşüne karşın boyun eğen ya da yenik düşen ikinci kuşağın sevecen ve yapmacıklı bir hayvan olan kedi gibi bir karakteri vardı.Bütün yaşamını nazlı küçük kız, zayıf ve aldatılmış küçük kız,neyi yapacağını neyi yapmayacağını annesine soran küçük kız komedisini oynayarak geçirmişti. Bu rol doğrudan doğruya ne onun erkeksi karakterine uyuyordu ne de sağlam kemik yapısına, ama kendisinden daha güçlü olan annesi, onu zorla böyle yapmıştı. Ve kaçınılmaz bir değişiklik için çaba göstermesi gerektiğinde hep suratını ekşitiyordu, böyle bir değişmeye gerek te görmüyordu, bunun yararına da inanmıyordu, böyle şeyler onun için çok uzaklarda kalmıştı. Üstündeki on yıl önce moda olan giysisiyle on yaş daha genç görünmek hevesindeydi.

Üçüncü kuşak, on dokuz yıl boyunca birlikte yaşamanın ister istemez sağladığı dil, deyimler, sözcükler benzerliği dışında kendisinden öncekilere hiç mi hiç benzemiyordu. Üçüncü kuşak, annesinin yaşamı boyunca yapmacıklı bir biçimde özendiği herşeye doğal olarak sahipti. Bu denli dişi bir ortamda büyümek (büyüklerin enerji değişikliği ya da ticari pandomimlerine karşın), sevgi, düşkırıklığı ve sürprizden oluşmuş,her an taşmaya hazır, kabına sığmaz bir ruhla doldurmuştu onu. Çok güzeldi. Annesinin gösterdiği özel sevgi nedeniyle, etli butlu, her bir yeri olgunlaşmış on dokuz yaşında bir kız olduğu halde, her haliyle , o canım on dört yaşlarındaymış gibi yerinde duramıyor, konuşuyor ve öyle hareket ediyordu.

Bu yüzdendir ki -örneğin- evin koridorlarında koşturabiliyor ya da göğüslerinin varlığından habersizmiş gibi,oturan bir erkeğin başının çevresinde dolanıp durabiliyordu. Ya da kalçaları kapının pervazına çarpacak olsa bedeninin ne diye bu yararsız fazlalıkla donatılmış olduğuna şaşırmış gibi kalakalıyordu. Her üçü için de Don Pedro'nun öylesine erdemleri vardı ki onun sayesinde ailenin tüm yazgısı- onun büyülü ilişkisiyle-başka bir yöne doğru ve başka bir anlam kazanarak değişebilirdi. Küçük kız, onda ışıl ışıl parlayan mızrağıyla bir haberci meleği görebiliyordu, kızsa aynı biçimde, karnının meyvası önünde biraz gecikmiş bir altı ocak yortusunu görebilirdi, ak saçlı anne ise, onun yardımıyla bir tepenin doruğunda, yeniden vücut bulmayı umut ediyor olabilirdi. Her üç kadın da niyetleri ve sinizm dereceleri farklı olarak ona kurban olmaya hazırdılar."


"-Düşünmemeli. Olup bitmiş bir şeyi niçin dert etmeli. Bir insanın yaptığı yanlışları başka bir zaman gözden geçirmeye çalışmasının bir yararı yok. Her insan yanlış yapar. Her insan aldanır. Her insan ya karışık ya da doğru yoldan kendi felaketine gider."


"-İnsanlar yaptıkları eylemlerin sonucuna katlanmalıdırlar. Ceza, suçun en iyi tesellisi, olası tek çaresi ve doğal sonucudur. Yalan dolan dumanları ile dolu kafayla bir kukla gibi takla attığı bu pek anlaşılmaz dünyada denge ancak bu ceza sayesinde kurulabilirdi."

Sessizlik Zamanı-Luis Martin-Santos
Çeviren: Yıldız Ersoy Canpolat
Yapı Kredi Yayınları
Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi
236 sayfa , 1994 (1.Baskı)


10 Ağustos 2009

Wristcutters: A Love Story-2006



Directed by : Goran Dukic
Genre : Comedy,Drama,Fantasy,Romance
Country : USA,UK
Language : English
Runtime : 88 min
Awards : 9 wins & 5 nominations

Cast (first 10) 
Patrick Fugit (Zia) , Shannyn Sossamon (Mikal) , Shea Whigham (Eugene) , Tom Waits (Kneller) , Will Arnett (Messiah) , Cameron Bowen (Büyük Kostya) , John Hawkes (Yan) , Leslie Bibb (Desiree)

Konu

Zia, kız arkadaşı Desiree'den ayrılınca yaşadığı acıya dayanamaz ve intihar eder. Acısını sonlandırmanın yolunu ölümde bulacağını sanırken hiç beklemediği bir şekilde büyük bir yanılgıya düştüğünü anlar. Gözünü, sadece intihar edenlerin var olduğu bir dünyada açar.

Ölüm sonrası bir dünyadır burası; tuhaftır, gerçek yaşam kadar acımasızdır; hatta belki de daha fazla... Acılarsa yok olmamıştır. Ama yine de Zia için bir umut vardır. Çünkü ilginç bir şekilde Desiree'nin de intihar ettiğini öğrenmiştir. Tanıştığı bir rock şarkıcısı ve ısrarla bir yanlışlık sonucu orda olduğunu savunan bir otostopçu ile Desiree'nin peşine düşer. Barlarında sadece intihar etmiş elemanları olan Nirvana ve Joy Division gibi grupların şarkılarının çalındığı bu garip dünyanın kasvetli atmosferinde, tuhaf bir yolculuğa çıkarlar.

Daha ilk dakikasında insanı saran, baştan sona merakla izleyeceğiniz ve her sahnesi incelikli bir zekanın ürünü olan bir film, ben çok beğendim..




2007 Wristcutters a Love Story-Bobby Johnston

Film Müziğini indirmek için tıklayın

Related Posts with thumbnails