10 Eylül 2009

Fikret Kızılok




1946-2001 İstanbul-Bodrum
Müzisyen, Şarkıcı, Besteci, Aranjör, Söz yazarı


Gittiğim en güzel konserden biriydi..O konserden aklımda kalan şeylerden ilki; konser öncesi değişik yerlerdeki seyircinin aralarındaki boş koltuklara oturarak sahnedeki yardımcısı aracılığıyla ses düzenini ayarlamasıydı; öyle ki ilk defa bu konuda titizlik gösteren bir sanatçı görüyordum, ses iyi ayarlandığında kulağa gelen müziğin ne kadar hoş olduğunu da tahmin edersiniz..

İkincisi ise; 2 bölümden oluşan konserin arasında ortacağ müziğini tanıtan amatör bir ikilinin verdiği 3-4 parçalık minik bir gösterinin ardından sahneye geldiğinde ve parçasına başlamışken yanlış birşey olduğunu görüp çellosunu çalmayı bırakınca ne olduğunu anlamayıp huzsuzlanan seyirciye hiç havayı bozmadan "Ortaçağ'ın karanlık notaları buraya kadar ulaşmış " diyerek kendi notaları arasına karışmış nota kağıdını havaya savurması ve seyircinin gülmesi durunca konserine yeniden devam etmeseydi..Konser boyunca da bu nota kağıdını unutan genç delikanlıya takıldı durdu:) Bu iki küçük ayrıntı bile Kızılok'un ne kadar duyarlı biri olduğunu gösteriyordu bana göre...

Bu büyük Ozan'ımızı tanıyalım



Uzun adıyla Münip Fikret Kızılok.. Gitar, bağlama, çello çalabilen, beste yapan/söyleyen, ve "çağdaş ozan" tanımına uyan en güzel insanlardan biriydi o...

Fikret Kızılok'un müziğe ilgisi Galatasaray Lisesi ilkokul kısmında okurken başlar. İlk enstrümanı kendisini yaş gününde armağan edilen kırmızı bir akordeondur. İlk müzik derslerini sınıf arkadaşlarından birinin klarnetçi olan babasından alır; ilk konserini de bir 23 Nisan'da Taksim Belediye Gazinosu'nda düzenlenen okul müsameresinde verir. Fikret Kızıok ve orkestrası adlı küçük grubun elemanları Kızılok'un sınıf arkadaşlarıdır ve çaldıkları halk türküleri ile alkış alırlar.

Ortaokul ve lise yıllarında bu konserler sürer; başka okullara da giderler. Bu yıllarda grup elemanlarıyla birlikte orkestranın adı da değişir: Fikret Kızılok ve Veliahtları, sanatçının adını okul müsamereleri dışında duyurduğu ilk grup olur. Lise yıllarında akordeonunu bırakır Kızılok ve eline gitarı alır. Bu dönemde en büyük destekçileri aynı lisenin daha alt sınıflarında okuyan ve müziğe o yıllarda başlamış Timur Selçuk ve Barış Manço'dur. Lise sonrası Cahit Oben 4 adıyla bir gurup kurarak gece kulübü ve mahalle konserlerine devam ederler. Bu arada kendi paralarıyla iki de 45'lik plak doldururlar. Bir taraftan da girdiği dişçilik yüksek okulundaki eğitimini sürdürür. Bir süre sadece okulyla ilgilenir.Yine de zaman zaman arkadaşlarının kurduğu 'Kaygısızlar'la birlikte çalışır, Barış Manço'ya eşlik eder.

Dişçilik Yüksekokulu'nun son sınıfında okurken mahalleden arkadaşı Arda Uskan ile bir yolculuğa çıkar; müzik hayatını tümüyle etkileyecek bir yolculuktur bu. O dönem ağırlığını iyice hissettiren aranjmanların dışında bir şeyler üretmeyi planlar, sazını kaptığı gibi Anadolu'ya gider ve Aşık Veysel ile tanışır. O dönemde kendisiyle yapılmış bir söyleşide şunları söyler: "Seyahati çok sevdiğim için Anadolu'nun gezmediğim yeri kalmamıştı. İşte bu seyahatların birinde yolum Veysel'in köyü Sivrialan'a düştü. Veysel'i dinledim, sazını dinledim. Ve aşık oldum. İstanbul'a dönünce onun hakkında ne buldumsa okudum, dinledim. Bir iki ay sonra artık içim dışım Veysel olmuştu. Onun hissettiklerini içimde hissediyordum. Artık duramıyor, dayanamıyor, Veysel'den söylemek ve sesimi herkese dinletmek istiyordum."


Bu düşünceyle gitarını eline alan Kızılok stüdyoya girer ve Aşık Veysel'in "Uzun İnce Bir Yoldayım" türküsünü yeni bir düzenlemeyle kayda alır. Bunu bir 45'lik olarak yayınlar. İkinci solo 45'liğidir bu..

Kızılok'un Sivrialan yolculukları plağın çıkışından sonra da sürer. İkinci gidişi daha önemlidir. Yıllar sonra şöyle anlatır bu gidişini: "Sonra tekrar, yalnız gittim. Bu ikincisinde kar yağdı, kasımdı, kapandı yollar. Ve ben orada üç ay kaldım. Üç ay kalınca ben değiştim.
Adamcağız saz çalıyor, bende de gitar var. Uymayan bir şeyler var, fakat o kadar yakınında yollar var ki... Onun şarkısını filan da aranje etmek istemiyorum. Ne yapayım, ne yapayım derken, bir dizeyi yazmış fakat besteleyememiş olduğunu gördüm. 'Yapayım mı bunu' dedim, 'yap' dedi. 'Yeter gayri, yumma gözün kör gibi' diye bir şarkı. Geldim İstanbul'a bunu yaptım ve 22 yaşında meşhur oldum."

"Yumma Gözün Kör Gibi ! Yağmur Olsam", Kızılok'un asıl çıkışını yaptığı plak olur. Her iki beste de Fikret Kızılok'undur. Plakta, gitar, tumba ve sazın yanında değişiklik olsun diye enstrüman olarak tahta ve taş kullanır Kızılok. Şarkılar çok beğenilir, plak çok satar ve sanatçı ilk altın plağını alır.

O dönemde, Türkçe konuşan, Türkçe düşünen bir birey olarak sanatçıların yüzünün `kendilerine' dönmesini savunur ısrarla. Batıcılığın, batı hayranlığının ülkeye ve müziğine bir şey getirmeyeceğini söyler. Hatta, şarkırlarından birisini radyo programında 'aranjman' diye anons ettiği için Sezen Cumhur Önal'a dava açar ve kazanır.

21 Mart 1973'te Aşık Veysel ölür. Haberi alır almaz Sivrialan'a gider Kızılok. Veysel'in cenazesine katılan tek sanatçıdır. O kadar üzülür ki, sazını Veysel'in mezarı başında kırar; bir daha da eline saz almaz: "Dördüncü Sivrialan ziyaretimde Aşık Baba'mın toprağı ile karşı karşıya olmak çok acı. Ama o, sadık yarine kavuştuğu için mutlu. Bu saza onun elleri değmişti. Parmakları bana usül öğretmişti. Ustam öldü, toprak oldu. Ustamın parmaklarına değen bu sazın da toprak olması gerekir" diyerek bir süreliğine müziği bıraktı ve kendini tümüyle diş hekimliğine verdi.Bu dönemde eşi Şeyda Kızılok ile evlendi.

1975'te Tehlikeli Madde adını taşıyan yeni grubuyla uzunca bir Anadolu turnesine çıkana kadar ortalıkta gözükmez. Tehlikeli Madde ile folk motiflerinin rock ile harmanlandığı şarkılar yapar.


1977 ortalarında, 1971-'72 yıllarında yaptığı ancak o güne dek yayınlamadığı kimi kayıtları bir albüm olarak piyasaya sürer. "Not Defterimden" adını taşıyan bu albümde Kızılok'un deneysel çalışmaları vardır: Atonal bir altyapı üzerine Nazım Hikmet şiirini koyar ve kendi deyimiyle "şarkıcılığı değil, müzisyenliği" dener.

Ancak dönemin 'nazik' siyasi ortamında bu albüm fazla ortalarda gözükemez. Nazım Hikmet adının da etkisiyle çıktıktan kısa bir süre sonra toplatılır. Yeniden yayınlanması ise 1993'ü bulur. Bu arada Varşova'da bu albümüyle iki ödül alır. Ancak, plağın toplatılması onu etkiler ve Fikret Kızılok, müziği bıraktığını açıklar. O güne dek 13 altın plak ve çeşitli ödüller alan sanatçı, bundan sonra derin bir sessizliğe gömülür. Buna gerekçe olarak da "hazırladığı yapıtların ticari olmadığı gerekçesiyle plakevleri tarafından geri çevrilmesini" gösterir ve bir daha profesyonel olarak müzik hayatına dönmeyeceğini bildirir. 1978'te oğlu Yağmur Kızılok doğar.

Kızılok, müziğe başladığı ve sürdürdüğü ilk yıllarını şöyle aktarır;'1960-70'li yıllar bizler için, dünyayı değiştirebiliriz, umutlarıyla geçen gençlik yıllarıydı. Kendimizi ifade etmemizin de dışa vurumu, şarkılarımız, türkülerimiz, öykülerimizdi. İlericiydik, haklıydık, aceleciydik...'

Kızılok 1980'lerin başında Bülent Ortaçgil ile tanıştı. İkili, Çekirdek Sanatevi projesine başladılar. Şu an Türkiye’nin önde gelen müzisyen ve gruplarının birçoğu müzik hayatına ilk adımlarını Çekirdek Sanatevi’nde atmıştır. Bu dönemde Fikret Kızılok diş hekimiliğini de bıraktı ve kendini sadece müziğe verdi.1986 dan sonra Ortaçgil'in mistik çözümleriyle Kızılok'un nesnel saptamaları ve görüşleri arasındaki çatışma su yüzüne çıkınca ikili yollarını ayırdı.

Çekirdek Sanatevi’nde icra edilen müzikler o zamanın müzik ortamında “para etmeyen müzikler”dir. Hiçbir yerde çalınamayan ve dinlenemeyen müziklerdir. Fikret Kızılok’ta zaten bu fikirden yola çıkarak böyle bir proje geliştirmiştir. Çekirdek’te hiçbir zaman bir araya gelemeyecek Türk müziği kökenli müzisyenlerle Batı müziği kökenli müzisyenler bir araya gelirler, deneysel bir sürü çalışmalar yapılır.

Çekirdek’te çok sıcak bir atmosfer vardır.Parayla hiç işi yoktur Çekirdek’in;konserlere giriş ücretsizdir ve orada çalan müzisyenler de hiç para almazlar.Açık kafalı bir yerdir.

Çekirdek’te az bir kitleye yapılan dinletiler kaydedililir ve ardından da sınırlı sayıda basılıp dağıtılır. Yapılan canlı kayıtların hepsi Fikret Kızılok’un iki kanallı basit teybinden çıkmıştır.Kayıtlarda reverb dışında bir efekt yoktur.Hatta bazı kayıtlarda etrafta koşuşturan çocukların bağırış çağırış sesleri de duyulur. Kayıtların kapakları pek sevimlidir.Hatta bir kısmı Fikret Kızılok' un o vakitler pek küçük olan oğlu Yağmur tarafından hazırlanmıştır.


Çekirdek’te dinletilerini gerçekleştiren müzisyenlerden bazıları ; Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok, Erkan Oğur, Jak Esim - Cem İkiz, Ezginin Günlüğü,Yeni Türkü, Robert ‘One Man’ Johnson, Mozaik, Neşet ve Nükhet Ruacan.

1993'te Ferhan Şensoy'un "Köhne Bizans Operası"nın müziklerini yaptı. Aynı yıl ikinci eşi Dicle Kızılok ile evlendi.

Bir süre yine müzik çalışmalarına ara veren Kızılok, 1995'te Demirbaş şarkısı ile geri döndü. Türkiye'deki en başarılı siyasal taşlamalardan biri olan "Demirbaş", Süleyman Demirel'in siyaset sahnesinden uzaklaşamamasını esprili bir dille anlatan bir şarkıydı. Bu şarkının içinde bulunduğu albümde "Ninni", "En Entellektüel", "Şarkıdaki Maymun" gibi eski taşlamaların yeni düzenlemeleri, "Uğur Mumcu" isimli bir şarkı, Zülfü Livaneli ve Ahmet Kaya'ya taşlamalarda bulunan "Pşşt Barmen" şarkısı vardı.

1998'de Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını Atatürk'ün ağzından anlattığı, araştırmalarını, metin yazarlığını, söz ve bestelerini tamamen kendisinin yaptığı veda albümü Mustafa Kemal - Bir Devrimcinin Güncesi ile destansı, lirik bir müzik yaptı.

Yıllar önce İstanbul'dan kaçıp Ege'nin maviliklerine yelken açtı. Bütün dünyası Fransız yapımı 9 m'lik yelkenlisi ‘‘Eylül’’ ile kadınları oldu. Bir de sevgili oğlu Yağmur. Geçirdiği kalp rahatsızlığı onu Bodrum'a iyice bağladı. Bitez ile İngiliz Limanı arasında mekik dokudu.
2001 Temmuz'unda kalp krizi geçirdi. Sanatçı, hayatının son yıllarını geçirdiği Bodrum'da defnedildi.


Söyledikleri


Ben niye meşhur olduğumu bilmeden meşhur oldum, çocuktum o zaman. Ondan sonra mekanizmanın nasıl çalıştığını 13. plağım ‘‘Yumma Gözün Kör Gibi’’yle gördüm ve derhal kendimi yok ettim. Meşhur olmanın benim için bir şey ifade etmediği anladım. Ondan sonra kendi yaşamımı şarkı yapmaya başladım ve daha mutlu oldum. Dünya halklarının yüzde 80'i bilinçsiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika'da dahil. Gerçek entelektüel yüzde 5'i bile bulmaz. Demek ki cahil olan yüzde 80'le ilişki kurup meşhur oluyorsun. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım. Değerli olmak önemli. Müziğim, sesim, şarkılarım tanınsın, ama ben tanınmayayım.

Meşhur olmak bir hastalıktır. Bir insan ne kadar değersizse, meşhurluk ipine o kadar çok sarılır, bunun için her şeyi yapar.

Sabahları genellikle 07.30'da kalkarım. Duş, kahvaltı derken sıra gazeteleri okumaya gelir. Öğle yemeğini hafif şeylerle geçiştiririm. Öğle yemeğinden sonra mutlaka iki saat uyurum.

İyi bir balıkçı değilim, hiçbir şey bulamazsam, yosun salatası yaparak karnımı doyururum.

Kırmızı et, sakatat, kızartma asla yemem. Tavuğun göğsü ile çiğ balık, yeşil salata ve yosun yerim. Zeytinyağından başka yağ kullanmam.

İçki olarak kırmızı şarap ve rakıyı tercih ediyorum.

Deniz tutkum yüzünden sevdiğim bütün kadınlar beni terk etti. Beni seven kadınlar önceleri bana tutkuyla bağlanıyor, benden hoşlanıyorlar ama, zaman içinde denizin bazen ne kadar hırçın, acımasız olduğunu görmeye başlıyorlar. Sonra hafiften aşktan bıkıyorlar ve zorluklar artmaya başlayınca beni terk ediyorlar. Bunların içinde iki karım ve nice sevgililerim var. İki defa evlendim, 15 sene arayla. İkinci eşim beni terk etti. Terk edilmek bence güzel bir şey. Bugüne kadar hiçbir kadınımın kalbini kırmadım, gururunu zedelemedim. Onlar hissederler ve terk ederler. Ben terk edersem, acı vermiş olurum. Hadiseyi yapan ben değilim, ben yoluma devam ediyorum, o yoldan geri dönen onlar.

Bütün istediğim okumak, yazmak, huzurlu yaşamak. Bu teknenin içinde sabah işe gider gibi işime başlarım. Kamarama çekilince ‘‘Beni artık sevmiyorsun’’ diyor. Onu çok seviyorum ama, o anda işimdeyim. Ben serseri hayatı yaşamıyorum ki. Bugüne kadar denize dayanıklı bir kadın bulamadım. Sadun Boro, bana hangi kadın olursa olsun denize beş seneden fazla dayanamadığını söyledi. 75 yaşında hálá denizde, eşi Oda ise evde. Buna rağmen ben hálá paslanmaz, denize dayanıklı, aklı başında, kültürlü bir kadın arıyorum. Kadınlarımıza meydan okuyorum, hiç mi denizi sevmiyorsunuz? Rum, İtalyan, Fransız, İngiliz hemcinsleriniz denize bayılıyor, siz neredesiniz?

Aşk diye bir şey yok, sevgi var. Aşk bir depresyon hareketi, insanın kendine ayna tutması, üstelik geçici. Hazır olan bir şeyi içmek gibi bir şey. Sevgi ise gittikçe yukarıya çıkan, doldurdukça kıymetli olan bir şey.


En beğendiğim siyasetçi İsmail Cem. Ciddi bir insan, politikayı, bakanlığını çok temiz yapıyor.

Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş geçmiş en büyük demagogudur. Türkiye'nin siyasi taşlarını kötü yönde bile bile değiştirdi, ülkenin altını üstüne getirdi. Yüzüme baka baka yalan söyledi. Nerede iki anahtar?.. Ödünç oy diye bir şey olur mu kardeşim? Demirel klibini bütün bunları anlatmak için yaptım.

İkinci Cumhuriyetçileri hiç sevmiyorum. İlkinin cılkı mı çıktı, 70 senelik taptaze bir Mustafa Kemal hálá dimdik ayakta. Hiç Mustafa Kemal'in yanıldığını gördün mü? Çevremiz duman olmuş, dipdiri bir Türkiye ayakta duruyor. Altyapısı taş gibi sağlam duran bu cumhuriyeti bırakacağım, ikinci cumhuriyetçi olacağım, hadi canım sen de.

Türkiye Cumhuriyeti ordusu olduğu sürece bu ülkede şeriat olmaz. Erbakan beş sene iktidarda kalsaydı, başka bir Türkiye'yle karşılaşabilirdik. 28 Şubat çok doğrudur, az bile yapılmıştır. Fazilet Partisi bir değil iki defa kapatılsaydı, daha iyi olurdu.

Ecevit'i çok severim, iyi bir şairdir falan ama, siyasal çizgisi zikzaklarla dolu. Fethullah'ın nasıl bir mürteci olduğunu bilmiyor mu, bal gibi biliyor. Böyle bir adamdan alacağı oy ne işe yarayacak? Tabii ki on senede bir durdururlar adamı. Bülent beyin çekilmesi yetmez, bu Meclis'in tamamen lağvolması lazım. Hemen siyasi partiler yasası değişecek.

Devlet Bahçeli'nin son 15 yıldır nereden nereye geldiğini iyi biliyorum. 22 yaşında ülkücü harekete heyecanla girmiş ama, sonrasında kendini iyi tartıp planlamış. Bahçeli bence ılımlı ve dürüst bir insan. Uzlaşmanın ne olduğunu ve kıymetini biliyor.

Erbakan Türkiye Cumhuriyeti'ni temelinden dinamitleyen adamdır. Adam, Türkiye'deki bir konuşmasında ‘‘Çok mutluyum, Mekke ile Medine arası yemyeşil olmuş’’ dedi. Kardeşim söylediğin Amasya-Yozgat arası mı ki mutlu oluyorsun? Bu kadar Arap tutkunu, siyasi şizofreni var. Tayyip de yenilikçi filan değil, o da bu oyunun bir parçası.

Mesut Yılmaz işe pırıl pırıl başlamak istedi ama, sonra Türkiye'deki siyasetin ne olduğunu gördü, çözdü, devam etti ve işler dejenere oldu.

Nerede bilmem ne varsa bu Meclis'in içine sokulmuş, yarısından çoğunun suç dosyası var, hepsi birbirini aklıyor. Bunlar kendiliklerinden yeni bir anayasa yapamazlar, bunu ancak bir darbe yapar. Böyle bir darbeyi beklemediğim için bir zaman daha sürüneceğiz. Ya da çok büyük bir ekonomik dar boğaza gireceğiz, bizi savaştıracaklar, o sırada siyasi tablo değişecek.

Bugüne kadar siyasete girmem için çok teklif geldi ama, sahtekár olamadığım için kabul etmedim. Girer girmez okuması yazması olmayan bir ilçe başkanı sana emredecek. Bu sistem değişecek, ne kadar direnirlerse dirensinler.

Türkçeyi kendime göre kullanmaya ‘‘Zaman Zaman’’dan sonra başladım. Ben anlamı yüklerken içindeki bütün duyguları kendime göre anlatırım. Kendimi böyle buldum, kelime de üretiyorum. söz gelimi ‘‘görsemek’’ gibi. Çoğu kimse belki bunu anlamıyor, halbuki çok anlaşılacak, çok arı bir Türkçe. Benim artık küçük kelimelerle uğraşacak halim yok. Yaşamadığım bir boyutun şarkısını yapmak istemiyorum. Mesela ben yukarıya direkt bağlı olduğum için kader beni ilgilendirmez. Onun için kaderle ilgili bir şarkı yapmam ve kendimi kadere bırakmam. Bu yüzden plaklarım çok satmıyor. Son yıllarda 7 tane CD yaptım, her birinin tirajı 50-60 bin arasında kaldı. ‘‘Yana Yana’’ ise 8 senede 200 bin sattı, hálá da satıyor. Ben klasikleşmedim; klasik müzik, müze müziğidir. Yeni çağ insanları müzelere gidip Mozart'ı, Beethoven'ı dinliyor. Ben hangi sevginin, hangi sorunun içindeysem onun şarkısını yapıyorum.

Ben Marksist’in daha ötesinde bir komünistim. Marksizmin bilimsel yanı beni ilgilendiriyor, ekonomik yanı değil. Kentli olduğumu unutup işçilere ‘‘Ben de sizdenim’’ demedim, militanlık yapmadım. Beni onların çocuklarının geleceği ilgilendiriyor. Bugünler kimseyi aldatmasın, dünya yakın gelecekte kendini yeniden arındırmak zorunda kalacak. O arındırma içinde siyasal akımlar da yer değiştirecek. Kapitalist ülkelerin içindeki düşünen insanlar yavaş yavaş baş kaldıracak. Ozon delindi, yarın öbür gün oksijen darlığı başlayacak. Hesaplanmış ki, 17 sene sonra temiz oksijen yüzde 23 azalacak. Amerika bugünkü egemenliğini daha ne kadar götürebilir, kaç tane daha araba ihraç edebilir? Bu yüzden kapitalist ülkelerin kendi içlerinde bir siyasal çözülme olması kaçınılmaz. Dünyada henüz büyük projeler yapılmış değil. Şimdi tüketme zamanı. Ne zaman ki çevre bitecek, o zaman bizim işimiz başlayacak.

Kalamış'lıyım, deniz sevdası bana babadan miras. Çocukken hep babamın teknesinde kalırdım, sadece yemek zamanları zorla eve getirirlerdi. Babamın erken yaşta ölümünden sonra denizciliğin ötesini, hayatın gerçeklerini akrabam olan Sadun Boro'dan öğrendim. O bana hep ‘‘Seni mutlu edecek anları asla erteleme’’ dedi. Kadınlar için ‘‘Kibrit kadar kafaları vardır’’ derdi. Çoğu zaman Sadun ağabeyle İngiliz Limanı'nda aynı şamandıraya bağlanıp günlerce beraber oluruz. Ben bu kamaralardan kurtulamadım. çünkü buraları daha samimi, daha evcil. Şu yumuşacık yatağımda tabiat sallıyor beni. Diş hekimliğini de bunun uğruna bıraktım.

Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim. Bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. Zaman Zaman, Yana Yana, Not Defterimden, Yadigar gibi uzunçalar ve de kaset-disklerim. ‘Meşhur’luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum, hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir olduğudur. Güzelliklerin, kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır.

Bir ‘Akl-ı evvel’in yaratıp her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşamam. Eni boyu, yukarı aşağıya bütün kavramlarıma paradoksal bir ikilik koyarak ‘sonsuza doğru’ buluşmak üzere diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o ölümsüzlük değildi. ‘O’nu ben de merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkça bulunan O’na tanjant hayatım, Şarkılarım…’


Albüm Çalışmaları


Plakları

Solo 45'likler
Cahit Oben 4
Üç Veliaht
Tehlikeli Madde

Solo Albümler

1977-Not Defterimden
1983-Zaman Zaman
1990-Yana Yana
1992-Olmuyo Olmuyo (Düşler)
1995-Demirbaş
1995-Yadigar

Fikret Kızılok-Bülent Ortaçgil

1985-Biz Şarkılarımızı...
1986-Pencere Önü Çiçeği
2007-Büyükler İçin Çocuk Şarkıları

Toplama Albümler

1992-68'ler
1993-68'ler 2
1999-Gün Ola Devran Döne 68-71
2002-Dünden Bugüne
2005-Fikret Kizilok (Singles 1970-1974)

Kitaplı Albümler

1995-Demirbaş
1996-Vurulduk Ey Halkım...
1999-Bir Devrimcinin Güncesi



Şarkılarından


Bir dönemi anlatan şarkısı "Demirbaş"

Küçücük bir çocuktum / Sebebini bilmeden
Sokağa çıkamadık / İhtilal oldu sandık
Sonra biraz büyüdük / Alfabeyi bitirdik
Azı dişim çıkmıştı / Sünnet bile olmuştu

Kennedy öldürülmüş / Migros açılmamıştı
Beatles ortada yokken / Ekonomi bomboktu
Zeki Müren ortada / Bülent Ersoy erkekti
Vietnam savaşını / Kendisiyle başlattı

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Sonra Ay'a gidildi / Evelallah dönüldü
Suya yazı yazıldı / İçimiz rahatladı
Mao henüz ölmemiş / Ortaokul bitmemiş
Yahya işe başlarken / Bankalar hep bomboştu

Kırat attan inerek / Kemerini sıkmıştı
Halk üstüne binince / Başımıza düşmüştü

Hak hukuk düzen vardı / Çüş demesi çok zor
Ortaokul biterken / Yine ihtilal oldu

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Bilgisayar bulunmuş / Deniz Gezmiş asılmış
Papa yine değişmiş / Mandela hapisteydi
Çevre kirlenmemişti / İbo evlenmemişti
Ajda tam boşanırken / Dolar yine çıkmıştı

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Kenan sopalısıydı / Turgut boyalısıydı
Pek anlamazdı ama / Mesut Hopalısıydı
Naim kaldırıyordu / Zalim bastırıyordu
Dündür bugün bugün / Gafil avlanıyordu

Kırat attan inerek / Kemerini sıkmıştı
Halk üstüne binince / Başımıza düşmüştü

Hak hukuk düzen vardı / Çüş demesi çok zor
Tam askere giderken / Yine ihtilal oldu

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Paşa resim yapardı / Sabancı'ya satardı
Netekim ben demezsek / Anasını satardı
Tonton dayanamadı / Hepimizi batırdı
Efelerin efesi / Muz ağacına tutundu

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Ecevit hep umuttu / Erdal bizi uyuttu
Yaş günü pastamızı / Vestiyerde unuttu
Arabamız, evimiz / İki anahtarımız
Nasıl da inanmıştık / Verir diye Babamız

Kırat attan inerek / Kemerini sıkmıştı
Halk üstüne binince / Başımıza düşmüştü

Ne padişah ne sultan / Bir enişten bir ablan
Yanında bir de baban / Sefam olsun yaradan

Süleyman (hep) başbakan(hep)
Başbakan (hep) Süleyman

Nerde kalmıştık?
Silindir şapkamı verin...

Söz-Müzik: Fikret Kızılok
Albüm: Yadigar


Bulabildiğim Resimleri ve100 den fazla şarkı sözüne buradan ulaşın


7 yorum:

  1. Fikret Kızılok'un konserini izlemiş olduğun için çok şanslısın. şimdi dinleyebilmek için neler vermezdim. kıskandım doğrusu. hele hele anadoluyum şarkısını canlı dinlemeyi çok isterdim.

    yazın çok güzel olmuş bu arada. hakkında çok az şey biliyormuşum :)

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten bu çağdaş Türk ozanının hak ettiği düzeyde bir çalışma olmuş.

    Nitelikleriyle çok özel bir yerde tutulmayı hak eden Fikret Kızılok, bana göre yıllarca sadece şarkıcı, müzisyen bile demiyorum, şarkıcı kimliğiyle hatırlandı.

    Güzel besteler yapan yumuşak sesli şarkıcı....

    Oysa herşeyin ötesinde bu ülkenin yetiştirdiği ender entellektüellerden bir tanesiydi.

    İyi bir araştırmacıydı ve bana soracak olursan iyi bir halk bilimciydi de üstelik.

    İnandıkları vardı ve hiç ödün vermeden inandığı gibi yaşadı...

    Benim gözümün önünden asla silinmeyecek fotoğraf karelerinden bir tanesi de Aşık Veysel in, Fikret Kızılok un gitarını akort etmeye çalışırken çekilen fotoğraftır.

    Açıkcası hazırlamış olduğun çalışma için sana minnettarım. Kaynak gösterilebilecek bir yazı dizisi oldu.

    "Sevmek" bizlere sunulan bilgilerin ötesinde yeni bir şeyler katabildiğin sürece yani "emek" olduğu sürece anlam kazanıyor. Emeğin için seni kutluyorum.

    YanıtlaSil
  3. Kızılok,kimseye benzemeyen,kimsenin de bundan sonra benzeyemeyeceği,"özgün","kendine has" bir müzisyen benim için.

    Okurken hem keyiflendiğim hem de Kızılok'un bilmediğim yönlerini öğrendiğim bu güzel çalışma için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. Merhaba, Zaman Zaman albümünün sonunda Kurtuluş Savaşı Destanını seslendirmişti Kızılok. Bir daha kimse o kadar güzel seslendiremez gibi geliyor bana o kadar güzeldi ki! Orjinal baskısında olan bu kısım daha sonraki baskılarda yoktu. Bende bir kaseti vardı ama maalesef artık yok. Siz nereden bulabilirim biliyor musunuz? Siz de varsa paylaşabilir misiniz?

    YanıtlaSil
  5. Bu sayfaya çok geç ulaştım. Uzun zamandır aklıma geldikçe Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'ndaki şiirlerini besteleyerek oluşmuş ve zamanında el altından satılan, dağıtılan kasetindeki parçaları arıyorum. Duyan veya bilen varsa paylaşabilir mi acaba?

    YanıtlaSil
  6. Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'daki şiirlerini besteleyerek oluşturduğu ve o zamanlar el altından satılan kaseti olan var mı acaba? Olağanüstü güzel bir albümdü...

    YanıtlaSil

Related Posts with thumbnails