25 Eylül 2009

Gündüz Vassaf



Gündüz Vassaf 1946 doğumlu
Yazar, Psikolog.

Vassaf'ı sanırım ilk kez Türkiye'nin "Siyaset Meydanı" ile yatıp kalktığı dönemlerde bu programa konuk olarak katılması sayesinde gördüm, konusunu tam hatırlayamıyorum ama sabah 5' e kadar bir sürü kişi konuştu tartıştı ve Uğur Dündar son sözü nedense o ana kadar konuşmayan Vassaf'a verdi. Ve son konuşma o kadar toparlayıcı ve kısaydı ki keşke baş taraflarını hiç izlemeseydim demiştim ve bu ismi unutmamak için bir yerlere not almıştım. Sonradan kitaplarında da benzer bir şaşırma yaşamıştım, ele aldığı konular o kadar aşınmış şeylerdi ki hani artık bu konuda kesinlikle yeni bir şey söyleyemezsiniz derken Vassaf size yeni ve değişik bir bakış açısı sunmaktaydı..



Liseyi İstanbul Robert Koleji'nde tamamladıktan sonra 1968'de George Washington Üniversitesi'nde psikoloji eğitimi gördü. 1977'de Ankara Hacettepe Üniversitesi'nden doktorasını alan Vassaf, uzun bir süre Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi'nde öğrencilere psikolojik danışmanlık yaptı. Uluslararası Psikologlar Konseyi yönetim kurulu üyeliğinde bulunan Gündüz Vassaf, 12 Eylül askeri darbesinden sonra öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi'nden istifa etti.

O tarihten sonra Kassel, Bremen ve Marburg Üniversitelerinde öğretim üyeliği, Kanada'da McGill Üniversitesi Center for Developing Area Studies'te konuk akademisyen, Amsterdam'da Averoes Stichting'de klinik psikolog, Viyana'da Institut für Höhere Studien 'de konuk araştırmacı olarak bulundu.

Yazar, psikoloji alanındaki eserlerinden çok, tarihe farklı bakış açısıyla yaklaştığı çalışmalarıyla tanınmaktadır.

Kitapları:

Psikoloji ile ilgili olan kitapları

-1977-Zekâ ve Zekâ Testleri Nedir Ne Değildir?
-1977-Temel Zihin Yetenekleri Testi
-1978-Introduction to Psychology
-1985-Türkische Arbeiterkinder in Europa
-2009-Dümezil'in Sosyoloji Dersi Notları (Belkıs Halim Vassaf'ın Defterinden)

Diğer alanlardaki kitapları

-1999-Cehenneme Övgü,
-1999-Cennetin Dibi
-2000-Annem Belkıs
-2002-Daha Sesimizi Duyurmadık
-2003-Özgürleşmenin Sorunları: Mehmet Ali Aybar Sempozyumları
-2006-40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra, Amerika Rusya
-2007-Tarihi Yargılıyorum
-2008-Türkiye, Sen Kimsin
-2008-Guantanamo’dan Şiirler: Mahpuslar Konuşuyor (çev.)
-2009-Leventname
-2010-Kimliğimi Kaybettim Hükümsüzdür!
-2011-Gündüz Feneri
-2013-Mostari -Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü
-2014-Istanbul'da Kedi
-2015-Boğaziçi'nde Balık
-2015-Nazım (çocuk kitabı)
-2016-Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar
-2017-Yol Arkadaşım Havaalanı Yazıları
-2018-Sınırsız

Kitaplarından Notlar:

Cehenneme Övgü 277 Sayfa-İletişim Yayınları



-İşin en saçma tarafı, en saçmasını bile filozofun birinin çoktan söylemiş olması... (Çiçero)

-Kişinin istediği saatte yatağa yatma hakkını, özgürlüğünü savunan hiçbir kurum olduğunu anımsamıyorum-AŞK- üzerine kurulu olan ve iki kişinin özgür istemleri aracılığıyla gerçekleşen evlilik kurumları- nda bile, her iki taraf aynı zamanda yatmadığı , biri daha geç yattığı, geceyi daha fazla yaşadığı taktirde, sorunlar çıkmakta gecikmeyecektir, kurum herzaman " geç " yatanı suçlar...

-Yaşamın anlamı’ gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur...

-Sessizlik , sözcüklerin yokluğu demek değildir, sessizlik beş duyumuzun ve bundan daha da fazlasının toplam deneyimidir-duyumötesi algılama diyebileceğimiz durumu da içine alır...

-İktidarın en büyük korkusu muhalefet değil, ciddiye alınmamaktır....

-Taraf seçmek,insanı gelişmekten,deneyim yapmaktan, iletişim kurmaktan alıkoyar,taraf seçmekle, içine hevesle kendimizi hapsettiğimiz "getto "lar kurmuş oluruz- seçmek, bir yere ait olmak demektir, ait olmakla da dostluklar kazanırız, aksi halde toplum dışına itilmiş oluruz...

-Cinselliğimiz bedenimizden çok zihnimizdedir...

-Başka bir mekan ya da zamanda mahkum ettiğimiz "onlar " , bir bakıyorsunuz tekrar " biz " oluyor, bunu sürekli değişme ve derhal ait olma olgusuna bağlayabiliriz...

-Başkalarına özgürlük sağlama adına kurduğumuz örgütler, çoğunlukla kendi özgürlüğümüzün sınırlarını görme yeteneğimizi kısıtlar...

-Öyle bir noktaya geldik ki , yöneticilerin varlıklarını bize doğrulatmaya gereksinmeleri yok artık, onların varlığını biz kendimiz doğruluyoruz, kendilerini yeryüzünde Tanrının temsilcileri olarak sunan kralların bizi aldatmasına gerek yok, eskiden olduğuı gibi hala yöneticilerimiz var, değişik olan ; yasallıklarını Tanrıdan değil bizden almaları !...

-Özgürlük ; " ya bu- ya o " değil, " ya hep- ya hiç " eylemidir daha çok..

-Özgürlükten korkarız, bizi nereye götüreceği düşüncesi ürkütür bizi, bu yüzden sözüm ona seçme özgürlüğünü yeğleriz, bizimle aynı şeyi seçen başkaları da varsa , ki herzaman kaçınılmaz olarak vardır, o zaman bizde özgürlüğümüzde kendimizi güven içinde duyumsarız ; öylesine özgür değiliz ki, bunu bile başkalarına doğrulatmak isteriz...

-Ütopyacı ufuklarla bezenmiş siyaset ; iktidarı ele geçirip-koruma mücadelesinden başka bir şey değildir...

-Yıkıcı güçler yıkılmaz, ancak her birimizin ve hepimizin içindeki yaratıcılığın ve ondan doğacak güzelliğin karşısında yok olup gider...

-Yaratıcılık, yoğun yaşayan ve sevgiyi başkalarıyla nadiren paylaşan insanların giriştiği umutsuz bir eylemdir...

-Şairler susacak
Şair olduğunda herkes... (Reşit Ergener)


-Anlaşma , bir süreci durdurur, yaratıcılığı durduran bir frendir o, doğa çatışma içinde ve çatışma sayesinde uyumluluğunu sürdüre- biliyorsa, bizde anlaşmayabiliriz-kendi kendimize böyle bir borcumuz var...

-Beklenmedik şeylerden korkarız. Delilerin, beklenmedik şeyler yapmaları beklenir. Bizler ise, beklenmedik şeyler karşısında ne yapacağımızı bilemeyiz. Tüm mesleki, toplumsal ve cinsel ilişki- lerimizde, her şeyi önceden bilmek ve denetlemekten hoşlanırız. Gerçekten denetleyemediğimiz tek şey olan düşlerimizi de ya unutur ya da bastırırız. Denetleme gereksinimi hepimizin içindeki totalitarizmin belirtisidir tabii. Tümüyle özgür, yapılandırılmamış durumlar bizi rahatsız eder. Tıpkı sessizlik gibi...

-Hedef ve amaçlarımızın yüzünden hayatı yaşamak yerine, onu tüketiyoruz...

-Sevgiden vazgeçerek, tarifeye göre yol alan bir tren ya da sadece ikmal yapmak üzre duraklayan bir yarış otosu gibi hayatı tüketmek pahasına hedeflerine varan bunca insan olduğunu görmek, şaşırtıcı olduğu kadar üzücü de...

-Otomatizasyon "sürüp giderken", insanın tüm organları kuruyup gidecektir-düğmeye basan parmağı dışında...( Frank Lloyd Wright )

-Biz bir sonuç değiliz, bir " son " da değiliz,daha görkemli , daha güçlü, daha güzel bir hedefe doğru yükselmiyoruz, bir amacımız yok, önceden belirlenmiş bir kaderin parçası değiliz, durup dinlenmek- sizin, değişen bir sürecin parçasıyız yalnızca, ölümsüzlük diye bir şey yok-her şeyin bir birleşme süreci, görünürde bir başlangıcı ve şekillenme aşaması var, sonra ortadan kayboluyorlar, sonsuza dek değişen, birbirlerini etkileyen bir süreç içinde, yeni biçimler alarak, bir başka yerde ortaya çıkıyorlar...

-Zamanın inim inim inleyen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz...

Bu kitapla ilgili Taylan Kara'nın bir değerlendirme yazısı...

Cennetin Dibi 246 Sayfa-İletişim Yayınları



-İnanın, kiliseye, camiye gitmiyorsanız bedava diyedir. Türümüzün bir özelliği bu. Bir yandan beş para etmeyen şeylere dünyanın parasını verir, bir yandan da maddi değeri yok diye dünyanın en güzel şeylerinin bedava olduğunun farkına varmaz ya da küçümseriz...


-"Evliliğin neden olduğu sinir hastalıklarının şifası, sadakatsizliktir..." (Sigmund Freud)

-Çocuklar, vücutları narin olduğu için mi açlıktan, kıtlıktan daha çok ölüyorlar? Yoksa yetişkinlerin, onlar için uygun gördükleri 'çocuk payından' mı?...

-Amerikalı sosyologların yaptığı davranış gözlemleri, insanın sosyal sınıfı yükseldikçe cinsel çiftleşme biçimlerinin, fantezilerinin çeşitlendiğini gösteriyor. Örneğin en alttaki işçi sınıfında kadın yatakta hep altta...

-Ulaşım teknolojisindeki son üç bin yıllık gelişme at, eşek, tekerlek, otomobil, uçak derken ayağımızı yerden kesti. Şimdi 20. yüzyılın son çeyreğinde uzaya doğru yola çıkmışken birdenbire binlerce yıl öncesindeki 'doğal' insana dönüş yaparak sağlıklı olmak için trafikte, otomobiller arasında jogging dedikleri bir şey yapıyor insanlar. İşte bu toplu çılgınlık, tabiat kaidelerine bir uyumsuzluk örneği. Çağımızın yeni sağlıklı insanı kirli havada, ozon deliğinin ışınlarında yaşayabilen, genetik mühendisliğiyle üretilmiş ilaçlı domatesleri, hayatında bir adım atmamış ve güneş görmemiş hormonlu tavukları yiyen insandır. Eski sağlık anlayışına uygun biçimde sağlıklı kalmaya çalışan, bugünün hasta insanıdır. Ciğerleri ne kadar temiz, kanı ne kadar katıksız ise o kadar daha fazla ölüme yakın, ölüme mahkumdur. Darwin'in güçlüsü bu ortamda yaşayabilen yeni insandır; akıntıya kürek çekerek artık var olmayan bir dünyayı yapayca yaratarak yaşayan, artık olmayan bir dünyaya uyum sağlamaya çalışan değil. Gelecek nesilleri belirleyecek doğal seleksiyon türümüzün sağlıklı evrimi için ciğerleri kirli, kanları zehirli olduğu için hayatta kalabilen güçlü insanları seçecek...


Annem Belkıs 303 sayfa-İletişim Yayınları



-Bu kısacık el sıkışmalarının hepsi , benim kendimi nasıl algıladığımı etkiledi; kimi el sıkışma; geleceğe ilişkin ideallerime azim verdi, kimi onun yerinde olmak istedim, kimisiyle el sıkışmak beni ezdi, küçülttü, bazen el sıkışırken acıma duygusu hissettim, bazen de çaresizlik ve keder, kimi eller hissedilmeyecek kadar uçucu, kimileri de sanki hayat ve enerji doluydu...

-Çoğunu ezbere bildiğim kızlar
sevdalar geçit vermez gözbebekleri
akşam bir esmerliğe doğru yol alırken
pencere pervazlarına otururlar

Çoğunu ezbere bildiğim kızlar
niteliksiz bir hüznün ortasında
yerli yerine oturmamış bir gece vakti
kurutulup saklanan bir acı kuşanırlar

Çoğunu ezbere bildiğim kızlar
çıkmaz bir sokakta yürekleri
tahta bir merdivene benzer ki
her basamağı ayrı sesle gıcırdar...(İhsan Fikret Biçici)

-Uçmakdere-Köşe yazısından:

Sana aşıktım
itiraf ediyorum
hala
kıvılcımları aşkımın
koruyorlar ateşini

Sıkmasın seni
bu söylediklerim
istemem bir daha üzülmeni
sevmiştim seni ümitsiz
dili tutulmuş
ürkek, kıskanç sevgililerin acısıyla

Ne kadar da içtendi aşkım
ne kadar şefkatli
Tanrı'ya dua ediyorum
böyle sevsin seni
bir başkası...(Alexander Puşkin)


Daha Sesimizi Duyurmadık 334 sayfa-Bilgi Üniversitesi Yayınları



Kişisel notlarım yok-Arka kapak tanıtımından..

"Kendilerinden ‘kayıp kuşak’ diye sözedildiğini söylediğim bir Türk işçi çocuğu öfkelenerek ‘kayıp filan olmadıklarını’, ancak ‘seslerini de duyuramadıklarını’ söylemişti."

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın "Göç Araştırmaları" dizisinde yayınladığı ikinci kitap Gündüz Vassaf’ın 20 sene önce yayımlanan "Daha Sesimizi Duyurmadık" kitabının genişletilmiş baskısı. 12 Eylül’le beraber öğretim üyeliği yaptığı Boğaziçi Üniversitesi’nden istifa ederek, kendi deyimiyle "misafir işçi" olan Gündüz Vassaf, 1964’te başladığı "göç" konulu araştırmalarına, yılların birikimini ekleyerek yazdığı Daha Sesimizi Duyurmadık kitabında, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi Yard. Doç. Dr. Ayhan Kaya ve London School of Economics’ten Eva Ostergaard-Nielsen’in de birer makalesi bulunuyor.

Gündüz Vassaf’ın çalışması, "öteki"ni daha da "ötekileştiren" milliyetçi, tutucu ve etno-sentrik yaklaşımlar yerine, göçmen psikolojisini insanî bir tutumla çözmeye çalışan, örneklerle ilerleyen
birinci kitap ve "göç araştırmaları"nın ideolojisi ve eleştirisi üzerine kurulan ikinci kitaptan oluşuyor.


40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra 310 Sayfa-İletişim Yayınları



Kişisel notlarım yok-Arka kapak tanıtımından..

"Direnen insan özgürlük tutkusunu koruyabiliyordu. Günümüzün edilgen insanı kendisine sunulan özgürlük kalıplarının tüketicisi." Gündüz Vassaf 40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Amerika-Rusya'da eğlenceli, mizahi, şiirsel bir dille çocukluk ve gençlik yıllarından tanıdığı Amerika ile "sosyalizmin beşiği" diye merak ettiği Moskova'yı, 40 yıl sonra sadece anılarının izinden giderek değil, tekrar görerek, yaşayarak anlatıyor. 21. yüzyılın gönüllü totalitarizmine karşı dikkatimizi çekiyor.

Edebiyatımızda türüne nadir rastlanan, gezi ve anıların, şiirler, şarkı sözleri ve film diyaloglarıyla harmanlandığı; bir psikoloğun gözünden kişi ve toplumların dile getirdiği "aykırı" bir kitap.

'68 kuşağının egemen düzene başkaldırısıyla "kapitalizmin cehenneminde sosyalist cennetin düşlerini kuran," Moskova'da sarıldıklarını yitiren bir genç... Pentagon kuşatmasından Moskova gecelerine, aşklarına ve hayal kırıklıklarına, erotik politikadan, komünist düşmanlığının paranoyak boyutlarına, Çeçenistanlı Timur'dan, San Francisco'da Şükran Günü sofralarına, sürgündeki dayı Zekeriya Sertel'den, Stalin'e, Nâzım Hikmet'e... "İzleyenin izlenen olduğu" Amerika'dan, "sosyalist düşlerden kapitalizm düşkünlüğü"ne geçen Rusya'ya kadar uzanan 40 yıllık bir anılar zinciri, seyahat notları...Dünümüzle birlikte yarına bakan bir kitap.

40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra Amerika - Rusya'da Gündüz Vassaf'ın akıcı kalemi, iki ülkeyle birlikte kendisinin de nasıl değiştiğini gözler önüne sererken, "gerçek özgürlüğü" temsil ettiklerini öne süren her iki zihniyetin de totalitarizmde, tutuculukta nasıl birleştiklerini Amerika'da Rusya'da bulunmuş birisi olarak "içeriden bir bakışla" anlatıyor.

Tarihi Yargılıyorum 160 Sayfa-İletişim Yayınları



-Asıl araştırılması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir...(Wilhelm Reich)

-Deliliğim, insanlığa karşı duyduğum sevgidir... (Nijinsky)

-Oluşum Kronolojisi

Büyük patlama ve Evrenin doğuşu : 13.7 milyar yıl
Samanyolu :13.6 milyar yıl
Güneş Sistemi : 4.5 milyar yıl
Homo Erektus-iki ayak üstünde ilk insan :1.000.000 yıl
Homo Sapiens Sapiens-Biz : 89.000 yıl
Afrika'dan Dünya'ya yayılışımız : 66.000 yıl
İlk duvar resimleri : 30.000 yıl
İlk Tarım : 10.000 yıl
İlk şehirler- Çatalhöyük-Eriha : 9.000 yıl
İlk yazı :5.000 yıl
İlk Kitap :4.500 yıl
İlk Barış Antlaşması- Kadeş : 3.265 yıl
Birleşmiş Milletlerin kuruluşu : 62 yıl
Savaşın yasaklanması-Japonya : 60 yıl
Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi : 59 yıl
Kyoto Protokolu : 10 yıl önce...

-Terörizme karşı savaş nasıl mümkün olabilir ki savaşın kendisi terörizmken?

-Japonya, anayasasında savaşı yasaklamış bir ülke. Oysa bugün Japonya deyince aklımıza savaş kültüründen türeme samuraylar, kamikazeler, karateciler, kendocular gelir.

-Yarın için kaybolan, sadece nelerin konuşulduğu kararlaştırıldığı değil. Yazılı belgelerden yararlananlar aynı zamanda diplomasinin nasıl yürütüldüğünün, kişiler ve devletler arası güç ilişkilerinin, hitap tarzlarının, psikodinamiğinin da malzemesine sahiptiler. Kanuni Sultan Süleyman'ın Fransa Kralı François'ya hitap ederken, 'Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi...' diye başlayıp, satırlarca sıraladığı sıfatlardan sonra, 'Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Françis'sın,' diye başlayan mektubu buna bir örnek.

-Haşhaş tohumu nasıl afyon müptelasının hammaddesiyse, milliyetçi, köktenci ideolojilerin oluşmasında tarih aynı işlevi görür. İstediklerini tarihi kaynaklarda bulamazlarsa uydururlar."
(Eric Hobsbawn)

-"Biz, kim miyiz?
Alp Arslan ve Selçuklular 1071'de Malazgirt'ten sonra Anadolu'ya kaç kişi yerleştiler ki? DNA araştırmaları bugün Anadolu nüfusunun en çok %30'unun Orta Asya kökenli olduğunu gösteriyor. Her ne kadar milli tarih bilincimiz hepimizi birleştirdiği söylenen Türk kanına dayandırılsa da, 'Türklerin Tarihi' kitabında Jean-Paul Roux, 'Türklerin damarlarında eski Türk
kanından, elmacık kemiklerini çıkık ve gözlerini çekik yapan o kandan daha çok yabancı, Moğol, Çinli, Yunanlı, Kafkas, Rus, Afrikalı kanı akmaktadır.' der. Bence gene de eksik bir liste. Sanki hiç 'kız alınıp verilmemiş gibi' bin küsur yıl bir arada yaşadığımız Yahudilerin, Ermenilerin, Kürtlerin adı geçmiyor."

-Kimilerinin anlı şanlı diye baktığı tarihler, başka bir bakışla, baştan aşağı bir suçlar silsilesi.



Türkiye, Sen Kimsin 337 Sayfa-İletişim Yayınları



Kişisel notlarım yok-Arka kapak tanıtımından..

Türkiye, Batı’ya bağımlılığında, edilgenliğinde, aşağılık kompleksinde, başka birçok ülkeden farklı değil. Farkı, iç çekişmelerinden kurtulup evrensel değerlerin benimsenmesinde dünyaya öncülük etmesi olabilir. Yeni oluşan dengeler açısından kritik ve belirsiz bir noktadayız. Türkiye’yi Rusya, Çin ya da İslâm cephesinde görmek isteyenler de var, Vatikan’ın yoldaşlık yaptığı Avrupa-ABD cephesinde görmek isteyen de.

Ben ne Türkiye’yi ne de kendimi, bu cepheleşmenin taraflarından biri olarak görmek istiyorum; ne de iki ipte oynayan cambaz olmasını...Kurulmakta olan ittifaklar, bizi dünyalı olmaktan, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlarla uğraşmaktan alıkoyuyor.

Hele yeni kuşaklar, tarihten hortlatılan dinî çatışmaların ne tarafı ne de kurbanı olmayı istiyorlar. Ne var ki, meşruiyeti çökmüş bir dünya düzeninin getirdiği açlık, sefalet ve adaletsizlik, çatışmalarda saf tutsunlar diye nice genci provoke edenlerin işini kolaylaştırıyor.
Geçmişin tecrübesi adına, geçmişin hatalarını çok tekrarladık.

Avı, tarımı, teknolojiyi hep yaşlılar aktardı gençlere.Oysa bugün, türümüzün tarihinde ilk kez, yaşlılar gençlerden öğrenmenin arifesinde.

“Gündüz Vassaf düş gücünün avukatı, düz yazımızın en özgür ruhlu kalemi...” (Orhan Pamuk)

Guantanamo’dan Şiirler 92 sayfa-YKY Yayınları



Kişisel notlarım yok-Arka kapak tanıtımından..

Küba'nın kuzeybatısındaki Guantanamo Körfezi'nde yer alan ABD deniz üssünde 2002'den bu yana en azından 775 Müslüman erkek gözaltında tutuldu. Geçen altı yıl içinde tutuklulardan 470 kadarı serbest bırakıldıysa da, kalanlar, Cenevre Sözleşmeleri'nin en temel koşullarına aykırı olarak, haklarında herhangi bir suçlama yapılmadan ve yargı önüne çıkarılmadan esaretlerinin yedinci yılına girmek üzere.

Guantanamo'dan Şiirler, Guantanamo mahpuslarından dünyaya ulaşabilen ilk ses: Çoğu hala Guantanamo'da bulunun 17 tutukludan 22 şiir.



Leventname 120 sayfa-Heyamola Yayınları

Bir kentin tarihini, coğrafyasını, toplumsal hayatını, geçirdiği değişimleri, insan tiplerini, atmosferini, doğal güzelliklerini, unutulan değerlerini, yeme içme kültürünü, gecesini gündüzünü, yazını kışını, folklorunu, eğlence hayatını, daha bin türlü özelliğini, herkes kendince görür. Tarihçi başka, coğrafyacı başka, turizmci başka, asker başka, öğretmen bambaşka bir gözle görür ve kendi bakış açısıyla yazmak ister.

Ama bir yazar-edebiyatçı, kendince bir duyarlıkla yaklaşır kentine. Çevresine gönül gözüyle bakar. Kendisini değişik insanların yerine koyar, onların yüreğiyle de hissetmeye çalışır, öylece yazar... Yazar yazdığı zaman, birçok kimse o yazıda kendi duygularını, düşünüp de söyleyemediklerini bulur. Kendisinden önce yazılmış olanları da anımsamak ister...

Bu düşünceden yola çıkarak, İstanbul'un kırk semti, kırk farklı edebiyatçı-yazar tarafından kaleme alındı. Okurla aynı zamanda buluşan bu kırk kitaplık dizi hem bir ilk olması hem de İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'ne armağan olması açısından yüksek değer taşımaktadır.
(Arka kapak yazısından)



Kimliğimi Kaybettim Hükümsüzdür 199 sayfa-İletişim Yayınevi

Sıkı sıkı sarılırız kimliklerimize. Kimliğmizdir, bize kan davalarından savaşlara kadar davetiye çıkartan. Kimliğimizdir, bizi ırkçıların, dalkavukların, oportünistlerin hedefi yapan. Kimliğimizdir, "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" dedirten.

Kimliğimizi bulmak yerine ondan kurtulmalı mı? Giderek totaliterleşen devletlere, hakkımızda depoladıkları bigilerle hayatımızın her girdi çıktısından bize bir şeyler satmaya çalışan şirketlere karşı, kimliğimizi mümkün olduğu kadar değiştirerek, gizleyerek, yalan söyleyerek korumamız şart. Özgürlük, aitliklerimizden sıyrılmamızda.

Doldurduğumuz formlardan, aşklarımızdan, yolculukta karşılaştığımız yabancılara kadar kim olduğumuzu ifşa etmekle meşgulüz. Oysa ilişkilerimiz, yaptığımız işler, kim olduğumuzdan önemli olmalı... ilişkilerimizde "Kimsin?", "Kimlerdensin?" diye ne kadar az sorarsak, toplumca o denli kurtuluruz düzenin kalıplarından...

Ulusal, dinî, cinsel kimliklerimizin bizi esir almasına izin mi vereceğiz, yoksa tüm bunlardan sıyrılıp "dünya vatandaşı" olmanın kapılarını aralayabilecek miyiz? Gündüz Vassaf'tan, insanı kendisi ve yaşadığı dünya üzerine düşünmeye sevk eden, çarpıcı sorularla dolu, zihin açıcı bir kitap...
(Tanıtım Bülteninden)



Gündüz Feneri-Nehir Söyleşi-Kürşat Oğuz
518 sayfa-Alfa Yayınları

Geceyi, ondan karanlık olmayan her şey aydınlatabilir. Önemli olan gündüzü aydınlatmak, Her şeyin ortada olduğunu düşündüğünüz, o yanılsamayla yaşadığınız zamanlarda size görmediğiniz gerçeği gösterebilmek.

Gündüz Vassaf böyle biri. Belki birçok farklı ülkede uzun yıllar geçirmiş olmaktan, belki psikologluğundan, belki de gerçekten iyi' bir insan olmaktan kaynaklanan çok önemli bir meziyeti var: Müdanası yok. Kendi doğrusunu bildiği gibi söylüyor, genelgeçer kavramlara, akımlara kapılmıyor, çoğunlukla da görünmeyenin, söylenmeyenin yanında duruyor.

Gündüz Vassaf'a uygun bir yakıştırma da Don Kişot'luk olacaktır. Kaybedeceğini bile bile doğrusunu savunmaya devam eden, aforoz edileceğini bile bile dünya yuvarlaktır diyebilen biri o.

Yine de hep bir 'ama'sı var. Düşünen birinin kendi çelişkilerini kabullenmesine az rastlanan şu günlerde bu da önemli bir meziyet. Aydın, entelektüel gibi kavramları yakıştırmıyor kendisine. Her süreçte öğrenme peşinde olan biri. Hayatını böyle zenginleştiriyor, geleceği böyle görüyor.

Gündüz Feneri'nde şimdiye kadar görmediğiniz bir dünyaya dikkat çekebilirsek, bu isim de işlevini yerine getirmiş olacak...(Arka Kapak)



Mostari -Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü
367 sayfa-Yapı Kredi Yayınları

Yazar ve psikolog Gündüz Vassaf'ın Mostari kitabının macerası, yazarın Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nde çalışırken Bosna'da yaşayan kuzeninin Mostar'daki evinde kalabileceğini söylemesiyle başlar.

Mostar'a varışının ertesi günü, dünyanın dört tarafından gelen herkes gibi Vassaf da evrensel ününe savaş acıları eklenmiş Mostar Köprüsü'nün yolunu tutar, yanında taşıdığı küçük defterini çıkarıp birkaç gözlemini yazar. Hava kararmaya başladığında, elinde kalemi, Köprü duvarının üstünde defteri, kendini de dönüştürecek bir alemin beklenmedik yolculuğuna çıkar.

Gündüz Vassaf, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Mostari - Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü kitabında, Mostar'da geçirdiği ayları ve bir türlü ayrılamadığı, her gün başında beklediği Mostar Köprüsü'nü anlatıyor. Anı olarak yazmaya başladığı notların bir köprü bekçisinin nöbet defterine dönüştüğünü söyleyen Vassaf, "Bazen yüzlerce turist arasında, bazen gece saatlerinde tek başıma Köprü'yü bekledim. Ben Köprü'yü sahiplendim, o beni zapt etti. Bana neler yaşattıysa ben de dünyamı, duygularımı, düşünce ve hezeyanlarımı onunla paylaştım. Taa ki bir gün beni azat edene kadar."

Ve... Tam da Köprü yolculuğu bitmek üzereyken savaşın çıkmaz sokağından bir sesleniş... Mostar Manifestosu!

Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Mostari - Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü, Gündüz Vassaf'tan şiirsel bir kitap... Her zamanki gibi öznel... Her zamanki gibi evrensel.


Taylan Kara'nın Gündüz Vassaf'ın hakkında yayınladığı özenli ve tutarlı bir kritik yazısını da bu linkten okuyabilirsiniz.


3 yorum:

  1. kimin yazdığını bilmediğim acımasız bir eleştiri..
    sormak isterdim yazan arkadaşa, kendisi bu dünya için ne yapmış..
    ...

    "yazılarında kullandığı guru üslubu, kendisini, 90ların başında özgürlükçü düşünceye susamış gençliğin içinde bir moda fenomeni haline getirmiş, ancak günümüzde muhtemelen söyleyecek yeni bir şeyi bulunmadığından güncelliğini de yitirmiş pop liberter yazar. bugün biraz dikkatle bakıldığında söylediği hiç bir şeyin zaten özgün olmadığı görülür. dahası görünürdeki radikalizmine karşın politik olarak nerede oldıuğunu anlamaya çalışmak kafa karıştırıcı olabilir. her yazısı bir temanın seçilip fazla derinleştirilmeden yinelenmesine dayanır. totalitarizm kavramını öylesine merkezi bir konuma yerleştirir ki totalleştirmeye bulaşmaktan kurtulamaz. kitaplarını sahafa satıp yerine örneğin foucault'nun herhangi tek bir yazısını veya kitabını okumayı denerseniz vassaf'ın "düşünür" filan değil sıradan bir gazete fıkra yazarı olduğunu göreceksiniz."

    YanıtlaSil
  2. İlginç...

    Yani adsız bir kişiye neler söylenebilir pek bilemiyorum.Ama bildiğim; birileri birilerini beğenirken ,birileri de beğenmeyecektir... Bu beğenmeme durumunu kendi bakış açısıyla ortaya koyabilme hakkı da vardır her bireyin....

    Bu sebeple doğal olarak bu bakış açısına da Sanem Uçar olarak bakma hakkım oluyor, ne garip bir döngü:)

    Herşeyden önce Gündüz Vassaf kendisini bir düşünür olarak ortaya koyan biri değildir. Aldığı eğitimi aslında hemen hemen her yazısında görebilmek söz konusudur. O da insanın iç dünyasına bir yolculuktur.

    Ve bunu yaparken bilgiç bir edanın ötesinde oldukça basit bir anlatımı tercih edenlerdendir.Yazılarında kendisiyle barışık bir insanın ruh halini görürsünüz.Karşı çıktığı konularda bile karşı çıkışında hiç birimizin dikkat etmediği bir nezaket vardır aslında, insanı önemser Gündüz Vassaf.Silkeleyip atmaz....

    Kabul edilmek yada edilmemek gibi bir kaygı taşımadan beyin süzgecinden geçirdiği düşüncelerinin, hemen her an düşünce ve davranışıyla örtüştüğünü görürsünüz.

    Hele bir edebiyatçı edasına hiç girmez.Sadece bildiklerinin paylaşımı vardır yazdıklarında.

    Ve tüm yazdıkları da gerçek anlamda görebilen gözler içindir.Hafif bir astigmatlık varsa okuyan gözlerde çok farklı yerlere gidebilmek söz konusudur, sadece Vassaf ta değil, hem de herkeste...

    Çok eminim ki bu yazıyı görmüş olsa," haklısın kardeşim ben senin gözünde söylediğinim diyecektir."

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir çalışma olmuş ve Gündüz Vassaf benim çok sevdiğim bir kalemdir. Ne gariptir, herkes beğenir diye düşünürdüm:(

    Yanılmışım....

    Ancak bu anlamda söylenebilecek şeyler öylesine güzel söylenmiş ki, susmak gerekiyor.

    Çok yerinde, en önemli konuları ortaya koyan, son derece zarif ama bir o kadar da okkalı karşı cevap gelmiş.

    Yine sunum çok güzel, yapılan eleştiriye cevap ta ayrı bir güzel.

    Teşekkürler:)

    YanıtlaSil

Related Posts with thumbnails