29 Ocak 2010

Henry David Thoreau


Henry David_Thoreau 

1817 yılında Massachusetts eyaletine bağlı Concord'da doğdu. Harvard Üniversitesi'nden 1837 yılında mezun oldu, bir süre babasının dükkânında çalıştı, daha sonra bir okulda öğretmenlik yaptı.1841'den1843 arasında sık aralıklarla, düşüncesel anlamda fazlasıyla etkisinde kaldığı ve ömür boyu dostu olacak Emerson'la kaldı. Emerson'ının asistanı gibiydi, " The Dial " isimli transendentalist dergiye şiir ve nesirleri ile katkıda bulundu.

Sağlığında yayımlayabildiği sadece iki kitabı vardır. ("Walden" ve "A Week on the Concord and the Merrimack Rivers") Diğer eserleri ve günlükleri ölümünden sonra yayınlanmıştır. "Sivil İtaatsizlik "(Civil Disobedience,1849) isimli makalesi ile siyasi tarihe bıraktığı iz çok önemlidir. Daha sonraları Gandhi'nin en büyük ilham kaynağı olacak bu makale Thoreau'nun belki de en ünlü eseridir.

Gandhi'nin dışında Tolstoy ve Martin Luther King gibi önemli isimler de Thoreau'nun düşüncelerinden ve eserlerinden ilham almışlardır. Thoreau, 1862'de, birkaç küçük gezi ve Harvard'daki öğrencilik dönemi dışında hiç ayrılmadığı Concord şehrinde, geçirdiği tüberküloz yüzünden vefat etmiştir. Bütün eserleri 20 cilt halinde 1906'da basılmıştır.

I. Maxham jb_nation_thoreau_1_e portrait

Thoreau: Tek Bir davulcunun Sesinin Arkasından Gitmek..

portrarit imza portrarit

"Ben bu sayfaları yazdığım zaman Walden Gölü'nün kıyılarındaki bir korulukta kendi elimle inşa ettiğim bir kulübede, en yakın komşumdan bir buçuk kilometre uzakta, yalnız başıma, yaşamımı kendi emeğimin gücüyle sağlayarak yaşıyordum. Orada iki yıl yaşadım, şimdi uygarlığa tekrar dönmüş durumdayım"

İşte belki de ABD 'nin kuruluşundan bu yana basılan en ilginç kitabın ilk satırları böyle başlar. Kitabın adı Walden, yazarı Henry David Thoreau.

Walden_Pond-1

Milli Kütüphane'de sadece Civil Disobedience ( Sivil İtaatsizlik) kitabının tercümesi olan Thoreau, ülkemizde pek bilinen bir yazar değildir. Eserleri Japonca ve Sanskritçe dahil bir çok dile çevrilen Thoreau'nun sayısız hayranları arasında Mahatma Gandi ve Tolstoy' da vardır. Thoreau bugün batılı çevrecilerin baştacı ettikleri bir yazardır. Norveçli bilim filozofu Arne Naess'in başlattığı derin ekoloji akımının temel taşlarından birini Thoreau'nun yaşam felsefesi oluşturur. Edebiyat çevrelerinde, Thoreau, İngilizce'yi en güzel kullanan yazarlardan biri olarak kabul edilir. Bugün eleştirmenlerin hakkında en çok kitap ve makale yazdıkları yazarlardan biri olan Thoreau'nun en ünlü kitabı Walden 150 defa basılmıştır.

Waldentitle thorauwalden_cover

Thoreau'nun yıldızının kendi ülkesinde bile ölümünden çok daha sonra parlaması, düşüncelerinin yaşadığı zamana göre çok ileri bir düzeyde olması ile açıklanabilirse de, ki bu durum başka dahiler için de geçerlidir, asıl neden Thoreau'nun belirli hiçbir kalıba oturtulabilecek bir düşünür

olmamasıdır. Anarşistler onu kendilerinden biri sayarlar, ama pasif direnmeyi bir ilke haline getiren Thoreau, bazı anarşistlerin başvurduğu kaba kuvvete karşı çıkmıştır. Yazılarının bazı bölümleri sanki genç bir Karl Marx'ın kaleminden çıkmış gibidir, ama Thoreau için önemli olan bireydir ve asıl kurtuluş bireyin kendi kendini ıslah etmesi ile elde edilir.

Doğayla başbaşa olduğu zaman tam bir Panteist havasına bürünen ve İncil' den ' o eski kitap' diye bahseden Thoreau, Hristiyan olduğunu hiçbir zaman reddetmemiştir. Yazıları toplum reformunun nasıl gerçekleşeceği konusunda çeşitli öneriler ile doludur, ama reformculardan hiç hoşlanmaz ve hiçbir reform hareketine aktif olarak katılmaz. Kısacası Thoreau'yu tümüyle kabul etmek imkansız olduğu gibi tümüyle reddetmek de imkansızdır.

walden01 WaldenPond

1817 yılında Boston'un hemen yakınında kurulmuş olan Concord kasabasında doğan Thoreau'nun babası, etliye sütlüye pek karışmayan, herkesle iyi geçinmeye çalışan, pasif bir dükkan sahibidir. Annesi ise otoriter, çocuklarını okumaya teşvik eden ve doğaya çok ilgi duyan bir kadındır. Bugün bile eski güzelliğinden birşey kaybetmeyen Concord, etrafı göl ve nehirlerle çevrili ufak bir kasabadır. Thoreau, çocukluğunu balık tutarak, kanoyla dolaşarak geçirir. Bir çocuk arkadaşının " Acayip bir çocuk, pek çalışkan biri değil " demesinden Thoreau'nun lisedeyken parlak bir öğrenci olmadığını anlıyoruz.

Buna rağmen 16 yaşında Harvard üniversitesine girmeyi başarır. O zamanlar Harvard öğrencileri siyah üniforma giymektedirler, Thoreau ise yeşil bir ceket giymeyi tercih eder.
Yıllar sonra hamisi ve arkadaşı Emerson'ın Harvard'ın bütün bilim dallarında eğitim sağladığını söylemesi üzerine, Thoreau, " Evet bütün dallar var, fakat kökleri yok." yanıtını verir. Dört yıl sonra aldığı diplomanın koyun derisi üzerine basıldığını fark eden Thoreau, " Keşke her koyun, kendi derisine sahip çıksa! " diyerek böyle bir diplomanın kendisi için ne kadar az değeri olduğunu belirtir.

jpeg p28books3henry

Bütün bu olayların cereyan ettiği ve Thoreau'nun 'Bu vıcır vıcır kaynayan yüzyıl ' diye bahsettiği 19.yüzyıl aynı zamanda genç Amerikan ulusunun batıya doğru gün geçtikçe yayılıp Kızılderililerin yerlerinden yurtlarından edilmeye başlandığı ve sudan nedenlerle Meksika'nın işgal edildiği zamanlara rastlar. Bir yandan Thomas Jefferson'un büyük bir bölümünü hazırladığı anayasaya koyduğu " Meclis, basın ve vicdan özgürlüğünü engelleyemez." maddesinden faydalanan basın, tam bir özgürlük içinde görevini sürdürürken, diğer yandan Güney eyaletlerinde kölelik hala devam etmektedir. 19 yüzyıl aynı zamanda Edgar Allen Poe, Nathianel Hawthorne, Herman Melville ve Walt Whitman gibi yazarların en ünlü yapıtlarını verdikleri bir çağdır.

article41156

O günkü düzene kalıcı bir alternatif arayan Thoreau'nun Emerson'la arkadaş olması ve transandentalist doktrinlerini kolayca kabullenmesi zor olmaz. Üniversiteden mezun olduktan sonra Concord'a dönen Thoreau, babasının dükkanında çalışmaya başlar. Bir yıl sonra özel bir okul açar fakat üç yıl sonra kapatmaya mecbur kalır. Thoreau bütün yaşamı boyunca kendisine iyi gelir sağlayacak, sürekli bir iş tutmaktan kaçınır ve genellikle tamircilik, çiftçilik gibi el emeğine dayanan işler yapar.

Thoreau'nun kendisinden 14 yaş daha büyük olan Ralph Waldo Emerson'la tanışıp arkadaş olması ve transandentalist felsefesini genel hatlarıyla benimsemesi, onun yaşamını etkileyen belki de en önemli olaydır. Fakat onu gruptan ayıran en önemli husus, gerçek Ütopya'yı ancak bireyin kendisinin yaratacağına ve gerçek mutluluğun bireyin kendi kendisini islah etmesi ile sağlanabileceğine inanmasıdır. Bütün yaşamı boyunca inançlarını harfi harfine uygulayan ve ana prensiplerinden hiç taviz vermeyen bu insan böyle bir Ütopya'nın nasıl mümkün olabileceğin kanıtlamak için Walden Gölü'nün kenarında kendi eliyle bir kulübe inşa eder ve orada mümkün olduğu kadar kendi ihtiyaçlarını karşılayarak iki yıl geçirir.

Eline bir dürbün ve not defteri alarak her gün 4 saat süren gezilere çıkar. Hayvanları, bitkileri inceler, komşu çiftçilerle havadan sudan konuşur. Sadece birbuçuk kilometre uzakta olan Corcord kasabasına da uğramayı ihmal etmez. En ünlü yapıtı olan Walden, bu kulübede tuttuğu günlüklerden derlenmiştir. Bu kulübede yaşarken bir buçuk dolar tutan seçim vergisini o zamanki hükümetin tutumunu beğenmediği için ödemeyi reddetmesi onun hapse atılmasına neden olur. (Kendisini hapishanede ziyarete gelen Emerson "neden içeridesin? " diye sorduğunda Thoreau'nun " sen neden dışarıdasın? " diye verdiği yanıt, iki yakın arkadaşın toplum sorunlarına değişik yaklaşımlarını göstermesi bakımından hayli önemlidir). Kendisine haber vermeden kız kardeşinin vergiyi ödemesi üzerine bir gün sonra serbest bırakılan Thoreau'nun, Walden'dan sonra en ünlü yapıtı olan Civil Disobedience ( Sivil İtaatsizlik) adlı makalesini kaleme alır.

Thoreau bu makalesinde, Meksika'ya açılan savaştan ve kölelikten nasıl utanç duyduğunu uzun uzun anlatır ve zaten pek sempati duymadığı hükümete hapse girdikten sonra bütün saygısını yitirdiğini söyler: " Bana ulaşamadıkları için vücudumu cezalandırmaya karar verdiler, aynen, büyüklerine kızıp da bir şey yapamayan bir çocuğun hıncını köpeğinden alması gibi. Hükümetin nasıl yarı-akıllı olduğunu gördüm, ve dostundan düşmanını ayıramayan bu hükümete karşı bütün saygımı kaybettim."

1CabinReplicaCatHall 120090608151346!House_belonging_to_Henry_David_Thoreau

Walden 1849 yılında tamamlanmış fakat Thoreau'nun ilk kitabı “A Week on the Concord and Merrimack Rivers”ın (Concord ve Merrimack Nehirlerinde Bir Hafta ) mali açıdan bir fiyasko olduğunu bilen kitapevleri bu yeni kitabı basmaya yanaşmamışlardır. 1000 tane basılan bu kitap, dört yılda sadece 218 tane satabilmiş ve basım evinin arta kalanları geri yollaması üzerine Thoreau günlüğüne şu satırları yazmıştır: " Kitaplığımda şimdi 900 kitap var, bunların 700 den fazlasını kendim yazdım." Walden'ı bir türlü bastıramayan Thoreau ümidini hiçbir zaman yitirmemiş ve 5 yıl boyunca kitabın üzerinde çalışmış, kısaltmalar , eklemeler yapmış ve zaten çağlayan bir ırmağı andıran üslubuna cila üzerine cila vurarak kitabı daha da güzelleştirmiştir.

Doğa tarihi eserleri arasında kendisine özgü bir yeri olan Walden, bir bakıma çok şaşırtıcı bir kitaptır. Daha ilk sayfalarında Thoreau bu kitabı kendisinin, o kulübede nasıl yaşadığını, ne yiyip içtiğini merak eden komşularını aydınlatmak için yazdığını söyler. Kulübeyi nasıl inşa ettiğini, nereye ne kadar para harcadığını en ince ayrıntılarına kadar anlatır. Hazırladığı bir tablodan, tahtaların 8 dolar 3.5 sente, iki varil kirecin 2 dolar 40 sente ( bu biraz pahalı oldu), sacın 31 sente ( gereğinden fazla bile) ve çivilerin 3 dolar 40 sente mal olduğunu öğreniriz.

İşte bu ayrıntılı bilgilere ne gerek olduğunu düşünen okuyucu aniden şöyle bir inciyle karşılaşır: " Ben koruluklara gittim..yaşamın yalnız zaruri ihtiyaçları ile karşı karşıya kalabilmek için; bu yaşamın bana öğretebileceği bir şeyin olup olmadığını anlamak için; ki ölürken yaşamadığımın farkına varmayayım." Ve hemen sonra: "Yaşamın bütün iliğini emmek istedim.." Thoreau'ya göre herkes kendi ütopyasını kendi yaratabilir ve bunun gerçekleşmesi için de basit bir formül önerir: " Basitleştir, basitleştir. Günde üç öğün yemek yerine gerekirse bir tane ye, 100 tabak yerine 5 tane kullan, diğer ihtiyaçlarını da aynı oranda azalt."

Walden_Pond_010 WaldenPondSpring

Walden'a çok sayıda konuk gelir ve pek çoğunun ayakta kalması Thoreau'yu hiç rahatsız etmez. " Evimde üç tane iskemle var; bir tanesi yalnızlık, ikincisi arkadaş, üçüncüsü de toplum için." Su isteyen konukların ellerine bir maşrapa tutuşturup gölü gösterir. Eğer yemeğe kalanların sayısı birden fazlaysa o akşam Thoreau dahil hiç kimse yemek yemez. Gelenler arasında çiftçiler olduğu gibi, zamanın ünlü yazarları ve düşünürleri de vardır ve Thoreau'yu en çok rahatsız edenler de bu entellektüellerdir: " Evimin küçük olmasının bir fena yönü varsa, o da büyük düşünceleri büyük sözlerle ifade eden konuklarla arama, yeteri kadar mesafe koymaya elverişli olmamasıdır."

Ama Thoreau insanlarla ilişkilerini hiçbir zaman koparmaz. Ayaküstü de olsa komşularını sık sık ziyaret edip o yılın mahsülünden, havadan sudan konuşmayı sever ve hemen hemen bütün ihtiyaçlarını kendi ekip biçtiği tarladan sağladığı halde Concord kasabasını sık sık ziyaret eder. Komşularını tarif ederken kullandığı dil ve ifadeler bir kısım eleştirmenler tarafından küçük görmek , aşağılamak olarak değerlendirilmişse de, bu metinleri dikkatle incelediğimiz zaman, Thoreau'nın bu insanlara sadece acıdığını görürüz. Onlar " Yaşamın en güzel meyvelerini" koparamazlar, çünkü cahildirler, anadan babadan öyle görmüşlerdir. O zaman Thoreau'nun görevi " Kümesin üstünde öten bir horoz gibi" komşularını uyandırmaktır.

frasconi-thoreau84 thoreauscabin

Thoreau'nun Walden'da geliştirdiği yaşam felsefesi dört ana noktadan oluşur:

1-) İnsanlar doğuştan hür yaratılmıştır, fakat kısa zamanda hükümetleri onları esir eder. Fakat asıl esaret insanların maddiyata önem vererek kendi kendilerini esir etmesidir. "Ben derim ki, bu ülkede şiire, felsefeye, yaşantının tümüne en zıt düşen, hatta cinayetten daha zararlı olan, bu para hırsıdır."

2-) Gerçek özgürlük, bir insanın kendi ihtiyaçlarını mümkün olduğu kadar kendisinin karşılaması ile elde edilir.

3-) Sıhhat ve mutluluk, en iyi şekilde, yaşamı basitleştirerek, doğaya yakın ve uyumlu ilişkiler kurarak gerçekleşebilir.

4-) Gerçekler, herşeyden, aşk, para ve şöhretten çok daha önemlidir. Ama önümüze konulan gerçekler ne kadar ünlü otoritelerden gelirse gelsin, ispatsız kabul edilemez.

Thoreau'nun her alanda olduğu gibi doğaya bakış açısı da diğer romantiklerden oldukça farklıdır. Rousseau'ya doğayı cazip kılan, medeniyetin iflas etmesidir. Thoreau için doğa bir alternatif değil yaşamın ta kendisidir. Onun için, yolun üstünde güneşlenen yılan, kulübesini ziyarete gelen örümcek ve Walden Gölü'nün çevresini saran yabani çiçekler, bunların hepsi var oldukları için değerlidir. Rousseau'yu kalbi bir tarafa, beyni öbür tarafa çeker ve bu iki uç arasında bocalayıp durur. Thoreau'da ise mantık ile sezgi tam bir uyum içindedir.

Linnaeus, Darwin ve Humboldt, kelimenin tam anlamıyla profesyonel, Rousseau ise amatör bir doğa tarihçisiydi. Thoreau ise bu iki kategorinin tam ortasına düşer. Kendi kendine botanik ve taksonomi öğrenen Thoreau kısa zamanda yörede yaşayan balık türlerini tek tek inceleyip sınıflamıştır.

Çevresindeki bütün canlılara büyük bir ilgi duyan Thoreau'nun kalbinde kuşların özel bir yeri vardır. Daha 13 yaşındayken ağabeyi ve kız kardeşiyle birlikte kuş gözlemciliğine başlamış ve kısa zamanda topladığı kuş yumurtaları ve yuvaları ile oldukça geniş bir koleksiyona sahip olmuştur.

Bu gözlemlerin bir kısmına Walden'da rastlarız; fakat bize kalırsa gerçek Thoreau'yu, bir kısmını Dial dergisinde bastırdığı Yürümek, Yaban Elmaları, Orman Ağaçlarının Süreli Değişimi, Sonbahar Renkleri, Böğürtlenler ve Bir Kış Gezisi adlı makalelerinde buluruz. Edebiyat ile bilimin doruk noktalarda birleştiği bu yazılarda, daha az öfkeli, daha uyumlu bir Thoreau çıkar karşımıza.

ThoreauA Thoreau1967stamp

Bu makalelerin bugün bile zevkle okunmalarının anahtarını yine Thoreau'nun kendisi verir. Ona göre gerçek bir bilimadamı yalnız bilimsel kurgulara dayanan gözlemler yapmakla yetinmeyip doğayı herkesten daha fazla "koklayan, tadan , duyan, hisseden... bir Kızılderilinin irfanına sahip" bir olmalıdır. Hergün 4 saat kadar koruluklarda yürüyen Thoreau, bireyciliğini çok uzaklarda çalan bir davulcunun sesini duyup arkasından gitmeye benzetir. İnsanlarının çoğunun yaşamlarını " sessiz bir çaresizlik içinde" geçirdiğini vurgulayan Thoreau, bu insanların kendilerini mutlu edecek, yanı başlarındaki yabandan haberleri olmadığını söyler. Thoreau para hırsının nasıl gerçek değerleri alt üst ettiğini şu örnekle okuyucuya yansıtır: " Eğer bir insan günün yarısını çok sevdiği koruluklarda geçirirse, kendisinin bir serseri yerine konması tehlikesi ile karşı karşıyadır; ama aynı adam bütün gününü spekülasyon yaparak geçirir ve ağaçları kökünden kazıyıp doğayı bir kele benzetirse, o zaman çalışkan ve müteşebbüs bir iş adamı olarak takdim edilir."

Kendini de bir yaban elması gibi, evcilleşmiş hem cinslerini terkedip doğaya dönen biri olarak gören Thoreau, zamanın en ünlü bilginlerinden olan Prof. Agassiz'in büyük rakibi Prof. Asa Grey ile uzun süre bilgi alışverişinde bulunmuştur. Linnaeus'un sınıflandırma tekniğini çok beğenen Thoreau, 1830 yılında Boston Doğa Tarihi Topluluğu’na seçilecek kadar bilgili bir insandır. Özellikle ekolojide "süreli değişim" diye bilinen, terk edilmiş tarlaların nasıl tekrar kendiliğinden ağaçlanıp bir süre sonra orman haline geldiğini inceleyen çalışması bugün için bile geçerlidir. Thoreau Milli Park kavramını da ilk ortaya atan insandır. İşte Thoreau'nun ilk yazılarından biri olan “Massachusett'in Doğa Tarihi ” nden kısa bir bölüm:

"Ne zaman bir tilkinin, sanki dünyada hiçbir derdi yokmuş gibi, tam bir özgürlük içinde buz tutmuş gölün üstünden geçişini veya güneşli bir havada tepelerde koştuğunu görsem, güneşin ve dünyanın gerçek sahibinin o olduğunu düşünürüm. O güneşe gitmez, fakat sanki güneş onu izler gibidir ve ikisinin arasında gözle görülür bir sempati vardır..."
ve biraz sonra gerekli bilgiler:

" Bu raporda 75 cinsten 107 balık tür hakkında bilgi verilmiştir. Balıkçılar göllerde ve nehirlerde sadece bir düzine kadar balık türü olduğunu öğrenince şaşıracaklardır ve bu balıkların nasıl yaşadıkları hakkında bir şey bilinmemektedir. İnsanlar balıkları adlarından ve yaşadıkları yerlerden dolayı sever. Ben onların kaç yüzgeci ve gövdelerinin iki yanında kaç tane pul olduğunu bilirim..."

41RS2MXGPWL thoreau thoreaubook

Ve günümüzün doğa edebiyatı antolojilerinin sık sık ödünç aldıkları Walking (Yürümek) adlı makalesinde yabanın önemini anlatan satırlar:

"Yabanda dünyanın kurtuluşu yatar. Her ağaç, dallarını Yaban'ı araması için uzatır... İnsanlar onun üzerinde düven sürerler veya sefere çıkarlar. Ormandan ve vahşi doğadan insanlığı kucaklayan sular, ağaç kabukları, yabandan gelir... Ben ormana inanırım, dereye ve mısırın büyüdüğü geceye de... Yaşam yabandan ibarettir. En canlı olan en yaban olandır... Ümit ve gelecek benim için çimenlerde ve ekilmiş tarlalarda, kasaba ve kentlerde değil, geçit vermeyen bataklıklardadır. "

Zamanın ünlü eleştirmeni James Russell Lowell, bir makalesinde Thoreau'yu Emerson'un etrafındaki "delilerden biri" olarak tanımlamış ve İngiliz yazarı Robert Luis Stevenson, onu bir "Skulker" (korkudan yan çizen, gizlenen biri ) olarak eleştirmiştir. Stevenson'un sonradan fikrini değiştirmesi sarkacın yavaş yavaş öbür yöne dönmesini sağlamış ve Thoreau hak ettiği üne 50 yıl sonra kavuşmaya başlamıştır.

Thoreau'nun bugün bu kadar popüler olmasında onun içten gelen samimiyeti ve başkalarına önerdiği koşulları kendisinin aynen uygulaması gelir. Kendi cebindeki Marlboro'yu unutup hastasına sigarayı yasaklayan doktorları, insan haklarına ancak kendi ideolojisine dokunulduğu zaman sahip çıkan "demokrasi kahramanlarını" bir yandan doğacılık taslarken öbür yandan ava çıkan çevrecileri hepimiz tanırız. İçimizden hangimiz onun "Ben hayatımda yaptığım hiçbir şeyden pişman olmadım " cümlesini kendimize mal edebiliriz.

Thoreau'nun vermeye çalıştığı şeyler ; karşı çıktığımız her ne olursa olsun, hiçbir zaman kaba kuvvete başvurmamak, demokratik koşullara daima saygı duymak, kendi "bireyciliğimizi" uygularken diğer bireylerin de hakkını unutmamak, her toplum için , her zaman geçerlidir. Thoreau doğal kaynakların bir gün tükenebileceğini kendisi dahil, kimsenin aklına getirmediği bir zamanda önerdiği "yaşamı basitleştir" formülünü uygulamazsak, gelecek kuşaklara güzel bir doğa
bırakacağımız şüphelidir.

4361217104946c6f3be83a5.24806752 Thoreau-gravesite

Vereme yakalanan Thoreau öldüğünde 45 yaşında idi. Thoreau, ölüm döşeğinde yatarken bile tuttuğu rotayı hiç değiştirmemiş ve bizde "Tövbe ettin mi" karşılığına gelen "Tanrı'yla barıştın mı" diye soran bir arkadaşına, " Kavgalı olduğumuzun farkında değildim" yanıtını vermiştir. Son nefesini verirken bile aklı hala yabandadır. Etrafını saranların Thoreau'dan duydukları son cümleden anlayabildikleri sadece şu iki kelimeden oluşmuştur:

"Geyik..Kızılderililer.."

web sayfası

planThoreau2

Walden’da çizdiği Planlar (165 Adet)

Walden kitabını sesli dinlemek için (ingilizce)

yazıların büyük bir kısmı Tubitak Yayınlardan çıkan : "Sulak Bir Gezegenden Öyküler" kitabından alınmıştır.

26 Ocak 2010

Taxidermia-Pálfi György



Yönetmen: György Pálfi
Senaryo: Ruttkay Zsófia, Pálfi György
Yapımcı: Vánadi Gábor, Miskoczi Péter, Alexandre Mallet-guy
Görüntü Yönetmeni: Pohárnok Gergely
Müzik: Amon Tobin
Tür: Comedy,Drama,Horror
Yapım: 2007 Avusturya, Fransa, Macaristan
Dil: Hungarian,English,Russian
User Rating: 7.0/10
Süre : 91 min
Ödüller: 7 wins & 2 nominations

Oyuncular (ilk-10): Csaba Czene, Gergely Trócsányi, Piroska Molnár, Adél Stanczel, Marc Bischoff, Gábor Máté, Zoltán Koppány, Géza Hegedüs D., Erwin Leder, Krunoslav Agatic

IMDB:

Mide bulandırıcı, tiksindirici fakat her anında gilliam-vari, büyüleyici ve sıradışı bir görsel estetik yakalayan Taxidermia’da bir aileden üç kuşak erkeğin hikâyesine tanık oluyoruz: Büyükbaba, Baba ve Oğul..

Üç kuşak boyunca anlatılan öykü, medeniyetin ilerlediği her noktada doğal olanı anormalleştirmesi ve sınıra dek zorlamasıyla ilgili. Birinci öyküde cinsellik, ikincide yemek, üçüncüde sanat. Üçü de aşırılıkların, uç noktaların dışa vurumu. Görsel olarak çok etkileyici, çok güçlü bir sinema, sistemlerin doğalı bozması ve yok etmesiyle ilgili bir tür medeniyet ve ilerleme eleştirisi...



2. Dünya Savaşı sırasında görevli olan büyükbaba, garip fanteziler diyarında yaşar; en büyük arzusu, aşktır.



Dev bir cüsseye sahip olan baba, savaş sonrası Sovyet döneminin atletidir; hedefi başarı kazanmak, yarıştığı dal ise hızlı yemek yemektir.



Torun, ufak tefek, edilgen bir tahnitçidir; ancak arzusu babasından da büyükbabasında da daha büyüktür: Ölümsüzlük. Kendi bedenini tıpkı bir hayvan postu gibi doldurarak ölümsüz bir sanat eseri yaratma peşindedir.

Filmde tarihi gerçekler sürreal bir anlatımla birleşerek bir tür büyülü gerçekçilikte harmanlanıyor; Pálfi, baş döndürücü bir tarzla bizi Macar tarihinin son yüzyılında tura çıkarıyor. İnsan hayatının uç sınırlarını mercek altına alan Taxidermia’nın üç hikâyesinin de ana ekseninde tüm doğallığıyla insan bedeni yer alıyor; fakat gerçek-dışı arzularla donanmış olarak. Yakın dönem Macaristan’ın Komünist, post-Komünist ve tüketim toplumu dönemlerine dair ironik bir bakış açısını olağanüstü bir hayal gücüyle birleştiren Pálfi, aklınızdan günlerce çıkmayacak bir görsel ziyafete imzasını atıyor.




web sayfası


20 Ocak 2010

Oğuz Atay



Çağdaş Türk edebiyatının yenilikçi roman anlayışının özgün örneklerini veren Oğuz Atay, 12 Ekim 1934'te İnebolu'da doğdu. Babası hukukçu, bir süre de CHP milletvekilliği yapmış olan Cemil Atay'dır.

Oğuz Atay, 1939'da, ailesiyle Ankara'ya geldi. Ortaöğrenimini Ankara Maarif Koleji'nde tamamladı (1951). İTÜ İnşaat Fakültesi'ni bitirdi (1957). İstanbul devlet Mühendislik ve mimarlık Akademisi İnşaat Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı. Burada topografya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1975'te doçent olan Atay Topografya adlı bir de mesleki kitap yazdı. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayınlandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra'da tedavi gördü. 13 Aralık 1977 'de, bu hastalıktan kurtulamayarak, İstanbul'da öldü.

OA-P7 OA-P6

Eserleri

Roman 

-1971-72-Tutunamayanlar
-1973-Tehlikeli Oyunlar
-1975-Bir Bilim Adamının Romanı
-1998-Eylembilim ( Tamamlanmadı )

Öykü
 
-1975-Korkuyu Beklerken

Oyun
 
-1985-Oyunlarla Yaşayanlar

Günlük 

-1987-Günlük

OA-P18a OA-P17a

Kitapları hakkında

1-Tutunamayanlar 
Roman-İletişim, 736 Sayfa

Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. Berna Moran, Oğuz Atay'ın bu ilk romanını ''hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı'' olarak niteler. Moran'a göre ''Oğuz Atay'ın mizah gücü ve duyarlığı ve kullandığı teknik incelilkler, Tutanamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır''. Küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan Atay, ''saldırısını tutunanların anlamayacağı, reddedeceği türden bir romanla yapar.''

1-Tutunamayanlar-Sinan Yayınları2 1-Tutunamayanlar-Sinan Yayınları

Tutunamayanlar, anlatıcıları ve anlatım yöntemleri bakımından zengin bir roman ve Atay gördüğümüz gibi, bu bu çeşitlilikten yararlanmış. Yöntemler arasında büyük başarıyla kullandığı yöntem, kuşkusuz, iç-konuşma yöntemi. Atay, okura Turgut'un bilincini, araya aracı sokmadan, dolaysız olarak seyrettirirken,bu yöntemi kah toplumsal eleştiri, kah mizah, kah Turgut'un iç çatışmalarını sergilemek yolunda kullanmış. Ayrıca iç-konuşmayı kimi zaman diyaloga,kimi zaman çok kişili bir oyun sahnesine dönüştürerek yönteme daha karmaşık,daha renkli ve çok işlevli bir şekil kazandırdığını söylemek gerek. Tutunamayanlar, anlatım tekniği bakımından, Türk romanında, gereken ilgiyi görmemiş bir aşamadır. (Berna Moran )

1-Tutunamayanlar 1-Oğuz Atay_Tutunamayanlar

Biliniyordur, Tutunamayanlar romanı 1970 TRT roman ödülünü alır. Bir süre kitabını yayımlayacak yayınevi bulamaz Oğuz Atay. Sonunda 1971 Aralık'ında Sinan Yayınları tarafından 2 cilt halinde basılır kitap. Ne hazin ve ne ironik. 'Korkuyu Beklerken' kitabında söylediği "Ben buradayım sevgili okur, sen neredesin?" demesi boşuna değildir. Ölümünden sonra kıymeti anlaşılır. Özellikle 80'den sonra herkes "keşfeder". Kitap Sinan Yayınlarından çıkar ve tek baskıda kalır.

Murat Belge,1972'de yazdığı bir yazısında, onun bu yanını şöyle değerlendirecektir; Tutunamayanlar, yeniliği, değişikliğiyle çarpıcı bir roman.Türkiye'de geleneği olmayan bir roman tarzının oldukça başarılı bir ürünü. İlk bakışta belki çok dağınık, çok keyfi. Yazar aklına geleni yazmış gibi. Oysa bu dağınık görünüşlü malzeme titiz bir seçmeyle toplanmış ve rastgele değil yapısal bir bütün meydana getirecek biçimde örülmüş. Oğuz Atay özellikle roman kurguculuğuyla başarılı bir yazar.

1-Tutunamayanlar-Erdil

1970 TRT roman ödülünü sahiplenen 776 sayfalık "Tutunamayanlar", Oğuz Atay tarafından karmaşık anlatım teknikleriyle işlenmiş, iç ve dış konuşmalarla donatılmış dört bölüm, yirmi bir alt bölümden oluşuyor. Eserde bu bölümlere ek olarak Sonun Başlangıcı, Yayımcının Notu ve Turgut Özben'in Mektubu isimli üç özel bölüm daha bulunmaktadır. Bu özel bölümlerde romanın iskeleti okuyucuya anlatılmakta, kurgudaki boşluklar doldurulmaktadır. Romanın geri kalanı ise ruh çözümlemeleri ve konuyu desteklemek için gelişen olay parçacıklarının yoğun ayrıntılardır.

Romanda Oğuz Atay'ın dahice kullandığı anlatım deneylerinden bir tanesi de Turgut Özben'in kendi hayatı hakkında kullandığı alaycı "zaman" benzetmeleridir. Bu benzetmelerdeki -birleşik cümle yapısının yardımıyla olduğundan daha da somutlaştırılmış- ifadeler ilgi çekicidir. Zaman eşyalarla özdeşleştirilmiştir. Zaman benzetmeleri yardımıyla hem Turgut Özben'in hayatının sıradanlığı, hem de yerleşik burjuva yaşantısının, can sıkıcı alışkanlıkların ve önemsiz sayılabilecek değerlerin üzerine kurulmuş olması, ince ince alaya alınarak okuyucuya sunulmuştur:

Romanın on beşinci alt bölümünde cesur bir anlatım deneyiyle daha karşılaşıyoruz. Turgut Özben romanın o bölümüne kadar Selim Işık hakkında topladığı bilgileri bir kompozisyon biçiminde ortaya koyar. Bu alt bölümde ilginç olansa 68 sayfa boyunca hiçbir noktalama işaretinin kullanılmamış olması ve ana konudan ıraksayan çağrışımlara başvurulmasıdır. Edebiyat çevrelerince ağızdan hiç düşmeyen "bilinç akımı" yöntemi, çağrışımların konudan uzaklaşması biçiminde yoğun olarak görülmektedir.
Roman hakkında hep iyi şeyler yazıldığını sanmayın, örneğin Mehmet Seyda bakınız ne söylemiş:

“Bir roman; gerekli gereksiz ayrıntılarla, kendi bütünlüğünü zedeleyen fazlalıklarla, yinelemelerle, filtreli sigaranın kanseri %7 oranında azalttığını söylemeden geçemeden bilgilerle dolu. Yazarının, ayıklama ve seçme gözetmeden, ne biliyorsa içine katmaktan zevk duyduğu sayfalar. Sağı solu eleştiren Turgut Özben gibi bir 'aklı başında roman kahramanı' na genelev kapattırmalar, genelevde kumar oynatmalar, buna benzer bunun gibi bir yığın tutarsızlıktan Tutunamayanlar'ın hikayesini çıkarma merakı. Okunuşundan sonra " İnsanın aklına her geleni yazmasından bir roman ortaya çıkabilir mi? " diye sorulabilir.. ”

Mehmet Seyda birde röportaj yapmış Oğuz Atay'la:

Mehmet Seyda-Ben , özür dilerim, romanınızı biraz 'insansız' buldum. Bu konuda ne dersiniz?

Oğuz Atay- Romanda bütünüyle insana yönelmek istemiştim. Onu sizin belirttiğiniz gibi sadece akıl bakımından değil, duygularıyla ve aldığı bütün etkilerle vermek istemiştim..


2-Tehlikeli Oyunlar
Roman-İletişim, 480 Sayfa


Hikmet Benol, toplumdaki yoğun kargaşanın temelinde yatan gerçekliği araştırırken, gerçeklerle içtenlikle ilgilenmenin toplumu yönetenlerce tehlikeli görüldüğünü seziyor ve “oyun oynuyormuş gibi ilgilenme” yolunu seçiyor. Kişinin kendiyle savaşmasını ve yenmesini, kendini dönüştürmesini önemli bir sorun olarak algılamaya çağıran, çarpıcı ve sarsıcı bir roman.

2-Tehlikeli-Oyunlar 2-Tehlikeli-Oyunlar2

Tehlikeli Oyunlar'daki Hikmet Benol kendine önemli misyonlar yüklemiş, ancak bir süre sonra »hiçliğin«in farkına varmıştır. Kendini toplayıp dönüşünü muhteşem kılmak amacıyla bir gecekondu mahallesine yerleşir. Bir oyun yazacaktır. Ona göre; ülkemiz bir oyun yeridir« zaten. Ancak, oynamak istediği oyunları zaten oynamıştır o, geçmişi tekrar etmek mümkün değildir. Bir türlü yazamaz, erteler, hayallerini anlatır durur. Kaçınılmaz son intihardır.

Böyle bir öyküyü klasik gerçekçi tarzda işleyerek, acı yüklü bir metin yaratmak mümkün. Oysa Atay'ın niyeti bu değil. O, aslında bir insan ölümünü değil, bir üçüncü dünya ülkesi aydınının çaresizliğini yakalamaya çalışıyor. Kitap bütünüyle simgelerle kaplı. Daha ilk başta, Hikmet Benol ismiyle, hem keramet sahipliği, hem de bireyleşme arayışı temsil edilmiş. Kendisi gibi bir kenara çekilmiş emekli albay Hüsamettin Bey'le olan dostluğu ve iletişimsizliği de, 70'li yılların popüler sol politikası olan aydın/ordu ilişkisinin bir parodisi olarak okunabilir.

Tehlikeli Oyunlar, darbenin ardından kaleme alınmıştır, ve kabuğuna çekilmiş küçük burjuva aydının çaresizliği daha belirgindir. Yazar bu tipolojinin kimlik sorununa gecekondu halkı ile bütünleşmenin bir çözüm getirmeyeceğinin farkındadır. ‘Bütün gecekondu halkının daracık sokaklarda birikeceğini sandım beni görmek için’ diyen Hikmet Benol, ‘düşkırıklığını, değil bütün gecekondu halkının, değil bu ev halkının, sizin, bir tek insanın ve bana bu kadar yakın oturan bir dostun bile ilgisini çekmeyi başaramadım’ sözleriyle ifade ederken, bir anlamda, küçük burjuva aydının yoksul kesime erken bir vedasını da dile getirmiştir. Oğuz Atay'ın gecekondu insanı ile kaynaşamayan kahramanı Hikmet Benol, 90'lı yılların Beyoğlu/Cihangir entelektüel topluluğunun bir prototipidir aslında. (Ömer Türkeş)


3-Oyunlarla Yaşayanlar
Oyun-İletişim, 108 Sayfa


Tanzimat’tan bu yana sürekli değişen pol itik ve toplumsal değerler karşısında tutunmaya çalışan Türk okur-yazarının kara güldürüsü. Eylemsizlikle geçmiş bir yaşamın getirdiği beceriksizlik ve gülünç olma korkusundan Atay sürükleyici bir oyun çıkarmış.

3-Oyunlarla-Yasayanlar 3-Oyunlarla-Yasayanlar2 3-Oyunlarla-Yasayanlar3

Emekli tarih öğretmeni Coşkun Ermiş, Napoleon piyesleri yazmaya çalışırken, komşusu oyuncu Saffet ondan Vodvil türünde oyunlar yazmasını istiyor. Tiyatro patronu Servet ise Antik Yunan dönemi oyunları sipariş ediyor. Oysa Coşkun Bey'in evinde bir başka oyun sahnelenmektedir. Bunamış kayın validesi Saadet Nine kendisini ziyarete gelecek Cemil Paşa'yı kurduğu hayaller içinde beklemektedir. Oğlu Ümit, okuldan, dersten sıkılmış bir halde sürekli sulu oyunlar ve taklitler yapmaktadır. Karısı Cemile ise oyunun başında çalışan, evin yükünü dikiş dikerek sırtlamış tek gerçekçi kişi iken o da gerçeğin dışına çıkmaya hayalden oyunlar kurmaya başlamıştır.

Yazdığı tek tiyatro oyununda "oyun kavramı" üzerinde duran Oğuz Atay, olayları oyun içinde oyun olarak ele almıştır. Gerçekten de çok standartlı, çok yönelişli olmak zorunda bırakılan Türk aydınlarının tipik davranışı 'oynamak' tır. Batılı gibi olmak ama ülkenin Asyalı koşulları arasında sürekli oynayarak denge kurmaya çalışmak böylece acıklı bir komediyi sürdürmek.


4-Korkuyu Beklerken
Öykü-İletişim, 202 Sayfa


Oğuz Atay’ın hikayeleri, gündelik hayatı kavrayış derinliği, anlatım zenginliği ve okuru alıp götürmedeki enerjileri bakımından romanlarından geri kalmaz. Kitaba adını veren hikayenin korkuyu beklerken kendini evine hapseden kahramanı, Atay’ın edebiyat güzergahındaki farklılığının en büyük kanıtlarından. Yazarın bu kitaptaki ilk hikayeyle var ettiği “beyaz mantolu adam” da öyle.

4-Korkuyu-Beklerken 4-Korkuyu-Beklerken2

Bizim ilk günahımız belki de budur. Kapalı sistem yaratıklarının dış dünyaya karşı beslediği korkudur. Yaşama korkusudur. Fütuhat da, herkese ve her şeye boyun eğdirerek bu korkudan kurtulma çabasıdır. Dünyayı bir savaş alanına çevirdikten sonra, her yandan düşman saldırısı bekleyenlerin korkusudur. Bir şehire kapanıp, bütün ülkenin saldırısını bekleyen sarayın korkusudur bu. Sarayı kaleye çevirenlerin korkusudur. Kardeşleri tarafından öldürülmeyi bekleyen sarayın korkusudur. Her davranışın devlete yöneldiğini sanan paranoyak yöneticilerin korkusudur. Kültür korkusudur. Matbaadan, şiirden, resimden, felsefeden, hatta dinden korkmaktır bu.

Halk Partisi nin Köy Enstitülerinden korkmasıdır, Demokrat Partinin modern resimden korkmasıdır. Bazı solcuların modern edebiyattan, modern sanattan korkmasıdır. Halkın içinde sivrilen esnafın, eşrafın, mollanın halktan korkmasıdır. Korkunun sonu yabancılaşmadır. Yeni yazarların kelimeler icad ederek azınlık olma telaşıdır, toplumsal sorunlara eğilerek kendini tanıma korkusudur. Kavram kargaşası yaratarak temel kavramlardan uzaklaşma çabasıdır.

Temel kavramların onu bir hiçe indireceği korkusudur. Korku ortadan kalkarsa postunu kaybedeceğinden korkan tekke şeyhinin korkusudur. Bunun için müeyyideler gevşektir. Herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır. Müeyyideler hayatı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır. Neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir. Fakat herkes her an, suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız.

4-Korkuyu-Beklerken3 OA-P23

Bizim ilk günahımız budur cezalandırılmayan küçük günahların toplamı Hoşgörümüz de budur. Ayrıca devlet de aynı suçluluk duygusu içinde müeyyideleri uygulamaz. Bu bakımdan bağışlayıcıdır. Karşılıklı bir oyundur bu.

Bağışlanmayan tek suç, bu oyunu fark etmek, bu oyuna karşı çıkmaktır. Gerçeği aramaktır. Bilim bunun için tehlikelidir, felsefe bunun için tehlikelidir, deneme bunun için tehlikelidir, roman ve hikaye bunun için tehlikelidir. Belirli kalıplar içinde kalan şiir bunun için tehlikesizdir. Taklitçi olmayan Batıcılık bunun için tehlikelidir. Gerçeği arayan Doğu bunun için tehlikelidir.

‘O’ yalnız yaşayan biridir.. Bir gün, anlaşılmayan bir dilde yazılmış bir mektup alır. Üniversite de ‘ölü diller’ üzerinde uzman olan arkadaşına götürdüğü /okuttuğu mektup ‘size bildirine kadar evinizden çıkmayın’ anlamında bir uyarıdır... O, eve kapanır...Korkuyla, Korkuyu Beklemeye başlar...

Kitaptaki bir öyküyü okumak için tıklayın

5-Bir Bilim Adamının Romanı
Roman-İletişim, 270 Sayfa


Ülkemizde pek benimsenmemiş bir dalda, biyografik roman türünde, Oğuz Atay’ın, kendine özgü üslubu ve kurgusuyla, kendi hocası da olan Mustafa İnan’ı anlatışı.
Bir halk çocuğunun uluslararası ün sahibi bilim adamı oluşunun zorlu serüveni sergilenirken toplumsal eleştiri kalıplarının da zorlanışı. İnan’ın yaşamından kesitler veren fotoğraf albümüyle birlikte.

5-Bir-Bilim-Adaminin-Romani 5-Bir-Bilim-Adaminin-Romanı2 5-Bir-Bilim-Adaminin-Romanı3

Oğuz Atay, hocası Prof. Mustafa İnan (1911-1967)'ın portresini, bilhassa matematiğe ve şiire olan ilgisi ile âdeta Napolyon'un Matematik ve Şiir formülünün bir örneği şeklinde çizer. Romanda Mustafa İnan'ın biyografisi, fizikî ve ruhî portresi romanlaştırılmıştır. Edebiyatımızda biyografi tekniği ile yazılmış romanlara örnek olarak gösterilebilecek bir eserdir Bir Bilim Adamının Romanı.

Biyografi, unutmamanın göstergesidir, hatırlanmaya değer kimselere belki de verilebilecek en güzel hediyelerden biridir biyografi, o kimseler hayatta olmasalar bile 'Bir Bilim Adamının Romanı' , üniversite hocalığı, arkadaşlığı, dostluğu ile örnek bir bilim adamı olan Mustafa İnan'ın yaşam öyküsünü roman tarzında işlemiş bir eser. Mustafa İnan'a sunulmuş, bu anlamda unutulmadığının ifadesi olan bir armağan kitaptır, yalnız ona değil tabi, okuyucu olarak romanı eline alma tercihinde bulunan herkese. Aslında ülkemizde Mustafa İnan gibi imkânsızlıklar, yokluklar içinde yetişen kişiliklerin ortak hayat hikâyesidir roman.

Bir Bilim Adamının Romanı 'nda, matematik ve teknik bilimler üzerine öğrenim yapan bir bilim adamının şiire, felsefeye, mistisizme, ahlâka dair fikirlerini de öğreniriz. Mustafa İnan'ın yaşamında sentez düşüncesinin büyük bir yeri vardır, matematik dilini ve yöntemini kullanarak ahlâka, felsefeye, mistisizme dair soyut düşüncelerini tarife çalışır. ( Celal Aslan )


6-Günlük
Günlük-İletişim, 294 Sayfa


Oğuz Atay’ın edebiyatla ilgili herkes için sürekli merak konusu olmuş günlüğünün bütünü.
“Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor.
Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız” sözleriyle başlayan Günlük boyunca okur, yazarın son yıllarındaki yalnızlığını paylaşmakla kalmıyor, Oyunlarla Yaşayanlar’ın oluşum sürecini adım adım izliyor, bir edebiyat laboratuvarındaymış gibi.

6-Gunluk 6-Gunluk2 OA-P22

günlük şöyle başlar;

"Selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni; dert ortağım olsun. "Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu." dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız."


7-Eylembilim (Tamamlanmamış)
Roman-İletişim, 114 Sayfa


7-Eylembilim 7-Eylembilim2

"Sevgili Oğuz, ... Sana kısaca şunu söylemek istiyordum: "Eylembilim"le bize, tamamlayamamış da olsan, anlattığın olaylar ve çizdiğin kişilerle, gene de kendi içinde belli bir bütünlüğü olan unutulmaz bir başyapıt bıraktın. Sahte sağduyuya, yapay aydınlara, basmakalıp kavramlara, kof duyguluklara "Eylembilim"in intikam kılıcını korkusuzca çeken Server Gözbudak aracılığıyla, çok dolaylı bir biçimde ve kendine özgü inceliğinle çekilen acıları da eski ustalar gibi yerli yerine yerleştirmeyi başardın. Binlerce teşekkür. Gözlerinden öperim." (Cevat Çapan )




8-Yıldız Ecevit-Ben Buradayım
İletişim Yayınları, 580 sayfa


İnsanın somut yaşam yolunda oluşturduğu kronolojik bir olaylar zincirinin, onun ‘bütünsel kimliği’ göz önüne alındığındaki öneminin, bir buz dağının su üstünde kalan bölümünden daha hallice olmadığını, 20. yüzyılda bireysel ve kolektif bilinçaltını keşfeden ruhbilim bize söylüyordu. Biyografik yaşam adı altında çizilmiş bir somut yaşam eğrisinin, insanın kendisinin bile çözmekte zorlandığı, içinde çok sayıda farklı bileşen barındıran bir kimliği tek başına yansıtması söz konusu olabilir miydi?

8-Yıldız Ecevit-Ben Buradayım akit3

İnsanın somut yaşamı: biyografisi, onun içinde barındırdığı çok sayıdaki olasılıktan, yaşama dönüşmüş olan yalnızca bir tanesiydi. İç dünyanın dehlizlerinde, çok sayıda farklı yaşamı oluşturmaya yetecek ölçüde bastırılmış gizil yetenek, uç vermemiş duyarlılık, kavuşulmamış özlem, bir o kadar da bunlardaki soluksuz bırakılmışlığın neden olduğu, acı ile kotarılmış ruhsal bir karmaşa barınıyordu. Yaşam bunların tümüydü. Bu gizil güçlerin iç dünyadaki devinimlerini hesaba katmadan, insanın salt dış dünyada bıraktığı ‘biyografik‘ ayak izlerinin kalıbını çıkartarak bir yaşam anlatılabilir miydi?

<<<========o========>>>

Bendeki Oğuz Atay

Daktilosu


01-Tutunamayanlar >>=======o======>


-Konuştuğum insanların peşinden gitmek, onların yatak odalarına kadar, hatta ertesi gün işe gidinceye kadar, hatta işyerinde çalışırken izlemek, durmadan konuşmak ve dinlemek istiyorum-ayrılınca insanların hemen birbirine yabancılaştıklarını, eski havayı bir daha canlandıramayacaklarını düşünüyorum...


-Bilginin, güzelliğin, iyiliğin ve duyarlılığın en kusursuz somutlaşımı olduğunu düşünüyorum...


-Alışık güçlerini, iki çelişki arasındaki uzaklığı kaplayacağı kadar uzat çünkü Tanrı insana danışmalıdır...


-Ölünceye kadar yerinden kımıldamayacağını bilen bir ağacın rahatlığını duymalıydım...


-Bir kere başladık bitireceğiz, bir kere doğduk yaşayacağız...


-Sözlerde bir gevşeme, bir isteksizlik görüldü, birlikte olmanın getirdiği heyecan eskidi, söylenen sözler düşünüldükçe beğenilmemeye başladı, bu nedenle yeni sözler için cesaret tükendi...


-Karikatürlerde, ne kadar da sevimli gösterirler, yalnız yaşarken kimse sevimli görmez bütün bunları, oysa okurken ,resimlerini seyrederken ne kadar acırsınız onlara, gene de gülmeden duramazsınız...


-Seninle geçirdiğim bahar, yaşamın ; doğa içinde oluşan bir olay olduğunu, bana yeşil rengin gözünüzdeki yansımaları haber verdi...


-Eskiye bağımlılığımız bir şey bildiğimizden değil ; eskisi bundan kötü olamaz ya diyoruz-tam da bilmiyoruz yeniyi...


-Şarkısı yarıda kaldı ,aklı da karıda sebep olanların gözü kör olsun... (mezar yazısı)


-Piyano çalabilmeyi çok isterdim dedi donuk bir sesle. Şimdi piyanoya oturur, kelimelerle ifade etmekte güçlük çektiğim bütün duygularımı, acılarımı tuşlara dökerdim. Bazen şiddetli, bazen yavaş basardım onlara. Kim bilir ne ince ayrıntıları vardır o dokunuşların? Kelimeleri, daha önce öyle kötü yerlerde kullanmış oluyoruz ki, kirletir diye korkuyoruz duygularımıza dokunursa. Seslerin başka türlü bir dokunulmazlığı var.

OA-P15a

-Tutunamayan İnsan Portresi:

"Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. Yalnız pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer) Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalnız bırakıldığı zaman acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavruları ayrı yerlere giderler. Toplu olarak yasamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir. Belirli beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.
Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeği unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez) İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat-gene taklitçilikleri nedeniyle-başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler)

Din kitapları, bu hayvanları yemeği yasaklamışsa da , gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden, Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntıdan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.

Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri nedeniyle hiç bir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karsısına çıkartılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir. (halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir) Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezindikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir. Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uymamaları nedeniyle- çok zor olmaktadır.

Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir) Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir."


OA-P4B

02-Oyunlarla Yaşayanlar >>=====o=====>


-Okumuş-yazmış takım, genellikle halkın anlayabileceği bir kaç söz ederler nutuklarının sonunda...


-Eskiden insanlarımız ölümle iç içe yaşarlardı, eskiden ölüm, küçük mezarlıklarıyla, evlerimizin bahçelerine kadar sokulmuştu, bu durum bir ihmal sonucu doğmamıştı, insanlarımız buna bilerek izin vermişlerdi, hatta bu konuda ölümü teşvik etmişlerdi bile diyebiliriz, her sokakta ahretin bir şubesi açılmıştı, her şey belirli bir düzen içinde yürütülüyordu : parmaklıklı pencereler, taş duvarlar ve her biri temsil ettiği insana benzeyen o güzelim mezar taşları, insanlar ölümün görüntüsüyle böylesine samimi oldukları için, yaşamın anlamını bizlerden daha fazla takdir ederek yaşıyorlardı...


OA-P13

03-Bir Bilim Adamının Hikayesi >>===o==>


-Herkes belleğinin zayıf olduğundan yakınır, bilmez ki bellek, 'zeka'nın bir unsurudur...


-Kalıp sözler, moda sözler, hazır nükteler hep düşünce zorluğuna dayanır, düşünmeye zorlanmak kişi için en büyük cezadır...


-İnsan öğrenmeden bu kadar cahil olamaz
Cahilliğin bu derecesi pek basit olamaz... (Fuzuli )


-Siyasi tarih bize savaşlar, cinayetler, sefalet gibi yıkıntıları gösteriyor-bilim tarihi ise daima utku ve mutluluklarla, ileri atılımlarla doludur, düşüncenin ve aklın tarihi olan bu ikinci tarihte geri dönüşler,yıkıntılar yer almaz, iki çeşit davranışın aynı kafadan çıkması şaşırtıcı oluyor pozitif düşünenler için, sürekli hayal kırıklığı yaratıyor...


-Ekin itleri arasında dolaşan itler, burunlarına tahıl tozu kaçmasın diye başını yukarı kaldırarak dolaşırmış, aynen kendini beğenen insanlar gibi-EKİN İTİ bu yakıştırmadan doğmuş... (Mustafa İnan )


OA-P8

04-Tehlikeli Oyunlar >>======o======>


-Dağınık yaşantılarında hiçbir güzellik yoktur, tek başına düşünme katılığının kokusu her tarafa sinmiştir, ağır bir günün bunaltıcı, öfkelendirici yaşantısı bitince eve dönen, evli ve yalnız bir erkek ne yapacağını bilemez, hor görülmelerin, aşağılanmaların intikamını alma susuzluğu ile yanarken, çevresindeki yatıştırıcı en küçük bir ayrıntıyla karşılaşamaz, hırsla çekiştirerek çıkardığı elbiselerden alır intikamını...


-Sevgilisi olan bir kişi kadar çekilmez yaratık yoktur, hep bir esrar havası yaratırlar değil mi, sevgilisi yüzünden kendini bir şey sanıyorlar...


-Bana bak saydam etek, beni hemen anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum...


-Bir insanı gerçekten seyretmek isteyen, onun oyununa gerçekten katılan biri; o insanın ancak kafasında yaşayabilir...




05- Günlük >>========o========>


-Saatlerce hiçbir şey yapmadan evde oturuyorum, sonra tam çıkarken, evde kalsaydım birşeyler yapabilirim diye hissediyorum...


-Yaptırımlar gevşektir, herkes korkmalıdır ama ceza da uygulanmamalıdır, yaptırımlar yaşamı zehir edecek kadar korkutmalıdır ama isyan ettirecek kadar kesin olmamalıdır, neyin ne olduğu, hangi suçun cezası ne kadar olduğu bilinmemelidir, fakat herkes her an suç işlediğini hissetmelidir ki baş kaldıramasın, her zaman suç işlediği halde kendisine taviz verildiğini hissettiği için başı önünde dolaşır insanımız- bizim "ilk günahımız" budur, bağışlanmayan tek suç bu oyunu farketmek, bu oyuna karşı çıkmaktır...


-Toplumcu olanların çoğu böyledir, küçük hesapların peşindedirler, aslında ünlü olmak ve rahat bir yaşantıdır umdukları-dergiler çıkarırken, aslında burjuvanın hizmetindedirler; ulaşamayacaklarını düşündükleri güzellikleri de kötülerler...


-Askerlik, insanı devlet içinde eriten en önemli etken olarak görülüyor, kişiliğini bulamayan insan daha büyük saydığı bir kavram içinde ezilmekle, sanki onun kişiliğini ediniyor, öyle hissediyor, bir şey adına hareket ediyor artık-toplumcularımızda çoğunluk aynı biçimde hissettiği için asker-aydın yakınlaşması bu ruhsal temele oturuyor...


-Kemal Tahir görüşlerini değiştirdi deniyor, hepimiz değiştiriyoruz, ne var ki biz bunu kendimizde bağışlıyoruz, başkalarında affetmiyoruz, yalnız kendimiz değişmelerimize kulp takıyoruz sanki, başkalarının elleri armut devşiriyor...


OA-P20 OA-P21a

Oğuz Atay-Demiryolu Hikayecileri / Fotoğrafları ve Kitap Kapakları



Related Posts with thumbnails