23 Haziran 2010

Pale Blue Dot



1990 yılında insansız uzay aracı Voyager I, dünyanın da içinde bulunduğu güneş sisteminden ayrılmak üzereydi. Altıbuçuk milyar kilometre uzaklıktaydı dünyadan. 1977 yılında başladığı yolculuk bitmeyecekti belki de; belki bizim bilmediğimiz karanlıklarda, bir yerlere doğru gitmeyi sürdürecekti. Ama biz, bir daha hiçbir haber alamayacaktık ondan. Kendisinden bekleneni yerine getirmiş, görevini tamamlamıştı. Bu dünyayla işi kalmamıştı, çekip gidiyordu.

Sagan'ın isteği

Biraz düş kuracak olursak, belki o anda içeride daha yola çıkmadan yerleştirilen eklektik müzik kaydından bir parça çalıyordu. Beethoven'in 5. Senfoni'siydi belki...

Bu kaydın oraya koyulmasını isteyen Carl Sagan'dı. Bilim insanı, astronom; kendine bilimi popülerleştirme gibi de bir görev edinmiş ve bunu başarmış biri.

Ta başından beri projenin içindeydi.
Voyager'in veda anı geldiğinde bir şey istedi meslektaşlarından. 'Son bir kez' dedi, ' yüzünü bize çevirse de, bir görüntü alsa dünyamızdan.' Altı buçuk milyar kilometre uzaktan...

Bu görüntünün bilimsel veri açısından hiçbir yararı olmayacaktı. Ama Sagan'ın o tek fotoğrafta peşinde olduğu şey bilimsel veri değildi; kozmik tablo içinde dünyanın kırılganlığını görmek, vurgulamak istiyordu. Mühendisler gerekeni yaptılar, Voyager döndü, bir görüntü aldı.
Sagan bu görüntüden esinlenerek, hazırladığı metnin adını 'Pale Blue Dot' koydu. (Solgun Mavi Nokta gibi birşey)



O noktaya bir kez daha bakın. O nokta burası. Yuvamız. O nokta biziz. Sevdiğiniz herkes, tanıdığınız, adını işittiğiniz herkes, her insanoğlu yaşayan ve yaşamış olan, orada. Sevinçlerimizin ve acılarımızın toplamı, bir güneş ışınında asılı duran o toz taneciğinde..

Dünya devasa bir kozmik arenada küçücük bir sahne...

Bizim, bu koskoca evrende gidecek başka hiçbir yerimiz olmadığını en azından şimdilik vurgulayan Carl Sagan, küçücük bir toz taneciğinin küçücük bir parçacığında, küçücük bir zaman diliminde utku olsun, şan olsun diye dökülen kanlara, kıyılan canlara, yapılan zulümlere değindi bu metinde...

İnsan kibrinin akıl dışılığı



"Ne kadar da istekliler birbirlerini öldürmeye, nefretleri ne kadar da tutkulu."

Altı buçuk milyar kilometre öteden çekilen bu fotoğraf, bu solgun mavi nokta, yani biz, yani gidecek başka hiçbir yeri olmayan biz, bizim dünyamızın koskoca evrendeki bir toz taneciği oluşu, insan kibrinin akıl dışılığını göstermiyor mu?

O fotoğraftan 'solgun mavi nokta'dan esinlenerek hazırladığı bu duyarlı ve oldukça duygulu metni yazmasının üstünden kısa bir süre sonra Carl Sagan öldü, söyledikleri sanki vasiyet gibiydi.

Gezegenimiz bizi çevreleyen büyük kozmik karanlığın içindeki yalnız bir toz taneciği.. Bir yerlerden bizi bizden kurtaracak bir yardımın geleceğini gösteren bir ipucu da yok..

Bu görüntü, benim için birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzun ve bildiğimiz tek yuva olan 'solgun mavi nokta'yı sevmemiz ve korumamız gerektiğinin altını çiziyor..

(Milliyet Sanat-Haziran 2010 sayısı)

Bende bir zamanlar yaşamla ilgili ne zaman bir kaygı duysam evreni ve o muazzam büyüklüğü hayal ederdim ve bir süre sonra kaygı yerini belirsiz bir beyazlığa bırakırdı-teknojinin bunca geliştiği bu dönemde Sagan'ın da vermek istediği bu duyguyu çocuklarımıza okulda rahatlıkla verebiliriz, yapacağımız tek şey bu sonsuz bir karanlıkta yalnız, kırılgan ve naif bir güzellik gibi duran dünyamızı, o küçük dimağlara iyice yerleştirmek, büyüyüp te içine etmesinler diye...



Benn Jordan-Pale Blue Dot
A Tribute to Carl Sagan


All songs written by Benn Jordan.

1. Looking Upwards
2. Ascent
3. Leaving Earth
4. Discovery
5. Infinity Alone
6. Passing Time
7. Becoming
8. Floating Vacuum
9. Cold, Agoraphobic
10. Outside
11. Hypoxia
12.These Solemn Stars
13. Looking Into the Past
14. Floating Vacuum II
15. Peace with Darkness
16. A Distant Earthrise
17. Safe Landing
18. Sunrise in Blue Skies

LİNK

Carl Sagan - Pale Blue Dot/Soluk Mavi Nokta


16 Haziran 2010

Cemal Süreya



Aziz Nesin, J.P.Sartre ve Cemal Süreya için ‘Dünyanın en küçük devletleri" demiş..’ İkisinde de bir devlet olabilecek kadar birikim var." diye eklemiş..

Cemal Süreya (Cemalettin Seber; 1931, Erzincan - 9 Ocak 1990, İstanbul) 1954’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nü bitirdi. Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik görevlerinde bulundu; 1965’te ayrıldığı müfettişlik görevine 1971’de yeniden döndü; 1982’de müşavir maliye müfettişliğinden emekli oldu.

1978’de Kültür Bakanlığı’nda Kültür Yayınları Danışma Kurulu üyesi olarak da görev yapan Cemal Süreya, emekli olduktan sonra, yayınevlerinde danışman ve ansiklopedilerde redaktör olarak çalıştı. Birçok dergide yazıları ve şiirleri yayımlandı; ayrıca Oluşum, Türkiye Yazıları, Maliye Yazıları dergileri ile Saçak dergisinin kültür-sanat bölümünü bir süre yönetti. Politika, Aydınlık, Yeni Ulus ve Yazko Somut gazeteleri ile 2000’e Doğru dergisinde köşe yazıları yazdı. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu.

*İkinci Yeni şiirinin (insanın bilinçaltına inecek, doğayı, insanı gözlemleyerek kendine özgü bir söyleyişle, konuşma dilinden uzak, toplumsal sorunlara çözüm bulma aracı olabilecek, soyut ve kulağa hoş gelecek müziksel bir anlatıma açık bir şiir) en önemli isimlerindendir (Öbürleri: Edip Cansever , Turgut Uyar, İlhan Berk, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Ülkü Tamer, Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday) geleneğe karşı olmasına rağmen geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi...kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle ikinci yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir...

(*Demokrat Parti'nin özgürlük vaatleriyle ülkeyi idaresi altına almasından bir iki yıl sonra, özgürlüklere müdahale etmeye başlamasına, bazı yasalarda ağır maddeleri uygulatmasına bir tepkiydi 'İkinci Yeni)



Hayatı

Cemal Süreya, “şairin hayatı şiire dahil” derken kendi hayatıyla ilgili belki de en isabetli tanımlamayı yapmıştır. O “şiir dolu hayat”ın başladığı yer Dersim’dir. Süreya’nın ailesi 1938 Dersim sürgünüdür. Onun hayatı ve şiiri bir yönüyle de Dersim’e dahildir.

1931 Erzincan doğumlu Cemal Süreya, sürgün gecesini dizelere şöyle döker:

“Bir yük vagonunda açtım gözlerimi.
Bizi bir kamyona doldurdular.
Tüfekli iki erin nezaretinde.
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular.
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar.
Tarih öncesi köpekler havlıyordu.
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk,
o havlamalar, polisler.
Duyarlığım biraz da o çocukluk
izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”




Feyza Perinçek ve Nursel Duruel’in birlikte kaleme aldıkları Cemal Süreya biyografisi (Can Yayınları) büyük şairin yaşamındaki sürgünü de gözler önüne seren bir çalışma. Cemal Süreya, o yıllarını ve bir anlamda da bütün ömrünü sürgün çocuğu olarak yaşadı. Bir gece yarısı ailesiyle birlikte Bilecik tren istasyonuna indirilmişti. Nereye gideceklerini bilmeden vagonlara yüklenmişlerdi. Çaresizdiler. Bilecik'liler onlara sahip çıktılar. Yemekler getirdiler. 20 yıl Bilecik dışına çıkmaları yasaktı.

Küçük Cemal, amcası Memo’nun yaşadığı İstanbul’a gidip orada okumak istedi. İlkokula İstanbul’un Cihangir semtinde başladı. Babası da kız kardeşlerini alarak İstanbul’a çalışmaya geldi. “Sürgün” kararı peşlerindeydi. Evleri polis tarafından basıldı. Dönemin işkenceleriyle ünlü İstanbul’un Sansaryan Hanı’nda gözaltına alınıp ailecek yeniden “paket halinde” Bilecik’e geri gönderildiler.

“Tahta sıranın üzerinde uyumuştuk. Kadınlar kavga çıkarmışlardı. Ertesi gün jandarma refakatinde sürgün yurdumuz olan Bilecik’e posta edildik. Ben kaç yaşındaydım? On birin içinde.”
Annesi de babası da sürgünde öldüler. Şöyle anlatır sürgün olmanın acısını, şiirindeki yerini:

“Gülümsemeyle hüzün yan yana gider benim şiirimde, özgürlük ve kendine güven durumu beni hep lirizme, sıkıntı ve bunalım ise hep humor’a atmış. Küfürden kaçma girişiminin yarattığı bir şeydir belki de bende humor. Çocukluk günlerimi düşündüğümde, böyle bir olay vardı gibi geliyor. Bir şeyi aşağılanmaktan kurtarma. İşi şakaya vurma.”

cemal4-1 cemal süreya
Kürt olmanın, sürgün olmanın acısını hep içinde taşımıştı. “Bir gün okulda arkadaşlarından biriyle kavga eder, küsüşürler. Araya kim girse barıştıramaz Cemalettin’i. Sınıfta tam bir kargaşa. Birden öğretmenin sesini duyar ‘Kürt damarı tuttu.’ Olan olmuştur. Başını önüne eğer. Demek herkes biliyor!... Başka bir gün oğlanın biri arkasından ‘Sümüklü Kürt’ diye bağırınca dayanamaz artık. Koşa koşa eve gider, çantayı bir yana fırlatır, odaya kapanır, bütün gün ağlar.”(s.30)

Cemal Süreya dostumdu. 1978 yılında günlük Aydınlık gazetesini çıkarırken tanışmıştık. O zaman Aydınlık’a yazardı. 12 Eylül döneminde cezaevinden çıktığımda yeniden karşılaşmıştık. Bazen Cağaloğlu’nda buluşur, birlikte öğle yemeği yerdik. Sosyalizme üzerine sohbet ederdik.

Büyük şairdi. Hüzünlü ve sessiz halinin gerisindeki öyküleri, 2003 yılında yitirdiğimiz arkadaşımız Feyza Perinçek onun biyografisini yazmaya başladığında fark etmiştik. Bir Dersim sürgünü olduğunu da... Dersim tartışması patlak verince, onun bir Dersim sürgünü olduğunu yeniden anımsadım.

(Oral Çalışlar-Cemal Süreya'nın hayatı Dersim'e dahil-yazısından)


Onunla ilgili anektotlar

-“Bir gün, kendisine hayran hayran bir şeyler anlatan kadınlardan biriyle, Cemal Süreya’nın her zaman keyifle yâdettiği bir diyalog geçti aralarında. O dönem Cem Yayınevi’nde yeni basımı yapılan “Üvercinka” kitabının kapağındaki resmi çok beğendiğini söyleyen ve biraz da yüksekten uçan bir kadın, kendinden son derece emin bir tavırla, “Cemal bey, siz bilirsiniz, acaba bu resim Picasso’nun hangi dönemine ait?” diye sormuştu Süreya’ya. O da önce şaşırmış, “Picasso mu?” demişti. Kadın, her an biraz daha sivrileşen uyduruk bilmişliğiyle, “Evet ya, Picasso’nun çizgileri olduğuna eminim de, ama hangi dönem olduğunu çıkaramadım” diye şairin gözündeki konumunu sağlamlaştırma telaşına girişince,

Cemal Süreya ince bir tebessümle, “İnanın ben de bilemiyorum” diye cevap vermişti. Tabii, kadını bozmamak için! Çünkü resim Picasso’ya değil, bizzat Cemal Süreya’ya aitti. Ama her zaman ki tevazuuyla, ukalalık yapmak istemediği için durumu düzeltme ihtiyacı hissetmedi hiç. Varsın kadın onun resmini, Picasso’nun bilsin, ne çıkardı ki? İşte bu şaşmaz inceliği nedeniyle, Selim İleri’ye göre, “Bağımsızlık Mustafa Kemal’in ise, anlayışlı olmak da Cemal Süreya’nın karakteriydi”.

uvercinka_sureya cemal süreya_DESEN_jpg

"-On yedi dergi, birkaç evlilik, bir meslek, bir banka batırdı." Yanlış anlaşılmasın, Cemal Süreya'nın şair Süreya ve denemeci Süreya'yı yan yana koyup değerlendirme yaparken şair tarafı için kendi kendine sarf ettiği sözler bunlar. Ama arkasına eklemeyi de unutmadı: (Göller Denizler-Cemal Süreya)" Hayatımı başka bir hayatla değiştirmek istemediğime göre demek ki mutsuz değilim."

-“Darphane müdürlüğü yaptığı dönemde Yılmaz Ergenekon tarafından teftiş edildi günün birinde. Tabii tüm teftiş Cemal Süreya'yı görevden uzaklaştırmak için bir bahane. Teftişten iki gün sonra Bakanlıktan bir yazı geldi:

"Darphaneyi gezdim, pis buldum."

Buna karşılık Cemal Süreya tarafından maddelerce yazılan yanıt metninin, ilk madde hem cesur hem de kıvrak bir zekânın ürünüydü:

"Evet, o gün Darphane gerçekten pisti. Ama tarihinde ilk kez olarak ve bir iki saat…"

-“İmzasının ilginçliğiyle de ünlüdür... genellikle şapkaya* benzetilse de Sunay Akın; imzanın yanlamasına tutulmasıyla şair'in profilden bir görünümünün elde edileceğini, ü harfinin noktalarının ise Cemal Süreya'nın vazgeçemediği sigarasını resmettiğini söyler... imzasıyla resmini çizen şairimizdir yani...”



-“Bir türlü bırakamadığı Sigara için yazdığı şiir

“Marmir / Karkiç/ Kırküç/ Kırkdört/ Kırkbeş
Kırkaltı/ Kırkyedi /Kırksekiz
Limon dokuz /Lif otuz
Yarım elma/ Bütün elma
Hartul/ Hurtul/ Cigaradan
Çık / Gel/ Git
Kurtul…”


“Fazla parası hiç olmadı. Bir gün bana boş bir kağıdın altını imzalayıp uzattı ve dedi ki,
‘Ölümümden sonra üstünü istediğin gibi doldurup zengin olursun. Param yok ama telif haklarını kullanırsın’ demişti. Kağıttan Japon fenerlerinin üzerine şiirler yazardı. "’Bunu da sakla çok büyük para eder’ derdi. Güzeli severdi ama tek kadını sevmek isterdi. Annemi çok sevdi. Ona "Bayan Nihayet" derdi. (Gonca Uslu-üvey kızı )

-“Bazen tam karşısında oturduğu, hiç tanımadığı bir kadını başını ara sıra kaldırıp dikkatle inceleyerek, elindeki deftere bir şeyler karalardı bir yandan da. Kadın oturduğu yerde ne yapacağını şaşırır, hele bir de Cemal Süreya karaladığı defteri kendisine doğru çevirdiğinde, o sayfada kendi resmini görünce iyice mest olurdu bu “aşk adamı”nın karşısında…”

-“En iyisi mektup. Ne çok mektup yazardım eskiden. En sevdiğim şey, yüzünü görmediğim kişilerle yazışmaktı. Şiirlerim, yazılarım yayımlanmaya başlayınca bu gereksinimi büyük ölçüde yitirdim. Hiç unutmam, 1950’lerde Diyarbakır Türkçe öğretmeni’ne (kim olduğunu bilmem) yazmıştım. Mektup iki sayfalıktı. Birinci sayfanın başında şöyle bir not vardı: ‘Erkekseniz’. İkinci sayfadaki de, ‘Kadınsanız’. Erkeğe ayrı, kadına ayrı metin. Karşılık geldi, kadınmış. Ama bir daha yazmadı. Oysa kadın oluşuna çok sevinmiştim…”

-“En iyi muhalefetin “içeriden” yapılacağına inanan Cemal Süreya, mezuniyetinin ardından başladığı memurlukta, içinde olduğu iktidarların hemen hepsine muhalefet etmesine ve kimi zaman “Alevi olması nedeniyle” çok ciddi dışlanmalara maruz kalmasına rağmen, “hizmet süresi”ni “vukuatsız olarak” tamamlamayı başarmıştı yine de. Öyle ki, Başbakan olduğu günlerde “Adnan Menderes’in karikatürü” diye tanımlamıştı Demirel’i, sonra eksik bıraktığını hissetmiş olacak ki, bir cümle daha eklemişti: Biraz da kendinin karikatürü! Uzun ve yorucu yıllar boyunca, “sıkıcı memur hayatı”nın etrafına, en görkemli şiirlerinden oluşan rengârenk bir koza örmüştü usanmadan…”

-“Çok mastürbasyon yaptım. Uzun yıllar, özellikle de on iki – yirmi beş yaş arası, hayatımın en önde gelen işi oydu. İğrenirdim kendimden. Her başarısızlığımı ona bağlardım. Her seferinde bir daha yapmamaya yemin ederdim. Yine de günde beş, on kez yapmaktan kendimi alamazdım. Ortaokulda elden ele gezen bir kitapçık vardı. Lokman Hekim (!) imzalı, otuz iki sayfalık bir şey: Otuz Bir Çekmenin Zararları! Kitabı okuduktan sonra o iğrenme duygusuna bir de korku eklendi. Verem olmak vardı işin sonunda, erken yaşta cinsel güçsüzlük, beyin sulanıyor…

Lokman Hekim’in kitabından sonra işi daha sıklaştırmıştım. Sapık olarak görüyordum kendimi. Kısacası, büyük bunalım. Bir gün bir gazete ya da dergide küçük bir yazı gördüm. Mastürbasyonun zararsız olduğunu anlatıyordu. Bir anda her şey değişiverdi. Bir aydınlanma oldu. Bir sevinç geldi şurama kondu. Kestim o yazıyı. Aylarca cebimde gezdirdim. Günde beş vakit çıkarıp yeniden okuyordum. Arkadaşlarıma da gösterirdim. Sıklıkta bir değişiklik olmadı. Daha doğrusu hemen olmadı. Ama bunalımdan o saat kurtulmuştum…”

-"Ankara’nın yeri özeldi Cemal Süreya için. İstanbul’un görkemli yüzüne hemen herkes gibi vurulmuş, ama en az Erzincan kadar soğuk Ankara, bir çeşit “ilk durak” olmuştu onun için: “Zaferlerim olmuşsa, hemen hepsini bu kentte kazanmışım; sonra onları İstanbul’da çarçur etmişim” “Mülkiye okul olmanın ötesinde, bir hayat biçimidir. Benim için özellikle öyle oldu. İyi bir öğrenci miydim? Şöyle galiba: İyi notlar da alan kötü bir öğrenci."

-"Emekli ikrâmiyesini aldığı günlerde, kendisine bir “çatı katı” alabileceğini söyleyen Necati Güngör’e heyecanlı bir şekilde “Olabilir” der önce, “Aklında bulunsun bakalım. Sen bir araştır şöyle.” Kısa bir süre sonra Güngör, Üsküdar’da bir çatı katı dairesi bulduğunu söylediğinde, her zaman kaçırdığı gözlerini kırpıştırarak “Ama parayı bağladık şimdi. Bankada. O olmazsa başka yer olur, ben biraz daha düşüneyim” der bu kez. Çünkü mâlum para, bankada da değildir aslında. Oğlu Memo “İş kuracağım” deyince, Süreya hemen bankadan çekip oğluna vermiştir bu parayı.

Memo da “Ticarete atılacağım” derken yılların birikimini kediye yükleyince, başladığı gibi “kiracı” olarak tamamlamıştır hayatını Cemal Süreya… Ama “yaşamını” değil, hayatını yalnızca…
-Şiir benim, dramım, açmazım, kurtuluşum, batağım, sevgilim, babam, gözaltım...ve kendimi hiçlemeyi bilişim... Daha önemlisi, yazgım olarak da görüyorum onu. Borç öder gibi mi yazdım şiirlerimi? Biraz öyle..."

-“99 Yüz” Cemal Süreya’nın 4 Ocak 1987'den 7 Ocak 1990 tarihine kadar “2000'e Doğru” dergisinde yazmış olduğu yazıların derlenmiş hali. İzdüşümler kişilerle ilgili -soldaki bir portre sağda kime izdüşer ya da sağdaki şu politikacı soldan asla kim olamaz-, söz senaryoları ise durumları anlatıyor. İzdüşümlerin en özgün yanlarından biri de Süreya’nın kişileri şemsiyeleri ile tanıtması. Örneğin: Cihat Burak “şemsiyesini koca bir saksıya dikmiştir”; Rauf Tamer’in “şemsiyesinin sapıyla Türkiye’deki cop sayısı bir adet artar”; Muzaffer İlhan Erdost’un “şemsiyesinde enlemler, boylamlar”; Sezai Karakoç’un “şemsiyesi yoktur”; Nazlı Ilıcak’ın “şemsiyesi tek dokunaçlı medüza biçiminde”; Fethi Naci’nin şemsiyesi ise uykusuz: hem yatılı, hem uykusuz”dur."



-"Hasan Basri'nin anımsadığına göre, şiirine ve kitabına ismini verdiği (Üvercinka) bu kadının ömrü boyunca taşıyacağı bir izi daha vardı Cemal Süreyya'da. 1956 yılında yayınlanan "Elma" şiirinde, bir anda ismindeki "Y" harflerinden birini attığını ilan etti. Bir telefon numarası üzerine Ülkü Tamer'le girdiği iddiayı kaybetmişti çünkü. Bahis Cemal Süreyya'nın dediği gibi sonuçlanmayınca, o günden sonra Cemal Süreya oluverdi. Bazılarına göre kaybedileceği bile bile girilen bir iddiaydı bu..."
-"Şairin hayatındaki en önemli kırılma noktalarından biri adressizliktir: 4 kez evlenir, 29 farklı evde oturur..."


Kitapları

Sevda-Sozleri-Cemal-Sureya__20734244_0 cemal3

Şiir

-1958-Üvercinka (Yeditepe Şiir Armağanı)
-1965-66-Göçebe (TDK Şiir Ödülü)
-1973-Beni Öp Sonra Doğur Beni
-1984-Sevda Sözleri
-1988-Sıcak Nal ve Güz Bitiği (Behçet Necatigil Şiir Ödülü)
-1995-Sevda Sözleri (Bütün Şiirleri:-YKY).

Düzyazı

I010080232 papirüs_tıpkı-basım_artshop-yayıncılık

-1992-Aydınlık Yazıları-Paçal
-1992-Oluşum’da Cemal Süreya
-1992-Papirüs'ten Başyazılar
-1997-Güvercin Curnatası

99_yuz GUNUBIRLIK-CEMAL-SUREYA-1982-ADAM-YAYIN-1-BASKI__16215173_0


Deneme

-1976-Şapkam Dolu Çiçekle
-1991-99 Yüz
-1991-999. Gün / Üstü Kalsın
-1992-Günübirlik
-1992-Folklor Şiire Düşman
-1992-Uzat Saçlarını Frigya
-1992-Günler
-2000-Toplu Yazılar 1: Şapkam Dolu Çiçekle
-2000-Toplu Yazılar 2: Günübirlik'ler

Mektup

60523_2 tan_oral_sureya

-1990-98-Onüç Günün Mektupları

Antoloji ve Çevirileri

74970_2 52289_2

-Mülkiyeli Şairler (Antoloji)
-100 Aşk Şiiri (Antoloji)
-Sade’ı Yakmalı mı?-Simone de Beauvoir
-Gönül ki Yetişmekte-Gustave Flaubert
-Küçük Prens-Antoine de Saint-Exupéry (Tomris Uyar’la birlikte)

Çeviri Şiirleri

1578031263570440 Arştmatik-İYİ

-Yürek ki Paramparça-haz. Eray Canberk,
-Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi-haz. Necati Güngör
-Bazil Nikitin-Kürtler

Taslak kitapları

-Bilimsel sorun ve toplumsal sorun olarak Eşcinsellik
-Sinemadaki Erkekler, Kadınsız Erkekler ve Genel Yerler


cemalSüreya_ama senin şiiri


(Tomris Uyar'a yazılmış..)



Bendeki Cemal Süreya


-“Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
Sabahlara kadar koynumda yatmışsın
Bak bende yalan yok vallahi billahi
Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur
İşe bak sen gözlerin de burda
Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
İyi ki burda yoksa ben ne yapardım
Bak çocuğum kolların işte çıplak işte
Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
Gözlerin sabahın sekizinde bana açık
Ne günah işlediysek yarı yarıya
Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
Bunların konuşması olur öpülmesi olur
Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu
Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
Uzanmış seni usulca öpmüştüm
Hemen yanımızdan balıklar gidiyordu…”



-“Ayakta duran kadınlar olur ya
Meryem bunlardan
üç türlü ayakta duruşu var
birini yalnız bana kullanıyor... ”



-“Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların
Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım…”



-“Bir sürü çiçek, ama saydırmaya kalkma,
ayrı ayrı kadınlardan koparılmış
kalınlardan ya, hem de bilsen nerelerinden !
ben ne kadar öbür çiçekleri denesem
senin ki gül oluyor aralarında...”



-“Afrika dediğin bir garip kıta
el bilir âlem bilir
ki , şekli bozulmasın
diye Akdeniz'in
hâlâ eskisi gibi çizilir,
haritalarda...”



-“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü , kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi , kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı, ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi ,bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu ,kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı? ”



-“Öyle güzel ki ölürüm artık
beyaz uykusuz uzakta
Kars çocuklarında Kars'ı
ölüleri yağan karda
donmuş gözlerimin arası..”



-“Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
yalnızlığın başkenti orası...”



-“İnsan sevişirken bütün çağlarda birden oluyor,
geçmiş çağların hepsini birden yaşıyor bugünle birlikte, bu bakımdan bir ergenliktir sevişmek...”



-“Yaprağını dökecek ağaç yok burda
ama ışıklar dökebilir olanca renklerini...”



-Evli kadınlardan açılmıştı bahtım, yani dalında sevmeye alışmıştım kadını, bir sürede tatlı çişi gelmeye başlamış öğrenci kızlar ardında sürttüm biraz...”



-“Küfür diyorum, bir saldırmama eylemidir...”



-“İnsan süsüdür günah...”



-“Renkleri tek tek alırsan hepsi tarikat...”"



-“Üç anayasa
ortasında büyüdüm :
biri akasya
biri gül
biri zakkum...”



-“Sen , alınyazımın tek okunaklı yeri !...”"



-“Evreşe,
tek , türküsüyle var olan ela gözlü kasaba
bir çocuğum olsun isterdim senden...”"
-“Saat onikiden sonra
bütün içkiler
şaraptır...”"



-“Ey alınyazısı uzmanı ;
suretlerle doldurursun yazını...”"



-“Ömür ki bir gölü balığı için değil
kamışı için vergilendirdiydi
ama değnek vurulurken zavallı uğruya
yüzüne ve neresine gelmesin derdi...”"



-“Önü
Kapalıçarşı
Arkası
Mısırçarşısı...”"



-“Bacaklarının dar açısında
bir yumak
bir kırlangıç yuvası
bir söğüt yaprağı susuz ve erkenci
bir mermi yatağı derin ve pusuda
bir saat kapağı tık diye açılır
bir tünek dalgın güvercinler için
yabancım diyorum ona
geriye kalan tüm kelimeleri de
kamulaştırıyorum böylece
hadi sevgilim, bir yudum süt koy yuvaya
ve içiçe iki hilal, sımsıcak, çok yakın, kirli
unutma ki insanlarımız gibi aşkımızda
kazılarla bulacak kendi güneşini
vakit ilerliyor, Anadolu güneşi
Peleponez güneşi olacak az sonra
boşa dönen bir çıkrık uzakta
avucumda Belkıs'ın delik incisi...”



“Yıkıcı bir aşk bu,
Yıkıyor milletin ortasına tutku yükünü.
Bölücü bir aşk,
Ekmeği suyu bölüyor, günde üç öğün.
Hain bir aşk bu,
Sizin eve hırsız girer, onunkine polis.
Yasadışı bir aşk ,
Evlenmeyi, hiç mi hiç düşünmüyor.
Soyguncu bir aşk bu,
En sıradan ezgilerden, sevinçler devşiriyor.
Kökü dışarda bir aşk,
Dante ile Beatrice'inkine, fena öykünüyor.
İşgalci bir aşk bu,
Samanlık sevişenin diyor, başka şey demiyor.”
(Livaneli tarafından bestelendi)



-“Durakta üç kişiAdam kadın ve çocuk
Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş
Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü
Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel
Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel..”



-“Gece bitkilerinden korkuyorum,
Hayır, geceleri bitkilerden !
Gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır
Bana açtığın her telefon.
İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol.
An ki fıskiyesi sonsuzluğun
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”



-“70.000 aşk ve 90.000.000 dize:
Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor!
N'olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme,
Yukardaki sayıya bir sıfır da sen ekle..”



-“Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum…”



-“Önce bir ellerin vardı
yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne koydum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce..”



-“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte. Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir... Üstü kalsın...”



-“Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!..”



-“Ayışığında oturduk, bileğinden öptüm seni
Sonra ayakta öptüm, dudağından öptüm seni
Kapı aralığında öptüm, soluğundan öptüm seni
Bahçede çocuklar vardı, çocuğundan öptüm seni
Evime götürdüm yatağımda,
kasığından öptüm seni
Başka evlerde karşılaştık, iliğinden öptüm seni
En sonunda caddelere çıkardım,
kaynağından öptüm seni..”


“Sesinde ev dağınıklığı var..”



-"Sevmek ne uzun kelime!.."



-''Sevişmek çiftleşmek değil tekleşmektir..''



Çizdiği desenlerden



diğer dökümantasyon

-Eşlerinden Zuhal Tekkanat'a yazdığı bir mektup
-Fotografları/ Çizdiği Desenler
-Kitap Kapakları 
-TRT Kayıtlarından bir söyleşisi 
-Kendi Sesinden -"Dört Nala Sevişmek Lazım" şiiri



Kaynak Kitap

"Buradaki yazıların ve anekdotların büyük bir kısmı Feyza Perinçek ve Nursel Duruel'in hazırlamış olduğu Cemal Süreya-Şairin hayatı şiire dahil kitabından alınmıştır.


Feyza Perinçek ve Nursel Duruel önümüze sadece bir biyografi koymuyor; okudukça içine girilen, yer yer şaşırtan yer yer gülümseten ve hüzünlendiren, Türk şiirinin tarihsel süreçte kat ettiği değişime de değinerek, bir anlamda 'Bir Cemal Süreya Belgeseli' de izlettiriyor denilse abartı sayılmaz.



Cemal Süreya "Şairin hayatı şiire dahil"de, iki işçi gibi çalışmış Nursel Duruel ve Feyza Perinçek. Kitaplar, dergiler, günlükler, konuşma metinleri, fotoğraflar tek tek taranmış. Kaynak sayfaları incelendiğinde bu değerli çalışmanın alt yapısının ne kadar sağlam olduğunu görmemek de mümkün değil. Sadece Cemal Süreya okurlarının değil, şiirle ilgilenen herkesin kesinlikle edinmesi gereken bu çalışma için artık hayatta olmayan Feyza Perinçek'i saygıyla anmak, Nursel Duruel'e de ayrıca teşekkür etmek gerekiyor.."

09 Haziran 2010

The Straight Story-1999-David Lynch



Yönetmen: David Lynch
Senaryo: John Roach,Mary Sweeney
Görüntü Yönetmeni: Freddie Francis
Müzik: Angelo Badalamenti
Yapım : 1999
Ülke : Fransa,İngiltere,Amerika
Tür : Macera, Biyografi,Dram
Süre : 112 dakika
Oyuncular: Sissy Spacek, Jane Galloway, Heitz Dorothy, Joseph A. Carpenter, Donald Wiegert, Richard Farnsworth,Tracey Maloney, Dan Flannery, Jennifer Edwards-Hughes, Ed Grennan, Jack Walsh, Gil Pearson, Barbara June Patterson, Everett McGill, Anastasia Webb

IMDB

Konusu:

Alvin Straight ve kızı küçük bir kasabada yaşamaktadır. Az paraları vardır ve Alvin şeker hastasıdır. Araba kullanamaz, kendi başına yürüyemeyecek haldedir ama söz dinlemez ve inatçı biridir. Eve gelen bir telefonla 10 yıldır görmediği abisinin bir kalp krizi geçirdiğini öğrenir. Bunun üzerine Alvin macerasına başlar, hem de bir çim biçme makinası ile. Yüzlerce mil, bir sürü yeni insan, 6 haftalık bir macera. Sonuçta Alvin hedefine ulaşır..



Lynch'ten yaşlılık üzerine yalın, sade, şiirsel, ders verici, öğretici, ailece izlenecek son derece mükemmel ve küçük görünen ama aslında görkemli olan bir başyapıt. Tüm oyuncular kusursuz. Manzaralar, görüntüler, müzik enfes. Sinema tarihinin yaşlılık üzerine ve son pişmanlıklar üzerine yapılmış en iyi filmlerinden biri (ayrıca bir yol filmi de sayılabilir)

Yaşlı kahramanımız uzun yol macerasında kimi zaman sessiz sakin, kimi zamanda yaptığı hataları yapmayıp, onun yaşadığı pişmanlıkları yaşamasınlar diye sevimli nutuklar atıyor karşılaştıklarına.




Filmin konusu yaşlılık olduğu için bu konuda yazılmış 2 güzel yazıyı okumak için tıklayın:

i) Akıl sağlığımı korumalıyım
ii) Yaşlılık

02 Haziran 2010

Talip Özkan

n532204123_469909_9050 n565013127_301608_9972

Türk Halk müziği denince Anadolu'nun ve Trakya'nın ses kültürü akla gelir. Bu kültürün kaynakları, çeşitli doğal ve sosyal olaylar çerçevesinde ezgi üretimini sürdürürler ve ses kültürümüze katkıda bulunurlar, bitmek tükenmek bilmeyen gayretle... Bir de bunları toplayan, kendine özgü yorumlarıyla uygulayan ikinci kuşak halk sanatçıları vardır. Çileli bir kuşağın sanat emekçileri diyebileceğimiz bu insanlar arasında halk müziğimize bir çok yönden hizmet etmiş olan Talip Özkan ismi kuşkusuz önemli bir yer tutar. Talip Özkan, halk kültürünü yaşayarak yaşatmaya gayret etmiş bir sanatçı.... Çocukluk yıllarından itibaren halk kültürünün dolayısıyla müziğinin içinde yoğrulmuş, daha sonraları ülkenin dört bir yanına sazı ve sesiyle ulaşmış Talip Özkan.

0d artistes_ozkan_photo1

2 ağustos 1939 tarihinde Denizli'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Acıpayam'da lise öğrenimini ise Denizli'de tamamladı. Türk Halk Müziğinin önemli simalarından Muzaffer Sarısözen ile lise yıllarında Acıpayam'da tanıştı. Sarısözen, genç Talip Özkan' ın bağlamadaki icra tekniğini ve performansını göz önünde bulundurarak, onu radyo emisyonlarına çağırdı.

1957-58 öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Fransız Filoloji Bölümü' nü kazandı. Yüksek öğrenim için Ankara'ya geldiğinde Ankara Radyosu'nun halk müziği programlarına katılmaya başladı. Radyo sınavlarını kazanarak, profesyonel hayata ilk adımını atmış oldu.

1960 askeri müdahalesi sonrası, İstanbul Radyosu'nda sanatçılığa devam etti. İstanbul’a geldiği yıl, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'ne kaydoldu. Bir süre fakülte ve radyo çalışmalarını birlikte yürüttü. İzmir Radyosu’na naklen atandı. Bu dönemde, koro şefliği ve öğretmenliği birlikte sürdürdü. Türkiye Radyoları'nda sanatçılığın yanı sıra korist, koro şefi, öğretmen, derlemeci ve müfettiş olarak görev yapan nadir simalardan biri oldu. Talip Özkan ın her dönemde kendini geliştirme isteği onun yaşamı boyu müzik öğrenciliğini sürdürmesi gibi bir sonuç doğurmuştur. İzmir Radyosu nda sanatçı ve şeflik görevlerini sürdürürken aynı zamanda Armoni, orkestrasyon, enstrumantasyon, kontrpuan gibi Batı müziği disiplinlerini de öğrenerek müzik donanımını geliştirmeyi bilmiştir.

n532204123_1258378_2056 n532204123_1258379_2481

1960 yılında İstanbul Radyosu'na geçiş yaptığı tarihten itibaren sırasıyla Ankara, İstanbul ve İzmir’de Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Bünyesinde Korist, Solist, Öğretim Görevlisi, Koro Yönetmeni ve Derleyicisi olarak 20 yıla yakın hizmet verdi.

Meslek hayatının her aşamasında, derleme faaliyetlerine büyük önem verdi. Türkiye'nin bir kaç kenti hariç, hemen her kentin, ilçe ve köylerinden halk ezgileri derledi. Bu derlemelerin çoğunu, kişisel çabalarla gerçekleştirdi. 1967 yılında TRT kurumunun görevlendirmesiyle ilk resmi derlemesini gerçekleştirdi. TRT'nin düzenlediği 1. Folklor Derleme Gezisi için İzmir ve çevresinde yapılan çalışmalarda Veysel Arseven, Işıl Duygu Gülöksüz ve Talip Özkan birlikte görev yaptı. 100 kadar halk ezgisi, 8 masal, ramazan manisi ve çeşitli ninniler bu derlemede elde edilen malzemelerdendir.

29135_3496368798398_753208398_4068367_1815569_n

Talip Özkan, 20 yıl TRT’de çalıştıktan sonra, başını Nida Tüfekçi’nin çektiği gericilerin iftira ve ihbarlarından bıkarak (İstanbul Radyosu’nda, TRT radyolarında ilk kez bir Alevi deyişi çalması nedeniyle “komünizm propagandası yaptığı” şeklinde ihbar edilmişti.) 1977 yılında TRT’den ayrıldı ve Paris'e yerleşti. (Türkiye’de YÖK’ün, hala tartışmalı sözde profesörlük payeleri dağıtmasına karşılık, Talip Özkan Paris Konservatuvarı’ndaki eğitmenliğinin yanı sıra, 8. Paris Üniversitesi'de Müzikoloji , Nanterre 19′ da etnomüzikoloji alanında doktora çalışmasını tamamladı.)

Paris'teyken çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarakta çalıştı. Fransa’ya yerleştiği ilk yıllarda Radio Francein Occora Koleksiyonu için bir plak kaydı yapan sanatçı, ayrıca İrlanda, Amerika ve Yunanistan’da çok sayıda plak doldurdu. Fransa da saz ile açıklamalı konserler veren Talip Özkan, bu konser dizilerini Almanya, Avusturya, Belçika, Cezayir, Fas, Finlandiya, Hollanda, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Tunus ve Yunanistan gibi ülkelerde de sürdürdü. Geleneksel Türk çalgılarından olan bağlamayı çeşitli yönleri ile dünyanın çeşitli ülkelerinde sanatseverlere ve müzikologlara tanıtmasının yanında, Talip Özkan, Avrupa’da yaşayan Türk ailelerinden yüzlerce ezgi derledi. Büyük Usta, Rotterdam Konservatuvarı’ndan emekliye ayrıldı.

Talip_ÖZKAN talip_ozkan-201x300

Türk Halk Müziği camiasında kendisine has bir yorum tekniğine sahip olan Özkan, Ege Bölgesi melodilerini otantik halleriyle yorumlayabilen nerdeyse tek sanatçımızdır Kaval, Zurna, Sipsi, Karadeniz Kemençesi gibi geleneksel Türk Çalgılarındaki icra tekniklerini bağlamaya adapte etmeye yönelik araştırmaları ile büyük takdir toplayan Talip Özkan, Bağlamada kendine özgü üslup ve icrasıyla bir ekol oluşturdu. Bağlama çalışındaki, tarama tezeneli icra ve seri parmak hareketleri en belirgin özellikleridir. Sesini de aynı ölçüde dengeli ve tavrıyla kullanabilmektedir.

29464_404748233127_565013127_4226469_5575235_n artistes_ozkan_photo2

Yaklaşık iki yıldır 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde akciğer kanseri tedavisi gören Özkan 27 Mayıs 2010 tarihinde İzmir'de vefat etti... Narlıdere Mezarlığı'nda toprağa verildi. Paris'in merkezinde Republic Meydanı'na yakın, Eyfel'e nazır küçük bekar evinin önünden geçenler fark eder mi bilinmez fakat has dinleyicilerini 'Havadaki Durna Sesine, Cemile'ye ve Başı Dumanlı Dağlara' hasret bırakıp gitti usta.

Talip Özkan - Mysteries of Turkey 01 L'art Vivant de Talip Ozkan
Talip Özkan-L'Art du Tanbûr 4lfu0l5 aksaknafile9jb

Albümleri

-1986-Mysteries Of Turkey (Türkiye Anıları)
-1992-The Dark Fire (Kara Yangın)
-1993-Turquie, L'art Vivant de Talip Özkan
-1994-L'art du Tanbur
-1997-Yağar Yağmur-Kalan Müzik

Katkıda bulunduğu albümler

-İlk-Trio Aksak-Ada Müzik
-Nafile-Trio Aksak-Ada Müzik
-Yaren-Özay Gönlüm, Anadolu Müzik

0

Sazla horon çalınır mı? Talip Özkan çalar.

Daha önce onlarca kez dinlediğiniz türkü size, birden daha güzel gelir mi? Talip Özkan söylerse gelir. Tartışmasız sazı en iyi çalan, türküyü en iyi söyleyendir.


Özay Gönlüm’ün Talip Özkan’a “ Biz artistiz, sen sanatçısın” demesi boşuna değildi.

Yaşdaşları, yaşadıklarına, sanatına tanık olanlar yaratmışlardır Talip Özkan efsanesini. Evet, ütopik bir 'Türk Halk Müziği' varlığı gibi yer etmiştir akıllarda. Dilden dile, gönülden gönüle, kulaktan kulağa…

Related Posts with thumbnails