01 Nisan 2012

Ne Evet Ne Hayır



Ne Evet Ne Hayır
(Korkuyu Beklerken-Oğuz Atay)

Ben, dört yıl önce liseyi bitirdim. Bu arada çeşitli işlere girip çıktım, askerliğimi yaptım. Sigorta memurluğu, havagazı tahsildarlığı, ilaç satıcılığı ve reklamcılık gibi sıkıcı mesleklerim oldu. En çok reklamcılık yakın geldi bana. Okuma ve yazmaya düşkün olduğum için reklamları severek -bir bakıma- yazıyordum. Bununla birlikte hazırladığım reklamların çok beğenildiğini söyleyemem. Belki de şirkette sessiz ve çekingen davranışlarım yüzünden pek tutunamadım. Galiba fazla sıfat kullanıyordum ve cümlelerim de bir türlü bitmek bilmiyordu. Aynı şirkette, daha kelimeleri bile doğru yazmasını bilmeyen bazı cahiller benden daha başarılı görünüyordu.

Ben herhalde gösterişi çok sevmediğim için otomobillerin neden yollar fatihi olduğunu ve jiletlerin de kadınların gönüllerini fethettiğini kavrayamıyordum. Şimdi gazetecilik yapıyordum, buna gazetecilik denirse. Bulduğum başlıkları beğenmedikleri için beni ‘gönül postası’ na verdiler. Sen insanların dertlerine çare bul bakalım dediler. Sert ve etkili bir gazeteci olamazmışım. Oysa yumuşak başlı bir insan değilimdir. Dilencilere sadaka vermem, zengin arkadaşlarımın arabalarıyla gezerken de nereden bittiği belli olmayan kâhyalara çok sinirlenirim. Bence herkesin insanlığa yararlı bir mesleği olmalı. Belki de bu gibi düşüncelerim yüzünden gazetede bana manyak diyorlar. Tabii bu sözle cahilliklerini ortaya vuruyorlar. Yabancı dil bilen bir arkadaşıma sordum, birlikte sözlüğe baktık: kendini yüksek ve denetlenemeyen heyecan biçiminde ortaya koyan akıl düzensizliği diyor “mania” için. Bu tanımı gazetedekilere söyledim; “haydi ordan manyak” dediler. Beni sahte buluyorlar, ben de onları. Sen dediler ‘Doktor Akın Korkmaz ‘oldun, gönülleri tedavi edeceksin. Şimdi her Allah’ın günü bir sürü mektup alıyorum.

Bana verilen bir görevi gerektiği gibi yerine getirmek isterim; bu nedenle ruhbilim kitapları okumaya başladım. İnsanların bu kadar önemsiz dertler yüzünden bu kadar uzun ve anlamsız mektuplar yazmasını anlamıyorum. Ne var ki, her işimi dürüst yapmayı sevdiğim için önce oturup sonra uzun ve ciddi cevaplar vermeye başladım. Ve -gerçekten anlamıyorum neden- gene manyak dediler gazetede bana, yazdıklarımı görünce. Onların dertlerine çare bulmalıymışım ya da yuvarlak sözlerle meseleyi geçiştirmeliymişim. Ben, galiba okuduğum kitapların etkisinden olacak, bu dertlerin çözümsüz olduğunu, ya da çözümü kendilerinin bulması gerektiğini öğütlüyordum. Neyse bir arkadaş bana bir iki basmakalıp çözüm öğretti; ben de mektupların sadece ilk ve son satırlarını okuyarak ve biraz da doğrusu içim sızlayarak insanları aldatmaya başladım.

Sonra bir gün bu mektup geldi. İşte, dedim gazetedeki arkadaşlarıma, şimdi bir çözüm bulun da görelim bakalım. Ve hemen mektubu okumaya başladım onlara. Kimse sonuna kadar dinlemedi. Yarım sayfa okudum ve manyak olduğuma karar verildi yeniden. Oysa bu mektubu ben yazmamıştım. Mektubu yazan M.C.’ye de sevgi ya da acıma duyduğumu söyleyemem. Bana kalırsa bu M.C. akıl ve ruh düzensizliği içinde biri. Ben mektubu okurken gazetedeki arkadaşlardan biri -sözün gelişi arkadaş diyorum, öyle denir ya- bu adam sana benziyor demez mi… üstüne yürümüşüm.
Sonra mektubu bazı arkadaşlara gösterdim; ilginç olduğunu söyleyenler çıktı. Bu nedenle onu olduğu gibi yayımlamayı uygun gördüm. Fakat bazı yerlerine parantez içinde kendi görüşlerimi eklemekten kendimi alamadım. Mektupta hiç noktalama işareti yoktu. Bir arkadaşım bu şekliyle yayımlanmasının daha güzel olduğunu söyledi. Şimdi bu çeşit edebiyat üstelik bir hüner sayılıyormuş. Ben bu düşünceyi kabul etmedim. M.C.’nin zaten karışık olan düşünce düzeni daha da karışacaktı. Bunun dışında bazı kelimelerin yazılışını düzelttim o kadar.

Sayın doktor beyefendi

En derin içten samimi sevgi ve saygılarımı sunarım, ellerinizden sıkarım.
Çok affedersiniz efendim: 1967-1971 yılları arasında yani 1967'den itibaren bugüne kadar gerçekten içten samimi dürüst namuslu olarak genç güzel bir kızı seviyorum. 1967'den bugünkü tarihe kadar aramızda geçen olayları ciddi açık doğru kesin ve olduğu gibi açıklıyorum.
Askerliğini yapmış lise ikiden belgeli 24 yaşında uzun boylu esmer ciddî dürüst bir gencim. Sevdiğim insanla aynı yaşta aynı boyutta ve aynı mahalledeyiz. Aramızda fark mesafe ayrılık yoktur, iki ev ötede oturmaktadır sevdiğim insan. Birbirimizi ailemizi gayet iyi biliyoruz tanıyoruz konuşuyoruz hemşeriyiz.

1967 yılında birdenbire vuruldum. Sevgi içime öyle bir akıyordu ki içime tahmin edemezsiniz. Sevdiğim insanı iyice inceledim tanıdım takip ettim. Beraber bir muhitte evlerimiz ayrı bulunuyorduk. Sevdiğim insanın her şeyini inceledim. Bütün problemleri ele alarak uzun bir araştırmalardan en ince teferruatına kadar iğneden ipliğine kadar düşündüm ele aldım niyetimi gayet ciddi kurdum (bazı yerlerde virgül koymak gerektiğini hissediyorum, fakat nedense bunu yapmak elimden gelmiyor) evlenmek istiyordum altı aydır seviyordum sevgimi gizliyordum, tuttum sevdiğim insana bir mektup yazdım, elle gönderdim (elden demek istiyor) cevap vermedi: NE EVET NE HAYIR (büyük harfler benimdir) o gün (hangi gün?) Pencereye çıktı, gördüm: çarşaf silken yüzünde (olamaz, ‘çarşaf silkerken yüzünde’ demek istedi herhalde) tatlı tebessüm vardı (M.C.’nin samimi olduğunu sanıyorum, fakat bu tatlı tebessüm meselesinde yanılıyor bence; neyse, mektup ilerledikçe durum açıklığa kavuşacak). Durmadan üç ay elle (elden) posta ile mektuplar yazdım (yolladım demek istiyor) cevap yok. NE EVET NE HAYIR(biraz ilerde bu ‘NE EVET NE HAYIR’ lar gittikçe asıl anlamını kaybedecek, onun için şimdiden dikkatinizi çekmek istiyorum) mahallede olay duyuldu. Herkes sanki sevmek suçmuş gibi cephe aldı bana, ailem kardeşlerim bile.(M.C.’nin bundan sonra ya da bu arada bazı olayları gizlediğini sanıyorum. Sanki ara sıra hafızasında boşluklar oluyor. Biliyorsunuz bu, ruhbilimde … neyse geçelim) iş güç yoktu bulamadım. Garsonluk yapıyordum. Her tarafın kadrosu dolu, boş daire bulamadım.

Bir anda ailemin yanlış tutum ve davranışları sevdiğimi çiğnetmek için ağır kelimeler için üzüldüm (çok karışmak istemiyorum, ama bu cümleyi yorumlamak gerekli değil mi? Burada ‘sevdiği insanla ilişki kuramayan M.C.’nin sevdiğini çiğnetmesi söz konusu olamaz. Bazı şeyleri gizliyor M.C.bizden. Belki de gerekli kelimeleri bulamıyor ve bu ihtimal nedense bana daha yakın geliyor) kahroldum aşağılık kompleksine kapıldım (rica ederim, burada bu kompleksin ne işi var?) Tabii jilet bıçakla (neden tabii? Ayrıca ne demek ‘jilet bıçak’?) 4 kez intihara teşebbüs ettim, 4 defa ölümden kıl payı kurtarıldım. Vücudum kollarım kesik sıyrıklarla dolu. Kalbim midem opdolidondan (optalidon) fazla miktarda aldığım için midemi parçaladım efendim. Sevdiğim insan da ağlıyor (bundan da ‘tatlı tebessüm’ meselesinde olduğu gibi emin değilim) her nedense (gerçekten ‘her nedense’; yoksa uzun mektuplara cevap verirdi, değil mi? 

Bazı anlarda, itiraf ederim ki, M.C.’ye acıyacak yerde sinirleniyorum, daha doğrusu M.C. Sinirime dokunuyor, aslında bu konuda duyduklarımı ifade etmek zor; yani tam bu sırada ‘her nedense’ demesi biraz deli ediyor beni. Her neyse.) 4 defa hastaneden taburcu olduğum zaman eve geldim (intihar etmeden önce garsonluk, dairelerde iş aramak gibi nedenlerle babasının evinden uzaklaşmak zorunda kaldığı ya da sürekli olarak evinde kalmadığı anlaşılıyor. Üzülmediğimi söyleyemem) Bizim eve bitişik talebe kızlar otururdu. Sevdiğim insan da (bu ‘sevdiğim insan’ sözüne de biraz önce anlattığım biçimde sinir oluyorum) geldi, yedi metrelik yarım santimlik evin yanına (cümleyi olduğu gibi yazdım) şaştım kaldım (ben de). Ben eve gelirim, balkona çıkarım, evde kızlar. Kıyamet kopar. Zelzele erozyon oluyor sanki (gülsem mi ağlasam mı?) Plâklar danslar. Bana yapıyorlar. Sevdiğim insan da pencerenin bir tarafına çekiliyor oturuyor.
Kardeşimin düğününde savcılık intiharlarımın ötürü 90 gün hapis yattım.(benim verdiğim başlıkları beğenmeyen yazı işleri müdürü, bu cümleyi görseydi) onun haberi yoktu. Sevdiğim insanda kış ayı olduğu için (hayır, kış ayı olduğu halde) oturduğu evin balkonundan soğuk karda balkondan aşağı yani içeri girmemiş, gözlemiş durmuş (bana benzettikleri bu M.C. ile aramdaki bağıntıyı bilemeyeceğim, fakat bu sinir bozucu, bozuk ifadeli… her neyse)

Sevdiğim insanla 1970 yılında karşı karşıya geldik (birdenbire vurulduğu tarihten üç yıl sonra). Bana NE EVET NE HAYIR (hay allah kahretsin!) Cevap vermeyen insan “ben sana haber gönderdim,” dedi. “kiminle acaba? ”(konuşma işaretleri benimdir.) Arkadaşlarımla. (nedense konuşma işaretlerini kaldırmayı daha uygun buldum.) Bana böyle bir şey söylenmedi, ben ağzınızdan dinlemek isterim. Böyle dedim. Cevabınız? Dedim. Hayır demedi. Red red ediyorum. NE EVET NE HAYIR. Red red red ediyorum dedi. Teşekkür ederim. Ayrıldım, yanından eve geldim. Moralim bozuk. Çok plâk aldım. Çalıyordum ona. En çok …… çaldım (reklâm olmaması için şarkıcıyı ve şarkısının adını yazmıyorum) bunu üç yıl durmadan bıkmadan ona çaldım, sevdiğim insan da dinledi (nerden biliyorsun dinlediğini? Bu M.C.’nin bütün zavallılığı yanında kendine güvenir görünmesi de beni çıldırtıyor. Canım, bir insan üç yıl bu dayanılmaz şarkıyı nasıl dinler?) Çok dinledi (hayır dinlemedi).

Bir gün sevdiğim insanın kız talebe arkadaşları bizim eve gelmişler. Küçük yenge hanımla benim odada konuşuyorlardı. Ben de balkonda gezinirken gördüm, başka tarafa gittim (aslında sıkılgandır). Evde her zaman çaldığım plâğı, resmimi görüp okumuşlar ne yazmışsam: tabii “ölünceye kadar seveceğim seni” diye (başka ne yazarsın ki? Tırnak işaretleri benimdir) kızlar da fazla övdüler beni: neden kimseye bakmaz? Sinemaya gider mi? Niyeti ciddi mi? Diye sorup öğrenmişler yenge hanımdan. Ben de o kadar seviyorum ki sevdiğim insanı, onunla konuşmak, derdine acısına üzüntüsüne ortak olmak paylaşmak, onunla her şeyimi ortak paylaşmak, üç yıl oldu, saçlarını okşamak, ona her şeyimi vermek, o kadar seviyorum ki, yardımcı olmak, doya doya sevmek okşamak, bir mutlu sakin bir güzel yuva kurmak, çocuğu olmak, baba olmak, kısaca ona her şeyimi vererek daima her şeyimi ona adamak, ona bakan bütün gözler yalnız sadece ben olmak, el ele kol kola dolaşmak çocuklar gibi, işimiz bittikten sonra sinema tiyatro konser plaj seyahate gitmek, oynamak, eğlenmek, gezmek, (ben bu adama karşıyım) onunla mutlu anılarımız oldu (yalan), çok mu çok sevdim (sevmek sana ait bir şey, anı filân değil). Onu deliler çılgınlar gibi dünyalar kadar çok mu çok (peki anladık) seviyordum, ona âşık olmuştum, güzel gözlerine âşık olmuştum, o kadar güzel gözleri vardı ki, hayat vardı sanki gözlerinde (elbette olacak) yaşama gücümü kuvvetimi arzumu ondan alıyordum. Her şeyimi ona açık tarafından yazdım. Tam 4 yıl bıkmadan usanmadan yemeden içmeden uyumadan durmadan dinlenmeden daima kafamı taktım ona. Hiçbir engel tanımadan alacağım sevgilimi (bunu kime söylüyorsun acaba?). Hiç kimseyi dinlemedim bu hususta (her şeye rağmen seninle karşı karşıya gelip konuşmak isterdim açıkça, mertçe, türkçe).

Okullar tatil oluyordu. (zaman düzensizliğine ve dolayısıyla zaman kavramının yokluğuna dikkatinizi çekerim.) Sevdiğim insan sınıfını geçmiş gidiyordu. (şu, ‘sevdiğim insan’ sözünü duyduktan sonra bütün iyi duygularım yok oluyor M.C.’ye karşı.) Tuttum, sevdiğim insana bir bir mektup yazdım tehdit edercesine. Aldı mektubu, koynuna koydu götürdü eve (‘tatlı anılar’ bunlar olacak.) Evde okudu hemen. (nerden biliyorsun?)

Gitti. (bundan sonraki birkaç satırı sadece M.C.’nin düzensiz düşüncelerine örnek olması bakımından açıklıyorum.) 60 km. Annesinin babasının evine gitti o mektupla. Ertesi gün gitti. Çok ağladım. Balkona çıktı. Ertesi gün geldi. Sevdiğim insanın babasıyla konuştum. (bundan sonra düzeliyor) oğlum, tercih hakkı kızımdadır, bir şey söyleyemem NE EVET NE HAYIR dedi (büyük harfler benimdir.) Annesi yakaladı. Konuştuk. Oğlum, dayımızın oğluna söz verdik, dedi.
Bağrım ateş gibi yandı (satırbaşı benimdir). Kaybedersem öldürürüm. Kendimi. Onu da. (noktalamalar M.C.’nindir.) Sevdiğim kızın annesinin yanında vücudumu çıkardım bak anneciğim görüyor musun. Bu kesiklikleri. Ben. (noktalama işaretleri onundur.) Baktı. (önceleri M.C.’nin hiç noktalama işareti kullanmadığını sanıyordum. Son okuyuşumda mektubun solmakta olan mürekkebine dikkatle baktığımda bu işaretleri fark ettim. Özür dilerim.) Sonra yüreği dayanmadı, bakamadı. Fazla tuttu (?). Annesi: oğlum çok görmüyorum (sana bu sevgiyi). Sevebilirsin. Kızım da seni met (meth) ediyor (inanma M.C. Yalan söylüyor annesi. Ya da sen yalan söylüyorsun. 

Bilmiyorum artık. Her neyse.) Yalnız oğlum, annen benim kızım şöyle yapmış diye söylemiş (M.C.’nin sevdiği insan ne yapmış bilemiyoruz.) Yalvardım, ayaklarına kapandım, siz affedin, onun namına özür dilerim, dedim. Çok mu çok seviyorum, ondan başkasına bakamıyorum, laf atıyorlar bana başkaları (bu konuda kuşkuluyum), ayrılmak istemiyorum sevdiğim insandan (sevgili M.C. Onunla ne zaman birlikte oldun ki?) Ayrılmak çok acı geliyor. Canımı onun yoluna harcamışım (bu doğru) saçımı onun yoluna süpürge ettim (uzatma, ayrıca bu deyimler kadınlar tarafından… Her neyse.)
Bu şahıstan 1000 lira borç aldım. Bu şahıslar gayrı meşru her yolda çalışırlar. Çalıştığım kahve iflâs edip icra (haciz) edilince para alamadım, borcumu veremedim. Zorla tehdit şantaj baskı yoluyla sevdiğini öldürürüz dediler, hapiste yattın söyleriz dediler, beni hırsızlığa sürüklediler. (bu mektubu okumaya başlamasaydım. M.C. Gibi ben de karanlık yollara sürüklendiğimi hissediyorum.) Zorla tehdit ederek, sevdiğimi yem olarak kullandılar bana karşı. 

Mecburen çalıştığım kahvenin çekmecesini soydum, tutuldum (senin gibilerin kaderidir bu.) 3 ay hapis yattım. Sonra yine o insanlar bir… çaldılar (hırsızlık malı olan şey o kadar garip ki bu acıklı hikâye içinde adını yazmaya gönlüm razı olmadı.) Zorla tehdit şantaj baskı yoluyla silâh beni (bundan sonraki kelimeyi okuyamadım) tehdit edildim. Kattılar beni öne. Şikâyet etsem polise, sevdiğimi öldürecekler (bunu yapamazlardı, kendini mazur göstermek için böyle söylüyorsun belki) tanıyorlar onu, her şeyi açıklayacaklar ona (bunu yapabilirler). Bu yüzden ele vermedim hiç birini.
Aradan zaman geçmişti, yakalandım, 17 gün hapis yattım, sonra tahliye edildim, çıktım. Çıkar çıkmaz sevdiğim insanı aradım. Okula çıktım. Ona cevao yazdım (bu arada, anlatılmayan bazı olayların geçtiği anlaşılıyor.) Ben seni öldüremem, sen beni öldürürsün. Seviyorum seni. Bana bir EVET VEYA HAYIR (büyük harfler benimdir) bir cevap ver (daha ne yapabilir zavallı kız?) Çıkmayayım okula (doğrusu gözümün önüne getiremiyorum durumu; yani okulun kapısında mektup yazıp da sevdiği insana mı gönderiyor? Bir taşra kız lisesinin bu kadar disiplinsiz olacağına inanmak güç.) Yalvardım rica ettim ayaklarına kapandım (bir sonraki cümleden ayaklarına kapanılan kimsenin, ‘sevdiği insan’ değil okul müdürü -ya da müdiresi- olduğu anlaşılıyor. Okul disiplini bakımından gene anlaşılır bir durum değil.) Yapma efendi (okul müdürü söylüyor herhalde). Terbiyeli davrandım. Çok namuslu dürüst haysiyetli bir gencim efendim. Canıma onun için kastettim (her önüne gelene en gizlenmesi gereken olayları anlatmasa olmaz). Fakat bir kötülük hainlik yapmadım (kızı tehdit ettin, öldürürüm seni dedin.) Dövmedim, sövmedim, yoluna çıkmadım, camına çıkmadım (daha neler!) Kapısına dayanmadım, namuslu dürüst mertçe erkekçe daima çok mu çok sevdim, efendi terbiyeli nazik cömert mert cesur insanca kibar hareket ettim (bazı sıfatların burada yeri yok.) Lâf atmadım (?). Annemi babamı da bir türlü kapısına gönderemedim, gönderdim annem olacak kimseyi (hangisi doğrusu?) Kız da söylemiş, babam vermiyor, ben evlenemem. Bir daha gönderemedim annemi efendim.

Kız cevap yazmadı bana. Çıktım okula, müdürle tanıştım. (daha önce konuştuğu kimdi peki? Acaba bana -yani doktor Akın Korkmaz’a mı sesleniyordu daha önce? O zaman “yapma efendi” cevabını kim verdi M.C.’ye? Bu genç, okul kapıcısıyla konuşmadı ya. Her neyse, ben kesin bir sonuca varamadım. Takdir okuyucularındır. Benden iletmesi.) Müdür odasına geçtik. Sevdiğim kız da geldi. (taşra okullarında bu işler demek büyük şehirlere oranla daha kolay oluyor.) Soğuk ağır bir hareket etti. Bana karşı. İlk konuşmayı kız yaptı: benimle buyurun konuşun. Anneniz babanızla tanıştım ve konuştum, dedim. Tuttu bana, “babamla ne konuştunuz?” (dedi, tırnak işaretleri benimdir.) Siz bilmiyorsunuz? Hayır, cevabını verdi. Ben de dedim ki: tercih hakkı sizindir, dedim. Cevap verin. Red red ediyorum. Teşekkür ettim. Bir taraftan da kızdım, tam adamakıllı kızdım ona. Müsade istedim, boş tenha kimsenin olmadığı yalnız bir yerde karşılıklı gizli konuşmak istiyorum. Kızmayın, rica ediyorum çok. Ne olur? Yalvardım. Müdür çıktı kapıdan: çıkar çıkmaz kapıdan, geri döndü oturdu masasına (sayın M.C.. Artık müdürler bile senin gibi anlaşılmaz davranışlarda bulunuyorlar.) Kız (artık sinirlendiği için ‘sevdiğim insan’ demiyor) bu kez, “buyrun, açık konuşabilirsiniz,” dedi. Müsade buyrun hanımefendi. Söyleyeceğim şey sizlerle ilgili (aman allahım!). Utanır sıkılır çekinirsiniz belki. Bu bakımdan bana bir hak tanıyın, çok rica ediyorum hanımefendi, dedim. Buyurun açık konuşun. Açık ciddi sert dürüst namuslu mert bir şekilde seviyorum sizi, dedim. Bana cevap verin, çok rica ediyorum sizden.

Yarım saat bekledim. (satırbaşı benimdir. Çünkü M.C.’nin satırları bitmez tükenmez aralıksız bir sel gibi akıyor.) Başını eğdi yere. Sustu. Cevap vermek yok. Hep susuyor. Hâlâ susuyor (şapkalar benimdir). Annem babam da evlâtlıktan red etti (sen de ‘sevdiğin insanın yaptığı gibi sussan olmaz mı M.C.?) Attılar evden dışarı. Ben de mücadele ettim. Devlet müessesesine memur sekreter olarak, güzel de daktilo seri olarak, çalışırım. Kültürlü görgülü anlayışlı çok meziyetli bilgili okumuş anlayışlı bir gencim. Kendi işimi kendim yaparım, herkesle iyi geçinirim (bundan kuşkuluyum), açık taraflarımı kapatırım (?), yanlışlarımı düzeltirim, çamaşırlarımı yıkarım, söküklerimi dikerim; (hiç adam olmayacaksın sen M.C) 1 yıl devlet müessesesinde memurluk yaptım. Onun için mücadele ediyor. Her şeyi yazdım, işimi mesleğimi yazdım (söyledim, demek istiyor herhalde). 

Aldığım parayı… İnanmıyorsanız gelin sorun öğrenin (gerçek dışı bir dünyada yaşıyor: kız daireye gelecek ve M.C.’nin aylığını soracak). İki yönden kapı açtım: çift yönlü bilimsel görgülü anlayışlı kültürlü sevgi ve saygılı teferruatlı uzun mektuplar yazdım 4 yıl gönderdim elle posta ile (ben de artık sonu belirsiz bir durumda hissediyorum kendimi). Daireye adi kelimeler küfürler tehditler şantajlar uzaktan baskılar sövüp saymalar… (bu kelimeyi yazamayacağım) alçaklar en kötü şekilde bana hakaretlerle 15 tane mektup aldım. Yazan meçhul. İmza yok. İn mi cin mi? Meçhul değil (belli değil, demek istiyor herhalde. Bir şeyler anlatmak istiyor herhalde. Bana mı yani doktor Akın Korkmaz’a mı, sevdiği insana mı, müdüre mi, kafasında ‘mücadele devam ediyor’ dediği kişilere mi? Belli değil. Bana kalırsa kendisi de bilmiyor). Öğretmen erkek arkadaşlar kızı meydana ele aldılar konuşturmak için (onlar da senin gibi aklını kaçırdılar herhalde). Kızın ağzından çıkan, alınan, anlattığı açıkladığı bunlar efendim: (burada ‘efendim’ ben oluyorum).

1- kabul etmiyorum. Neden niçin belli değil efendim.
2- bu çocuk beni gerçekten seviyor, evlenmek istiyor, niyeti gayet ciddi. Sen ne diyorsun (kıza soruyorlar.)
3- efendi terbiyeli namuslu. Hiç kimseye bakmaz (en büyük meziyetidir). Bugüne kadar bir kötülük bir hainlik yaptı mı?
4- hayır yapmadı.
5- netice: sonuç vermedi, vermiyor efendim (M.C..’nin yorumu). (not: çok rica ederim, bir kız lisesinde öğretmen olan ‘erkek arkadaşlar’ öğrencilerinden birini meydana ele alarak (?) Bu soruları soruyorlar… Neyse, yorum yapmak istemiyorum.)

Tuttum geldim memlekete (yer zaman kavramlarının belirsiz olduğunu daha önce belirtmiştim sanıyorum). Ona (sevdiği insana) sevdiğim bir kız şarkıcının plağını ambalajlı pullu olarak (ayrıntılara dikkat ediyor) okula gönderdim. Aradan 15 gün (geçtikten) sonra daireye geldim, masamın üzerinde bir plak, ambalajlı. Açtım plağı, yırtık, kâğıt kırık. Plak çizilmiş, eski. (burada bir şarkı adı ve erkek bir şarkıcının adı geçiyor. Oysa iki satır önce bir kız şarkıcıdan söz ediyordu M.C.) Zarfın üzerinde meçhul bir yazı: sevdiğim kızın yazısı (meçhul yazı nasıl oluyor, anlamadım). Çıkış yeri: postane (başka neresi olabilir? Burada yeni bir ihtimal ortaya çıkıyor. Sevdiği insan M.C.’ye gönderdiği plâğa karşılık olarak başka bir plak göndermiştir. Red red ediyorum diyen bir kızın bu davranışı oldukça garip göründü bana. Ayrıca meçhul kalmak istemesi de kızın açısından anlaşılır gibi değil. M.C. Onun yazısını tanımayacak mıydı?) Mektupları yazan o taraftan (hangi taraftan? Bazı şeyleri gizliyor ve sonunda neyi gizlediğini unutuyor bu şaşkın delikanlı.) Onun için meçhul diyorum yazan bakımından (anlaşılır gibi değil).

İşim mesleğim budur (ben satırbaşı yaptım; çünkü bu sözleri ancak olayların akışından ayrı olarak, dairede masasının başında ‘meçhul’ plâk göndericinin zarfına bakarak uzun bir monolog -yani iç monolog- olarak söylemiş olabilir). İnanmıyorsanız bana daireye gelin sorun öğrenin (vazgeç bu sevdadan) benim başımda müdür, mesai arkadaşlarım, muhasebeci, mutemedim vardır, yazı işleri vardır. Bana verilen cevap: (bir ihtimal daha var: M.C. Bu sözleri kızla konuştuktan sonra ayrıca kendisine yazılı olarak göndermiştir) müdür senin baban mıdır? Yani annen baban yok mu? Onlar niçin gelmiyorlar uğraşmıyorlar? Neden sen hep uğraşıyorsun? Diyorlar. (burada gene kuşkular belirdi içimde. ‘diyorlar’ ne demek? Kim bu diyenler?) 3 yıldır mahallede kızın evi önünden geçiyorsun, gidiyorsun (bunları söyleyenleri bulmaktan vazgeçtim). Annem ve babam içimde sevgi bırakmadı bir şey bırakmadı. Onlar da kıza gitmekten korkuyor çekiniyorlar, gitmediler. (Allahtan bu anlamsız konuşma daha fazla sürmedi.)

Bu yıl 1 Mart günü yanıma bir de arkadaş alarak gittim sevdiğim insanın yanına. Yanına çıktım. Yanında sordum: bu plâğı siz mi gönderdiniz? Çok teşekkür ederim. Bir cevap yok: NE EVET NE HAYIR (büyük harfleri benim yazdığımı biliyorsunuz artık, neden yazdığımı da biliyorsunuz). Sevdiğim insan tuttu bana kardeşlik (teklif) etti (bu ‘teklif’ sözünü yazmadan önce çok düşündüm, fakat başka bir kelime de uygun düşmüyordu oraya. ‘kardeşlik etti’ diyerek bırakamazdım, eksik bir kelime vardı. Takdir okuyucunundur).

Ben de kızdım yanında kabul etmedim. Okulun müdürü barıştırmak istedi (böyle bir müdürün varlığına inanmak ne kadar güç ve ne kadar güzel) .Gözlerim doldu, beddua ettim ulu orta. Bendeki resmini kendi istemedi de okulun müdürü istedi benden. Ben de vermedim. Hayatımı geri versin dedim sevdiğim insan, ben resmi veremem. Gözlerim doldu. Kaçtım sevdiğim insanın yanından. Tutup getirdiler beni sevdiğim insanın yanına. Anlattım durumu (ne bitip tükenmez bir iştir bu durumun anlatılması yarabbi!), mahallede olup bitenleri. Tuttu bana, mahalleden çıkacaksın dedi. Nereye çıkacağım? Mahalleden çıkıp nereye gideceğim? Nereye gitsem yalnızım (böyle bir plâk vardır muhakkak). Ne yapayım, seviyorum onu, ayrılmak istemiyorum ondan. Çalışmayacaksın (kız diyor). Her şeyine seve seve katlanacağım. Ne istersen yapacağım. Ne olur konuş benimle, gençliğimize yazık. Cevap vermedi: NE EVET NE HAYIR.

Aldım başımı çıktım yanından. Gözlerim doldu. Kötü bir şey yapmamıştım efendim. Dürüst namuslu mertçe sevdim onu. Gece içkili bir yere gittim, 1 kg. içtim, ne içtim bilmiyorum. Şimdi ben çıktım o mahalleden. Sevdiğim insan şimdi geliyor, çıkıyormuş mahalleye. Beğeniyorum hoşlanıyorum ondan, yakışıklı (bu sözleri kızın söylemiş olması muhtemel; ama inandırıcı değil).
Efendim yine o bulaşık insanlar (her türlü gayrı meşru iş yapanlar) çıktı önüme. 15 bin liramı yediler, bir şey diyemedim (bu paraları M.C. Nereden buluyor acaba?) Helâl ettim. Tuttular bu kez, sevdiğim en iyi en yakın arkadaşıma, onların silâh şantaj baskı tehdit yoluyla, sevdiğimi de bana karşı koz olarak kullanarak beni zorlayarak en iyi sevdiğim yakın arkadaşımın mallarını bana çaldırdılar. Ben de sevdiğim için katlandım efendim, çaldım (ben de bu işe bulaşmış hissediyorum kendimi). Yakalandım, ama (onları) ele vermedim. Kız tarafı her şeyi öğrendiler (sayın ve sevgili M.C. Sana gerçekten yardım etmek istiyorum şimdi. Önce şunu öğrenmelisin ki kız tarafı her şeyi öğrenmeseydi de, sen memur sekreter olarak başında müdürün sert namuslu kültürlü bilimsel çalışmasaydın da, o plâkları göndermeseydin de, her şeyi açıkça sevdiğin insanın yanında söylemeseydin de durum değişmezdi. Bunu sana nasıl anlatmalı? Red red ediyorum dedikten sonra her şey bitmişti. Ne var ki bunu, yani her şeyin bittiğini senden kültürlü, senden bilimsel, senden görgülü insanlar bile neden sonra anlıyorlar ya da hiç anlamıyorlar). Öğrendiler benim sabıkalı olduğumu. Hiç kimseye derdimi açamıyorum.

Derdime bugüne kadar çare aramadım efendim.. Zorluğumu kimseye söylemedim (ama herkes biliyor.) Hiç kimse bana inanmaz (ben inanıyorum). İnandıramıyorum, inandıramam efendim. Çok dayak yedim, tutuklu, hapis… şimdi… cezaevinde yatmaktayım efendim.
Duydum bir taraftan: sevdiğim insan nişanlanmış. Ölmek istiyorum. Öldüren yok. Teselli edemiyorum kendimi, çok acı çekiyorum.

Ölmüyorum. Sevdiğim insan içimde yaşıyor. Geceleri sessiz köşelerde çok ağlıyorum. Ben suçsuzum diyemiyorum, kimseye anlatamıyorum, yapmadım ben diyemiyorum, suçu üzerime alıyorum. Doğruyu anlatsam hiç kimse inanmayacak. Yalancı diyecekler bana. Bana bunları yapanları biliyorum utanıyorum. Fakat gayrimeşru insanlar bunlar, isimleri bile doğru değil, takma isim vermişlerdir. Bu işin içinden nasıl çıkabilirim efendim? Dışarı çıkarsam silâhımı ele (elime) alacağım efendim (bunu yapma, silâhı ele almadan başına gelenleri görüyorsun). İyi hareket değil, ama vicdanı kabul etmiyor iki tarafı da kana kendimi de harcayacağım efendim. Haram ettiler bana gençliğimi dünyamı hayatımı her şeyimi efendim. Gün görmedim yüzüm gülmez (bu konuda seni haklı bulmamak imkânsız). Hep acı çekiyorum, suçum günahım ne efendim? (bu mesele tartışılabilir.) Gurbet yerde sevgimin esiri olarak (bak M.C. Bana kalırsa bir insan kendini bu derece içinden çıkılmaz bir duruma düşürebilmek için ancak… her neyse geçelim bunu) acılar sancılar içerisinde kıvranıyorum. 5 yıldır gurbet gurbet, bıktım usandım efendim. Aklım sevdiğime takılmış daima, vazgeçemem, geçemiyorum. (sana insan nasıl akıl verebilir bilmem ki.) Demir parmaklıklar, dört duvar arasından suçsuz günahsız sevgim için çile cefa sancı çekiyorum (acı çekmenin başka nedenleri de var tabii bana kalırsa). 5 yıldır uyku nedir bilmem, yemek içmek bunu da bilmem, bir Allah’ı var bir ben varım (bir de, belki ben varım; ne dersin? Karar senin tabii).

Gece gündüz düşünce içerisinde saçlarım bembeyaz oldu efendim 24 yaşında olduğum halde.
Daima sevdiğimi düşünüyorum, ama ihanet ederse bana (bak kardeşim… neyse) onu başkasına yar edemem efendim (ah M.C. Ah, hiç anlamıyorsun, sana anlatabileceğim bir yol yok mu acaba?). Kendimle beraber mezara götüreceğim efendim (bu bakımdan bütünüyle sana karşıyım M.C. Mektubunda olayların -ve senin kişiliğinin- gelişmesi bu sonuca götürmüyor insanı ya da diyebiliriz ki böyle bir sonuç senin duyarlığındaki bir insana yakışmıyor; yani demek istiyorum ki, şu sözünü ettiğin her türlü gayrimeşru işleri yapan ve isimleri bile takma olan şahıslara yakışıyor böyle sıradan bir davranış). Kararlıyım bu hususta (o zaman benim gibi bir doktor Akın Korkmaz’a neden danışıyorsun? Benim gibi bir doktor bu hususta sana nasıl yol gösterebilir?)

Hayatta onun kadar kimseyi sevmedim (lütfen gene başlama). Kimseyi böyle doyasıya sevmedim. (‘doyasıya’ kelimesinin burada kullanılıp kullanılamayacağı hususunda kuşkuluyum). Onun kadarda (ondan çektiğim kadar da) kimseden çekmedim efendim. Bugüne kadar EVET VEYA HAYIR demeyen, susan (hay allah) insan merak ediyorum bu kızın herhangi bir noksan veya eksik veya kötü bir yönü var zannediyorum (ne demeli sana bilmem ki; çok zor sana anlatmak; çok zor çok. İnsan yalnız seni anlayabilir, o kadar.) Kanaatim budur (kanaatini değiştirmek için ne yapabilirim? Hiç.)
Şimdi kızın anne ve babasına mektup yazamıyorum (yahu kardeşim bırak artık…) ceza evinde yattığımı biliyorlar efendim; suçlu olarak gösteriyorum kendimi, acaba doğru mu yapıyorum? (yani bana bütün sormak istediğin bu mu?) Çekiniyorlar korkuyorlar benden de (bu bakımdan biraz haklılar tabiî).

Bana bu hususta teselli değil de bu yazdıklarımdan fikir ve düşüncelerinizi, bu kızın gönlü var mı yok mu (yok yok) seviyor mu sevmiyor mu? (sevmiyor) bu konular üzerinde ne yapmam lâzım? (hiç) onun yolunu gösterin efendim. (göstersem yapacak mısın?)

Böyle uzun yazdığım için gerçekten özür dilerim efendim. Bu mektubu okuyunuz muhakkak. Çok rica ediyorum. Benim için önemli, hayatî önem taşımakta efendim.
Gönül sahifesini kapattım efendim. Yine de onu, kötü hain zalim insafsız merhametsiz bile olsa seviyorum (peki gönül sahifesini kapatmak ne oluyor? İnsanların ‘hayati önem taşımakta’ olan durumlarda bile kötü plâkların diliyle, hiç de hissetmedikleri sözleri etmesi nedense bana çok acıklı geliyor).Onu öpmek okşamak, affedersiniz, ona mektup yazmak, cevap vermedi bana, ona cevap vermek, içerdeyim, onu çok seviyorum, onun için ona cevap yazamıyorum, mektup yazmak istiyorum, hapiste, ondan ayrılmak bana ölümden de acı geliyor efendim, şimdi içerdeyim efendim, cevap yazamıyorum, çok seviyorum.

M.C.
Seni ölünceye kadar seni seveceğim S.L.


Şu şekilde bir imza:
Aaaaa
Vvvvv (yani buna benziyor)

(Sevgili M.C.Durum vahim. Yani asıl vahim olan S.L.-NE EVET NE HAYIR diyen kız- ile aranda olan durum değil; cezaevinde yatmakta oluşun vahim. Bir de tabiî, her cümleni “efendim” diye bitirecek kadar nazik kibar efendi terbiyeli olduğun halde ‘silâhı ele almak ’tan söz etmen vahim. Burada senden ayrılıyorum.)

Gazetedeki ‘arkadaşlar’ mektubun yukarıdaki biçimde yayımlanmasına yanaşmadıkları gibi, mektuba istediğim gibi cevap vermeme de engel oldular. Bana bu mektubu yayımlama imkânı verenlere burada açıkça teşekkür ederim. Mektubu hemen hiç değiştirmediğim hususunda bana inanılmasını tekrar rica ederim.
Saygılarımla
F.G.

Oğuz Atay'la ilgili daha önce blogta yayınlanan sunum
"Korkuyu Beklerken" ile ilgili çok güzel bir yazı

1 yorum:

  1. Anlatıcısıyla anlatının içinde dalga geçebilen tek yazar olsa gerek Oğuz Atay... Bu hikaye bunun ispatı.

    YanıtlaSil

Related Posts with thumbnails