27 Temmuz 2012

Orhan Veli



Kendisini şöyle anlatmış Orhan Veli


Ben Orhan Veli
"Yazık oldu Süleyman Efendiye"
Mısra-i meşhurunun mübdii*..
Duydum ki merak ediyormuşsunuz,
Hususi hayatımı,
Anlatayım:
Evvela adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Evde otururum,
Masa başında çalışırım.
Bir anne ile babadan dünyaya geldim.
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet*.
Ne İngiliz Kralı kadar
Mütevazıyım,
Ne de Bay Celâl Bayar'ın
Ahır uşağı gibi aristokrat.
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele
Bayılırım.
Malda mülkte gözüm yoktur.
Vallahi yoktur.
Yayan dolaşırım,
Mütenekkiren* seyahat ederim.
Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir
En yakın arkadaşlarım.
Bir de sevgilim vardır pek muteber;
İsmini söyleyemem
Edebiyat tarihçisi bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,
Meşgul olmadığım "ehemmiyetsiz"
Sadece üdeba arasındadır.
Ne bileyim,
Belki daha bin bir huyum vardır.
Amma ne lüzum var
Hepsini sıralamaya?
Onlar da bunlara benzer...



Orhan Veli 13 Nisan 1914 günü İstanbul'da doğdu. Babası orkestra şefi Mehmet Veli, annesi Fatma Nigar Hanım'dır. Adnan Veli (mizah yazarı) ve Füruzan Yolyapan isimli iki kardeşi vardır.

Çocukluğu İstanbul'un Cihangir ve Beykoz semtlerinde geçti. İlkokulu Galatasaray Lisesi'nde yatılı olarak okudu. Babasının Cumhurbaşkanlığı Bando Şefi olması üzerine dördüncü sınıfta iken ailesi İstanbul’dan ayrılınca Ankara Gazi Okulu'na geçti ve ertesi sene Ankara Erkek Lisesi'ne başladı.
En yakın arkadaşlarından Oktay Rıfat ile 13 yaşında, Melih Cevdet ile 16 yaşında tanıştı. Bu iki arkadaşıyla birlikte lise yıllarında hazırladığı Sesimiz dergisinde ilk yazılarını yayımladı.


1933 yılında liseyi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü'ne başladı. Ancak, 1935 yılında okuldan ayrılarak yüksek öğrenimini yarıda bıraktı.

Şair, 1936’da Ankara’ya döndü. Askere gidene kadar PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Milletlerarası Nizamlar Bürosunda memurluk yaptı. Bu arada ilk şiirlerini 1936 yılı Aralık ayında Varlık Dergisi’nde Mehmet Ali Sel adı ile yayınladı. 1941’de lise arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Garip adlı şiir kitabını çıkartarak Garip Şiir Akımının öncülerinden oldu. Şiirlerinde yalın bir halk dili kullandı, yergi ve gülmeceden yararlanarak, sıradan yaşantıların şiirinin de yazılabileceğini gösterdi.


İkinci Dünya Savaşı nedeniyle askerlik uzatıldığı için 4 yıl askerlik yaptı. Askerlikten döndükten sonra 2 yıl kadar Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalıştı. Azra Erhat, Oktay Rıfat, Erol Güney ile ortak çeviriler yaptı. Ancak 1947’de bakanlıktaki “antidemokratik hava” nedeniyle Tercüme Bürosu’ndaki görevinden istifa etti.

Mehmet Ali Aybar’ın yayımladığı Hür ve Zincirli Hürriyet gazetelerinde eleştiriler, kültür ve sanat üzerine yazılar yazdı. La Fontaine’in masallarını şiirsel bir dille Türkçeleştirdi. Nasrettin Hoca öykülerini de şiire dönüştürdü.

1 Ocak 1949 tarihinden itibaren on beş günde bir yayımlanan Yaprak dergisini çıkarmaya başladı. 28 sayıyı tamamen kendi çabası ile çıkardı. 15 Haziran 1950'ye kadar yayımlanan bu dergiyi parasal güçlükler nedeniyle yayımlayamaz olunca Ankara'dan ayrılıp, İstanbul'a döndü.


1950 Sonbaharında, bir haftalığına geldiği Ankara'da, 10 Kasım 1950 gecesinde, yolda, Belediyenin açtığı onarım için kazılmış bir çukura düşerek ayağından yaralandı. İstanbul’a döndükten sonra, bir arkadaşının evindeyken, durumu birdenbire kötüleştiği için kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesinde, 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanamasından öldü. Ölümü, Türkiye'de o güne kadar hiçbir şairin ölümünde görülmemiş bir yankı buldu. Orhan Veli Kanık geniş katılımlı bir cenaze töreninin ardından Rumelihisarı Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Öldüğünde üzerinde diş fırçasına sarılmış bir şiir bulundu cebinde...



Eserleri

Yapı Kredi Yayınlarından çıkan kitapları:

Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti - Kendi Sesinden Şiirler
Bütün Şiirleri - Orhan Veli Kanık
Çeviri Şiirler
Garip (Numaralı Özel Baskı)
Hoşgör Köftecisi
La Fontaine'in Masalları
Nasrettin Hoca Hikâyeleri
Sakın Şaşırma - Seçme Şiirler / Orhan Veli
Şairin İşi / Yazılar, Konuşmalar
Şevket Rado’ya Mektuplar
Yalnız Seni Arıyorum - Nahit Hanım'a Mektuplar


Çeviri Kitapları

Maarif Basımevi'nden çıkan kitapları:

-1943-Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı, Alfred de Musset
-1944-Barbarine, Alfred de Musset
-1944-Scapin'in Dolapları, Molière
-1944-Versailles Tûluatı, Molière-Azra Erhat'la birlikte
-1944-Sicilyalı Yahut Resimli Muhabbet, Molière
-1944-Tartuffe, Molière

Diğer yayın evlerinden..

-1945-Üç Hikâye, Nikolay Gogol (Alaaddin Kıral Basımevi, Erol Güney'le )
-1946-Turcaret, Alain Rene Lesage (Milli Eğitim Basımevi)
-1947-Fransız Şiir Antolojisi, (Varlık Yayınevi)

Doğan Kardeş Yayınlarından çıkan kitapları:

-1948-La Fontaine'in Masalları, La Fontaine
-1949-Hamlet, William Shakespeare (Charles Lamb uyarlaması)
-1949-Venedik Taciri, W.Shakespeare (Charles Lamb uyarlaması)

Diğer yayın evlerinden..

-1961-Saygılı Yosma. Jean-Paul Sartre (Ataç Yayınevi)
-1963-Batıdan Şiirler (Yeditepe Yayınları)
-1982-Bütün Çeviri Şiirleri (Can Yayınları)


Şairin İşi Yazılar, Öyküler, Konuşmalar
Yapı Kredi Yayınları-2003/405 Sayfa

arka kapaktan..

"Sanat sanat içindir diyen şair bile eserini toplumun karşısına çıkardığı zaman onun birçok kişi tarafından beğenilmesini ister. Onu herkesten önce kendinin beğenmesi, çalışmasının gerçekten bir sanat çalışması olduğuna herkesten önce kendisinin inanması lazımdır, ama bunun salt bir avunma, bir kendi kendine yetme olduğuna inanabilecek şair de yoktur, (...)

Her şairin içinde bir okuma, bir yayılma, bir beğenilmek hırsı vardır. Bu hırsı ilkin kendi küçük çevresinde yatıştırmak ister. Sonra sonra dünyayı bile küçük görecek olur." Orhan Veli, şiirleriyle Türk şiirinin yönünü değiştiren bir şairdi.

Yarattığı dönüşüm gelecek on yılları etkiledi. Şiirlerinin yanı sıra çok sayıda gazete ve dergide yazılar yazdı, Yaprak dergisini yayımladı. Hayata "aydınca" baktı; dilden siyasete, sanattan yaşama kültürüne birçok konuda düşündüklerini kaleme aldı.Bir kısmı ölümünden sonra derlenen yazılarını, öykülerini ve konuşmalarını bir araya getiren bu kitaba yazılarından birinin başlığı olan Şairin İşi adını verdik.

"Şairce" yaşamış bir şairdir, işi şiirdi.


Kitaptan bir yazı:

Cümbüşlü Bir Kitap

Okuyucularına hoşça vakit geçirtmek isteyen yazarların sık sık başvurabilecekleri kaynaklar vardır. Milli Kalkınma Partisinin yayınları ile Necip Fazıl'ın, Peyami Safa'nın yazıları onlar arasındadır. Ben, son günlerde yeni bir kaynak daha buldum: Din dergileri.

Bu dergilerden, geçen sayımızda da söz açmış, Sebilürreşad'ın meseleleri üzerinde kısaca durmuştum. Elime bu sefer başka bir hazine geçti. Bu hazine, Hakka Doğru dergisinin yayınladığı Rüya Tabirnamesi adlı kitaptır. Eser aslında, Muhyiddin-i Arabi hazretlerininmiş: Muhterem Zeki adındaki bir zat yeniden yazmış. Bir bilim eseri gibi başlıyor.

Rüyalar birkaç bölüme ayrılmış. Gerçek rüyalar, yalan, yalancı, aldatıcı rüyalar, efdal rüyalar gibi. Gerçek rüyalar da üçe ayrılmış. Tebşir, tahrir, ilham rüyaları.. İnsan şaşırıyor birdenbire. Doğru dürüst ağır başlı bir kitap okuyacağını sanıyor. Gelgelelim ikinci sayfada iş değişiyor. Sapıtıveriyor yazar. Diyor ki:

"Fakir adamın rüyasına itibar olunmaz. Çünkü, o daima günlük nafakasını düşünür."

Bütün dinler, insanlara, oldukça eşit bir yaşayış sağlamaya çalışmışlar. Bunun için de, herkesten önce, fakir fukarayı korumak gerektiğine inanmışlar. Böyle iken, nasıl oluyor da, bir din dergisinin çıkardığı bir kitap fakir fukarayı adam yerine koymuyor? Doğrusu pek akıl erdiremedim. Yazar, gene o sayfada, deminki cümleden bir kaç satır aşağıda şöyle diyor:

"Rüya gören kimse, bunu düşmana, cahile, kadına ve maskaraya söylememelidir."

Demek ki, kadın kısmı, düşmanla, cahille, maskarayla bir tutuluyor.
Ne insanlık, ne insanlık !..
Aynı kitabın başka bir yerinde şöyle bir söz var:

"Vücudunda mevcut uzuvlarından fazla şey gören kişi, zengin olur."

İnsanın içinden, cümlemize, üçer kulak, dörder burun, beşer bacak vermesi için Tanrıya yalvarmak geliyor.

Başka bir cümle:

"Kabak ağacı gören kişi doktorluğu öğrenir ve hasta olmaz."

Kabak ağacı olur mu olmaz mı diye düşünmüyoruz bile. Demek ki, diyoruz, tıp fakültelerinin de pabucu dama atıldı. Öyle ya, bir kabak ağacı gör rüyada; tamam. Ne lüzum var okullarda çürümeye?
Hemen as kapına levhayı,

Birinci sınıf operatör diye.

Kitapta bu biçim örnekler tümen tümen. Ama ne lüzum var hepsini sıralamaya? Merak eden alır, okur.

Okur ya, kitabın sonundaki bir "Seğirname" ye de ilişmeden edemeyeceğim. Bu bölümde, yazar, türlü uzuvların seğirmelerine türlü manalar vermiş. Mesela bir yerde şöyle demiş:

"Tenasül aleti seğriyen kimse, izzet ve hürmet bulur, sevdiği adamla buluşur."

"Hayanın iki tarafının seğirmesi darlığa düşmeye alamettir. Hayasının sağ yanı seğriyen insan sevinir. Hayasının sol yanı seğriyen insan da sevinir ama daha önce biraz mihnet çeker."

"Dübürünün sağ yanı seğriyen aziz olur, sol yanı seğriyen rahat bulur."

Bu kadar rahat konuştuklarına göre, bu zatların sol yanı seğriyor demektir.

Namusla edep arasında pek de fark gözetmeyen, bu arada hepimizi edepli olmaya davet eden bu din sözcülerinin bu tür işlerini-ne yazık ki pek ciddiye alamıyoruz. Bunun böyle olacağını kendileri de sezmişler herhalde; bir açık kapı bırakmış olmak için, kitaplarını Şaka Basımevi'nde bastırmışlar.. (Yaprak dergisi 1950)


Bendeki Orhan Veli

İstanbul’u Dinliyorum

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, bilmiyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, bilmiyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbimin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.



Hürriyete Doğru

Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekleyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere…



Şimdi kavak ağaçları görünüyor
penceresinden
kanal boyunca
gündüzleri yağmur yağıyor
ay doğuyor geceleri
ve pazar kuruluyor karşı meydanda
onunsa daima ;
yol mu, para mı , mektup mu ;
      bir düşündüğü var...



Deli eder insanı bu dünya
bu gece, bu yıldızlar, bu koku
bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç...



 Uyuşamayız yollarımız ayrı
sen ciğercinin kedisi , ben sokak kedisi
senin yiyeceğin, kalaylı kapta
benim ki aslan ağzında
sen aşk rüyaları görürsün , ben kemik
ama seninki de kolay değil, kardeşim
kolay değil hani
böyle kuyruk sallamak
tanrının günü...



Bakakalırım giden geminin ardından :
atamam kendimi denize, dünya güzel ;
serde erkeklik var, ağlayamam...



İstanbul'dan ayva gelir , nar gelir
döndüm baktım bir edalı yar gelir
gelir desen dargelir
gün aşırı alacaklılar gelir
anam anam
dayanamam
bu iş bana zor gelir...



Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı
unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar
bir gökyüzü genişliğiyle ruhuma dolar
otların içine sırtüstü yatmanın tadı...



Söğüt ağacı güzeldir ,
           fakat trenimiz
             son istasyona 
                 vardığı zaman
          ben dere olmayı
              söğüt olmaya
                 tercih ederim...


Bütün güzel kadınlar zannettiler ki
aşk üzerine yazdığım her şiir
kendileri için yazılmıştır
bense daima üzüntüsünü çektim
onları iş olsun diye yazdığımı
bilmenin....




Uzanıp yatıvermiş sere serpe; 
Entarisi sıyrılmış, hafiften; 
Kolunu kaldırmiş, koltuğu görünüyor; 
Bir eliyle de göğsünü tutmuş. 
İçinde kötülüğü yok, biliyorum; 
Yok, benim de yok ama.. 
Olmaz ki! 
Böyle de yatılmaz ki! 



Cep delik cepken delik
yan delik kaftan delik
don delik mintan delik
kevgir misin be kardeşlik...


Şimdi kılıksızım fakat
borçlarımı ödedikten sonra
ihtimal bir kat da yeni esvabım olacak
ve ihtimal sen
yine beni sevmiyeceksin
bununla beraber pazar akşamları
sizin mahalleden geçerken
süslenmiş olarak
sanıyor musun ki bende sana
şimdiki kadar değer vereceğim ?..



Bir duymada gürültüsünü
dallarda çatırdayarak açılan fıstıkların ,
gör bak ne oluyorsun,
bir duyma da gör şu yağan yağmuru ;
çalan çanı, konuşan insanı,
bir duyma da kokusunu yosunların
ıstakozun , karidesin
denizden esen rüzgarın...



Öteki dünyada akşam vakitleri
fabrikamızın paydos saatinde,
bizi eve götürecek olan yol
böyle yokuş değilse eğer
ölüm,
   hiç de fena bir şey değil...


ve 60 yıl sonra bulunduğu söylenen bir şiiri..


O sabah alnımda iki ter damlası konuşacak
Yorgun olarak öldüğüme dair
Benim Yeni Sabah’ı bir başkasına verecek gazeteci Yusuf
İskele kahvesinde çayım soğuyacak
İlk vapur yolcuları arasında olmadığımın farkında bile olmıyacaklar
Lâz müezzin hakkımda salâ verecek
İmam bildiğini okuyacak
Bozuk düzen makamından
Hiç Çamlıca kuşbaşı kar yağarken ölünür mü diyen
Yarıdan fazlası abdestsiz cemaatim olacak
Ve hepsi de
İyi biliriz diye yalan söyleyecekler
Ertesi sabah Cumhuriyet’te sülalem sayılacak
Müessif bir irtihal denmiyecek
Ve nihayet
Başı boş hayatım gibi
Başı boş mezarım da taşsız kalacak...

PS:

Kemal Anadol bu şiirin Fahri Erdinç'e (Şen Olasın Halep Şehri adlı kitabın içindeki bir şiir) ait olduğunu açıkladı..Konuyla ilgili habere tıklayın

Kendi Sesinden ve Müşfik Kenter'in Sesinden Şiirleri

Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti kitabı ve bu kitapla birlikte verilen CD, Orhan Veli'nin çok eski bir kayıt yöntemi olan "tel"e okuma ile kaydettiği ses kayıtlarından oluşuyor. Bu kayıtlarda Orhan Veli'nin kendi sesinden dinleyeceğimiz şiirleri ve bir de Karagöz oyunu bulunuyor. 

Kız kardeşi Füruzan Yolyapan'ın yıllarca sakladığı ve klasik bantlardan da önceki bir teknikle "tel"e okuduğu kayıtlarda Orhan Veli, en beğendiği 22 şiirini seslendiriyor. Bir dost ortamında kaydedilen bu şiirler, ölümünden yıllar sonra, Orhan Veli hayranları için gün ışığına çıkıyor. Orhan Veli'nin kızkardeşi Füruzan Yolyapan, bu kayıtların bir evde, bir yılbaşı eğlencesi sırasında kaydedildiğini tahmin ettiğini ama bu konuda pek bilgisi olmadığını, kayıtların da kendisine küçük ağabeyi Adnan Veli ölünce onun ahbabı Orhan Boran'dan geldiğini söylüyor.

Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti'de ayrıca, Orhan Veli'nin hiç bilinmeyen bir yanını, Karagöz oyunlarına merakını, oynatmadaki ustalığını da öğreniyor, kısa bir Karagöz muhaveresini kendi sesinden dinliyoruz.


Yapı Kredi Yayınları, bir büyük şairin şiirlerini yalnızca kitaplarda okumakla kalmayıp, kendi sesini ve ilk kez işittiğimiz Karagöz oynatma yeteneğini de bu çalışma ile gözler önüne seriyor.

  
 İndir                                         İndir-II



Related Posts with thumbnails