19 Mayıs 2016

İnsanlığın Yeme Tarihi
















İnsanlığın Yeme Tarihi
Tom Standage / Maya Kitap
Çev. Gencer Çakır / 320 Sayfa

Besin, tarihte karın doyurmaktan çok daha fazlasını yapmıştır. İmparatorlukların kurulmasına yardım eden, sanayileşmeye katkı sağlayan, savaşların kaderini tayin eden ve bu sayede insanlığın gelişimine yön veren bir teknolojik araç olmuştur. Tom Standage, Çin’de M.Ö. 7500’de çiftçiliğin ortaya çıkışından, günümüzde yakıt üretimine kadar, toplumları şekillendir-mede ve dönüştürmede besinin oynadığı rolü gözler önüne seriyor. Bunu yaparken arkeoloji, antropoloji ve iktisat gibi alanlardan yararlanıyor. Toplumların dönüşümünde besinin oynadığı role dair göz kamaştırıcı bir tarih.

Tom Standage, The Economist dergisi bilim ve teknoloji muhabiridir. Yazıları Wired, Feed, Financial Times, Prospect, Guardian, Independent ve Daily Telegraph gibi birçok dergi ve gazetede yayınlanmıştır. İngiltere'de yaşamaktadır.

Mesleğimle ilgili olduğu için okumuştum, etkileyici bir kitap, okuduktan sonra marketten baharat alırken artık daha başka bir gözle bakacaksınız, ya da mısıra, patatese... Besinlerin tarihi bizim gelişmemizin de tarihi aynı zamanda..

Tuhaf bir şekilde hem sona gittiğimizi göstermesi bakımından hem de bütün olasılıkları düşünen aklı başında birilerinin olduğunu görmemizi sağladığı için kitaptan sadece son bölümü ekliyorum..















Her ziyafetin bir sonu vardır.
                       -Çin Atasözü

Kuzey Kutbu'ndan yedi yüz mil uzakta, kutup dairesinde yer alan ıssız bir adada, bir dağın yamacındaki karların içinden tuhaf bir beton yapı, çıkıntı yapmıştır. Bu yapının dış yüzeyinde yer alan bir aralıktan, yansıtıcı çelik ile aynalar ve prizmalar, yaz ayları boyunca etrafa kutup ışınları yansıtarak ışıl ışıl parlayan bu yapıyı adeta bir “mücevher”e dönüştürür. Kış aylarının karanlık günlerinde ise aynı yapı, iki yüz kadar fiber optikten yeşil, turkuaz ve ürpertici bir beyaz ışık saçarak yapının millerce öteden görünmesini sağlar. Yapının ağır çelik giriş kapılarının arkasında toprağın altındaki ana kayaya doğru' 125 metre uzanan betonarme bir tünel bulunur. Ayrıca diğer kapılar ve iki hava geçirmez odanın arkasında ise üç mahzen yer alır. Her mahzenin uzunluğu 27 metre, yüksekliği 6 metre, genişliği de 10 metredir. Bu mahzenlerde altınlar, sanat eserleri, gizli plan ve projeler ya da yüksek teknolojili silahlar değil, tüm bunlardan çok daha değerli olan bir şey, insan türünün belki de en büyük hazinesi denilebilecek bir şey depolanacaktır. Sayıları milyarlarla ölçülen tohumlar.


Kuzey Okyanusunda Norveç'in Spitsbergen adasında yer alan Svalbard Küresel Tohum Mahzeni, dünyanın en büyük ve en güvenli tohum depolama tesisidir. Tesisin içinde yer alan tohumlar, polietilen ve alüminyumdan yapılmış kurşuni renkte dört katlı zarflar içinde muhafaza edilir. Bu tohumlar, her tarafı sıkıca kapatılan kasalara konulmuş ve mahzenlerdeki raflara istiflenmiştir. Her zarfta ortalama beş yüz tohum bulunur ve bir mahzenin toplam kapasitesi 4,5 milyon zarftır. Diğer bir deyişle, bir mahzen iki milyardan fazla sayıda tohumu muhafaza edebilecek kapasiteye sahiptir. Bu, şu an var olan herhangi bir tohum bankasının sahip olduğu kapasitenin fersah fersah ötesinde bir kapasitedir. Tesisin ilk mahzeninin sadece yarı kapasitede olması bile Svalbard Küresel Tohum Mahzeni'ni dünyanın en büyük tohum bankasına dönüştürecektir.


                
Buradaki mahzenlerin özenli tasarımları ve konumlanışları, onları dünyanın en güvenli mahzenlerine dönüştürmektedir. Bugün dünya çapında yaklaşık 1.400 tohum bankası bulunmaktadır; ancak bu bankaların pek çoğu gerek savaşlara gerekse de doğal afetlere karşı ya korunaksızdır ya da yeterli mali kaynaklardan yoksun bırakılmıştır. Örneğin, 2001 yılında Taliban militanları Afganistan’da içerisinde eski ceviz, badem, şeftali ve diğer meyve ve yemiş tohumlarının yer aldığı bir tohum bankasını yerle bir etmişti. 2003 yılında, Amerika’nın Irak'ı işgali sırasında, Ebu Gureyb’de yer alan bir tohum bankası yağmacılar tarafından harap edilmiş ve nadir bulunan buğday, mercimek ve nohut türleri yok edilmişti. Filipinler'in ulusal tohum bankasında yer alan tohum türlerinin çoğu, 2006 yılında, ülkeyi etkisi altına alan tayfunda bankanın çamurlu su baskınına uğramasıyla birlikte yok olup gitmişti. 

Latin Amerika’da yer alan bir tohum bankası, soğutucuların bozulmasıyla birlikte hemen hemen tüm patates tohumlarını yitirmişti. Malavi'nin tohum bankası ise tahta bir kulübenin köşesinde bulunan bir dondurucudan ibarettir. Tohum bankalarının mali kaynaklardan yeterince faydalanamadığı da bir gerçektir. Örneğin, Kenya'nın tohum bankası, yöneticilerin elektrik faturasını ödeyememelerinden ötürü yok olmanın eşiğine gelmişti. Bütün ulusal tohum bankalarının yedeği olarak rol oynayacak Svalbard’daki tesis ise hem doğal, hem de insan kaynaklı riskleri en aza indirecek şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca tesisin bütün giderleri, mahzenin inşaat masraflarını ödeyen Norveç devleti tarafından karşılanacaktır.

Svalbard'daki tesis, dünyanın en ıssız mekânlarından biri üzerine inşa edilmiş olmasının yanında çelik kapılar ve şifreli kilitler ile sıkı bir şekilde emniyet altına alınmıştır. Tesis, İsveç'ten video bağlantısı ile saniye saniye izlenmekte ve etrafa yerleştirilmiş hareket detektörleri ile korunmaktadır (Kutup ayıları civardaki “davetsiz misafirler” için oldukça caydırıcı bir işlev görür: Bölgedeki insanlara, dışarıda bir yerleşime yeltenecekleri her seferinde yanlarında etki gücü yüksek tüfek taşımaları salık verilir). Svalbard'daki mahzen, dağın içine inşa edildiği için hem jeolojik yönden sağlam bir konumdadır, hem de daha düşük bir zemin radyasyonuna maruz kalır. Tesis, deniz seviyesinden 130 metre yüksekte yer aldığı için gelecekte deniz seviyesinin yükselmesi gibi en kötümser tahminlerde bile hiçbir sorun yaşamayacaktır.


Mahzenin, bölgeden çıkarılan kömür ile desteklenen soğutucu sistemi, tohumları, -18 santigrat derecede (-0,3 fahrenhayt derecede) muhafaza eder. Soğutma sisteminde herhangi bir aksaklık yaşansa bile, donmuş toprağın altında yer alan mahzenin yeri, içerideki sıcaklığın -3,5 santigrat dereceyi (25,7 fahrenhayt dereceyi) asla geçemeyeceğinin adeta bir garantisidir. Bu, mahzenin iç sıcaklığının, tohumların hemen hemen tamamının yıllarca muhafaza edilmeye yetecek denli soğuk olduğu anlamına gelir. Soğutucunun normal çalışması sırasında, her numuneden alınacak birkaç tohumun zaman zaman toprağa ekilmesi gerekecektir; bu şekilde taze tohumların elde edilmesi söz konusu olacaktır (Marul tohumu gibi bazı tohumlar, sadece elli yıl boyunca saklanabilmektedir). Bu yöntem ile binlerce tohum türünün hiçbir kesintiye uğramadan süresiz olarak saklanabilmesi mümkün olacaktır.

Svalbard'daki mahzenin gayesi, insanlığın hem kısa vadede, hem de uzun vadede karşı karşıya kalacağı tehditlere karşı bir güvence oluşturmaktır. Kısa vadedeki tehdidin (iklim değişikliğinin küresel tarımın işleyişini aksatması), gıdanın insani gelişimin seyrini etkileyeceği bir aşamada gelecek olması muhtemel görünmektedir. Pek çok ülkede iklim değişikliği, 21. yüzyılın sonlarında yaşanacak en serin yılların, 20. yüzyılın en sıcak yıllarına kıyasla daha ılık olacağı anlamına gelmektedir. Bugünün ürün türlerinin geliştirildiği koşullar, artık geçerli olmayacaktır. Washington D.C.'deki Küresel Kalkınma Merkezinde küresel ısınmanın ekonomik etkileri üzerine Çalışmalar yürüten William Cline’a göre iklim değişikliği, eğer hiçbir önlem alınmazsa, gelişmekte olan ülkelerde 2080'li yıllar itibariyle tarımsal üretimin yüzde 10 ila 25 nispetinde düşmesine neden olacaktır. Bazı durumlarda ise bu etkinin çok daha dramatik bir boyutu meydana gelecektir. Örneğin, Hindistan’ın besin üretiminin yüzde 30 ila 40 nispetinde düşmesi ihtimal dâhilindedir. Ayrıca ortalama sıcaklıkları genellikle daha düşük olan bazı gelişmiş ülkelerdeki tarımsal üretimin, sıcaklığın artmasına paralel olarak yükseliş göstereceği tahmin edilmektedir. En kötü senaryo ise dünyada gıda savaşlarının yaşanacağı senaryodur, çünkü tarımsal üretimdeki küresel ölçekli değişim, geniş çapta kuraklık ve gıda kıtlıklarına yol açacak, bu da tarım arazileri ve su kaynaklarına erişim konusundaki çatışmaları körükleyecektir.


Çok daha iyimser bir senaryo ise tarımın iklim değişikliklerine ayak uydurabileceği senaryosudur. Ancak iklim değişikliği, insanlık sera gazı salınımını, 21. yüzyılda önemli ölçüde azaltmayı başarsa bile bir dereceye kadar kaçınılmazdır. Önceden verimli olan arazilerin tarım yapılamayacak derecede kuraklaşması ile birlikte eskiden soğuk ve nemli olan bölgelerin tarım için daha elverişli bir hale gelmesi, yeni özelliklere sahip tohum türlerini gerekli hale getirecektir. Bu noktada Svalbard'daki tohum mahzeni devreye girmektedir. Yeşil Devrim'in sonucunda yüksek verimli tohum türlerinin yayılması geleneksel türlerin pek çoğunun artık ekilmeyeceği ve yok olup gideceği anlamına geliyordu. Örneğin, 19. yüzyılda Amerika'da yetiştirilen 7.100 çeşit elmanın 6.800'ü bugün artık tükenmiş durumdadır. Küresel ölçekte Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'nün yaptığı hesaplamalara göre 20. yüzyılda ürün türlerinin yaklaşık yüzde 75'i ortadan kalkmıştır. Ayrıca her gün bir türün yok olması ile bu yok oluş süreci devam etmektedir. Elbette geleneksel türler, modern türlere kıyasla, genellikle, daha düşük bir verime sahiptir; ancak bu türlerin hepsi birden gelecekte kullanılmak üzere muhafaza edilmesi gereken kıymetli bir genetik kaynağı temsil etmektedir.

PI 178383 isimli buğday türünün durumunu göz önüne alalım. Amerikalı Botanikçi Jack Harlan, 1948 yılında Türkiye’ye ziyareti sırasında bu buğday türünden bir numune aldığında, bu türü, “tamamen işe yaramaz” bir buğday olduğu gerekçesiyle görmezden gelmişti. Bitkinin durumu soğuk kış aylarında kötüleşiyor, uzun ve zayıf bir sapa sahip olması da buğdayın kolayca yere eğilmesine neden oluyordu; dahası “yaprak pası” hastalığına karşı da oldukça dirençsizdi. Ancak 1963 yılında, bitki ıslahçılarının Amerikan buğdayını “sarı pas” denen bir başka buğday hastalığına karşı dirençli hale getirmek için araştırma yaptıkları bir sırada, işe yaramaz olduğu sanılan Türk buğdayının tam da bu iş için biçilmiş bir kaftan olduğu ortaya çıktı. Yapılan testler, Türk buğdayının dört farklı sarı pas hastalığının yanı sıra toplam kırk yedi çeşit buğday hastalığına karşı dirençli olduğunu ortaya koydu. Hemen ardından da Türk buğdayının Amerika’daki yerel buğday türleri ile melezlenmesi gerçekleştirildi. Bugün Pasifik Kuzeybatısında yetiştirilen buğdayın neredeyse tamamı köken olarak Türk buğdayına dayanmaktadır. Sonuç olarak, Harlan'ın genellikle bir eşeğin üzerinde sürdürdüğü tohum toplama gezilerinden paha biçilmez bir genetik materyal elde edilmişti. Özetle söylemek gerekirse, bugünden kuraklığa, hastalığa ya da haşerelere karşı dirençli olmaları noktasında gelecekte hangi türlerin işe yarar olacağını söylemek pek kolay değildir. Bu yüzden yapılacak en akıllıca iş, mümkün olan en fazla sayıda tohumu, olabildiğince güvenli bir ortamda muhafaza etmektir. Svalbard'daki tesis, bu amaca hizmet etmek amacıyla kurulmuştur.


Ayrıca bu tesis, daha uzun süreli bir tehdide karşı da bir sigorta işlevi görmektedir. Günün birinde bir nükleer savaş, dünyaya çarpacak bir asteroit ya da küresel ölçekli diğer felaketler, uygarlığının en temel düzeyinden, yani tarımdan başlamak suretiyle insanlığın kendi uygarlığını yeni baştan inşa etmesini zorunlu hale getirebilir. Bugün Svalbard'da depolanan tohumlardan bazısı, tesisin soğutma sistemi bozulsa bile bin yıl boyunca hayatta kalabilecektir. Örneğin, buğday tohumlarının 1.700 yıl, arpa tohumlarının 2.000 yıl, sorgum tohumlarının ise 20.000 yıl ömürleri vardır. Belki de bugünden yüzlerce yıl sonra gözü pek bir grup kâşif, günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce ilk kez Neolitik Çağ'da başlayan tarımsal süreci yeniden hayata geçirmek için gereken en kritik maddeleri gidip alma amacıyla Svalbard'ın yolunu tutacaktır.

Svalbard'daki tohum bankasının fütürist tasarımı ve ileri teknolojili donanımına rağmen bu tesisin temelinde Neolitik bir yankı bulunur: tohumları emin ellerde saklamak. İnsanların tahıl ürünlerine karşı ilk kez belirli bir ilgi göstermelerine yol açan ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel gıda kıtlıklarına karşı tohumları sigorta işlevi görmesi amacıyla saklamak, bir yetenek işiydi. Bu yöntem, tahıl ürünlerinin tarımsal birer ürüne dönüştürülmesi, ekilip biçilmesi ve bu kitapta anlatılan diğer şeyler için bir başlangıç oluşturmuştur. Tarımın doğuşundan Yeşil Devrim'e dek besin, insanlık tarihinde hep temel bir unsur olagelmiştir. Ayrıca Svalbard'da depolanan tohumların ister kısa vadede işe yarar bir genetik kaynak olduğunun ortaya çıkmasında olsun, isterse de insan türünün büyük bir felaketin ardından yeniden ayakları üzerine doğrulmasını sağlamada olsun, besin, her zaman gelecekte insanlığın vazgeçilmez bir unsuru olmaya devam edecektir...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails