Salome
M.S. 30 yıllarında, Roma İmparatorluğu
yönetimi altındaki eski Filistin ve İsrailiye’de,
Galile Kralı Herod Antipos un üvey kızı..
Kral Herod üvey kızının bir kerecik dansını
görmek için neler vermez?
Salome'ye sorar:
-bu dans için ne istersin?
"Salome" aşkına karşılık vermeyen
Vaftizci Yahya'nın başını ister.
İncilde geçen bir oykünün kahramanı.
İsa'yi vaftiz eden, inancı ve hikmetiyle pek çok insanı
etkileyen Vaftizci Yahya, erkek kardeşi Filipus'un karısı
Hirodias ile evlenmiş olan kral Hirodes'e "kardesinin
karısını almak sana caiz değildir" der. Kral bu sözleri uzerine
Yahya'yı zindanda tutsak eder, fakat kutsal ve değerli bir
adam olduğunu düşündüğü icin onu öldürtmez.
karısı Hirodias ise Yahya'ya içten içe kin duymaktadır
ve bunu bilen kral Hirodes, Yahya'nın karısından korunması
için de ayrıca özen gosterir, aradan geçen zaman içinde,
Kral kendi doğum gününde büyük bir şölen verir,
Şölende karısı Hirodias'in kızı Salome, davetlilerin önünde
danseder. hem davetliler hem de Kral bundan öyle keyif
alırlar ki, kral Salome'ye "dile benden ne dilersen,
sana vereceğim" der, ve hatta "benden ne dilersen,
ülkemin yarısına kadar sana vereceğim" diye and içer.
Salome ne diyeceğini bilemez ve gidip annesine danışır.
annesi ondan Vaftizci Yahya'nın başını istemesini söyler,
kız denileni yapar. "Vaftizci Yahya'nın başının tepsi içinde
şimdi bana verilmesini isterim"..
.
Kral buna çok kederlenir ama sofrada, konuklarının
önünde büyük bir yemin ettiği için, kızın istediğini yapar,
baş kıza tepsi içinde sunulur,
kız da tepsiyi alıp annesine götürür.
Bundan sonra Salome'nin başına gelenler hakkında,
herhangi bir söyleme rastlanmaz.
Oscar Wilde uyarlaması:
Amerika'dan çıkan ilk sanat filmi sayılan Salome,
İncil'den alınan popüler bir intikam öyküsünü anlatır.
Öykünün merkezinde, üvey kardeşinin karısı Herodias ile
evlenen Celile kralı Herod Antipas ve üvey kızı/yeğeni
Salome ile Salome'nin ünlü "yedi tül dansı" vardır.
Avangart set ve kostüm tasarımları, Oscar Wilde'ın oyunu
için yapılan özgün çizimlere dayanıyordu. O yıllarda bir
skandal, günümüzde ise fantastik, şaşaalı ve göz alıcı bir
görsel anıt olarak görülen bu sessiz klasik,
piyanist Eunice Martins'in özgün bestesiyle sunulmuştu
Bir intikam öyküsü
Filmin öyküsü, aslında İncil’den alınmış,
Batı’da çok bilinen, klasik bir intikam öyküsü.
Oscar Wilde bunu 1891 yılında oyunlaştırmış. Film de,
oyun için hazırlanan çizimlere dayanarak 1923 yılında
çekilmiş. Konu şöyle ilerliyor:
Celile kralı Herod, üvey kardeşinin karısı ile evlenir
ve onun kızı Salome’ye de göz koyar.
Peygamber Vaftizci Yahya ise, bu evliliği onaylamaz
ve bir günah olarak lanetler. Bunun üzerine kral Herod,
Yahya’yı hapse attırır. Ancak Salomé, peygamber Yahya’yı
görür görmez aşık olur ve onunla ilgilenmeye çalışır.
Yahya onu reddeder.
Bunun üzerine küplere binen genç kadın,
bir dans yaparak amcasını ikna eder ve karşılığında
Yahya’nın öldürülmesini ister. Kimse bu işe yanaşmayınca
Salomé Yahya’yı kendisi öldürür. Amcası kral Herod'da
bu manzara üzerine kıskandığı ve ürktüğü Salomé’nin
öldürülmesi için emir verir. Film, Salomé’nin
“Aşkın gizemi, ölümün gizeminden büyüktür”
sözleriyle son bulur.
Felaket kehaneti Edebi formasyonu çok sağlam olan
Oscar Wilde kuşkusuz tarihte Salomé'yi işleyen birçok
eseri tanıyordu ve 1892 yılında yazdığı oyununda da
İncil referanslarının yanı sıra bunlara da başvurmuştu.
Özellikle de sembolist şiir ve dram yazarlarının
en önemlilerinden Maurice Maeterlinck'ten etkilenmişti:
Salomé oyununun evrensel bir gizemi öne çıkaran,
olacak bir felaketi kehanet eden tarzı (ölü bir kadına
benzeyen ay, çok kötü şeyler olacağının sıkça tekrarlanması,
bir intihar, yerdeki kana basmanın uğursuzluğu,
kralın duyduğu kanat çırpışları, vs.) ve karakterlerin
mekanik, basit, absürde kaçan dili hep Maeterlinck'in
oyunlarına özgü şeylerdir. Oscar Wilde oyunu 1891'de
Paris'te Fransızca olarak yazdı.
Özellikle Gustave Moreau'nun Salomé çizimlerinden
ilham aldığı söylenir. 1892 Haziranı'nda İngiltere'de
oyunun provaları başladı ancak oyun İncil'den
karakterlerin sahnede tasvir edilmesinin yasak olduğu
gerekçesiyle sansürlendi. Asıl sebep, tabii ki oyunun
cinsel açıdan oldukça cüretkâr olmasıdır.
Sonunda, yazıldıktan beş yıl sonra,
1896'da Paris'te sahnelendi.
Sahnelendiğini göremedi Wilde'ın metninde Salomé,
Yahya'nın özellikle de onun cazibesine kapılmamasından,
kendini dine vermişliğiyle kendisine bakmaktan bile
kaçınmasından etkilenir. Onun beyaz bedenini,
siyah saçlarını, kırmızı dudaklarını arzular ve bunlar ona
Yahya'nın kesilmiş başı şeklinde bir gümüş tepside
sunulduğunda onu öpmekten kaçınmaz.
Bu bariz nekrofilinin yanı sıra Kraliçe'nin pajı
(savaş sanatını ve başka hizmetleri öğrenmesi için
soyluların yanına verilen soylu genç) ile Genç Süryani
arasında da eşcinsel bir ilişki vardır. Dolayısıyla İngiltere'de
sansüre uğraması ve ilk kez 19. yüzyıl sonlarında çok daha
avangard bir yaşamın merkezi olan Paris'te
sahnelenmiş olması çok doğal.
Salomé, 1894'de Aubrey Beardsley'in meşhur çizimleriyle
yayımlandı ki,elimizdeki Saloméde de bu çizimler kullanılıyor.
Wilde'sa bu çizimlerden birini beğenmiş, geri kalanını çok
'Japon etkileşimli' bulmuş, kendi oyununun çok daha Bizans'a
özgü olduğunu söylemişti.
Bir perdelik, ihtirasın özyıkıcılığına dair bir trajedi 'Salomé'.
Dili basit ve tekrarlarla dolu. Özellikle Yahya'nın
konuşmalarında İncil'den birçok direk alıntı var.
Konu da son derece basit ve o kadar sadelikle işleniyor ki
ilk okumada sembolist ayrıntıların güzelliği ve
dilde yarattığı atmosfer gözden kaçabiliyor.
Hatta 'Salomé'nin sahnelendiğini yaşarken hiç göremeyen
Oscar Wilde'ı düzgün bir şey yaratmamış, sadece İncil'den
ve kendisinden önce aynı konuyu işleyenlerden alıntı yapmış
olmakla suçlayan eleştirmenler olmuştur.
Ama şu da bir gerçek ki, o yazdıktan sonra neredeyse diğer
bütün 'Salomé'ler unutuldu ve Richard Strauss'un operası da,
20. yüzyılda çekilen birçok 'Salomé' filmi de
Wilde'ın metnini temel aldı.
Operada Salome
Operanın ilk seslendirilmesi (1905 - Dresten / Hedwih
Lachmann'ın Almanca tercümesiyle) büyük bir etki yaratmış,
bazı detaylar silininceye kadar da Londra ve Berlin'deki
seslendirilmeleri ertelenmiştir.
New York'ta 1907'deki ilk seslendirilmesi ise bu operanın
1934'e kadar tekrarlanmamasını yasaklamıştır.
Bu oyunun sanatsal gizemi ve büyüsü, konusunda
yatmaktadır. Freud'un psikoseksüel (cinsellikle ilgili zihinsel
veya duygusal davranışların incelenmesi) savı kapsamında,
Strauss'un Salome operası Saint-Saëns'in Samson ve
Delilah'ıyla bağlantılı olurken, Elektra da 1909 Schoenberg'in
Erwartung'unu hedefler (1909 - ilk seslendirilişi 1924).
Yaklaşık doksan dakika olan, müziği aralıksız süren ve
Wagner etkisi görülen bu bir perdelik opera, karakter ve
durumları anlatan leit motiflerle doludur. Strauss, Wilde'ın
oyununu neredeyse tam ve kesilmemiş olarak kullanır.
Yoğun modülasyon, arada sırada görülen salkım akorlar
ve politonalite ile kullanılır. Bestecinin becerisi, armonik
bir karmaşa içinde bu leitmotifleri kullanmasında görülür.
Ayrıca, Wagner etkisi taşıyan motifleri ve tonal sistemi
zorlayan armonileri bu operanın değerini oluşturmuştur
Tablolarda Salome
Nietzsche'nin Salomesi: Lou Andreas Salome
bu ada rastlamak mümkündür ; Lou Salome..
-Peki Nietzsche'yi derinden etkileyen bu kadın kimdir?
-Nietzsche ile aralarında ne yaşanmıştır?
-Nietzsche neden sonradan Salome'a kin ve nefrete varan
cinsten duygular beslemiştir? Nietzsche'nin felsefesinin
gelişiminde baş rol oynayan bu gizemli kadın ,
Yahudi bir aileye mensup olan Lou Salome'dur.
Güzelliği , zerafeti , aykırılığı ve ukalalığıyla bir erkeği
rahatlıkla baştan çıkarabilen bu kadın , zamanında
neredeyse Nietzsche'nin gözünde tanrıçalaştırılmıştır..
Ortak arkadaşları olan Paul Ree vasıtasıyla tanıştırılan
Nietzsche ve Salome , kısa süre sonra iyi bir dost olurlar.
Sık sık Ree ile birlikte bir araya gelip , felsefe sohbetleri
yaparlar.Lakin Nietzsche , ilk günden beri Salome'a derin
duygular beslemekte ve O'nu kendi "düşün eşi" olarak
görmektedir.Duyduğu platonik aşk , Nietzsche'nin bir dişiye
karşı ilk derin duygudur.Nietzsche , babasının ölümüyle
birlikte hep kadınların himayesinde büyümüştür.
Bunun etkisiyle olsa gerek ki , hayatında Salome'dan önce
hiçbir kadına aşık olmamış , hatta yanaşmamıştır bile..
Tersine kadınlar hakkındaki düşünceleri oldukça serttir ve
Lou Salome'dan sonra daha da sertleşmiştir..
Nietzsche , bu baştan çıkarıcı ve gizemli kadına yüzyüze
duygularını açamamış , bu konuyu ortak dostları Ree
vasıtasıyla Salome'a iletmeye kalkmıştır. Salome'un red
cevabı ise , Nietzsche'de büyük bir düş kırıklığına sebep
olmuştur.
Neredeyse bir yıkım olarak tanımlanabilecek
bu duygu kaosu , zamanla yerini hem Ree'ye hem de
Salome'a nefrete dönüşecektir.Nietzsche'ye göre Ree ,
gizliden gizliye Salome'a ilgi duyuyordu.Bu sebeple bilerek
ve isteyerek , Nietzsche ve Salome'un arkadaşlığını zaten
bozmak istiyordu..Fakat nedense bu ithamlar , Nietzsche'nin
red cevabıyla başlamıştır.Gerçekte böyle bir durum
yaşanmış mıdır bilinmez ama , red cevabından sonra
Nietzsche'nin kesinkes Ree'nin ihanetine uğradığına
inanmıştır.Kısa bir süreliğine de olsa bu üç arkadaş ,
güzel şeyler paylaşmış , güzel düşünceler üretmişlerdir.
Durum bunu göstermektedir ki ,
Nietzsche bu kısa zaman
zarfında felsefesi adına büyük adımlar atmıştır.
Bu dönemden kalma tek resim , Salome'un eline kırbacı
ile dikkat çektiği Ree, Salome ve Nietzsche'nin ortaklaşa
resmidir.Bu resim ,daha sonra Nietzsche'nin ablası Elizabeth
tarafından , Nietzsche'yi Salome'a karşı kışkırtmakta
kullanılmıştır.Salome'un elindeki kırbacıyla iki erkeği at
yerine geçirmesi , oldukça ilginçtir.Nietzsche'nin ablası ,
ilk tanıştığı günden beri hep Salome'u Nietzsche için
uygunsuz bulmuş , tehlikeli olarak tanımlamıştır...
ve Nietzsche'yi Salome'dan koparmak için elinden geleni
yapmıştır.Etkisi olmuşmudur bilinmez ama Nietzsche'nin
ablası ve annesinden sürekli kaçtığını ve gezgin hayatı
yaşadığını söylemek yanlış olmaz.
Sonuç olarak bu platonik aşk , Nietzsche'nin büyük acılar
çekmesine sebep olmuş ve felsefesinin gelişiminde etki
yapmıştır..Her ne kadar Nietzsche'nin Salome'a kin dolu
sözlerle bezenmiş mektuplarının varlığından haberdar
olsakta , Nietzsche'nin bu kadını hayatının sonuna kadar
hep sevdiğini söylemek ne kadar yanlış olur bilemeyiz.,
Nietzsche'nin Salomeye yazdığı şiir:
öyle bir hayat yaşıyorum ki,
cenneti de gördüm, cehennemi de.
öyle bir aşk yaşadım ki,
tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
bazıları seyrederken hayatı en önden,
kendime bir sahne buldum oynadım.
öyle bir rol vermişler ki,
okudum, okudum anlamadım.
kendi kendime konuştum bazen evimde.
hem kızdım hem güldüm halime.
sonra dedim ki, söz ver kendine
denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin.
sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
öyle bir hayat yaşadım ki,
son yolculukları erken tanıdım.
öyle çok değerliymiş ki zaman,
hep acele etmem bundandı, anladım...
cenneti de gördüm, cehennemi de.
öyle bir aşk yaşadım ki,
tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
bazıları seyrederken hayatı en önden,
kendime bir sahne buldum oynadım.
öyle bir rol vermişler ki,
okudum, okudum anlamadım.
kendi kendime konuştum bazen evimde.
hem kızdım hem güldüm halime.
sonra dedim ki, söz ver kendine
denizleri seviyorsan dalgaları da seveceksin.
sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin.
uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
öyle bir hayat yaşadım ki,
son yolculukları erken tanıdım.
öyle çok değerliymiş ki zaman,
hep acele etmem bundandı, anladım...
(F.Nietzsche)
Carlos Saura'nın çektiği film
Salomenin yaptığı "yedi tül" dansını içeren bir kitap
Bir Arapla bir Yahudi bir gün birlikte Birleşmiş Milletler
binasının karşısında restoran açmışlar...
Etnik bir fıkranın başlangıcı sandınız, değil mi?
Ama yanıldınız. Yahudilerle Arapların bir gün
gerçekleşmesi umut edilen barış içindeki ortak
yaşamlarının küçük evreni niteliğindeki bu restoran,
Tom Robbins'in o ihtişamlı yaratıcılığını yine doludizgin
serbest bıraktığı romanı Sıska Bacaklar'ın ana eksenini
oluşturuyor. Bu eksen etrafında, genç bir ressamın
New York'taki sanat ortamında kendi yolunu bulma
mücadelesine, aynı dünyada hasbelkader yıldızı
parlayan hödük bir kaynak ustasının sonunda Filistin'in
yitik tanrısını keşfine,
Kıyamet Günü'nün gelişini
çabuklaştırmaya çalışan bir rahibin çabalarına tanık
oluyoruz. Fasulye Konservesi, Kirli Çorap, Tatlı Kaşığı,
Boyalı Sopa ve Sedefli Deniz Helezonu gibi nesnelerin
ABD'den Kudüs'e bir hac yolculuğuna kalkıştıkları,
bir fasulye konservesinin derin felsefi nutuklara giriştiği
bir romanla karşı karşıyayız. Bu kitap "Sihre inanmamak
zavallı ruhları hükümete ve iş dünyasına inanmaya
zorlayabilir," diyen bir dil cambazının yapıtı ne de olsa.
Üstelik bütün bunlar olup biterken, insanoğlunun evreni
net olarak görmesini engelleyen bütün yanılsamaları,
Salome'nin tülleri gibi tek tek gözümüzün önünden
kaldırıyor. Robbins,
Buram buram siyaset kokan
bu romanında, Kitabı Mukaddes'in mirasından dehasına
yaraşır bir muziplikle yararlanıyor ve her zamanki
cüretkar tavrından hiç ödün vermeksizin, çağımızın
en hassas meselelerine el atıyor: Irk, siyaset, evlilik,
sanat, din, para ve şehvet. Bunların üzerine, kimilerinin
gezegenimizin "son günleri" olarak adlandırdığı bir
öngörünün gölgesi düşüyor düşmesine. Ancak yazar
her ne kadar kıyamet gününün dehşeti karşısında
başını kuma gömmese de, yarattığı o neşe dolu,
pırıl pırıl evren böyle olası bir akıbetin gölgesiyle
kolay kolay kararmayacak kadar aydınlıktır aslında.
Yazar: Tom Robbins
Çeviri: Süha Sertabiboğlu
Yayıncı: Ayrıntı Yayınları
Yıl, Yer: Istanbul, May 2004
Sayfa: 456
binasının karşısında restoran açmışlar...
Etnik bir fıkranın başlangıcı sandınız, değil mi?
Ama yanıldınız. Yahudilerle Arapların bir gün
gerçekleşmesi umut edilen barış içindeki ortak
yaşamlarının küçük evreni niteliğindeki bu restoran,
Tom Robbins'in o ihtişamlı yaratıcılığını yine doludizgin
serbest bıraktığı romanı Sıska Bacaklar'ın ana eksenini
oluşturuyor. Bu eksen etrafında, genç bir ressamın
New York'taki sanat ortamında kendi yolunu bulma
mücadelesine, aynı dünyada hasbelkader yıldızı
parlayan hödük bir kaynak ustasının sonunda Filistin'in
yitik tanrısını keşfine,
Kıyamet Günü'nün gelişini
çabuklaştırmaya çalışan bir rahibin çabalarına tanık
oluyoruz. Fasulye Konservesi, Kirli Çorap, Tatlı Kaşığı,
Boyalı Sopa ve Sedefli Deniz Helezonu gibi nesnelerin
ABD'den Kudüs'e bir hac yolculuğuna kalkıştıkları,
bir fasulye konservesinin derin felsefi nutuklara giriştiği
bir romanla karşı karşıyayız. Bu kitap "Sihre inanmamak
zavallı ruhları hükümete ve iş dünyasına inanmaya
zorlayabilir," diyen bir dil cambazının yapıtı ne de olsa.
Üstelik bütün bunlar olup biterken, insanoğlunun evreni
net olarak görmesini engelleyen bütün yanılsamaları,
Salome'nin tülleri gibi tek tek gözümüzün önünden
kaldırıyor. Robbins,
Buram buram siyaset kokan
bu romanında, Kitabı Mukaddes'in mirasından dehasına
yaraşır bir muziplikle yararlanıyor ve her zamanki
cüretkar tavrından hiç ödün vermeksizin, çağımızın
en hassas meselelerine el atıyor: Irk, siyaset, evlilik,
sanat, din, para ve şehvet. Bunların üzerine, kimilerinin
gezegenimizin "son günleri" olarak adlandırdığı bir
öngörünün gölgesi düşüyor düşmesine. Ancak yazar
her ne kadar kıyamet gününün dehşeti karşısında
başını kuma gömmese de, yarattığı o neşe dolu,
pırıl pırıl evren böyle olası bir akıbetin gölgesiyle
kolay kolay kararmayacak kadar aydınlıktır aslında.
Yazar: Tom Robbins
Çeviri: Süha Sertabiboğlu
Yayıncı: Ayrıntı Yayınları
Yıl, Yer: Istanbul, May 2004
Sayfa: 456
epey uğraşmışsın, güzel olmuş, eline sağlık...
YanıtlaSil7 tül dansını merak ettim :=) en yakın zamanda bir salome versiyonu bulup izlemeli...
Biraz önce bitti. Dvd de Carlos Saura' nın tiyatral müzikal filmini izledim gerçekten etkileyici, 7 tül dansı da vardı:))... Biran önce bilgi edinmek daha daha araştırma yapmak ve duygularını blogunda dökmek istiyor insan.... çok ii özetlemişsiniz... Duygularınıza sağlık, ama ben 1923 yapımı Charles Bryant'ın filmini de izlemek istiyorum...:((
YanıtlaSil