30 Mayıs 2007

Entel Odası:)




Ortalama bir Entel'in evinde olması gerekenler‎

• “biz dünyayı atalarımızdan miras değil, çocuklarımızdan ödünç aldık” şeklindeki afrika atasözünün yazılı olduğu kartpostal gibi bir şey...


• eski bir tramvay durağı levhası veya bir trafik işareti...


• munch’un “çığlık resminin kartpostalı veya miro’dan çerçeveli bir resim.


• “pulp fiction” afişi...

• “gülün adı” adlı kitap...(sakın bi arkadaştan alınıp geri verilmemiş olmasın?!)


• hint tipi tütsü benzeri bişey...


• Atatürk’ün salıncakta sallanırken fotoğrafının basılı olduğu kartpostal.


• nazar boncuğu...


• “yüreğinin götürdüğü yere git” adlı kitap...


• peri bacaları motifiyle süslü, içi boş kapadokya şarabı...


• sinema dergisi’nin promosyon olarak verdiği minik klaket...


• küçük bi kum saatti...


• “polis devleti” adlı kitap...


• “bodrum” yazılı üzerinde çiçekli bir beyaz 
bodrum evinin çizilmiş olduğu seramik kül tablası...(iki tanedir biri kırılmıştır!)

• bir maket uçak...

• bir askerî matara, kasatura ve/veya sırt çantası...

• “komiklik olsun” amacıyla asılmış “dünyayı kurtaran adam” afişi...

• bir makrome saksılık ve içinde genellikle menekşeli saksı...


• bacakları sağa sola sallanabilen charlie chaplin’li saat...

(bu saat yoksa, chaplin’in “the kid” filmindeki kız çocuğu
ile yanyana oturduğu fotoğraf vardır!)


• bir şavrole ya da buik maketi... mantar panoya iliştirilmiş
eski bir ahmet altan yazısı. (can dündar da olurmuş!)


• aynı panoda, -eski adıyla- sedat simavi karikatür yarışmasında
mansiyon almış bir veya iki karikatür... (hürriyetin en arka sayfasından kesilmiştir!)


• son binealde bedava dağıtılan “I hate sex” yazılı afiş...


• “godfather” afişi...


• şile bezi bir yazma...


• bir che fotoğrafı...


• hollagram bir plaka...


• birini çekip bırakınca epey bir süre birbirine çarpan dört metal toptan oluşan düzenek...


• saatli maarif takvimi ya da onun komiği varsayılan bir başka takvim...


• dişçi koltuğu falan gibi ‘normalde olmayacak’ bişey...


• eski bir kızılderili reisi’nin, dönemin ABD başkanına yazdığı uzun mektup...“felsefenin temel ilkeleri” adlı kitap...


• balık ayhan kasetleri veya ciguli cd’leri...(artı, baba zula-yansımalar!)


• eski yıllardan kalma bir pirelli takvimi...


• siyah kil vazo...


• mini etekli annesinin bacakları arasından bakan bebek fotoğrafı...

(olmadı, papyon takmış, gülümseyen gürbüz bebek fotoğrafı!)

• sepete konulmuş üç yavru kedinin bulunduğu kartpostal...


• leman ürünlerinden bir mause-pad... (tercihen timsah!)


• aynı zamanda kadın vücudu da içeren sigmund freud portresi...


• küçük, hediyelik bi nargile...


• “taocu sex” adlı kitap...


• eski, hayat dergilerinden kesilmiş birkaç sinema yıldızı,
araba reklamı, vs... (yukarıda bahsedilen mantar panoya
renkli iğnelerle iliştirilmiştir!)


• 80’li yıllardaki tan gazetesi’nden kesilmiş bir küpür...
(arab’ınkini gördü, dudağı uçukladı”, “okan’ınkini yiyen ölür”
veya benzer bi ‘haber!’)


• sahaftan alınmış bir kutu dolusu, eski national geographic dergisi...


• bir adet pipo... (ortamda ‘payp’ diye anılır!)


• içine bozuk paraların atıldığı küçük bir kavanoz...
(bu paraların içinde, üç ya da dört tane de yabancı metalpara bulunur!)


• ‘nostalji’ amaçlı renkli boncuklardan müteşekkil bir sayaç...
• iki adet fötr şapka...


• bir kâğıda özenilerek yazılmış bir şiir... (bir ihtimal ‘lavinia!’)


• “gürültü patırtı içinde sükûnetle dolaş” diye başlayan,
uzakdoğu kökenli öneriler bütünü...


• tutulan üç büyük takımdan birinin “forza” yazılı kaşkolu...



                                         (vedat ozdemiroğlu)

25 Mayıs 2007

Nazım Hikmet-Kadınlarımız..





ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamiış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçalari ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
her zaman yerine kehribar başaklı
sap çeker gibi,
aynı yürek ferahlığı
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler....
ayın altında kağnılar gidiyordu
kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru
toprak öyle bitip tükenmez
dağlar öyle uzakta
sanki gidenler hiçbir zaman
hiç bir menzile erişmiyecekti
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak
toprak
ve topraktı,
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı,
ve kadınlar birbirinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine...

Nazim Hikmet
Kuvayi Milliye Destanı

Mehmet Çağçağ

.


Mehmet Çağçağ (1959-Giresun)
Türk karikatürist.

1959 yılında Şebinkarahisar'da doğdu. İlköğrenimini Şebinkarahisar İstiklal İlköğretim Okulu nda tamamladı. Resim çizmedeki yeteneğinden dolayı ortaokuldaki resim öğretmeni Hakan Taşkıran'ın yönlendirmesi ile Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde resim eğitimi aldı. Üniversite yıllarında karikatür çizmeye başlayan Çağçağ'ın o yıllarda tirajları oldukça yüksek olan Gırgır ve Fırt dergilerinde karükatürleri yayınlandı. Beş yıl Oğuz Aral ve kardeşi Tekin Aral ile beraber çalıştı. 

Gecekondu, göç, apartman hayatı, kültürel çatışmalar, kentleşme gibi konularda çizimler yaptı. Daha sonra bir grup çizer arkadaşlarıyla Gırgır'dan ayrılarak Limon dergisinin kuruluşunda yer aldı. Çağçağ Limon - Leman ekolünün yaratıcılarındandır. Bugün Türkiye'nin tirajı en yüksek mizah dergilerinden olan Leman ve L-Manyak'ta çizmeye devam etmektedir. Ayrıca Harala Gürele başlığı altında güncel yaşamla ilgili Leman dergisinde farklı çizimlerini insanlara yansıtmaktadır. Çağçağ evli ve bir çocuk babasıdır. 1 Mart 2009 tarihinde yayın hayatına başlayan Gazete Habertürk'te günlük karikatür çizmektedir.

Çizdiği karakterler

Bizim Mahalle
Aptal Cengaver
Apartman Canavarı Suphi
Daral-Timsah
Kozzi
Harala Gürele



Türkiye'nin geri kalmışlığı, neden okumadığı üzerine yazılmış binlerce söz ve kitabı tek bir kare ile özetlemiş Çağçağ...






Misha Gordin

Sanatçı 1946 yılında, İkinci Dünya savaşının bitiminden tam bir yıl sonra, o zamanlar Sovyet toprakları içerisinde olan Latvia'daki Riga şehrinde dünyaya geldi. Latvia da Rusça konuşan bir topluluk içinde Rus kültürü ile çocukluğu geçti. teknik liseden uçuş mühendisi olarak mezun olan Misha, ilerki hayatında bu işle hiç uğraşmayacaktı. " Amacı hep kendi kişisel duygu ve düşüncelerini fotograf ile anlatmanın yollarını bulmaktı. Kavramsal fotograf ile tanışmasından sonra ve bu güne kadar hep insan figürleri ile çalıştı. Her yarattığı biçim belirgin bir insan şekli idi ve tüm bu biçim arayışları kendi kişisel degişimi ve kendi hayatı ile görüslerini yansıtıyordu..


Riga Motion Studio "sunda özel efektler yapım yardımcısı olarak işe başladığında 20 yaşındaydı. Sanattan tamamen uzakta sadece resmi kültür olan Sosyal Gerçekler ile ilgilenmesi istense de, Misha bundan çok uzaktaydı. Bu yaşlarda fotograf çekmeye başlayan sanatçi belgesel ve portre çalışmalarına yöneldi. Fakat çok kısa zamanda bunun kendi stili olmadığını fark etti, o kendi kisisel vizyonunu ortaya koymak ve yansıtmak istiyordu. Fotograf makinasını kutusuna koyup, dolaba kaldırdı ve Dostoyovski, Bulgakov, Tarkovski okumaya başladı.






tam bir yıl sonra "Kavramları" fotograflamak istediğine karar verdi ve 1972' de ilk fotografını yarattı. "Confession" ve bu fotoğrafı yaparken kullandığı yöntem ve yaklaşım daha sonraki fotoğraf yasamına hep yansıdı.



1974 yılında Amerikaya göç ederek orada yaşamını devam ettirmeye basladı...Gelin biraz da sanatçının fotografa bakışını kendi ağzından anlamaya çalışalım. Misha fotografı tanımlama işine bir soru ile başlıyor :" fotograf makinamı var olan dış dünyaya mı döndürüyorum, yoksa içime yani ruhuma mı döndürüyorum? Ben var olan bir şeyi mi çekiyorum, yoksa kendi dünyamı yaratarak gerçek ama varolmayan bir ürün mü çıkartıyorum ? "










Bu iki karşıt yaklaşımının sonunda sanatçı fotografı şöyle tanımlıyor. "Fotograf, sanatsal anlatımın biçimsel olarak yüksek bir tarzıdır ki, bu onun resim, şiir ve heykel sanatları arasında yer almasını saglar. Fotograf özel bir sezgisel yaratıcılık yeteneğini işin içinde kullanır.



Özel Sergileri

Everson Museum of Arts, Syracuse,
NYDetroit Institute of Arts, Detroit,
MIMuseum of Photographic Arts,
San Diego, CANorth Dakota Museum of Art,
Grand Forks, NDCedar Rapids Museum of Art,
Cedar Rapids, IADennos Museum Center,
Traverse City, MIBemis Center for Contemporary Art,
Omaha, NEFotograf Koleksiyonlari Art Institute of Chicago,
Chicago, ILNational Museum of Modern Art, Kyoto,
JapanInternational Museum of Photography,
Rochester, NYGeorges Pompidou Centre, Paris,
FranceToledo Museum of Arts, Toledo,
OHEverson Museum of Art, Syracuse,
NYMuseum of Contemporary Photography, Chicago,
ILDennos Museum Center, Northwestern Michigan College,
MIKrannert Art Museum, University of Illinois, IL







Ödülleri

National Endowment for the Arts,
Visual Artist GrantMinnesota State
Arts Board, Photography Fellowship
Michigan Council for the Arts,
Creative Artist GrantMichigan Arts Award,
Art Foundation of MichiganFIAP Gold Medal,
18 Salon International d'Art Photographique,
Reims, FranceNiepce Medal,
Salon International d'Art Photographique,
Denain, FrancePSA Gold Medal,
22 International Salon of Photography,
Bordeaux, France

Amelie Nothomb



birkaç söz:

kitaplarında ilk şu hisse kapılıyorsunuz; bu kız çok zeki,
bir insan bu kadar zeki nasıl olabilir
, bu kadar incelmiş
ve keskin gözlem gücüne sahip
..

1967’de Kobe’de, çok sayıda diplomat, politikacı ve yazar
yetiştirmiş bir ailenin kızı olarak doğdu. Yaşamını Çin’de,
ABD’de, Bangladeş’te, Birmanya’da ve Laos’ta sürdürdü.
17 yaşında Belçika’ya döndü ve Batı’da yaşadığı kültür şoku
onu yazmaya itti. Klasik filoloji eğitimi aldı, 1993’te yayımlanan
“Le Sabotage Amoureux”,
yeteneğinin okur ve eleştirmenlerce
keşfedilmesini sağladı.



kitapları:

-1994-Katilin Temizliği-Metis
-1999-Merkür-Güncel Yayıncılık
-2002-Kıran Kırana-Can
-2004-Kara Sohbet-Can
-2005-Özel İsimler Sözlüğü-Doğan Kitap
-2005-Dişi Şeytan-Doğan Kitap
-2006-Kameraya Gülümse-Doğan Kitap
-2008-Ne Âdem Ne Havva-Doğan Kitap
-2010-Sınır Tanımayan Cesetler-Doğan Kitap
-2011-Yağmuru Seven Çocuk-Doğan Kitap
-2012-Kış Yolculuğu-Doğan Kitap
-2013-Bir Yaşam Biçimi




Merkür Güncel Yayıncılık-1999
Çeviri: Nuriye Yiğitler 2 YTL

Kitap, yazarın gerçek ilgi ve yetenek alanından
bir patlama olarak su yüzüne çıkan aşk hikâyesi .
Üç kişilik bir roman evreninde geçen kapalı ve
olağanüstü karmaşık ilişkileri Amélie Nothomb,
bu kitabında da kendine özgü roman sanatını kuşatan
temalara yer veriyor.

Güzellik, aşk, aşkın tuzakları,
kurban ve celladı arasındaki bıçaksırtı ilişki, sevenin
mutlak gücü, sözcüklerin gücü ve kaçınılmaz yanılsaması.
Tutkunun keskin kalemiyle yazılmış bu roman 'ayna' daki
görüntüsünden kaçamayan insanın en çıplak sahnesi.



Dişi Şeytan Doğan Kitap Yayıncılık
Çeviren: Yaşar İlksavaş 100 sayfa 4.50 YTL

On altı yaşında kendine güvensiz, bedeninden ve
varlığından ürken, arkadaşsız, yalnız bir genç kız
kendisinin tam tersi bir kıza rastlarsa ne olur?

Hele o kız, önce yatağını, sonra ailesini, sonra da
tüm hayatını ele geçirirse? Kısa ve etkili kitaplarıyla
tüm dünyada haklı bir üne ve geniş bir okur kitlesine
sahip olan Amélie Nothomb’un Dişi Şeytan adlı romanı
böyle bir hikâyeyi anlatıyor.Bir insanın diğer bir insana
nasıl üstünlük sağlayabileceğinin ya da bir insanın başka
bir insanı nasıl parmağında oynatabileceğinin hikâyesi de
denilebilir "Dişi Şeytan"a. Yaşananlar arkadaşlık adıyla
başlayıp, kurban-cellat ilişkisine dönüşüyor.
Aslında bu kitap hiç güzel bir şey söylemiyor.

İnsanlığa duyulan güveni yıkıyor, aileye bile sığınamıyor
bu romanda okur. Ana kahramanımız Blanche’ın duyduğu
yalnızlık ve solgunluk insanın içine işliyor, acıyı derinden hissettiriyor.
Ama melonkoliye izin veren bir roman da değil "Dişi Şeytan",
acıların içinde küçük bir mutluluk çatısı da açılıyor sığınmak için.
Tüm Nothomb kitapları gibi akıcı, sahici ve temiz diyaloglarıyla
akıp gidiyor. Ve geriye iyi bir roman okumanın doyurucu hissi kalıyor.




Katilin Temizliği Metis Yayınevi-Ocak 1994
Özgün adı: Hygiene de L'Assassin
Çeviri: Sosi Dolanoğlu 158 sayfa 7 YTL

Dev yazar Prétextat Tach'ın iki ay içinde öleceği cümle
âlemin malumu olunca, dünyanın dört bir yanından
gazeteciler seksenlik ihtiyarla özel söyleşiler yapmak için
seferber oldular. Şüphesiz ihtiyar, kayda değer bir itibara sahipti;
yine de (isimlerini tercüme etmekte sakınca görmediğimiz)
Nankin'in Sesi ve The Bangladesh Observer kadar tanınmış
günlük gazetelerin muhabirlerinin Fransız yazarın başucuna
koşmaları şaşkınlık yaratmadı değil. Böylece, vefatından iki ay
önce Bay Tach, ününün büyüklüğü konusunda bir fikir sahibi oldu

SORU: Kitaplar savaştan daha zararlı, söz konusu kitapların
yazarı da dünyayı savaşla tehdit eden bir devlet başkanından
daha tehlikeli olabilir mi?

CEVAP: O yazarın kitaplarını satın alan milyonlarca insan onları
okusaydı, okuyup da anlasaydı, olabilirdi.

SONUÇ: Yapmacığı okumadan okumaya kadar vardıran
okurlar vardır; tıpkı balıkadamlar gibi dalgıç kıyafeti kuşanıp,
üstlerini tek damla ıslatmadan kitapların içinden geçerler.
Bunlar balıkokurlar olarak adlandırılabilir.
Ve iki tür okuma vardır: iç organlarıyla okuma,
temiz okuma.

PEKİ YA SİZ? ETOBUR OKURLARDAN MISINIZ,
VEJETARYEN OKURLARDAN MI?




Kıran Kırana Can Yayınları -2002
Çeviren: Aslı Yüce Loof - 119 sayfa 7,00 YTL

Amélie Nothomb, babasının diplomatik mesleği yüzünden
çocukluğunu dünyanın çeşitli ülkelerinde geçirmiş genç bir yazar.
Doğduğu ve yaşamının ilk yıllarını geçirdiği Japonya ise
onun ilk gözağrısı. Eğitimini tamamladıktan sonra Japonya'da
bir şirkette çalışmaya başlayan Amélie Nothomb, çok sevdiği
Japon toplumunu iş başındayken de tanıma olanağı buldu ve
böylece apayrı bir dünyaya adım attı. Çalışırken, katı geleneklerin,
acımasız kapitalist rekabet yüzünden nasıl iyice koyulaştığını gördü.

Kadınlar arası çekişmeyi yaşadı. İş hayatında yükselme çabasının
kişisel değerlerde yarattığı bozulmaya tanık oldu ve hayatının
Kıran Kırana geçen bu önemli dönemini eğlenceli bir dille kaleme aldı.
Genç yazar, Fransa'da iki yıl boyunca listelerin üst sıralarından
inmeyen, onlarca dile çevrilen bu romanıyla
Fransız Akademisi Büyük Ödülü'ne değer bulundu.



Kara Sohbet Can Yayınları-2002
Çeviri: Sinem Yenel 110 sayfa 6,30 YTL

Jerome Angust havaalanında uçağının gecikmeli
kalkacağını öğrendiğinde, bunun başına ne dertler
açacağından habersizdir. Uçak saatinin gelmesini beklerken
çantasındaki kitabını açıp okumaya başlar. Yanına yaklaşıp
onunla zorla sohbet etmeye çalışan densiz adamı ilk başta
pek önemsemez. Ne var ki kısa sürede işin rengi değişir.
Adının Textor Texel olduğunu söyleyen tuhaf yabancı,
Jerome Angust'ü canından bezdirecek kadar çenesi düşük,
sinir bozucu biridir. Hiç istemediği halde ona zorla kendini
dinletir; kendi yaşam öyküsünü anlatmaya başlar.

Küçüklüğünde kedi maması yediği günler, tecavüzler,
cinayetler, yığınla saplantı... Jerome Angust, giderek
bu hastalıklı insanın kendi hayatında önemli bir yer tuttuğunu
anlar. Üstelik Textor Texel'in havaalanında bulunuşu da bir
rastlantı değildir. Jerome Angust'ü adım adım çileden çıkaran
büyük bir işkenceye dönüşür bu sohbet.

Eğlenceli ve zekice kurgularıyla ilgi çeken bir yazar
Amelie Nothomb. Her kitabında olduğu gibi Kara Sohbet'te de
gerilimi giderek artırıyor, olayları muzipçe öykülüyor
ve beklenmedik bir sona ulaşıyor.
Kara Sohbet, müthiş bir kara mizah diyalogu.

Tiyatro olarak da oynanıyor bu çalışma:
Tiyatro Keyfi-Arzu Bigat Baril yönetmen, Emre Kınay ve Arif Akkaya oyuncu-2007 yılı Tiyatro Duru, bu sezon yine ‘Kara Sohbet’ ile perdelerini açıyor



Özel İsimler Sözlüğü Doğan Kitap Yayıncılık 2005
Çeviri Berran Tözer 85 Sayfa 5 YTL

Bir isim, bir insanın yazgısını etkiler mi? Farklı bir isme
sahip olmak, özel bir kişiliğe sahip olmak demek midir?
Romanımızın kahramanı Plectrude’ün kaderi tüm bu soruları
sorduruyor bize. Annesi hamileyken babasını öldürmüş,
sonra da kendini asmıştır. Plectrude teyzesi ve eniştesi tarafından,
onların çocuklarını kendi kardeşi bilerek büyür.
Ailenin en ilgi çekici çocuğudur o. Annesi, yani teyzesi,
kızına tapmaktadır. Özel biridir Plectrude. Güzel ve etkili biri…

Annesine göre dansçı olacaktır. Gerçekten de zamanla dans
tek yücelik olur onun için. Ta ki eğitimini aldığı bu sanatı
kemiklerindeki hastalık yüzünden artık icra edemeyeceğini
öğrendiği güne kadar. İşte o gün Plectrude’ün hayatı bir kez
daha değişir. Amélie Nothomb kısa ama etkili romanlar
yazma konusunda uzman biri. Kara mizah yanı ağır basan
romanların yazarı o. “Özel İsimler Sözlüğü” de bu kuralın
dışına çıkmıyor. Okuyucusunu sarıp sarmalıyor ve hedefini
on ikiden vurmayı başarıyor. Nothomb, bu romanında ailelerin
çocuk yetiştirirken gösterdiği bencillikten, sıradan insanların
aptalca kaderciliğinden, çılgın bir dünyadan söz ediyor.

Sıradışı bir ailenin hayatını anlatıyor, ama sıradan insanların
davranışlarından dem vuruyor. Olağanüstü kurgusu,
çarpıcı sonuyla bir peri masalını andırıyor “Özel İsimler Sözlüğü”.
Edebiyatseverlerin keyfini yerine getirecek bir roman

Amèlie Nothomb'u kim öldürdü? Tüfekle çok yakından ateş
eden biri öldürmüş onu. Cesedi bulunamıyor. Bir yerlerde
sakin sakin çürüyordur belki de, kim bilir. Plectrude ve
Mathieu başlarından atamadıkları bir cesetle dolaşıyorlar.
Amèlie'den asla kurtulamayacaklar. Belki de yazgıları bu...
Doğar doğmaz öksüz kalan bir bebek, iri gözleri kreşteki
diğer çocukları korkutan bir küçük kız, gündelik hayatın
sihirle doldurulduğu bir evde teyzesi tarafından büyütülen
bir minik balerin.

Alışılmamış bir ismin yarattığı zorlu bir kader,
sıradışı bir hayat çizgisi. Özel İsimler Sözlüğü, beyaz tütüler
içindeki katillerin kol gezdiği bir peri masalı. Amèlie Nothomb,
yalnızca insanoğlunun en ürpertici hayalini anlatmıyor,
ölüme götürecek olanı kışkırtmak için elinden geleni yapıyor...
Amèlie katilini kendi seçiyor! Max Amèlie, Özel İsimler Sözlüğü'nde
çevrenin zorlayıcılığını, aile içindeki bencilliği, sıradan insanların
körü körüne kaderciliğini ve adeta, çıldırmış evreni anlatıyor.
( L'Express)



Kameraya Gülümse Doğan Kitap Yayıncılık 2006
Çeviri Yaşar İlksavaş 133 Sayfa 6,65 YTL

Gün gelir, başkalarının acıları yetmez olur insanlara;
işte o andan sonra sadece gösteridir bekledikleri.
"Amelie Nothomb, günümüz toplumunun içinde bulunduğu
psişik durumu derinlemesine anlatıyor.

Yepyeni bir reality show başlıyor ekranda.
Katılımcıların tamamı bu show’a kendi istekleri dışında
seçilerek alınıyorlar. Show’un geçtiği mekân bir ölüm kampı
dekorunda. Zorunlu oyuncular, yani mahkûmlar,
gardiyanları tarafından ve kameralar önünde hakaretlere
maruz kalacak, aşağılanacak, işkence görecek,
sonuna kadar eğlendireceklerdir izleyiciyi!..

Elenme ise, yine izleyenlerin oylarıyla ölüme gönderilmek olacaktır.
Böyle bir son, dışarıda tartışmaları alevlendirir.
Kim daha suçludur; prodüktörler mi, kamp bekçileri mi,
seyirciler mi yoksa yetkililer mi?.. Tüm televizyon çağının
en büyük başarısı olan bu aşağılayıcıyı gösteriye
son vermek için ordunun müdahalesi gerekecektir belki de.
Biraz abartılı da olsa, günümüz “reality show” çılgınlığının
yakın bir gelecekte böyle bir vahşete dönüşmeyeceğini kim bilebilir?

Amélie Nothomb’un romanı "Kameraya Gülümse",
televizyon kanallarında gerçekleştirilen bu tür programların
halkın üzerindeki etkisini olduğu kadar halkın ya da izleyicinin
bu tür programlar üzerindeki etkisini sorgulayan bir roman.
Nothomb, "Kameraya Gülümse" ile "kara kutu"yu açıyor.



Ne Âdem Ne Havva Doğan Kitap Yayıncılık 2008
Çeviri Yaşar İlksavaş 140 Sayfa

Japonca öğrenmeye ve bu kültüre nüfuz etmeye çalışan Avrupalı genç bir kadın ile kendi kültüründen nefret eden eksantrik genç bir Japon arasındaki “fazlasıyla mükemmel” bir aşk hikâyesi.

Her romanıyla okuru yeni bir şaşkınlığa sürükleyen Nothomb, Ne Âdem Ne Havva’da da bu kuralı bozmuyor. Yapıtlarında görmeye alıştığımız “garip” kahramanlar yer almıyor bu romanda. Basit gibi görünen ama okuru hikâyenin içine çeken diliyle, görünürde bir aşkı anlatıyor.

Oysa, bir aşk sanrısının labirentlerinde dolaşıyor; aşkı, ne olmadığı üzerinden sorguluyor.



Sınır Tanımayan Cesetler Doğan Kitap Yayıncılık 2010
Çeviri Yaşar İlksavaş 116 Sayfa

“İnsanın kendisini bırakıp gitmesinden daha derin tatil var mıdır?

Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız, sınırlarınızı nereye kadar zorlayabilirsiniz?
Bütün kavramların fazlasıyla iç içe geçmiş olduğu günümüzde sınır tanımamak da bir çözüm olabilir mi? Öyleyse, tehlikeyi göze alacaksınız demektir...

yayınlanan son 3 kitabı...

   

diğer dillerde yayınlanan romanları:


 









Related Posts with thumbnails