yalnızlığın sesini neden bu kadar çok açıyorsun sanki
bir
kendini beğenmiş
bir yağmurdan sonra
asık yüzlü güneş hoca görünmüştü gene
bu güz de geçmeyi ummak hayaldi desene
yine de hiç kızmak gelmiyordu içinden
doğa lisesini bir türlü bitiremeyen
mevsimler gibiydi
sevgisi...
iki
iş ağır usta ne yapalım
hep çalışmak mümkün değil
kolay mı bir yapıyı durmadan yükseltmek kolay mı
adamlarda haklı çekilir gibi değil her gün her gün..
yağmurla kardığı buluta
güneşten harç koyuyor yine bahar...
üç
bunca talana tahribata hor kullanıma karşı
ne zaman gösterecek 'tepki' sini doğa
hani şu biricik oğlu ademin bulduğu 'etki' yasasına dayanıp
artık ağaçlar ki kuşkuyla bakıyor gelen kuşağa
üzerine yoksulluk elemek gerekecek
dünyamızın...
dört
binlerce yıldır
sunuyor kendini bize
bütün cildi çatlak içinde
hala çekici olsa gerek ki
can atıyoruz içine girmeye
sahi acaba hangimizin ki daha çok
doyuruyor toprağını
çevreci taifesi mi
benden sonra tufancıların bedeni mi
kimbilir ayırt etseydi bence
yeni bir dünya olmaz mıydı
önümüzde...
beş
bu kadar umutsuz
ve karamsarlığına rağmen
yine de sürüklüyordu yaşamı peşinden
ama unuttuğu bir şey vardı :
gözcüsü çiçek olursa
yenilmez tabi ki yürek...
altı
uçsuz bucaksız toprakta
gelinliğini giymeye başlamıştı otlar
eşlik ediyor gibiydi müziğiyle
deniz mi gökyüzü mü belli değil
belli olan ;
mavilikti baharda aşk türküsü
bestecisi bilinmeyen...
yedi
esneyip durdu dudakları zamanın
o yüzdenmiş demek yatışması içimin
bak bir de gözleri kapansın hele
sen o zaman gör
parmaklarımdan damlamaya
başlayacak hayatı...
sekiz
surat astıkça
mutlulukla ilgili ne kadar değer varsa
onları kaybediyoruz
yanlış anlaşılmalarla
doğa için bir şanssızlık
bizim içinse biricik şansımız olan hayatı
har vurup kaybediyoruz
çözmeyeceğini bildiğimiz halde hiçbir şeyi
bol bol nefesimizi tüketip
enerjimizi kaybediyoruz
kırmızısına güvenip bahse girdiğimiz
ufuk sayesinde
göğün soytarısının
ısırdığı dudaklarıkaybediyoruz...
dokuz
aşağı baktıkça
yine gönlü bulandıcanı sıkıldı
üstelik yapacak bir şeyi de yoktu
değiştirdi iki mandal bir leğene gömleğini
giyindi yalnızlığını
sessizliğini gökyüzü...
on
özlemlerinden doğanyalnızlığın
üşüyor öpüşmenin yuvasında
varagele çalışan ellerim bile yetmiyor
seni ısıtıp çözmeye
ancak hüzün bakışlarımı kuşanıp
inebiliyorum sonbaharına
buna bir son vermeli
ne yapmalı ne etmeli bilmem ki
öyle de masum bakıyordu ki
kar yağdırtacaktı
nerdeyse doğaya...