24 Temmuz 2007

Barış..



çocuğun gördüğü düştür barış,

annenin gördüğü düştür barış,
ağaçlar altında sevdalıların
sevda sözleridir
barış;
gözlerinin içinde uçsuz bucaksız
bir gülümseme elinde yemiş dolu
bir zembil ve alnında ter tomurcukları,
pencerede suyu soğutan
testideki damlalar gibi;
akşam üstü eve dönen babadır barış,
dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde
havan mermilerinin kazdığı çukurlara;
yangının kavurduğu yüreklerde
ilk tomurcuklarını açarken umut
ve ölüler kanlarının boşa
gitmediğini bilerek
yana dönüp içerlemeksizin
uyuyabildiklerindedir
barış…
barış yemek kokusudur tüten,aksamlayın
arabanın yolda durmasının korkutmadığı,
kapı çalınmasının dost demek olduğu,
ve pencereyi saat başı
açmanın renklerinin
uzaktaki çanlarıyla
gözlerimizin bayram etmesini sağlayan
gökyüzü demek olduğu zamandır barış;
barış bir bardak sıcak süt
ve bir kitaptır,
uyanan çocuk önünde
başaklar birbirlerine eğilip
işte ışık ışık ışık
dedikleri
ve ufuk çemberi ışıkla
dolup taştığı zamandır
barış;
hapisaneler onarılıp
kitaplıklar yapıldığı zaman,
eşikten eşiğe bir türkü
yükseldiği zaman geceleyin,
cumartesi akşamları
mahalle berberinden çıkan
yeni tıraş olmuş
bir işçi gibi baharda
ay buluttan çıktığı
zamandır barış;
geçmiş gün yitirilmiş bir gün
olmadığı, sevinç yapraklarını
akşamın içine salan bir kök ve
kazanılmış bir gün hak edilen bir uyku
olduğu zaman acıyı kovmak için
zamanın dört bir bucağından
güneşin hemen ayaklarını bağladığını
duyduğun zamandır barış
barış ışınlar demetidir
yaz ovalarında iyilik
alfabesin tanın dizlerinde,
kardeşim dediğin
yarın kuracağız dediğin zaman
kuracağız dediğimizi kurunca
türkü çağırdığımız zamandır barış;
ölüm yüreklerde az yer kapladığı
ve güvenli parmaklarla
mutluluğu gösterdigi zaman bacalar;
ikindi vaktinin büyük karanfilini
ozan ve proleter aynı şekilde
kokladığı zamandır
barış;
insanların sıkışan elleridir barış,
dünyanın masasındaki ekmektir,
gülümsemesidir annenin
budur yalnızca
başka bir şey değildir barış
ve toprakta derin yarıklar açan sabahlar
tek bir sözcük yazarlar,
barış başka bir şey değil barış;
dizelerimin rayları üzerinde
buğday ve güller yüklenmiş
geleceğe doğru yol
alan bir trendir barış,
kardeşlerim barış içinde
derin derin soluk alıyor
tüm dünya bütün düşleriyle
verin ellerinizi kardeşlerim
işte budur barış…..


(yannis ritsos)

Rutkay Aziz'in Sesinden dinleyin


19 Temmuz 2007

Emi..




sıçarlar insanın ağzına
anasıyla babası
belki istemeden ama sıçarlar yinede
aktarırlar ona tüm kendi kusurlarını
ve salt onun için eklerler bir iki tane de
ama onlarında vaktiyle ağzına sıçmışlardı
eski moda şapka ve paltolar içinde budalalar
kuşaktan kuşağa geçer mutsuzluk
derinleşir bir kıta sahanlığı gibi
çık git elinden geldiğince çabuk
ve sakın ha sen yapma emi çocuk... 

(philip larkin-seçilmiş şiirler)


Michel Tournier-Anahtarlar ve Kilitler



Michel Tournier-Anahtarlar ve Kilitler

1924 doğumlu Fransız yazar. Büyülü gerçekçilik akımındandır.
Ülkemizde yayınlanan kitapları

-Müneccim Krallar
-Gilles ile Jeanne
-Meteorlar
-Kaynak ve Çalı ya da Eleazar
-Çalı Horozu
-Veda Yemeği
-Cuma ya da Pasifik Arafı
-Altın Damla
-Kızılağaçlar Kralı
-Kutsal Ruh
-Anahtarlar ve Kilitler Kısa Düz Yazılar
-Cuma ya da Yaban Yaşam



ve açlık vardır, ve çocuklar vardır,
benim Hindistan'da gördüğüm en güzel,
en çoşturucu , ağlanacak, haykırılacak
ölçüde çoşturucu şey, ne Akra'nın Tac Mahal'i,
ne Elephanta mağaraları ne de Benares'in
ölü yakım yerleriydi, hayır yolun darlığının
sollamamızı engellediği, haldur huldur,
şıngır mıngır ilerleyen eski bir sarnıç-kamyondu,
köyden köye sarsıla sarsıla gidiyor, görünüşe göre
önceden belirlenmiş noktalarda duruyordu,
çünkü bu noktalarda bekliyorlardı onu,
paçavralar içinde çocuk toplulukları
sarnıcın arkasında usluca toplanıyorlardı,
aşağı inen şöför koca bir musluğu çalıştırıyor,
musluk çocuğun uzattığı küçük kaseye
bir pirinç bulamacı boşaltıyor,
çocukta bulamacını alır almaz topraklarının
üstüne oturup esmer yüzünü kasesine daldırıyordu,



önce dünyaya bu besleyici-şöför rolünden
daha kıskanılır şey olmadığını düşündüm,
onun yazgısını şiddetle kıskandım,
ama belki de şu gizemlere ve canavarlara
doymuş Hintli havasının etkisiyle daha da
çoşku verici bir dönüşüm düşledim,
sarnıç-kamyonun kendisi olmak
ve hepside cömert mi cömert
yüz memeli kocaman dişi hayvan gibi
karnımı bu aç Hintli çocuklara sunmak,
çocuk yiyen dev'de zararsız bir sapkınlığın
etkisiyle çocukları yiyecek yerde,
kendini onlara yedirir...



seviyorum ve seviliyorum,
aynı kişi söz konusu olsa
mutluluğa ererdim!



bir gölün suyu
öylece kalırsa pis pis kokar,
akarsa duru kalır,
yolculuk eden insanda böyledir.



at, insandan gördüğü olağanüstü sevgiyi,
"ensoylu fethi", güzellik, duyarlılık ününü
sanmayın ki savaşlarımızda ve işlerimizlerde
oynadığı tarihsel role borçlu olsun,
hayır bunun tek nedeni at'ın- köpeğin,öküzün,
devenin hatta filin tersine-popoları
bulunan tek hayvan olmasıdır, bu ayrıcalık
ona benzersiz bir insanlık vermeye yeter.


komşuların bebeği topu topu bir haftalık,
durmadan ağlıyor gece gündüz,
karanlıkların en kara noktasında,
bu incecik yakınma hem bana dokunuyor
hem de beni yatıştırıyor,
sırtına varoluş yüklenmiş ,
hiçliğin karşı çıkışı bu.


insanlara göre rastlantısal olan şey ,
Tanrı'ya göre amaçtır.


hiçlik , ağacın taşıdığı gölgedir.


genç olmak, henüz hiç kimseyi yitirmemiş
olmaktır, ama daha sonra ölülerimiz bizi
kendileriyle sürükler, herbiri belleğimize
atılmış bir kayadır,
su yüzeyinde kalma çizgimizi yükseltir,
sonunda, su çizgisinde, yaşam çizgisinde
sürüklenip durur. canlılara ancak bu
dünyadan olduğumuza inandırmaya yetecek
bakışları ve sözleri sunarız.


yaşamın yolu doğudan batıya doğru gider,
çocuk , doğan güne sırtı dönük olarak yürür,
boyunun kısalığına rağmen uçsuz bucaksız
bir gölge gider önünden, geleceğidir bu onun,
aynı zamanda açık ve kapalı,
umutlarla tehditlerle dolu mağaradır
tam da "istekleri" denilen şeye boyun
eğerek oraya yönelir,
öğleyin güneş tam tepedeyken,
gölge ergin kişinin ayakları dibinde
silinmiştir, gelişmiş adam o anın
ivedi işlerine dalar, geleceği ne çeker
ne kaygılandırır onu, geçmişi yürüyüşünü
ağırlaştırmaz, daha yarın kaygısını
bilmediği gibi, ölmüş yılların özlemini de
bilemez,çağdaşı, dostu kardeşi şimdiki zamana
güvenir, ama güneş batıya doğru devrildikçe,
olgun insanın gölgesi kendininkine eklendiğinden,
ayaklarında gittikçe daha ağır bir anı yükü
sürükler, ayrıca geçmişi büyüdükçe daha ağır
ilerler, gittikçe küçülür, bir gün gelir
gölge öyle ağır çeker ki,
insanın durması gerekir,
o zaman silinip gider
tümüyle bir gölge olur
amansızca insanların eline
bırakılmış bir gölge...





gerçek şu ki geleceğin çiftleri tatilde-özellikle de
plajlarda-oluşmakta. aynı kentte-hatta aynı
semtte- oturan genç adamlar ve genç kızlar
on bir ay boyunca birbirlerinin ayrımına
varmadan karşılaşıyor, yan yana yürüyorlar.
hiç kuşkusuz kafaları bu işte değil
tarlalarda söyledikleri gibi “bakışmaları” için
plaj gerekir, böylece plaj uçsuz bucaksız bir
nişanlı panayırı olarak belirir.

ben bunları düşünürken, birkaç metre ötemde
söyleşi iyice kızışmıştı.topluluğun ortasında ,
anne, artık pek genç sayılmayacak, şimdiden
bayağı toplu bir kadın , en küçüğünü, belki
altı yaşında bir çocuğu dizlerine oturtmuş,
ona sessizce sarılıyordu.

ama çevrelerindeki gençler çoşku içinde bir
yerel “miss” seçmek üzere o akşam gazinoda
yapılacak bir güzellik yarışmasından söz
ediyorlardı. Kazanma şansı olan genç kızların
adları atılıyordu ortaya. Kızlar, utanmış ve
imrenmiş durumda, kendilerine güvenemiyor,
bu türlü gösterilere karşı yüzeyde kalan
bir ilgisizlik gösteriyorlar.

birden bir sessizlik oluyor,
sonra küçük oğlanın sesi duyuluyor:
“Anne, sen niye katılmıyorsun
güzellik yarışmasına?”
bir anlık şaşkınlık.
sonra delikanlıların kahkahalarının uğultusu.
bu oğlan alık ki alık!
düşünebiliyor musun annem
güzellik yarışmasına katılacak!

ama bütün bu gürültünün ortasında,
iki kişi var ki hiçbir şey söylemiyor.
gözlerini açabildiğince açıp tutkuyla
annesine bakan küçük oğlan.
bu kaba sevinç boşalmasından hiçbir şey,
hiç ama hiçbir şey anlamıyor.
gözlerini ne denli açarsa açsın,
gördüğü tartışmasız bir biçimde,
kadınların en güzeli.

ve artık pek genç olmayan,
şimdiden biraz toplamış anne,
küçük oğluna bakan.
hayır , küçük oğlunun gözlerinde
hayran hayran kendine bakan.
Plaj nişanlıları..

(michel tournier)
(anahtarlar ve kilitler)


15 Temmuz 2007

Oku-ma-yın..



Okumak, tiryakilik yaratmadıkça yararlıdır,
sorunsa sorun, bir aşamaya geldiğinde başlar
seksten, televizyondan uzak tutmasını, kabızlığa
ya da cinayet işleme eşiğine vardırmasını bilemem
ama, okumaya hayatında geniş ve süreğen bir yer
açan kişi, çoğu kez farkına varmaksızın kendisi
dış dünyadan yalıtmaya, içindeki öteki dünyaya
geçmeye, orada yaşamaya koyulur, birdenbire
gerçekleşmez o geçiş, zamanlar ister;
gelgelelim, ayırdına varıldığında geridönüş olanağı
pek kalmamıştır, görülür.

Geçişin uzunca bir zaman dilimine yayılmasını
sağlayan ana etmen, yolunu tuttuğunuz diyarda
benzerlerimizin olduğunu, çevremizden bir avuç
hısmınızın yolda size eşlik edeceğini bilmenizdir,
ne ki bu da bir aşama sorunudur :
geri dönüş şansınız kalmadığında, en az benzerleriniz
kadar yalnız olduğunuzu kavramakta gecikmezsiniz,
tiryaki okur, gün gelir benzerlerine benzemediğini anlar :
ben Quevedo'yla uğraşıyorum ,
o Milarupu'ya takmış: neyi, nasıl paylaşacağız?

Okumanın belirgin zararlarından bir başkasının,
çok okuyanların çoğunun an gelip yazmaya da
başlamalarında biçimlendiğini söyleyebiliriz,
onca kelime , cümle kafatasının içinde rahat duracak
değil ya, punduna getirip harekete geçeceklerdir,
gerçi hiç okumadıkları, hatta bununla övündükleri
halde yazar olanlar gelebilir akla ama, bizim ülkemize
özgü bir türdür bu, genelleme yapamayız.

Okumaktan kaynaklanan, oysa kimsenin kabule
yanaşmadığı bir zarar, okumanın anlaşılamamasına
bağlı olarak ortaya çıkar; her kafadan bir ses çıkar,
her yorum bir öncekini yalanlar, öylesine kaygan
bir zemin yaratır ki anlam, kitabın yazarı bile onun
üzerinde uzun boylu bir hakka sahip değildir.

(enis batur-pervasız / pertavsız)...

bu konuda Hollandalı çizer
Jost Warte'nin-Okumanın Zararları
adlı 12 kartpostaldan oluşan bir dizisine de bakabilirsiniz.
...

bütün zararlarına karşın okumayı bırakmayın siz dostlar:)

05 Temmuz 2007

Dil Yanlışlıkları



yaygın bir şekilde kullandığımız
dil yanlışlıkları:


- Ulusal Milli takımımız
- Haksız bir iftira
- Bir anda aniden ölüverdi
- Dışarı ihraç edilen mallar
- Çimlere ayak basmayınız
- Aşağı yuvarlandı
- Kötü bir felaketle karşı karşıyayız
- Yakalanarak tutuklandı
- Cansız bir kuş ölüsü
- Tesadüflerin getirdiği rastlantılar
- Kırmızı kan lekeleri
- İki yeni şube açılacak
- Sağ olarak kurtarıldı
- Başındaki önsözde anlattı
- İlk kez bir toplantıda tanıştık
- Tanınmış şöhretler katılacak
- Yaşça büyük bir ablam vardı
- Bildiğim kadarıyla
- Bu bayram bir erkek koç keseceğim kısmetse
- Kendimi intihar ederim bak

( Varlık Dergisi -1995 )


tufan..



"-iş ve aşk kısmında sizden beklediklerini bilmekten
daha hoş bir şey olamaz..."

"-eğer sen mutsuzsan, ona boyun eğsen bile,
bir dediğini iki etmezsen de sevdiğini mutlu edemezsin..."

"-erkek oyuncular sanıldığının aksine narindirler,
oyunculuk mesleği erkeklere göre değildir, çabuk
yorulurlar, bir erkek için bu küçültücü bir uğraştır.."




"-aşk gelip geçicidir, anne sevgisi dışında aşk hep
tutarsızdır ve geçerli nedenleri vardır, dostluk
ya vardır ya yoktur, dostluk size değdiği anda
kanatlanıp uçmanızı sağlar."

"-kalp atışlarımı unuttuğum gibi unutuyorum seni kimi
zaman..." (hemingway)


ve tufan konusunda en güzel inciyi
gene bizim can yücel söylemiş:

"benden önce de vardı benden sonra da tufan..."
Related Posts with thumbnails