30 Nisan 2009

Cesare Pavese

cesare_pavese

Cesare Pavese ,İtalyan şair,
(d. 9 Eylül 1908 – ö. 27 Ağustos 1950)
romancı, çevirmen ve eleştirmen.

Cesare Pavese, ailesinin yazlarını geçirdiği Torino'nun Santa Stefano Belbo köyünde bir memur çocuğu olarak doğdu. Torino Üniversitesi'nde edebiyat okudu. İngiliz ve Amerikan edebiyatına ilgi duydu; bitirme tezini Walt Whitman şiirleri üzerine yazdı. Öğrenimini bitirdikten sonra orta öğrenimini tamamladığı eski okulu Liceo d'Azaglio'da edebiyat ve dil dersleri verdi. Bu dönemde İngiliz ve Amerikan yazarları ile ilgili yazıları La Cultura dergisinde yayınlandı. Daha sonra bir arkadaşının kurduğu Einaudi Yayınevi'nde çalışmaya başladı. 1935'te anti-faşist çalışmaları nedeniyle tutuklandı, 1936'da serbest bırakıldı. Brancaleone Hapishanesi'ndeki bir yılından esinlenerek Carcera (Hapis) romanını yazdı. 1950'de Yalnız Kadınlar Arasında romanı ile İtalya'nın önemli edebiyat ödüllerinden Strega Ödülü'nü aldı. Gene aynı yıl Torino'daki bir otel odasında 21 adet uyku hapı alarak intihar etti.

Önemli Eserleri

Yaşama Uğraşı /günlük (1935-1950)
Ağustosta Tatil /öyküler
Ay Ve Şenlik Ateşleri /roman
Güzel Yaz /roman
Leuko İle Söyleşiler /deneme
Senin Köylerin /roman
Tepedeki Ev /roman
Tepelerdeki Şeytan /roman
Yalnız Kadınlar Arasında /roman
Yoldaş /roman
Çalışmak Yorar / şiir

Cesare Pavese_Ya_ama_U_ra_

Yaşama Uğraşı / Günlük (1935-1950)

Acı çekmek hiçbir anlamda bir ayrıcalık, bir soyluluk belirtisi, Tanrı'yı hatırlatan bir özellik degildir. Acı çekmek hayvanca, insanı hırpalayan, sıradan, gereksiz ve hava gibi doğal bir şeydir. Elle tutulamayacak bir şeydir acı; insan ne kavrayabilir, ne de karşı çıkılabilir; zaman içinde vardır- zamanla aynı şeydir; olmadık zamanlarda insanın karşısına çıkmasi sadece kendisini izleyen anlarda, insanın son işkence anını yeniden yaşadığı ve bir sonraki nöbeti beklediği sürede acı çeken kimseyi savunmasız bırakmak içindir. Bu nöbetler gerçek anlamda acı değil, bize gerçek acının süresini, sıkıcı ve bıktırıcı sonsuzlugunu duyuran sinirsel canlılık anlarıdır. Acı çeken kimse her zaman daha sonraki ve ondan sonraki nöbetin bekleyişi içindedir. O an, acının onu beklemekten yeğ tutabileceği sırada gelir. O an, insanın boş yere zamanın akışı kesmek için, bir şey olduğunu hissetmek için, bu hayvanca acının sonsuz etkisini bir an için bozma amacıyla haykırması gelir - bu haykırış acıyı daha da korkunçlaştırsa bile.Ara sıra, ölümün ve cehennemin de böyle zaman ve sonsuzluk içinde degişmeden, anlara bölünmeden, bir daha hiç ölmeyecek bir gövdede akan kan gibi durmadan akan bir acı olduğu kuşkusuna kapılır insan.

Ah! Su kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.
Ilk gençlik yıllarının geçtigi köy ve çiftlik ortamı, Cesare Pavese'nin ilk şiirlerine olduğu kadar Ay ve Şenlik Ateşleri adlı ilk romanına da esin kaynağı oldu. Çocukluğu yoksulluk içinde geçti. Lisedeyken iki yakın arkadasının intiharları, Pavese'yi çok etkiledi. Ondaki "intihar" eğilimi, böyle başladı. Üniversitede edebiyat okudu. Amerikan edebiyatının dev yapıtlarını Italyanca'ya çevirdi. Özgürlük ve demokrasi ağırlıklı çevirileri ve yazıları yüzünden Faşist yönetimce tutuklandı, bir yıl kadar hapis yattı. 'Kısık sesli bir kız'a aşık oldu. Bu aşk, Cesare Pavese'yi, içedönüklükten ve aşağılık duygusundan kurtarmıştı. Ancak 'kısık sesli kız'in alaycı sözleri, yazarı yine 'intihar' düşüncesiyle yüz yüze getirdi. Kadınlardan nefret eden, karamsar bir insan oldu. Ilerleyen yıllarda iki kez evlenmeye kalktıysa da, olmadı. Hayal kırıklıklarıyla dolu bir yaşamı 1950 yılına kadar sürdürebildi. Yalnız Kadınlar Arasında adlı romanına, Italya'nın en büyük edebiyat ödülü olan Strega Ödülü verilmisti. Ödülünü almak üzere, Roma'ya bir uyurgezer gibi gitti. Ödülü aldıktan sonra, 1935 yılından beri tuttuğu bu günlük dışındaki bütün yazılarını, notlarını yok etti ve 26 Agustos 1950'de, küçük bir otel odasında, uyku haplarıyla intihar etti. Bu günlükte gündelik olaylardan çok, bu büyük yazarın sanatıyla ilgili düşüncelerini bulacaksınız. .

Incontro con Italo Calvino

Yasama Ugrası / Kitaptan Alıntılar

Şiir , bir budalanın denize bakıp " tıpkı yağ gibi ! " demesiyle başlar, düz bir yüzeyin en iyi bir betimlenişi değildir bu elbet, ama aradaki benzerliği bulmuş olması bu sözü söyleyenin
hoşuna gitmiş bu gizli bağ onu heyecanlandırmış, bu gözlemini herkese duyurma isteğini vermiştir ona...

Tanrının varlığı konusunda kararsız oldukları halde alay ederken bile onun varlığınıderilerinin altında duyan o eski kafalı insanlar için Tanrıya sövmek hoş bir şey olmalı, düşünür ki eğer Tanrı varsa her sövgü ona yöneltilmiş bir saldırıdır, bunun sonunda Tanrı-Düzen öyle gerektirdiği için-büyük bir öfke içinde adamın başına belalar yağdıracak ve onu cehenneme gönderecektir ama dünyanın altını üstüne de getirse, uğradığı saldırıyı kimse yok edemez, ayrıca her şeye rağmen, sözkonusu Tanrının herşeyi düşünmediğini gösteren bir durumdur bu ! düşünün bir kere ! O , herşeyin üstünde olan en güçlü varlık, insansa, sadece bir pislik,bir hiçtir-gene de onun canını sıkacak, onu kızdıracak, bir an için de olsa, onun kutsal varlığını tedirgin edecek güce sahiptir insan! gerçekten "insanlık onurunun verilebilecek en büyük kanıtı "dır bu...

Yaşamak uzun bir toplama işlemi gibidir, arada bir toplama yanlışı yaparsan doğru sonucu hiçbir zaman bulamazsın...

Evlenmeye değer kadınlar, bir erkeğin evlenecek kadar güvenmediği kadınlardır, bu da korkunç bir şeydir ; yaşama sanatı sevdiklerimize onlarla birlikte olmaktan ne büyük zevk duyduğumuzu göstermekten başka bir şey değildir,bunu başaramadık mı bırakıp giderler bizi...

Unutma , sevimek gibi bir şeydir şiir yazmak : duyduğu tadın paylaşılıp paylaşılmadığını hiç bilemez insan...

Birine iyilik etmeye çalış, çok geçmeden onun hoşnutlukla parlayan yüzünden nasıl tiksindiğini göreceksin...

İnsanın ülkülerine erişememekten de acı bir şey vardır : onları gerçekleştirmiş olmak...

Bir kadın erkeğin isteğini nasıl uyandırabileceğini bilir, ama bu yeteneğinin farkına varılması onu büyük bir ürküntüye düşürür...

Herhangi bir işe, başarma kararıyla girişmek iyi bir belirti değildir çünkü başkalarını geçme, gurur ve hırs vardır böyle bir tutumda insan yaşamak için yaşadığı için, giriştiği işin tekniğini severek başlamalı bir işe, ancak böyle bir tutum gerçek bir yatkınlık ve başarı olanağı gösterir...

Gerçekten güzel kadın memesi ,kökleri kaburga kemiklerine kadar giden iki dorukta ortaya çıkan bütün bir göğüsten oluşur, başka türlüsü sadece güzel birer eklentidir, ama bunların da altında göğsün kendisi vardır...

Din , dünyada olup biten herşeyin olağanüstü bir önem taşıdığı inancından başka bir şey değildir, işte sırf bu yüzden dünyadan hiçbir zaman yok olup gidemez...

Bir zamanlar, bir erkek karısını aldattı mı, kadın suçlu sayılırmış, bu da cinsel konularda kamuoyunun ahlaka değil ( ahlak erkeklerin yarattığı bir değerler düzeni olduğuna göre ) insanın kendini koruma ilkesine dayandığını gösteriyor...

Yıllar, onları düşündüğümüz zaman, hayal gücümüzün geliştirebileceği olaylarla doluysa, bize uzun görünür, çocukluğun o kadar uzun gelmesinin nedeni budur, herhalde hayatımızın her dönemi bir sonraki dönemde onun üstüne düşündüklerimizle zenginleşir, en kısası onu düşünme fırsatını bulamayacağımız için, yaşlılı dönemidir-çocukluk dönemi sadece gerçekten yaşadığımız çocukluğumuz değil yeni yetmelik ve olgunluk dönemlerimizin onunla ilgili izlenimleridir de, hayatımızın en önemli dönemidir, çünkü bu konuda düşünce zincirleriyle en çok o dönem zenginleşmiştir; yıllar bir anı birimidir, saatler ve günlerse yaşantı birimi...

Anladım ki , birisi bizi küçük gördüğü aşağıladığı, bize uşak gibi davrandığı zaman, ona bağlanır ardını bırakmaz, elinden tutar ve büyülenmiş gibi onu yürekten kutsarız, acaba bu insanlar arasındaki kardeşlik duygusunun içimize doğması, aşağılanma gereksinmemizin ( doğaya karşı ) bir çeşit tanınması mıdır?

Geçmiş bizim için, hem düşünmeden yeniden yaşayabileceğimiz kadar alışık olduğumuz, hem de ona her döndüğümüz zaman bizi şaşırtacak kadar bize yabancı bir şey olmalı: bu durumda hayalgücümüzün kullanabileceği bir nitelik kazanmış olur...

Parasız olan şeyler en pahalıya mal olan şeylerdir, çünkü bize karşılıksız olduklarını anlama çabasına mal olurlar da ondan...

Bir kere tek bir konuyla uğraşmanın heyecanı bitti mi dağınık düşüncelere anlam verecek bir ana düşünce de bulunamaz, bir çok şey bulabilmek için yalnız bir şey aramalı...

Bir günlüğün ilginç yanı belki de iç hayatının ana eğilimlerini gösteren önceden bilinmedik düşüncelerin bolluğunu ve esinlenme dönemlerini bir araya getirmesidir, zaman zaman ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorsun ve ancak iş işten geçtikten sonra o andaki düşüncelerinle, önceki düşüncelerin arasında bir bağlantı kurmaya kalkışıyorsun...

" Anlık " bir sanat eseri, bir "parça " yaratmak, ahlaka uygun bir an yaşamak gibi kolaydır; oysa o anı aşan bir sanat eseri yaratmak, cennette yüreğin bir vuruşundan daha uzun bir süre yaşamak gibi zordur, cenneti bir andan fazla bir süre için düzenleme sanatı, (ermişlik), bir şiiri anlık durumundan ötede düzenlemeyle eşdeğerlidir...

Yoğun duyguyla dolu bir saat, saatteki aynı süreden daha uzundur, can sıkıntısının yoğun bir tutku olduğunu, yapacak bir şey olmamanın getirdiği gerilimle zamanı uzattığını unutma...

Her zaman çalışıp inceleyen, sayfaları çevirerek gözlerini doyuran bir gencin en önemli şiirlerini balkona çıktığı, ormanda, kırda, bayırda dolaştığı anlarda yaratmış olması önemli bir şeydir, şiir " hayat boyunca yaptığımız işin ", her zaman ki uğraşımızın değil başımızı kaldırıp hayatla yüzyüze gelmekten şaşkınlığa düştüğümüz anların sonucudur...

Bir eseri ancak kendi değeri o eseri aşan bir insan tamamlayabilir...

Yanlış diye bir şey olmadığı, yanlışların yeni buluşlara açılan kapılar olduğu düşüncesi , insanın talihli olmakla ödevli olduğu gibi başka bir düşünceyi öngörüyor, bu da akıllı bir insanın hiç yanlış yapmadığı, yani talihli olduğu anlamına geliyor, ya da bu adam yanlış yapıyor ama sonunda bu yanlışlar onun işine yarıyordur...

Davranışlarında ve düşüncelerinde bir başka insanın varlığını hesaba katmadan bir gün geçirebildiğin zaman, kendini yiğit bir insan sayabilirsin...

Bir " dikey " tipler vardır : bunlar herşeyi sırayla yaparlar, bir kişiden yada bir şeyden öbürüne geçerken bir öncekini bırakırlar, kendilerini yeni bir sevgiliye adadıkları zaman, bir eski sevgilinin gelip onları kışkırtmasına sinirlenirler - bunlar " romantik "tir, hiç büyümezler.. Bir de "yatay " tipler vardır, bunlar oldukça geniş bir değerlerdünyasından yaşantı zenginleştirirler, eski tanıdıklarından vazgeçmeden yeni insanlarla ve şeylerle ilgilenmesini bilirler ; serinkanlılıklarının, köklü inançlarının yardımıyla birbirinden oldukça değişik tutkularını denetleyecek ve yola getirecek gücü bulurlar-böyle insanlar da " klasik"tir...

Bir şeyi " ilk defa görmek " diye birşey yoktur, bir şeyi hatırlamamız, ona dikkat etmemiz hep ikinci defa olan bir şeydir...

İnanılmaz şeyleri gerçek diye anlatmak-eskilerin yöntemi ; gerçekleri inanılmaz şeylermiş gibi anlatmak ise-yenilerin yöntemi...

Nasıl olurda Tanrı dua eden insanın sürekli kendini aşağılamasını, ayinlerin ve törenlerin durmadan yinelenmesini ister, sen ; kendin, içgüdüsel olarak sana karşı gönül borcunu belirten bir düşünceyi, iyilik yaptığın insanın buna kısa bir bakışla karşılık vermesini yeğ tutmaz, bütün o ağlamaklı şükran dualarından tiksinmez miydin? gerçi sen Tanrı değilsin, ama gene de...

Hem korkusuz olmak, hem de haklı olmak : tarihin ( ve hayatın ) iki ayrı kutbu, genellikle birbiriyle çelişen iki nitelik...

Birinden öç mü alacaksın ? onu bağışlamış gibi davran; bırak hayat öç alsın ondan, zamanın kendi kendine geçişi, kurbanın birşey yapmasını gerektirmeden, nasıl olsa korkunç acılar çektirir herkese...

En kötüsünü düşün, yanılmazsın...

Bizi sıkan insanlardan başka herkese acırız...

Dinlenmeye hakkımız olsun diye severiz işimiz olmasını...

Aslında öpüşmenin verdiği tad, yemek yemenin verdiği tattan çok değildir, öpüşme konusunda olduğu gibi, yemek yeme konusunda da yasaklar olsaydı, bütün bir ideoloji , şövalyelik töreleri olan bir yemek yeme " tutkusu"ortaya çıkardı, sözünü ettiğimiz bu esriklik -bir öpücüğün yarattığı düşler, yada büyük düş- muşmulayı ,bağdan yeni koparılmış buğulu bir üzüm tanesini dişlemenin verdiği tattan daha üstün birşey değildir, bunsuz da edebilir insan...

El yazısı ile yazdıgı mektup

Lettera_Pavese_pag2

Çıplak Modeller / Kitaptan Alıntılar

İnsanın canı sıkılıyorsa suç kendisindedir muhakkak..

İnsanın iş bulması için işsiz olmaması gerekir..

Dünya nasıl olması gerekiyorsa öyle,

Kendini kurtaramayanı, hiç kimse kurtaramaz...

Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır, en kötü yazgı,sınırları sabırla karşılamaktır-karşı çıkmak gerekir...

Tek günah, insanın kendi yaptığını
kavrayamamasıdır...

cesarepavese

Seçilmiş Şiirler / Kitaptan Alıntılar

yıkıntılar,
yıkıntılar bu yaz hangi aşkları ağırladılar...

en sevdiğim şeylerin
en derininden yarattım onu
ve onu anlayamıyorum....

ölüm gelecek ve gözleri gözlerin olacak...

birisi oldu çok eskiden deneyen
ama bilmeyen birisi....

en güçsüz sözcük
en yırtıcı acıdan geliyor dudaklarımıza...

eski sözler duyacaksın
geçmiş bayramların bir yana
bırakılmış giysileri gibi...

Sesli Edebiyat

Sesli Edebiyat Öyküleri

Projenin birinci seti, 1860 – 1952 yılları arasında doğan 100 yazarımız ve onların birer öyküsünden oluşuyor. 100 yazarımızın 100 öyküsü, toplam 20 CD’de bir araya getirildi. Öykücülüğün Türkiye’deki gelişim çizgisini belgeleyen ve öykü edebiyatımızı ulaşabildiğimiz en geniş kitleyle buluşturmayı hedefleyen bu işitsel CD arşivi, seslerine ve yorum güçlerine yürekten inandığımız değerli tiyatro sanatçılarımızın katkılarıyla hazırlandı. Titiz bir dramaturji çalışmasıyla ve bestelenen özgün müziklerle zenginleşti. Öyküler ‘Ses’leniyor seti hazırlanırken, seçilmiş öykülerin yapılarını, onları yaratan ustaların kalemlerindeki tadı bozmamaya ve metne hiçbir şekilde müdahale etmemeye büyük özen gösterildi.

Rakamlarla Öyküler Sesleniyor...

* Yazarlar, varisleri, seslendirme sanatçıları, müzisyenler, prodüksiyon ekibi, yayınevi yetkilileri ve araştırma çalışmaları sırasında görüşülen kişiler dahil olmak bu projenin gerçekleşmesine 262 kişi katkıda bulundu...
* Prodüksiyon öncesindeki araştırma ve sözleşme sürecinde 700’e yakın yazışma yapıldı...
* Projede yer alan 100 öykü için yaklaşık 1200 öykü taraması yapıldı...
* 100 öyküyü 56 seslendirme sanatçısı seslendirdi, müzikler 20 kişilik bir müzisyen ekibi ile hazırlandı, prodüksiyon ve teknik yapımda 14 kişi görev aldı...
* Proje kapsamında yer alan 100 öykü için 305 adet özgün müzik hazırlandı.
* Projede yer alan 100 öykünün 21’i kadın, 79’u erkek yazarlarımıza ait.
* 100 öyküden 8’i dramatize edildi. Kalan öykülerin 27’si kadın sanatçılarımız, 65 adedi de erkek sanatçılarımızın sesinden kayıda düştü...
* Kayıtlar İstanbul’daki ana stüdyo haricinde Ankara ve İstanbul’da 3 farklı stüdyoda gerçekleştirildi...
* Üç aylık bir süreye yayılan ses kayıtları toplam 33 günde yaklaşık 230 saatte tamamlandı...
* Öykülerin özgün müzikleri 4 ayda kaydedildi... Kaydedilen müziklerin toplam süresi 12.5 saat...
* CD setinde yer alan 100 öykünün montajı yaklaşık 50 gün sürdü... Tüm prodüksiyon 15 ayda tamamlandı...
* 100 öykü için yaklaşık 250 özel ses efekti kullanıldı...
* 20 CD’de biraraya gelen 100 öykünün toplam dinleme süresi 25 saat 54 dakika...

Arka Kapak

"1938 yılında, Amerika'nın Grover's Mill kasabasında sakin geçen gün, radyodan duyulan flaş bir haberle kesilir... Marslılar New Jersey semalarındadır..."Orson Welles, 1938'de H.G. WelIs'in "The War Of The Worlds-Dünyalar Savaşı" kitabından uyarlayıp seslendirdiği radyo oyunuyla, dinleyenleri Marslıların dünyayı gerçekten istila ettiğine inandırmıştı.Geçen yüzyılın başlarında yaşamımıza giren radyo ve bu araç sayesinde hızlı bir gelişim gösteren "radyofonik sanatlar" bugün de bizleri Welles'in uyarlaması kadar büyülüyor.Çünkü çoğumuz küçüklüğümüzden bu yana masallar dinleyerek büyüdük, halk hikayeleri anlattık, şiir dinletilerinde "ses"in yorum gücünü keşfettik.

Edebiyatın yalnız okunabilir değil, aynı zamanda dinlenebilir bir tür olduğunu kavradık.İşte 'Sesli Edebiyat' projesini kurgularken, bizi büyüleyen bu özel 'güçten' yani 'ses'in yorum gücünden yola çıktık. Yazınımızın öykü dağarcığını "sesli" hale getirmeyi düşledik. Sesli Edebiyat ana başlığı altında gerçekleştirdiğimiz "Öyküler 'Ses'leniyor", bu düşüncenin bir ürünüdür.Sesli edebiyatı kısaca, "yazılı edebiyat ürünlerinin-özellikle de roman ve öykünün-müzik/tiyatro gibi sanat disiplinleri ve radyo oyununun dramatik/teknik unsurları ile harmanlanıp seslendirilmesi" biçiminde tanımlayabiliriz.Sesli edebiyat, dünyada yazılı edebiyatın bir alt türü olarak sınıflandırılıyor.

Başta Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarında olmak üzere uzun süredir bu alanda çalışmalar yapılıyor ve sesli edebiyat ürünleri, sözü edilen bu coğrafyalardaki kültürel tüketim alışkanlıklarıyla da bağlantılı olarak büyük bir ilgi görüyor.Biz de bu projede öyküler anlatıyoruz. Ama bu anlatım, ne 'metin okumaya' ne de tam anlamıyla bir 'radyofonik oyun'a benziyor. Bizim ortaya koyduğumuz ikisinin arasında, ikisinden de beslenen kendine özgü bir tarz'. Öyküler, metnin yapısına göre yeri gelince tek sesle, yeri gelince de birden fazla sesle canlandırılıyor.Şunun altını çizmek isterim ki; 'Öyküler 'Ses'leniyor seti hazırlanırken, seçilmiş öykülerin yapılarını, onları yaratan ustaların kalemlerindeki tadı bozmamaya ve metne hiçbir şekilde müdahale etmemeye büyük özen gösterildi.

Projenin birinci seti, Dede Korkut ile birlikte 1860 -1952 yılları arasında doğan 100 yazarımız ve onların birer öyküsünden oluşuyor. 100 yazarımızın 100 öyküsü, toplam 20 CD'de bir araya getirildi.Öykücülüğün Türkiye'deki gelişim çizgisini belgeleyen ve öykü edebiyatımızı ulaşabildiğimiz en geniş kitleyle buluşturmayı hedefleyen bu işitsel CD arşivi, seslerine ve yorum güçlerine yürekten inandığımız değerli tiyatro sanatçılarımızın katkılarıyla hazırlandı. Titiz bir dramaturji çalışmasıyla ve bestelenen Özgün müziklerle zenginleşti.

Orijinal edinmek için

28 Nisan 2009

Metin Üstündağ

metst


Metin Üstündağ (1965 - Erzincan)

Erzincan’da doğdu.8 yaşından İstanbul'a geldi.16 yaşında profesyonel hayatına Çarşaf’ta başladı. “Metin’in Aşıkları” adlı köşeyi yüksek tirajlı Gırgır’da çizdi. Limon’daki köşesi “Langadank” ile mizahta yeni bir anlayış olan yazıları cümlelere, kelimelere, hecelere ve okuyucusuna hitabeden tek bir harfe dönüştürdü.Televizyon için Plastip Show ve Ne Haberler adlı siyasi komedi programlarının senaryolarını yazdı.

Pazar Sevişgenleri-001-Önkapak Pazar Sevişgenleri-002-Önkapak

Nankör, Deli ve Öküz dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. Çeşitli gösteri ve sahne senaryoları yazdı. Yeni bir mizah anlayışı olan ve uzun soluklu gündemde kalan “Plastip Show” ile TV’de 300’e yakın bölümde, mizahi senaryoları canlandırıldı. Bir süre ATV’de “Ne Haberler” adlı politik magazin gösterisi için yazmaya ve editörlüğe devam etti. Leman dergisindeki çalışmalarına son verdi ve bugün Penguen’in kurucu ortağı olarak çizimlerine Penguen’de devam ediyor.Karikatür ve çizimlerinde isminin kısaltması olan 'met-üst'ü kullanmaktadır.

Pazar Sevişgenleri-018
Pazar Sevişgenleri-035

Karikatür örnekleri


Related Posts with thumbnails