Azerbaycan asıllı İranlı romancı ve öykücü Feriba Vefi, 1963 yılında Tebriz’de doğdu. Edebiyat dünyasına ilk olarak kısa öyküleriyle giren yazarın beş öykü kitabı, altı romanı ve çok sayıda edebiyat dergisinde kendisine ait bir dizi öyküsü bulunmaktadır. Bu eserlerde yazar, kadın karakterini geliştirmeye, kadının sorunlarına eğilmeye ve ilgi göstermeye ağırlık verir. Vefi, erkekler tarafından belirlenen dilin sınırlarını aşarak kendine has bir dil ve edebiyat geleneğini oluşturmuş ve tarihin her döneminde ataerkil toplumun baskılarına maruz kalan kadının sessiz çığlığını tüm dünyaya duyurmaya çalışmıştır.
Fariba Vefi, Alman Edebiyatı Akademik Değişim Servisi 2020 Özel Ödülü'ne layık görülen ünlü yazarlardan biriydi. Vefi ayrıca bir yıllığına Berlin'de yaşama hakkını da kazandı. Eserleri Azerice, Türkçe, Rusça, Arapça, Japonca ve İngilizceye çevrildi. Fariba Vefi evli, bir erkek-bir kız çocuğu vardır. Halen ailesiyle birlikte İran'ın başkenti Tahran'da yaşamaktadır.
Eserleri
1986-Dar Omğe Səhnə-Sahnenin Derinliklerinde
1999-Hətta Vaxti Mixandim-Gülerken Bile
2002-Pərəneyə Man-Uçup Giden Bir Kuş
2006-Tərlan-Terlan
2007-Rüya-yi Təbbat-Tibet Rüyası
2008-Razi Dar Küçəda-Sokaklardaki Sır
2009-Dar Rahe Villa-Villaya Giderken
2011-Hamı-ye Üfüq-Gökyüzünün Her Yerinde
2012-Ma Kəmal Mişəvad-Dolunay Oluyor
2014-Ba'd Ez Pâyân-Sondan Sonra
2016-Bi Baad Bi Paru-Rüzgarsız, Küreksiz
Feriba Vefi'nin ilk romanıdır. Roman, Türkçeye 'Uçup Giden Bir Kuş' adıyla Lale Javanshir tarafından çevrilmiştir. 2003 yılında Huşeng Golşiri adına verilen "Yelda Edebiyat Ödülü"ne, sonraki yıllarda ise Mehregan ve İsfehan Edebiyat Ödüllerine layık görülmüştür.
Vefi, 'Uçup Giden Bir Kuş' romanında, yıllarca kirada süründükten sonra elli metre karelik küçük bir ev satın alan ve bundan dolayı güven duygusu hisseden ancak eşi evi satıp ve yurtdışına giderek aileyi bir başına, perişan bir halde arkasında bırakan bir kadını anlatır. Kadın bir başına zor şartlarda iki çocuğunun bakımı ve sorumluluğuyla birlikte kendi hayatının idamesini üstlenir. Roman boyunca kadının monoton hayatına, geçmişin yükü ve geleceğin bilinmezliği arasında var oluş çabasına, dile getiremediği pişmanlıklarına, endişelerine, çelişki ve özlemlerine tanık oluruz.



kitaptan bazı tadımlıklar...
"Bu eve taşındığımızda mahalleyi sevmeye karar verdim. Bu kararı vermemiş olsaydım, burayı hiçbir zaman sevemeyebilirdim. Çok gürültülüydü. İlk gün, sanki bizi çevreyle daha yakından tanıştırmak istiyormuşçasına, Haşimi Bey on dört yaşındaki kızını kırbaçladı; birkaç dilden oluşmuş küfürlerini de çakıl taşları gibi bizim arka bahçeye boşalttı. "
***
"Şehla eli dolu geliyor. "Niye karanlıkta oturmuşsunuz?"
Hiçbir şey söylemiyorum. Işıkları açıyor. Annem gözlerini hızlıca açıp kapatıyor. Bence annemin sadece bir tane ışığı var, onu kapatınca her yer karanlıklaşıyor.
Şehla'nın ise birden fazla ışığı var. Bu yüzden, Yasin okunup ağıt yakılırken bile, yanındaki genç kıza falan hanımın çayının bittiğini hatırlatıp peçete isteyebiliyor, boş şeker kaselerini doldurtabiliyor.
Emir'in ise ışıkları çok. Evdeki ışıklar kapanınca dışarıdakileri açabiliyor. Bu yüzden bana küstüğünde havuza gidebiliyor, kahvaltıda kelle paça çorbası içip kendisine soğuk bir meyve suyu ısmarlayabiliyor. Hatta arkadaşlarıyla birlikte çöle, dağa bile gidiyor.
Benim de annem gibi sadece bir tane ışığım var. Kapanınca içim kapkaranlık olur. Küsünce bütün dünyaya küserim, herkesten çok da kendime."
***
"Emir, Mehin'e yazdığım mektubu okumuş. Şimdi de hakimin henüz çağırmadığı bir şahit gibi hazırda bekliyor. Onu konuşturmak için bağırıyorum, su toplayan bir kabarcığa yaklaştırılan iğne gibiyim. "
***
romanda en çok etkilendiğim paragrafta bu oldu:
"Buzdolabını kapısını açarken "Zavallı!" diyor. Emir yine havaya öksüz yetim bir kelime bıraktı. Benim de kelimenin sahibini bulmam gerek. İçimden zavallı annem, zavallı Emir, zavallı babam diyorum. Kelimeyi bir gömlekmiş gibi herkesin üstünde deniyorum. Gömleğin kime daha çok yakıştığını düşünüyorum. Birdenbire meraklanıyorum:
"Ya kelime bana aitse?"