25 Mart 2010

Ruhi Su

Ruhi Su2

“1912’ de Van’da doğdu. Adı Mehmet’ti; anasını babasını hiç bilmedi. Kendi anlatımıyla Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardan biriydi. Van’dan Adana’ya getirdiklerinde çok küçüktü. Çocuğu olmayan fakir bir ailenin yanına verdiler. Onları; amcası ve yengesi biliyordu, öyle çağırıyordu”

Yengesi tarafından kasıtlı olarak dağ başında bırakılan ve binbir zorluklarla dağda günlerce yaşayan, ısrarı sonucu yengesi- amcasını bulan Mehmet’in çilesinin bitmediğini şu satırlardan anlıyoruz: “Bir gün yine sıradan bir kusuru bahane ederek Mehmet’i dövmeye başlıyor yengesi. Bir türlü hırsını alamıyor, Mehmet’i ağaca bağlıyor ve kamçı ile dövüyor. Bu dayak belki de Mehmet’ in yaşamının dönüm noktası oluyor. Onun bu kötü yaşamını komşular da biliyorlar. Mahalleden arkadaşı olan Hüseyin’in annesi Mehmet’i çok severmiş. O gün ona, “Seni Hüseyin’ in okuluna götürmemi ister misin.” diye sormuş. Mehmet, korkudan sadece başını sallayarak “evet” diyebilmiş”

30 RuhiSu

“Hüseyin’in Okulu öksüzler yurdudur. O zaman ki adı ile Dar-ül Eytam.Hüseyin’ in annesi Mehmet’ i Adana’nın tanınmış ailelerinden Suphi Paşa’ya götürüyor ve tavsiye mektubu alıyor. Sonra da öksüzler yurduna götürüp bu mektubu veriyor. Müdür, görevlilere,”Bu çocuğu hamama götürün, temiz elbise ve çamaşır getirin” dediğinde, Mehmet okula alındığını anlıyor. Tüm bunlar amcanın ve yengenin haberi olmadan yapılıyor. Yeni elbiseleriyle Mehmet’ i okulun bahçesine salıveriyorlar. O günleri şöyle anlatırdı: “Oyun denen bir şeyin var olduğunu o zaman öğrendim, içim içime sığmıyordu, şaşkındım.”

Ruhi Su, çok başarılı bir öğrencidir.1925 yılında Ankara’da Müzik Öğretmeni Okulu kurulmuştur. Hayatındaki tek amacı müzik öğretmeni olmaktır. Fakat beklenmeyen aksilikler yüzünden Ankara Müzik Öğretmeni Okulu’na değil de, İstanbul’a Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne öğrenci olarak kaydedilir. İstanbul’ a getirilirken adı değişmiş: Mehmet Ruhi olmuştur.

Mehmet Ruhi’nin içindeki tek aşk o yıllarda Müzik Öğretmeni olmaktır. Bu yüzden birçok zorlu sınavlardan geçtikten sonra, Askeri Okul ile ilişkisi çürük raporundan dolayı kesilir.Tekrar Adana Öksüzler Yurduna geri gönderilir. Oradan da öğretmen okuluna geçtikten sonra, âşık olduğu ebe-hemşire olarak çalışan bir hanımla evlenir. Müzik Okuluna geçtikten sonra eşi de Ankara’ya tayin olarak Numune Hastanesi’nde çalışmaya başlar.

ruhi_hsu ruhi su

Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun giriş sınavları Eylül ayında yapılır. Ruhi Su’nun arkadaşları aralarından topladıkları paralarla Ruhi Su’ya bu olanağı tanırlar. Gündüzlü olarak başarılı olursa, bir sene sonra yatılı olabilmek koşuluyla. İlk yılı başarı ile bitirerek yatılı okumaya hak kazanır. O sene, tek hece olduğu ve kolay söylendiği için Su soyadını aldı ve adı Mehmet Ruhi Su oldu.”
Ruhi Su’nun hayatındaki zorluklar bitmiyordu. İlk eşinden anlaşmazlık yüzünden ayrılmak zorunda kalır. Bu arada Opera yaşamına da nokta koymak zorundadır.

Opera yaşamı başlamadan bitince bütün sevgisini türkülere verir. Opera’dan hiçbir zaman vazgeçmez. Ancak türkü söylemekten ve derleme yapmaktan da vazgeçmez.
Konservatuarında türkülerini dinleyen hocalarından Markovich, “Türk müziğinin bu kadar güzel olduğunun ilk defa farkına varıyorum.” demiştir

Yıl 1945–1946. O sırada Ruhi Su, Ankara’da yedek subaylığını yaparken aynı zamanda operada oynamaya devam ediyor. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde ayrıca bir korosu var. Sonradan eşi olacak olan Sıdıka Hanım 1946 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne geliyor, dünya görüşleri arasındaki yakınlık, türkülere karşı duydukları ortak sevgi, aralarında güzel bir arkadaşlığın temelini atıyor.”

ruhi-su rs-p3d

Bu güzellikler yaşanırken oluşan bir takım olumsuzluklar yüzünden Ruhi Su’nun korosu kapatılıyor. Bu Ruhi Su’nun hayatındaki zorlukların başlangıcı oluyor, öyle ki biri bitmeden diğeri başlıyor.
Dostlar Korosu, Ruhi Su, yönetiminde türküler üzerindeki çalışmalarına ara vermeden sürdürür.1976 yılının sonunda “El Kapıları”, 1977’de “Sabahın Sahibi Var”,1978’de “Semahlar” uzunçalarlarında Dostlar Korusu Ruhi Su’ya eşlik etti. Ruhi Su, Dostlar Korosu ile İstanbul, Ankara’da ve Bursa’da birçok konserler vermiştir”

“Karşılaşılan nice güçlüğe göğüs gererek, koro elemanları, Ruhi Su’ya ve yaptığı işe duydukları sevgi ve bağlılıkla koroyu ayakta tutmayı uzun süre başardılar.”

Onun yaşadıklarını, karşılaştığı haksızlıklar karşısındaki ödün vermeyen kişiliğini ve her şeye rağmen dünyaya sesini duyurmayı başaran; onurlu, çağdaş kimliği ile yaşadığı çağa, selam verdiği insana, eliyle dokunduğu çiçeğe sorumluluk duyan; inandıklarını yaşamına geçiren, yaşadıklarıyla kendisini çoğaltan ve günümüze kadar gelen, insanlığın yüreğini sahne kapısı olarak gören Ruhi Su, türkülerin insanın en önemli ayrıcalığı, insanlığın meşalesini yakmak olduğunu yaşadıklarıyla kanıtlamıştır.

ruhi su sıdıka su

Sıdıka Su

1923-2006 Sivas'ta doğan Sıdıka Su, babasını kaybettikten sonra banka memuru ağabeyinin desteğiyle lise eğitimini Bursa’da aldı.

O günlerde hukuk eğitimi almayı düşünen Sıdıka Su’nun hayatını Bursa Cezaevi’nde görmeye gittiği şair Nazım Hikmet değiştirecekti. Şairle görüşmelerine sonraki yıllarda da devam eden Sıdıka Su, Ankara’da felsefe öğrenimi görmeye karar verdi.

Ankara Üniversitesi DTFC’deki yıllarında Ruhi Su ile tanıştı. O günlerde sanatçının kurduğu koroda çalışmaya başladı.

Türkülerin siyasetle yan yana yürüdüğü yıllarda Sıdıka Su, genç bir üniversiteli olarak Ruhi Su ile birlikte TKP’ye üye oldu. Ancak her ikisi de 1952 TKP Tevkifatı sırasında Ankara’da tutuklandılar.
Sıdıka Su 5 yıl boyunca Sultanahmet ve Harbiye Merkez Cezaevleri’nde yattı. Cezaevi yıllarının tek mutlu olayı Ruhi Su ile evlilikleri olacaktı. Nikah, ikisi de kelepçeliyken kıyıldı. Şahitleri Behice Boran ile Nevzat Hatko idi.

Cezaevi yıllarını dışarıdaki tecrit koşulları izledi. Önce Konya sonra Ankara’daki sürgün günlerinin ardından İstanbul’a döndüklerinde oğulları Ilgın doğdu.

Ruhi Su’yu kaybettiğimiz 1985 yılına kadar sanatçının zor yaşamında yanında olan Sıdıka Su o yıllardan sonra da Ruhi Su’nun bütün ses kayıtlarını ve arşivlerini özenle düzenledi.
1997’de kurulan Ruhi Su Vakfı’nın çalışkan kurucusu Sıdıka Su, geçirdiği kalp rahatsızlığına rağmen son gününe kadar güler yüzlü kişiliğini korudu.

Sümeyra_Ruhi_Su_ile_1.Gençlik_Festivali_Almanya

Bundan çok vakitler önce, ciddi bir geleneğe dayalı türküler, ülkenin tek yayın kurumunda İstanbul ağzıyla ve diliyle söylenirdi. İstanbul Türkçesi’ne çevrildiği için de bu türküler geleneği tamamiyle değil, sadece kıyısından köşesinden temsil ederlerdi doğal olarak.
Bir tarafta bu vardı, diğer yanda ise devletin yayın kurumunun tuhaf biçimde “mahalli sanatçı” olarak adlandırdığı geleneği, ana damarı temsil eden insanlar. Türkiye, türküleri kendi tadında ve geleneği içinde sadece bu “mahalli sanatçı”ların ağzından dinleyebilirdi devletin yayın kurumunda arada sırada.

Sonra bir adam çıktı ortaya, Klasik Batı müziği eğitimi almış. Çıktı ortaya ve o gür ve gürül gürül akan sesiyle türkü söyledi, türküler söyledi. O da İstanbul ağzıyla söylüyordu türküleri, ama geleneğin içinde yaşayan bir ruh üflüyordu o türkülerin içine. Bir devrimdi bu. Bir devrimciydi o.
Adı Ruhi Su’ydu. O kadar değişik bir ses ve şeydi ki söylediği ve yaptığı Ruhi Su’nun, türkü sevsin ya da sevmesin, hemen herkes kulak verdi bu müzik ırmağına. Bir şey değişti böylece. Ardından da çok şey.

Bir baraj yıkılmıştı ya, peşi sıra geldi diğerleri. Anadolu pop da o devrimcinin açtığı yoldan yürüdü. (Barışlar, Cemler, Fikretler, Moğollar ve bir çokları.) Yerel ve geleneksel olanı uluslar üstü haline getiren Zülfü Livaneli ‘de.

Kelimenin diğer anlamında da devrimciydi Ruhi Su. Hapislerde yattı, sürgüne gönderildi, devletin radyosundaki işine son verildi. Ama durmadı o, sürekli akıp durdu, o gürül gürül sesiyle, elinden bırakmadığı bağlamasıyla, parmağında tezenesiyle. Ta ki hasta olana dek.

Önce elleri titremeye başladı, saz çalamaz oldu. Sonra o yaşlı ve yorgun vücudunun önemli hastalıklar taşıdığı ortaya çıktı, prostat gibi, cilt kanseri gibi. Tedavisi için yurt dışına çıkması gerekti. Ama zamanlar her zaman olduğu gibi yine kötüydü onun için, hatta daha kötüydü; 12 Eylül dönemiydi. İstenmedi yurt dışına gitmesi, pasaport verilmedi, daha erken ölsün istendi.

Askerî dönemde bu ülkenin yöneticilerinin Ruhi Su’dan esirgediği duyarlılığı, başka ülkelerin aydınları gösterdi Günter Grass gibi. Türkiye’deki yöneticilere mektuplar yazdılar üst üste, tedavi olanağı sağlanması için Ruhi Su için. En son ve en sonunda minik bir geri adım attı Türkiye. ANAP Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut döneminde 1985’te bir kereliğinde yurt dışına çıkmasına izin verildi bu büyük ustanın. Ama çok geçti artık. 20 Eylül 1985’te son sesini verdi dünyaya Ruhi Su.

Öldükten sonra bile rahat bırakmadılar onu, 2009’ da Ruhi Su'nun mezarı kimliği belirsiz kişiler tarafından kurşunlandı..

r_ruhisugecti ezgili yürek

Ruhi Su Kitapları

-Ezgili Yürek-Adam Yayınları-1998
-Türkü Halk Oyunları-Hagem Yayınları-1996
-Birlikte Yaşamak-Cevat Çapan
Ölümünün 16. yılında sanatçının hayatı, Füsun Akatlı'nın kaleminden bir kitap-CD'de toplandı
-Bir de Ruhi Su Geçti-Füsun Akatlı-KültürBakanlığı Yayınları

Ruhi Su Diskografisi

45’ likler…

-İskan Türküsü / Habudiyar
-Masalların Masalı / Rubai ve Kurtuluş Savaşı
-Gökte Yıldız / Bir Oyun Havası
-Lavık / Pireli Şiir
-Elif / Mantıvar
-Sarı Tamburam / Nefes
-Dadaloğlu / Niksarın Fidanları
-Evlerinin Önü Mersin / Mor Koyun
-Bebek / Urfani
-Akkuğular / O Yar Gelir
-Çamdan Sakız Akıyor / Bugün Ayın Işığı
-Heyamol / Drama Köprüsü
-Almanya'da Çöpçülerimiz / Tekerleme
-Uyur İken Uyardılar / Yine Bir Gariplik Düştü
-Köroğlu Yiğitlemesi / Kocabey

Diskografi-RuhiSu1

Albümler…

Dostlar Korosu eşliğinde

-1971-Seferberlik Türküleri-Kuvayi Milliye Des.
-1972-Yunus Emre
-1972-Karacaoğlan
-1972-Pir Sultan Abdal
-1974-Şiirler - Türküler
-1974-Köroğlu
-1977-El Kapıları (Sümeyra Çakır İle Birlikte)
-1977-Sabahın Sahibi Var (Sümeyra Çakır’la)
-1993-Semahlar
-1993-Çocuklar, Göçler, Balıklar
-1993-Zeybekler
-1986-Pir Sultan'dan Levni'ye
-1993-Ezgili Yürek
-1993-Ekin İdim Oldum Harman
-1987-Kadıköy Tiyatrosu Konseri I+II
-1988-Beydağı'nın Başı
-1988-Dadaloğlu Ve Çevresi
-1989-Huma Kuşu Ve Taşlamalar
-1990-Sultan Suyu "Pir Sultan Abdal'dan Deyişler"
-1991-Dostlar Tiyatrosu Konseri
-1992-Ankara'nın Taşına Bak
-1993-Uyur İken Uyardılar
-1994-Barabar
-1995-Aman Of
-2002-Seçmeler ve Hapishane Türküleri
-2003-Beni Ağlatırsan Yoluna Ağlat

“Ruhi Su’nun birinci ölüm yıl dönümünde “Ekin İdim Oldum Harman” plağı, kaseti ile birlikte Paris ve Türkiye’de aynı zamanda çıkarıldı. Bu plak o yıl yayınlanan aynı türdeki uzunçalarlar arasında, dünyanın önemli ödülleri arasında yer alan Charles Cros Akademisi’nin “Büyük Plak Ödülü’ne (Grand Prix du Dispve) değer görüldü. Ödül, 9 Şubat 1988 tarihinde Paris’te düzenlenen bir törende, dönemin Kültür Bakanı François Leatanol tarafından –sağlık koşuları nedeniyle törene katılamayan Sıdıka Su’ya iletilmek üzere-Pertev Naili Boratav’a sunulmuştur”.

15578692646502257kf5 RS-SiTu

“Seferberlik Türküleri ve Kuvay-ı Milliye Destanı”, “El Kapıları” ve “Şiirler ve Türküler” uzunçalarları Almanya’da da basılmıştır. “El Kapıları” Köln’de, o yılın “Eleştirmenler Ödülü’nü almıştır.”

“1991’de o yılın Yunus Emre yılı olması nedeniyle, ABD’de bir plak şirketi “Yunus Emre” ve “Pir Sultan Abdal” plaklarını tek CD olarak çıkarmıştır”.

Sanatçı hakkında Ajans21 tarafından, Ezgili Yurek: Ruhi Su 1995 (24 dk) adında bir belgesel hazırlanmıştır. Bu belgesel Ruhi Su hakkında hazırlanan ilk belgeseldir. Bunun dışında Avusturya Belgeseli ve Ruhi Su Belgeseli (Hilmi Etikan) adlarında iki belgesel film de Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı aracılığıyla gösterilmektedir.

Ayrıca bir filmde oynamış ve filmdeki şarkıları seslendirmiştir :

barbaroshayrettinpaa195

Barbaros Hayrettin Paşa (1951)

Yönetmen : Baha Gelenbevi
Senaryo : Kenan Orkan
Görüntü Yönetmeni : Özen Sermet
Müzik : Nedim Otyam
Şarkılar : Ruhi Su

Oyuncular : Cahit Irgat, Ayla Karaca, Cüneyt Gökçer, Mesiha Yelda, Münir Özkul, Rafet Gülerman, İbrahim Delideniz, Refik Kemal Arduman, Ali Korkut, Kadri Ögelman, Kadir Savun, Hulusi Kentmen, Ahmet Tarık Tekçe, Feridun Çölgeçen, Ercüment Behzat Lav, Nana Aslanoğlu, Ali Üstüntaş, Turhan Göker, Münir Ceyhan, Muharrem Gürses, Ruhi Su Yapımevi (şirket) : İpek Film (İpekçi Kardeşler)

Konu : Barbaros Hayrettin'in bir kontesle olan aşkı ve Preveze zaferinin öyküsü.

Ruhi_Su_1.Gençlik_Festivali_Almanya

Ruhi Su'nun kendi dilinden sanat anlayışı

“Bestelemek ayrı bir iş, icra etmek ayrı bir iştir. Halk da bir besteci olarak bu kuralın dışında değildir. İşte bundan dolayı ‘halk gibi söylemek’ sözü de yerinde bir söz değildir. Ne halk diye belirli bir kişi var, ne de halkın bütününü ifade edebilecek belirli bir söyleyiş var. Aşık Veysel var, Aşık Hasan var, Ahmet var, Mehmet var, biz varız. Biz hepimiz halkız. Her birimiz sesimiz ve kültürümüzün şartları içinde derece derece bir takım ayrıntılarla bu türküleri söylüyor ve değerlendiriyoruz.”

“Halk türküleri, halkın hayatı içinde gelişe gelişe bugünkü erişilmez sadeliğini bulmuş bir ifade vasıtasıdır. Kendi ölçüleri içinde halkı en iyi ifade eden ve milyonlarca insanı asırlardan beri duygulandıran bu melodilerin ve ritimlerin herhalde bir sanat değeri olsa gerek.

Sanatı, günlük hayatın gerisinden çıktısından kurtulmuş yüksek bir insan faaliyeti olarak düşünmeye alışanlar, haklı olarak insani hakikatle yüz yüze getiren sanatı yadırgıyor.

Halk, tabiatta ve toplum düzeninde hayatına tesir eden ne olursa, su baskını, zelzele, kıtlık, ölüm, askerlik, seferberlik, memleket işgali, yiğitlik, aşk, coşkunluk, gurbet, yoksulluk, din, iskan, sürgün, atına, öküzüne varıncaya kadar her şeyin, yazı ile söyleyip yazmak imkanından yoksun toplumlarda, türküler ve oyunlar, hem kitabın, gazetenin gördüğü işi görür, hem tiyatronun, konserin yerini alır. Halk türküleri, söyleyeceğini söylemiş, donmuş bir sanat değil, yaşayan bir varlık gibi her an değişen yeniden doğan bir sanattır.

RS-Afis1

Türküleri söyleyen insanların başka imkanlara da sahip olması gerekir. Mesela fonetekle, diksiyonla, türkülerin birtakım halk edebiyatıyla bağlantısını bulabilecek kadar folklorla ilgili birtakım bilgiler edinmesi lazımdır...Bunları bilen bir insan görür ki, türkülerin bir kısmı şarkı anlamına gelen lied (şarkı) bir kısmı arya, bir kısmı da resitatif karakterdedir. Bunlara sahip olmakla bizim şarkı sesimiz, birtakım cilveli oyunlardan, ağlamaklı miyavlamaklı olmaktan kurtulabilir.

Toplum bir savaşımın içindeyse sanat da, sanatçı da o savaşıma bir katkıda bulunmalıdır. İşlevi koşullara bağlı olarak, böylece gelişir. Karşılıklı etki-tepki konularına da bağlıdır bu. Koşullar değiştikçe toplumu, sanatı da değişir. Bu ilişki karşılıklı olarak birbirini daima değiştirerek, geliştirerek sürer.

Arabesk bir bunalım müziğidir. Bizdeki bu ‘arabesk müzik’ deyimi uydurma bir deyimdir. Belli ölçüler içerisinde yapılan, belli bir müzik biçminden çok, bir darbederliği, içeriğindeki melodramı sergileyen argo bir deyimdir bu. Böylesine yüzeysel bir benzetmeyle yanlızca Arap müziğine değil, Hint müziğine de, Türk sanat müziğine de, Türk halk müziğine de benzer. Aslında bu müzik ne yenidir ne de ileri bir anlatım gücüne sahiptir. Bütün yaygınlığına ve canlılığına karşın, anlatabildiği hep daha sulandırılmış olarak aynı konu, hep aynı dünya görüşüdür. Aşk ve kader. Yeni bir müzik değil, çünkü “Fosforlu Cevriye”lerden, eski Sulukule ve meyhane havalarından eskinin kenar mahallelerinden geliyor.

Ruhi Su ile ilgili web sayfası


450px-Ruhi_su_mezar_taşı RS-Afis3

Ruhi Su’nun yaşadığını bilmek, onunla aynı güzelliklerin insanı olmaya çalışmak, yaşama ve insana onun gönül gözleriyle bakmayı bilmek gerçek bir mutluluktur. Bir yanıyla; Ruhi Su’nun yaşantısının ve eserlerinin mirasçısı olmanın haklı onurunu taşımak ciddi sorumlulukları da beraberinde getirir..



Bu güzel insanın çıkarmış olduğu albümlerden seçme bir albümü burada bulabilirsiniz:

14 Mart 2010

Çeviren Latif Demirci

Çeviren Latif Demirci-001 Çeviren Latif Demirci-002

1961 yılında İstanbul’da doğdu. 1975 yılında ilk karikatürü, Gırgır dergisinde yayınlandı. 1978-1979 yıllarında Mikrop dergisinde, sonraki on yıl boyunca Gırgır, Fırt dergilerinde çalıştı. 1989 yılında çıkan Hıbır dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Daha sonra çalışmalarını, kendi adlarına çıkardıkları HBR Maymun dergisinde sürdürdü.

DualÇev-LatifDemirci012 DualÇev-LatifDemirci014

Canavar Koyun Orhan, Muhlis Bey, Arap Kadri, Mithat-Mirsat ve Press Bey tiplerinin çizeridir. Mizah dergilerinin yanı sıra Yeni Gündem, Nokta, Panorama, Gazete Pazar, Söz gibi günlük gazete ve haftalık siyasi dergilerde de çalıştı.

DualÇev-LatifDemirci032 DualÇev-LatifDemirci027

90’lı yıllarda yurti çinde iki, yurt dışında üç (Hollanda, Fransa, Finlandiya) karikatür sergisi açan sanatçının kitap kapakları, poster ve çizgi film çalışmaları oldu. Çalışmalarını, Hürriyet gazetesinde sürdürüyor.

DualÇev-LatifDemirci040 DualÇev-LatifDemirci036

Edebiyat dünyasında her türlü çeviri görmüşsünüzdür ama ilk defa çizginin çevrilmesini Demirci düşünmüştür sanırım..Kitaptaki tablolardan sadece 1 tanesinin orijinalini bulamadım-"Henri Matisse-Reader at Pedestal Table in Green Blouse,Red Striped Dress-1921" elinde olan varsa paylaşırsa sevinirim.

Karikatür Albümleri: 

1984-The Selamin Aleyküm
1985-Tarzan-Arap Kadri
1987-Yes Problem
1991-Eyvah! Mezun Oldum
1991-Mithat-Mirsat
1992-Nostalcisi Kandilli
1996-Çeviren Latif Demirci 1997-Doğuştan Fenerli Mithat
2000-Press Bey Milenyum 2000
2001-Köşeli Türklerden Press Bey
2002-Bugün, Devlet İçin Ne Yaptın?
2006-Yavrum Senin Ülken Bir Melekti
2006-Press Bey Yazmışım Anasını
2006-E-vli ve Cepli

DualÇev-LatifDemirci038 DualÇev-LatifDemirci040

Latif Demirci pek konuşmaz. Hayatı minimum düzeyde kelime kullanarak idare edebilmek gibi inanılmaz bir yeteneği vardır. O'nu tanımak için yanında 10 dakika oturmanız yeterli. Emin olun, ondan sonraki 10 dakikada da aynı olacaktır, sonrakinde de, sonrakinde de...

DualÇev-LatifDemirci019

web sayfası

Çeviren Latif Demirci (orijinal ve dual)



diğer karikatürlerinden örnekler ..


12 Mart 2010

Paul Eluard

Paul Eluard

14 Aralık 1895'te Paris yakınlarındaki Saint-Denis'de doğdu. Asıl adı Eugéne-Emil-Paul Grindel'dir. Babası sayman ve annesi terziydi. Oldukça rahat bir aile ortamında büyüdü. Saint-Denis ve Aulnay-Sous-Bois'de okuduktan sonra ailece taşındıkları Paris'te öğrenimini sürdürdü.

1912'de akciğerlerinden rahatsızlanınca öğrenimine ara verdi. Davos'taki Clavadel sanatoryumunda yatarken burada Helena Dmitrovniya Diakonova adlı bir Rus kızıyla tanıştı. İlk adı Gala olan bu kıza aşık oldu. Bu sıralarda Nerval, Baudelaire, Lautréamont, Max Jacob, Apollinaire, Whitman gibi şairleri okuyordu. Romains, Duhamel, Vildrac da gözde yazarlarıydı.

paul_eluard paul-eluard-saint-denis 

1913'te kendi parasıyla küçük bir şiir kitabı yayımladı. İlk şiirlerini sonradan yok etti. Birinci Dünya Savaşı sırasında sıhhiye eri olarak görev yaptı. Le Devoir (Ödev) adlı kitabına anneannesi- nin soyadını kullanarak Paul Eluard imzasını attı. 1917'de Gala ile evlendi ve ertesi yıl kızları Cécil dünyaya geldi. Katıldığı Dada topluluğunda Aragon, Breton, Soupault ve Tzara ile tanıştı. Bu topluluk dağıldıktan sonra Gerçeküstücülük hareketinde yer aldı. 1924'te, 7 ay sürecek olan bir Uzak Doğu gezisine çıktı.

eluard dali-gala-leda-swan070

Kimseye haber vermeden ortadan kaybolması çeşitli yorumlara neden oldu. Ölmüş olabileceği bile öne sürüldü. Dönüşünde Komünist Parti'ne girdi. 1929'da Nusch'la tanıştı. Asıl adı Maria Benz olan bu kadına aşık oldu ve Gala'dan ayrılarak Nusch ile evlendi (1930). Bu evlilikleri 1946'da Nusch'un ölümüne kadar sürdü. Gala ile de 1932'de birbirlerinden kesin olarak ayrılmalarına ve hayatlarında başkaları olmasına rağmen aşkları yıllarca sürer.

International_Surrealist_Exhibition_1936 paul-pluard

I. Dünya Savaşı'nda cephede görev aldı ve bu dehşetin anılarını 'Le Devoir' adlı şiir derlemesinde dile getirdi. Savaş sonrasında önce Dada hareketine, sonra da gerçeküstücü akıma aktif olarak katıldı. Bu arada, 1926 yılında diğer gerçeküstücülerle birlikte üye olduğu Fransa Komünist Partisi'nden 1933 yılında ihrac edildi.

Toplumcu şiir anlayışına yöneldiği 2.Dünya Savaşı'nda yeniden askere alındı. Fransa, Almanya işgalindeyken birçok tehlikeyi göze alarak ülkesinin kurtuluşu için yiğitçe savaştı, 1942 yılında, içinde ünlü 'Özgürlük' şiirinin de yer aldığı 'Poésie et Vérite' adlı derlemeyi gizlice yayımladı.Bu şiirlerde ülkesinin acılarını, halkının dayanma gücünü, umudunu, özgürlüğe susamışlığını büyük bir ustalıkla dile getirdi. bu şiirler bütün Fransa'yı elden ele, gizli gizli dolaştı, bir şarkı gibi ağızlarda söylendi.

10204321

Özgürlük

“okul defterime,sırama ağaçlara
yazarım adını,
okunmuş yapraklara,bembeyaz sayfalara
yazarım adını,
yaldızlı imgelere,toplara tüfeklere,
kralların tacına,
en güzel gecelere,günün ak ekmeğine
yazarım adını,
tarlalara ve ufka, kuşların kanadına
gölgede değirmene yazarım,
uyanmış patikaya, serilip giden yola
hınca hınç meydanlara adını,
ey özgürlük ..

kapımın eşiğine,kabıma kaçağıma
içimdeki aleve,
camların oyununa, uyanık dudaklara
yazarım ben adını,
yıkılmış evlerime,sönmüş fenerlerime
derdimin duvarına,
arzu duymaz yokluğa,çırılçıplak yalnızlığa
yazarım adını,
geri gelen sağlığa, geçen her tehlikeye
yazarım adını,
bir sözün coşkusuyla,dönüyorum hayata
senin için doğmuşum haykırmaya,
ey özgürlük…”


Paul Eluaord paul_eluard3

İspanya'daki iç savaşta Franco yandaşlarına karşı Cumhuriyetçiler'i tuttu. Ressam dostları Miro, Picasso, Tanguy ve Masson'un resimlediği şiirleri Cumhuriyetçiler yararına satıldı.

Éluard, hem aşk hem de devrim şairi olarak 20. yüzyılın en büyük Fransız edebiyatçıları arasında gösterilir. Fransız Komünist Partisi'ne katılması sonucu gerçeküstücü hareketten kopan şair, şiirlerinde Stalin'i yüceltmiştir. Milan Kundera, anılarında, arkadaşı, Prag'lı yazar Zavis Kalandra'nın idamını Élouard'ın ayan beyan savunduğunu duyduğunda hayrete düştüğünü anlatır.

eluard-lst062728 Les Jeux de la Poupée

1946'da birçok yurtdışı gezi yaptı. Bu gezilerinden birinde eşi Nusch'un öldüğünü öğrendi. Bu olay Eluard'ı çok etkiledi ve büyük bir umutsuzluğa ve karamsarlığa kapıldı. Şiiri bile bırakmayı düşündü ama bu kötü dönemi yine şiiriyle aşmayı başardı.

1948'de özgürlük ve barış için birçok ülkede konuşmalar yaptı. Yine aynı yıl ilk şiirlerini yeniden yayımlamak cesaretini gösterdi.

161201 Man Ray eluard 500 Salvador-Dali-Gala

1949'da Paris'te toplanan Dünya Barış Kurultayı'na ve daha sonra da aynı kuruluşun Meksika'daki toplantısına katıldı. Burada Dominique şairin hayatına giren üçüncü kadın oldu. Eluard 1951'de Yunanistan'a gitti ve Yunanlı partizanlara destek verdi. Neruda ile birlikte Petöfi'nin 100. ölüm yıldönümü için Budapeşte'ye gitti.

Dominique ile evlendikten sonra hayatları Paris, Beynac (Dor dogne) ve Saint-Tropez arasında geçmeye başladı. 1952 yılının yaz aylarında kalbinde rahatsızlık hissetmeye başladı. Aynı yıl, 18 Kasım'da Paris'te bir kalp krizi sonucu öldü.

Perelachaise-Eluard-p1000383 tumblr_ktbg2rGs5H1qa3jrvo1_500

Eluard'ın şiir anlayışına yalınlık egemendir. Örtüsüz ve süssüz bir şiirden yanadır. Bile bile oluşturulan yapay bir dil, ''şiirleştirilmiş dil'' Eluard'a göre gerçek şiiri yok eder. Buna karşılık şiirlerindeki imge özgünlüğünü yaratırken dili olabildiğince zorlamaktan da kaçınmamıştır.

Man Ray Les Mains Libres1000

Yapıtları

1917-Le Devoir Et l'Inquiètude-Görev ve Kaygı
1918-Poèmes Pour La Paix-Barış İçin Şiirler
1921-Les Nécessités D'une
1924-Mourir de Ne Pas Mourir
1925-152 Proverbes Mis Au Gout Du Jour
1926-Capitale de La Douleur-Acının Başkenti
1926-Les Dessous D'une
1928-Defence de Savoir
1929-L'Amour la Poésie-Aşk,Şiir
1930-Immaculee Conception-Lekesiz Döllenme
1930-Ralentir Travaux
1930-A Toute Epreuve
1931-Dors
1932-La Vie Immédiate-Dolambaçsız Yaşama
1933-Comme Deux Gouttes D'eau
1934-La Rose Publique-Halk Gülü
1935-Nuits Partagees
1935-Facile
1936-Les Animaux et Leurs Hommes
1936-Les Yeux Fertiles-Verimli Gözler
1937-L'evidence Poetique
1937-Les Mains Libres
1938-Quelques Des Mots Qui
1938-Cours Naturel
1939-Chanson Complète-Eksiksiz Şarkı
1939-Donner à Voir-Görmeye Vermek
1941-Choix de Poèmes-Seçme Şiirler
1942-Poésie et Vérité-Şiir ve Gerçek
1944-Au Rendezvous Allemand-Alman Buluşması
1944-Dignes de Vivre-Yaşamaya Yaraşanlar
1946-Selected Poems-Seçme Şiirler
1946-Poésie Ininterrompue-Kesintisiz Şiir
1948-Poèmes Politiques-Siyasal Şiirler
1949-Une Leçon de Morale-Bir Ahlâk Dersi

eluvard 06021332

Türkçe Yayınlanan Kitapları

1992-Seçme Şiirler-A.Kadir-Asım Bezirci-Yön
1993-Yaşamı Sanatı Şiirleri-A.R.Ergüven-Berfin
2006-Asıl Adalet-Evrensel
2006-Aşk Şiirleri-Kırmızı
2004-Gala'ya Mektuplar-Yapı Kredi
1997-Kesintisiz Şiir-İmge
1991-Elsa'ya Şiirler-Adam Yayınları
1997-Şiirin Dolambaçlı Yolları-Telos Yayıncılık
1994-Ozan ve Gölgesi-Adam yayınları
2007-Şiirler-Çekirdek Sanat

Bestelenen Şiirleri

Zülfü Livaneli-Liberté-Özgürlük
Zülfü Livaneli-Neylersin

769570-the-false-mirror-rene-magritte-1928-1

Defterlerimdeki Eluard


I……Seçme Şiirler - Paul Eluard ………….


-Tutuklunun hücresi
yetmeyecek kadar küçüktü
bir örümceğe...


-Hoşçakal hüzün
hoşgeldin hüzün
tavanın çizgilerinde yazılısın
sevdiğim gözlerinde yazılısın
yoksullukla ne ilgin olabilir
en yoksul dudaklarda bile
bir gülücükle silinirsin
hoşgeldin hüzün
sevilesi bedenlerin aşkısın
gücüsün aşkın
başı acılı
bedensiz bir canavar gibi
canayakınlığı koyuverirsin orta yere
ansızın,
güzel güzlü hüzün...



-Hiçbir şey olmayaydı orda
ne vızıldayan bir böcek olaydı
ne hışırdayan bir yaprak
ne yalanan ne ulayan bir hayvan
hiç bir şey olmayaydı orda hiçbir şey
ama sıcak bir şey ama çiçekli bir şey
ama kokulu ama kırağılı ama parlak
ne yaz çiçeğinin yaladığı gölge olaydı
ne kardan kürkler içinde bir ağaç
ne sevinçle öpülen bir yanak olaydı
ne kendini yele vermiş çırpınan bir kanat
ne yumuşacık bir ten, ne türkü çağıran bir kol
başına buyruk hiçbir şey olmayaydı
ne kazanmak olaydı ne harcamak
ne ayrışmak olaydı ne birleşmek
iyilik adına kötülük adına
ne sevişe koklaşa geçen bir gece olaydı
ne de uykuyla geçen bir gece
ne durgun bir ses ne çoşkun bir ağız
ne cömert bir göğüs ne uzanmış bir el
ne açlık ne doymuşluk
hiçbir şey olmayaydı orda hiçbir şey
ister görünen ister görünmeyen
ister hafif ister ağır
ister ölümlü ister ölümsüz
orda bir insan olaydı tek
kim olursa olsun bir insan
ben olaydım başkası olaydı
ya bir insan olaydı orda
ya da hiçbir şey olmayaydı....


-Hiçbir vakit tam karanlık değildir gece
kendimde denemişim ben
kulak ver dinle
her acının sonunda açık bir pencere vardır
aydınlık bir pencere
hayal edilecek bir şey vardır
yerine getirilecek bir istek
doyurulacak açlık
cömert bir yürek
uzanmış açık bir el
canlı canlı bakan gözler vardır
bir yaşam vardır yaşam
bölüşülmeye hazır...



-GÖK AÇIK DA OLSA KAPALI DA OLSA
İNSAN SEVMEDİKÇE ONU GÖREMEZ....


-Kapılar tutulmuş neylersin
neylersin içerde kalmışız
yollar kesilmiş
şehir yenilmiş neylersin
açlıktır başlamış
elde silah kalmamış neylersin
neylersin karanlıkta bastırmış
sevişmezsin de neylersin...



-ONLARIN NE ODU VAR NE OCAĞI
ATEŞİ BULDULAR SONRADAN, İNSANI BULDULAR...


-Bir kaç kişiydiler ancak
yaşarlardı karanlıkta
düşleyerek okşayan günü
bir kaç kişiydiler ancak oramnı seven
inanırlardı yanan oduna
ta uzaktan çiçek kokularına bayılırlardı
örterdi onları çıplaklığı isteklerinin
birleştirirlerdi yüreklerinde ölçülü soluğunu
doğal yaşayışın o hiçten tutkusuyla
yazları gitgide büyüyen
birleştirirlerdi yüreklerinde, gelen çağın
bir başka çağa merhaba diyen umudunu
çölden daha dayanıklı aşklarla
azıcık kısacık bir uyku
götürürdü onları gelecek güne
dayanırlardı bilerek sürdürdüğü yaşamın
ve onların istekleri aydınlığı doğururdu,
birkaç kişiydiler ama
birden kalabalık oldular
her çağdaki gibi...



-ÖZGÜR KALACAĞIM İŞTE BÖYLE BİR BAŞIMA
VE İNSANOĞLUNA BUNDAN SONRA DA,
NE ÖLÜM DOKUNACAK, NE DİRİM...


-Yaşıyorsam işte
yitirmesin diye yapraklarını ağaç
yaşıyorsam işte
suyun çarpsın diye yüreği
yaşıyorsam işte
gün yeniden
doğsun diye...



-Insanın güzelliği insandan yüce
ama onlar bunu bilmezlerdi


-Düşünmek için yaşar,
susmak için düşünürlerdi
ölmek içindi yaşamaları, boşuna
ölümle kaparlardı iyi yüzlerini
düzene koymuşlardı yavrum
mal mülk uğruna
bayağılıklarını sevgilerini
çiçekleri çiğner gülüşleri boğarlardı
tüfeklerinin ağzındaydı yürekleri
duymazlardı yavrum yoksulların küfürlerini
yarının mutlu yoksullarının
geceleri ölümdü onların ölümdü

öbür insanlar toplansın diye
gölgelerinden yoksulluk dökülürdü...



-Geceyi bekleyelim geceyi
hava döşek gibi güzel
tapılacak kızların
en tatlısı
en ateşlisi
sevgilisinin uyuyan heykeli
önünde diz çökmüş
uyumayı
düşünmüyor bile,
geceyle gündüz güzelleşiyor gitgide...


Nusch Nusch_Livre-1-53

II………..Paul Eluard- Şiirler……………….

-Geceleri hepimiz bir kumaş dokuruz.
-İşimiz gücümüz görmek karanlıkta.
Görmek, anlamak ve yapmaktır.
Varolmak yada olmamaktır.
Elimizde kardeşler,elimizde bu.
İyi olmak,
hür olmak elimizde.
Bozmak elimizde alın yazısını.
Bir bahar özlüyoruz güllü çiçekli,
mutlu günler bekliyoruz,
güzel yarınlar.
aydınlıklar sarsın dört bir yanı,
yıkasın kirini, pasını dünyamızın.


-İnsanlarda tek sıcak kanun
üzümden şarap yapmaları
kömürden ateş yapmaları
öpücüklerden insan yapmalarıdır


-Sokak saçmaydı, ev acımsı
gündüz kaygandı gece hastaydı...


-Tanımadığım bütün kadınlar adına
seviyorum seni
yaşamadığım bütün çağlar adına
seviyorum seni, enginlerin kokusu
sıcak ekmeğin kokusu adına,
ilk çiçekler adına, eriyen kar adına
insanın ürkmediği saf gönüllü
hayvanlar adına
sevmek adına seviyorum seni
sevmediğim bütün kadınlar adına
seviyorum seni
kendimi pek az görürüm yansıyan
sen değilsin bana
sadece bir çöl görürüm
geçmişinle bugün arasında
sonsuz uzayıp giden
yaşamı sözcük sözcük öğrenmem
gerekti bana, unutur gibi
benim ki olmayan bilgeliğin adına
seviyorum seni
yalnız kuruntu olan her şeye karşı
zorla tutmadığım bu ölümsüz yürek adına
seviyorum seni
sen kuşku sanıyorsun kendini oysa akılsın
sen başıma yükselen güneşsin
güvendiğim zaman kendime ...



-( Ölümsüz hava için ;)
önüme baktım
seni gördüm kalabalıkta
buğdaylar arasında seni gördüm
bir ağaç altında seni
bütün gezilerim sonunda
bütün acılarımın sonunda
dönemecinde bütün gülüşlerin
çıkarken sudan ateşten
yaz kış seni gördüm
evimde, kollarımda, düşlerimde
bırakmam artık seni...


-İnsanın ateşi insanın tek bir ateşi
tek bir öpüş
ve yanıyor
yakması gereken ...



-Yeryüzünde her zaman yüzler kalabalığı içinde
bağlayan bir yüz oldu, insanı geçmişine ...


-Görünür kılın beni güzel gözlerim
bitmek istemiyorum kendimde ...



Related Posts with thumbnails