Gülcan, köyün çıkışındaki yolda, ağır ağır ilerlemektedir. Almanya’dan gelen kocası İbrahim’in kullandığı araba, uçurumdan aşağıya yuvarlanmış; yerde üstü örtülmüş cesetler ve ağlayan bir çocuk… Fonda ise incecik bir kadın sesi, “Hasretinle Yandı Gönlüm” diyor.
Türkan Şoray’ın 1970'li yıllarda çekilen “Dönüş” adlı filminden küçük bir hatırlatma yukarıdaki satırlar filmdeki pek çok isim hâlâ biliniyor. Fondaki kadın sesi ise bir kuşağın İstanbul Radyosu dinleyenlerince hiç de yabancı değil. Şimdilerde ise ne türkü dinleyenler ne de söyleyenler için bildik..
1933 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta Öğrenimini İstanbul'da tamamladı. Küçük yaşlarından itibaren başladığı müzik eğitimini daha da geliştirmek için İstanbul Belediye Konservatuarı'nın Türk Müziği Bölümü'ne girdi. O yıllarda Konservatuar’ın en seçkin hocaları olan Münir Nurettin Selçuk, Şefik Gümeriç, Emin Ongan, Halil Bedi Yönetken, Nevzat Atlığ, Mefharet Yıldırım'dan dersler aldı. 1958 yılında bu okuldan mezun oldu. Seha Okuş İstanbul Radyosu'nda veya Konservatuar'ın İcra Heyetinde ses sanatçısı olmak istiyordu ancak kadrosuzluk nedeniyle bu iki kurumda da sanatını icra edecek ortam bulamadı.
Bu sırada, Konservatuar'ın Klasik Batı Müziği bölümü korosunun "Soprano" kadrolarından birinde açık vardır, arkadaşlarının ve hocalarının teşvikiyle bu görevi kabul eder; iki buçuk yıl bu kadroda görev yapar. O yıllarda Konservatuarın Batı Müziği Korosu'nun, İstanbul Operası Korosu ile birleştirilmesi gündeme gelir. Seha Okuş, Opera-Şan bölümü mezunu olmadığından bu göreve devam etmek için tereddütlüdür. Koronun şefi Muhittin Sadak ve yardımcısı Şerif Yüzbaşıoğlu Okuş'u çok başarılı bulmalarına ve görevine devam etmesini istemelerine rağmen, Okuş, Konservatuarın Halk Müziği topluluğuna naklini yaptırır (1961)
Aslında ilk başlarda bu durumdan çok memnun olmamıştır. Çünkü gönlü "Klasik Türk Müziği" icracılığındadır. Ancak zamanla halk müziği uygulamalarına alışır, halk müziğini sever, hatta öylesine büyük bir tutku ile bağlanır ki yaşamının kalan kesiminde halk müziğinden kopamaz, Seha Okuş'a göre "halk müziğinde kutsal bir yön vardır", işin içine girmeden, özümsemeden bunu anlamak imkansızdır. Bu görüşünü meslek yaşamı boyunca pek çok yerde tekrarladığı şu cümle ile tanımlar:
"Halk müziğimiz halkın özüdür, ondaki toprak kokusunun piyasadaki türkücülerin icrasından alınması asla mümkün olamaz"..
Okuş'un Türk Halk Müziği'ni sevmesine, ona gönül vermesine katkıda bulunmuş bir folklorcumuzu burada anmadan geçemeyeceğiz. O dönemde Belediye Konservatuarı'nın halk müziği şefi olan Sadi Yaver Ataman, radyodaki oluşumun (Yurttan Sesler/ Koral Çalgısal Topluluk) bir benzerini Konservatuar bünyesinde oluşturmuş ve yetenekli gençleri burada değerlendirmiştir, işte kentli bir bayan olan Seha Okuş'un halk müziğine bu denli ilgi duymasına, Sadi Yaver Ataman'ın büyük katkıları olmuştur.
Seha Okuş'un İcra heyetine (THM Topluluğu) girdiği tarihten yaklaşık iki yıl sonra İstanbul Radyosu'nda "Kadınlar Topluluğu" adı ile bir topluluk oluşturulmasına karar vermişti, önceleri radyonun içinden eleman alınması düşünüldü ise de, yeterli eleman sayısına bu yolla ulaşılamadı. Topluluğun şefi olan Neriman Tüfekçi, kadroyu geliştirmek için, sesi halk müziğine yatkın, nota bilen bayan sanatçılar aramaktaydı. Daha önceleri Nida Tüfekçi ile Seha Okuş bir vesile ile tanışmış olduğundan, bu arayış sırasında 'Nida Tüfekçi, Okuş'u Kadınlar Korosu için önerdi. Okuş girdiği sınavı kazanarak radyonun elemanları arasına katıldı. Seha Okuş bu toplulukta 4 yıl korist olarak çalıştı. Hemen ardından solistliği onaylandı. Kısa bir süre sonra Ahmet Yamacı'nın Yurttan Sesler Topluluğu'na katıldı. Seha Okuş asıl kadrosunun bulunduğu Konservatuar'ın yanı sıra radyoda da mukaveleli sanatçı olarak 35 yıl görev yaptı.
Okuş, Konservatuar'ın THM Topluluğu şefi Yaver Ataman'ın emekliliğinden sonra yerine getirilen oğlu Adnan Ataman'la da yıllarca süren başarılı çatışmalara imza attı, O dönemde topluluğun tek konservatuar mezunu bayan sanatçısı Seha Okuş'tu.
Okuş, Adnan Ataman'ın da teşvikiyle topluluğun kadınlar kısminin öğretmenliğine getirildi. Bir süre bu görevini sürdürdü 1976 yılında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'na repertuar dersi hocası olarak atandı. Fiili görevine başlayamadan kısa bir süre sonra ailevi ve sağlık sebeplerinden ötürü bu görevinden ayrıldı. Eski kurumuna geri döndü ve sanatçılık görevine devam etti. Okuş'a göre artık Belediye Konservatuarı'ndaki görevinden emekli olma zamanı gelmişti.
Ancak yakın arkadaşları ve dostları (Muazzan Sepetçioğlu, İsmail Hakkı Özkan, Süheyla Altmışdört) O'nun bu fikrine karşı daha başka bir fikir üretmişterdi Türk Müziği Bölümü'nün halk müziği repertuarı hocalığını teklif ettiler Okuş, bu görevi severek kabul etti. Böylece konservatuardaki icracılığı sona erdi; öğretmenlik görevi başlamış oldu. Bu görevini hala sürdürmektedir.
Seha Okuş, kendisini halk müziği icracılığının ardından repertuar öğretmenliği kulvarında da kabul ettirmiş bir sanatçıdır. Aradan geçen zaman içinde iyiden iyiye ısındığı repertuar hocalığını sürdürebileceği bir başka ortam oluşur. Yeğeni Müjdat Gezen bin bir güçlükle kurduğu "Müjdat Gezen Sanat Merkezi"nin Halk Müziği Bölümü'nün başına halasını getirmek ister. Seha Okuş yeğeninin ısrarlı teklifini kabul eder. 1990 yılından itibaren bu kurumun Halk Müziği Bölümü Başkanlığının yanı sıra repertuar hocalığı görevlerini sürdürmektedir.
Seha Okuş sanat hayatına başladığı ilk günden bu zamana kadar heyecanını, duygusallığını, ümidini yitirmemiş bir sanatçıdır. Azimli ve özverili çalışmaları sayesinde daima başarıya ulaşmış, fakat bu başarısını zedeleyebilecek küçük çıkarların ardından hiç bir zaman koşmamıştır. (Kalan Müzik)
Emel Armutçu’nun onunla ilgili bir yazısı:
O dünyanın kulağı ve hafızası iyi dinleyicileri adını hemen hatırlar: Seha Okuş. Türkülerden habersiz ama Klasik Türk Müziği'ne tutkun bir Teşvikiye çocuğuyken tesadüfler ve imkansızlıklar nedeniyle halk müziği dünyasına dalan, sonra o dünyanın ‘‘zarafetini’’ çok seven, türkülere tutkuyla bağlanan bir eski zaman sanatçısı. Müzik tarihimizin en önemli sanat, halk ve batı müziği hocalarının öğrencisi. 35 yılını verdiği radyoda konservatuvarlı ilk halk müziği sanatçısı, ama sanat müziği de, opera da söyledi. Şimdi yeğeni Müjdat Gezen'in Sanat Merkezi'nde Halk Müziği Bölüm Başkanı ve İstanbul Devlet Konservatuvarı’nda repertuvar hocası. Bu sayfaya şimdi konuk olmasının sebebi hikmeti ise birbirinden güzel türküleri okuduğu eski 45'liklerinin, Kalan Müzik tarafından CD olarak yayımlanması. Radyoda Neriman Tüfekçi ekolünün ilk kuşak sanatçılarından sayılan Okuş, popüler müziğin kakafonisi içinde pek talep görmeyen halk müziğinden aldığı ve yıllarca çok sevdiği toprak kokusunu, bugünün gençlerine duyurmaya çalışırken, hálá eski heyecanını yaşıyor.
Yıllar önce. Tek kanallı siyah-beyaz televizyonun radyo sanatçılarının konserlerine yer vermeye başladığı Yurttan Sesler günleri. Gelen gazeteci, çekilen fotoğraf sayısı artmış, radyodaki hanımlar birden bire şıklaşmıştır. Fonda sen çıktın, ben çıkmadım çekişmeleri yaşanırken sıra birlikte türkü söyleyen Seha Okuş ve Şahin Gültekin'e gelir. Heyecanla hazırlanıp, Ankara'ya çekime giderler. Stüdyoya girer girmez Seha Okuş'un kameramandan ilk isteği şu olacaktır:
- Ne olur beni zayıf çekin!
Çekimler biter, yakın arkadaşı bir çiftin arabasıyla İstanbul'a doğru yola koyulur Okuş. Ama zayıf gösterilmeyi rica etmesini gerektirecek boğaz düşkünlüğü yok mudur, ‘‘etli ekmek’’ sevdasıyla Konya yollarına sapınca yolu iyice uzatırlar. Akşam saatlerinde birden çığlık atar Okuş: ‘‘Eyvah, bu gece ilk kez televizyonda görüneceğim ve ben yoldayım!’’
Arkadaşının eşi onu kırmak istemez ve ‘‘Üzülme, şimdi şuralarda televizyonlu bir yer buluruz’’ der. Kasaba kasaba, televizyon izleyecekleri bir mekan ararlar. Sonunda Bilecik'e yakın bir yerde bir kahveye girerler. Televizyon tepeye yerleştirilmiş, masalar kaldırılıp ışıklar söndürülerek sinema ambiyansı yaratılmış, kasabalılar yerlerini almıştır. Çay ocağının yanındaki üç sandalyeye ilişip seyretmeye başlarlar.
Program başlayıp Seha Okuş televizyondaki aksini görür görmez, kameramanın pek de marifetli olmadığı ortaya çıkar. Şaşkın bir şekilde bakakalmışken, kahvede yükselen bir sesle sandalyesine mıhlanacaktır:
- Ulaaan ben bu garının sesini radyoda duyar, incecik bir şey sanırdım, çok şişkoymuş!
- Bu garı adamın sevgilisi!
- Bah bah, garı hiç yüz vermiyor...
Yıllarca Türk Halk Müziği konserlerinde, resmi dizilişe uygun, hanım hanım türküler okuyan Seha Okuş için içerde soluyacak hava kalmamıştır doğrusu. Apar topar kalkarlar. Çıkmadan kahveciye teşekkür için eğilen Okuş'un yüzüne mum alevi düşer. Bu kadar eziyetten sonra bir de mezarından kalkıp sessizce halkın arasına karışmış bir hortlak gibi yakalanmak reva mıdır yani!
- Oooyy Seha Okuş burada, çığlığıyla kahvede yer yerinden oynarken, o dışarı nasıl çıktığını bilemez.
Var mı Hacet Söyleyin
İşte böyle günlerin sanatçısı olan Seha Okuş, 1933'te İstanbul Teşvikiye'de doğar. ‘‘Kadifeden kesesi/kahveden gelir sesi’’ türküsünün güftesinin sahibi yaşlı bir baba ve ud çalan genç bir annenin ikinci çocuğu olarak (Ama onun deyimiyle ‘‘baba bir anne ayrı’’ kardeşleri de vardır ki bunlardan biri Müjdat Gezen'in babasıdır). Zerafeti ve musiki düşkünlüğüyle tipik bir İstanbul hanımefendisi olan annesi Vildan Hanım, zevkine düşkün ve galiba biraz da çapkın olan kocası İlhan Bey'in eve geç geldiği akşamları, iki çocuğuyla Küçük Çiftlik Parkı'nda fasıl dinleyerek geçirir. Gazinonun sadece çay içilen daha ucuz bölümünde, francala arası kaşar yiyerek ve Klasik Türk Musikisi dinleyerek büyüyen kız çocuğu, ne olacağını o yaşlarında belli eder tabii. Bir akşam Kürdili Hicaz makamından bir şeyler çalınırken ağlamaya başlar. 4-5 yaşlarındadır henüz. Annesi düştüğünü, bir yerini acıttığını sanırken o şöyle der:
- Hayır düşmedim. Yüreğime bir şey oluyor, o yüzden ağlıyorum.
Nevzat Atlığ, Münir Nurettin Selçuk, Emin Ongan, Şefik Gümeriç, Halil Bedi Yönetken, Mefharet Yıldırım gibi önemli hocaların eşliğinde okuduğu ‘‘Var mı hacet söyleyin ey gültenim’’ seçilmesini sağlar. Şarkı söylemeyi nereden öğrendiğini bile hatırlamaz, sadece o yıllarda çok revaçta olan Perihan Altındağ Sözeri ve Müzeyyen Senar'ı dinleyerek büyümüştür. O kadar tecrübesizdir ki o sırada, ‘‘Nerede oturuyorsun?’’ sorusuna ‘‘Şimdi tramvaydan ineceksiniz...’’ tarifiyle cevap verir. ‘‘Hayır çocuğum, biz size misafirliğe gelmiyoruz’’ der hocaları.
Halk müziği sanatçısı olmak aklının ucundan bile geçmez, Teşvikiye çocuğu olarak türkülerden haberi bile yoktur doğrusu. Ama Türk Sanat Müziği bölümünden 1958'de mezun olduktan sonra konservatuvarın icra heyetine ya da Radyo'ya giremez. Bunda Münir Nurettin Selçuk'un korosuna seçtiği kızların ölçülerine uymamasının da etkisi olduğunu düşünür. İki yıl kadar boşta kalmak dokunur ona, bir gün konservatuvar müdürü şair Sebahattin Kudret Aksal'ın odasına çıkarak durumu anlatır. Onun yardımıyla, kadro açığının olduğu klasik batı müziği korosunun şefi Muhittin Sadak, yardımcısı Şerif Yüzbaşıoğlu gibi hocalar tarafından dinlenir. Onların isteğiyle bir arya da çalışmış, Brahms'ın Ninni'sini söylemiştir.
‘Bal gibi soprano’, derler ve Seha Okuş, klasik koroya girer. İki yıl opera icra eder. Ama ‘‘hep yanlış para aldığını’’ düşündüğü için konservatuvar korosu İstanbul Operası korosuyla birleştirilirken, hocalarının isteğine rağmen korodan ayrılır. Bu arada halk müziği bölümünde kadro açılınca, pek istekli olmasa da oraya geçer. Ancak, başlangıçta biraz küçümsediği bu müziği giderek çok sever. Adnan Türközü, Sadi Yaver ve Adnan Ataman, Yücel Paşmakçı, Hamdi Özbay gibi çok iyi hocalarla çalışır; bu müziğin önemini kavrar, inceliklerini öğrenir, ‘‘toprak kokusunu’’ sever. Radyoya geçişi ise Neriman Tüfekçi'nin Kadınlar Topluluğu ile olacaktır. Neriman ve Nida Tüfekçi'nin de sanat hayatındaki etkisi büyük olur.
Solistliği ‘‘onaylanan’’ Okuş, Yurttan Sesler ve Türk Halk Müziği topluluklarında uzun yıllar çalışır, icracılık yanında öğretmenlik görevi üstlenir, 45'likler doldurur, reklam cıngıllarını, film müziklerini seslendirir. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Etnomüzikoloji Bölümü öğretim görevlisi Melih Duygulu'ya göre,
‘‘Doldurduğu plaklar, radyoda ve konser salonlarında seslendirdiği türküler, onu popüler bir sanatçı yapmamıştır belki, ama mesleğine aşık bir ses sanatçısı ve öğrencilerine sevgi ile yaklaşan başarılı bir öğretmen olarak müzik tarihinin saygın simaları arasında yerini çoktan almıştır.’’
Cılkı da Çıkmasın Ama
Uzun ve bugünden bakınca çok farklı sanatçılık hayatıdır onunki. Küçük maaşlarla kıt kanaat; denetimlerle, onaylar ya da onaylamamalarla disiplinli; giysilerden duruşlara kendine has kültürüyle biraz ‘‘ağır.’’ Fazlasıyla mazbut özel hayatta ise çekilen tipik kadın eziyetleri, yalnız ayakta kalma çabaları, bozulan sağlık. Ama hepsinden ve izbe bodrum katlarında saatlerce çalışılan türkülerden sonra, stüdyoya girdiğinde duyduğu heyecan yeter ona. Annesinin İstanbul hanımefendiliğini ve sanatçı duyarlılığını alıp, eğitimi ve deneyimiyle bugünlere taşır. Bugünlerde pek önemsenmeyen bir özelliği, tevazuyu da. Yıllar öncenin ‘‘gel sana bir plak yapalım’’ denince, ‘‘utanırım’’ diyen, zaman zaman saçını yaptırmaya bile para ayıramayan genç sanatçısı, bugün büyük prodüksiyonlarla çekilen klipleri, bir zamanlar ruhunu koyarak okuduğu türkülerin nasıl yorumlandığını duyunca ne hale gelir?
‘‘O haşmetli Fidayda'yı ne hale getirdiler. Evet onun çok güzel bir dansı vardır, ama kıvırta kıvırta, cıyak cıyak söylenmez ki. Zaten benim çocuklarıma öğrettiğim türküleri şimdi radyoda, televizyonda okumuyorlar, zora giden yok, herkes kolayını tercih ediyor ve çok kötü söylüyor.’’
Peki ama hocam, bunun karşısına da Yurttan Sesler misali, ‘‘iç bayıcı’’ bir ağırlığı mı koymak gerekiyor? ‘‘Tabii ki robot gibi söylemek gerektiğini sanmıyorum, arayışa karşı değilim ama cılkı da çıkarılmasın. İnsan hissettiğini karşısındakine duyurmalı. Biz de o kadar robot değildik canım. Solo yaparken hareketliydik. Şimdi daha farklı bu korolar ama o da Türk müziği değil. Eğlence müziğiyle sanat müziğini ayırmak lazım. Yani müsaade edin, Itri'nin bir eserini okurken oynayamazsınız değil mi?’’
Müjdat Gezen-Ağlama Palyaço Makyajın bozulur kitabından bir anektot
Kalan Müzik'ten Çıkan Tek Albümü
Hasretinle Yandı Gönlüm
Hasretinle yandı gönlüm, yandı yandı söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu, düze indi şimdi gönlüm
Aramızda karlı dağlar, hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler, yokluğundan öldü gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar, hasretin bağrı kışlar
Başa geldi olmaz işler, yokluğundan öldü gönlüm
Gelecektin gelmez oldun, halimi hiç sormaz oldun
Yaralarımı sarmaz oldun, yokluğundan öldü gönlüm
Aramızda karlı dağlar, hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler, yokluğundan öldü gönlüm
Gözlerimde kanlı yaşlar, hasretin bağrı kışlar
Başa geldi olmaz işler, yokluğundan öldü gönlüm..
Söz-Müzik: Yalçın Tura