ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamiış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçalari ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
her zaman yerine kehribar başaklı
sap çeker gibi,
aynı yürek ferahlığı
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler....
ayın altında kağnılar gidiyordu
kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru
toprak öyle bitip tükenmez
dağlar öyle uzakta
sanki gidenler hiçbir zaman
hiç bir menzile erişmiyecekti
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar,
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak
toprak
ve topraktı,
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı,
ve kadınlar birbirinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine...
Nazim Hikmet
Kuvayi Milliye Destanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder