16 Temmuz 2009
Can Yücel
Hayatı:
Şair, yazar, felsefe hocası, milletvekili, konservatuar ve köy enstitülerinin kurucusu Hasan Ali Yücel'in oğlu Can Yücel, 1926'da İstanbul'da dünyaya geldi. Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okudu. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yaptı. Askerliğini Kore’de yaptı. 1958’de Türkiye’ye döndükten sonra bir süre Bodrum’da turist rehberi olarak çalıştı. Ardından bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını İstanbul’da sürdürdü. Çeşitli dergilerde yayınlanan şiirlerini 1950'de basılan ilk şiir kitabı "Yazma"da topladı.
1956 yılında Güler Yücel ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı (Güzel ve Su) ve bir oğlu (Hasan) oldu. 12 Mart döneminde Che Guevara'nın "Gerilla Harbi" ile "İnsan ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına mahkum edildi. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu. Dışarı çıkışının ardından ''Bir Siyasinin Şiirleri'' adlı kitabını yayınladı. Şair'in bu kitabı için ilk kez yoğun ve ciddi şiirle ilgilendiği dönemin şiirlerini içerir diyebiliriz. "Bir Siyasinin Şiirleri" nin önsözünü yazan Refik Durbaş, kitabı ''Can Yücel'i geniş okuyucu kitlesiyle buluşturan, kişisel ve toplumsal yaşamın acı bir dönemini dile getiren, öfkeli, alaycı, boyun eğmeyen, siyasal şiirlere ağırlık verilen bir kitap'' olarak değerlendirir. Can Yücel ise yazdıktan seneler sonra, "kişinin dış baskıların hışmı karşısında kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için kullandığı bir savunma mekanizması, baskının, acının üstüne gidiş" olarak nitelendirir.
Şair 1973'de "Sevgi Duvarı" kitabıyla kitlelerle daha yaygın bir şekilde buluştu. Şiir kitapları ardarda gelmeye başladı : "Ölüm ve Oğlum", "Şiir Alayı", "Rengahenk", "Gökyokuş", "Gece Vardiyası", "Güle Güle Seslerin Sessizliği" ..... Bunlardan bazıları.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Bu kendine has çeviriler kimi zaman beğenilip ayakta alkışlanırken, kimi zaman eleştiri konusu oldu. Son yıllarda her hafta "Leman"da her ay "Öküz" de yazıları ve şiirleri yayınlandı. "Mekanım Datça Olsun" demişti. İstanbul'da Vatan, Demokrat, Söz gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Önce İzmir'e oradan da Muğla'nın Datça ilçesine taşındı. 12 Ağustos 1999 gecesi yitirdiğimiz şair, çok sevdiği Günebakan çiçekleriyle uğurlanarak Datça'ya gömüldü.
Yazarlığı
Can Yücel, 1945-1965 yılları arasında `Yenilikler`, `Beraber`, `Seçilmiş Hikayeler`, `Dost`, `Sosyal Adalet`, `Şiir Sanatı`, `Dönem`,`Ant`, `İmece` ve `Papirüs` adlı dergilerde yazdı. Daha sonraları `Yeni Dergi`, ‘Birikim`, `Sanat Emeği`, `Yazko Edebiyat` ve `Yeni Düşün` dergilerinde yayımladığı şiir, yazı ve çeviri şiirleri ile tanınan Yücel, 1965`ten sonra siyasal konularda da ürün verdi. 12 Mart 1971 döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkum oldu. 1974’de çıkarılan genel afla dışarı çıktı. Dışarı çıkışının ardından hapiste yazdığı Bir Siyasinin Şiirleri adlı kitabını yayımladı. 12 Eylül 1980 sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı kitabı toplatıldı.
1962'de İngiltere'deyken, 1709 yılından kalma, Latin harfleriyle taş baskısı olarak basılmış bir Türkçe dilbilgisi kitabı bulması geniş yankı uyandırdı.
Şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır.
Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. Can Yücel'in ilham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 'Maaile' şairin kitaplarından birine koyduğu bir ad. Can Yücel için ailesi çok önemlidir: eşi, çocukları torunları, babası..
Bu insanlarla olan sevgi dolu yaşamı şiirlerine yansımıştır. 'Küçük Kızım Su'ya', 'Güzel'e', 'Yeni Hasan'a Yolluk', 'Hayatta Ben En çok Babamı Sevdim' bu sevgi şiirlerinden bazılarıdır.
Can Yücel ayrıca Lorca, Shakespeare, Brecht gibi ünlü yazarların oyunlarından çeviriler yaptı. Shakespeare çevirileri (Hamlet, Fırtına, Bir Yaz Gecesi Rüyası) aslına tam olarak bağlı kalmasa da son derece başarılıdır. Shakespeare'in ünlü 'to be or not to be' sözünü 'bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin' şeklinde Türkçeleştirmiştir. 1959'da ilk baskısı yayımlanan 'Her Boydan' adlı kitabında dünya şairlerinin şiirlerini serbest ama çok başarılı bir biçimde Türkçeye çevirmiştir.
Yapıtları
Şiirleri
-Yazma (1950)
-Her Boydan (1959, Çeviri Şiirler)
-Sevgi Duvarı (1973)
-Bir Siyasinin Şiirleri (1974)
-Ölüm ve Oğlum (1976)
-Şiir Alayı (1981, ilk dört şiir kitabı)
-Rengâhenk (1982)
-Gökyokuş (1984)
-Beşibiyerde (1985, ilk beş şiir kitabı)
-Canfeda (1985)
-Çok Bi Çocuk (1988)
-Kısa Devre (1990)
-Kuzgunun Yavrusu (1990)
-Gece Vardiyası (1991)
-Güle Güle-Seslerin Sessizliği (1993)
-Gezintiler (1994)
-Maaile (1995)
-Seke Seke (1997)
-Alavara (1999)
-Mekânım Datça Olsun (1999)
-En Uzak Mesafe
-Benim Adım Firuzansa Ne Olayım
-Cazcı Firuzan (1997)
Düzyazı
-Düzünden (1994)
-Can'dan Yazılar (1995)
Çevirileri
-Her Boydan (1957)
-Hamlet ,Papirüs Yayınları, 1996.
-Bahar Noktası ,Papirüs Yayınları, 1996.
Ustadan Öğütler
Bilmelisin ki...
Duvarda asılı diplomalar insani insan yapmaya yetmez.
Bilmelisin ki...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.
Bilmelisin ki...
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.
Bilmelisin ki...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!
Bilmelisin ki...
Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.
Bilmelisin ki...
Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.
Bilmelisin ki...
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.
Bilmelisin ki...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.
Bilmelisin ki...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.
Bilmelisin ki...
Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz
Bilmelisin ki...
İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.
Bilmelisin ki...
Her problem kendi içinde bir firsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
Çevirileri Üzerine
Şiir başka dile çevrilebilir mi, çevrilmez mi? Bu soruyu ortaya atanların çoğu çevrilemez deyip keserler. Şiir sanatı üstüne eğilmiş en keskin zekalardan biri, Paul Valery, daha da ileri gidip şiiri çevrilmeyen, başka türlü söylenemeyen şey olarak tanımlar. Bir şiirin güzelliği söylediği kadar belki ondan da çok söyleyişinde, seslerin, seslere bağlı anlam ve çağrışımların belli bir düzene sokulmasından olduğuna göre onu bozup bir başka dilde yeniden kurmak olacak iş değildir. Bir insanı yeniden yaratmak gibi bir şey bu.
Kendi dilinde bile kılına dokundunuz mu bozulan, şiirken nesir oluveren bir büyülü sözü bambaşka sesler ve kelimelerle nasıl verebilirsiniz? Bütün bunlar doğru, doğru ama insanoğlu şiiri öteden beri dilden dile çeviregelmiş, nice şairleri yalnız çevirilerden tanımış, sevmiş, Homeros, Vergilius, Hayyam, Hafız, Shakespeare gibi şairlerin kaba yanlışlarla dolu çevirileri bile nice insanları büyülemiş. Demek şiirin kendinde olduğu gibi çevirisinde de aklımızı, gündelik mantığımızı aşan bir taraf var. Demek şiirde seslerin, kelimelerin ötesinde öyle bir anlam var ki kolu kanadı kırılsa da insandan insana, dilden dile geçebiliyor. Tanrının sözü bile yetmiş iki dile çevrile çevrile yayılıyor. İncil'in Latince'den Fransızca'ya aktarılmış sözleriyle bir Fransız şairi beslenir, Yahudi bile İncil'deki şiirin tadına o şairin dilinden varabiliyor.
Bir garip gerçek de şu ki milletlerin şiir tarihlerinde en verimli devirler şiir çevirilerinin en çok yapıldığı devirler oluyor. Sözü uzatmamak için hemen kendi edebiyatımıza geçip yeni şiirimizin en bereketli yıllarına bakarsak çevirilerin ne büyük bir yer tuttuğunu görürürüz. Kalburüstü şairlerimizin hemen hepsi, hatta Cahit Sıtkı gibi şiirin çevrilmezliğine inananlar bile sevdikleri şiirleri Türkçeye çevirmezlik edemediler. Son yirmi yıl içinde Türkçe konuşmadık hangi dünya şairi kaldı? Aynı şiiri beş altı şairin çevirdiği bile oldu. Bu çevirilerin yeni şiir anlayışımızı ve zevkimizi yoğurmada ne büyük etkileri olduğunu da zamanla daha iyi göreceğiz.
O kadar ki yeni şiir akımının kaynağında şiir çevirilerini görenler bile olacak. Ben şu kadarını söylemeye kalkışıyorum: 1957 yılında Türk şiirinin en önemli olaylarından biri, belki de en önemlisi Can Yücel'in "Her Boydan" adı altında toplayıp yayımladığı şiir çevirileridir. Bu yayım Türkçe'de şiir çevirisinin ulaşabildiği son basamağı gösterdiği kadar Yeni Türk şiirinin hangi sularda olduğunu da belirtecek değerdedir bence. Türk şiirinin bir yandan dünyaya açılırken bir yandan da ne kadar öz benliğine, gün görmedik iç değerlerine gittiğini en iyi bu kitapta görebilirsiniz. Şiir bir bakıma en yaygın düşüncelerin en mahrem, en kendince söylenişi değil midir? Can Yücel'in çeviride yaptığı da bu işte:
Dünya insanına seslenen şiirleri bizim Ali Veli'lerin diliyle söylüyor. Bir ucu Eluard'ın yüreğinde olan şiir kuşağının öbür ucunu Mehmetçik'in diline dayıyor. Mehmetçik ne anlar Eluard'dan diyecek şimdi bana bir mutlu aydın; sanki Mehmetçik anlamaz diye şairin Hacivat'ın diliyle konuşması gerekirmiş gibi. Herhangi bir Fransız Eluard'ı, herhangi bir İngiliz Shakespeare'i anlamaz ona bakarsanız, ama bu şairler yine de herhangilerin diliyle söylemişler bütün düşündüklerini, hem en çapraşıklarını. Şair çoğunluğun anlamadığını söyleyen kişi de olsa, çoğunluğun diliyle, yani asıl dille konuşmadan kendini de anlatamaz, insanca konuşamaz, parlak söz kalıpları döktürür olsa olsa, koşacak yerde şitaban, ağlayacak yerde giriban, gülecek yerde handan olur.
Nice sapıtmalardan sonra nihayet Cumhuriyetle erdiğimiz bu gerçeği öylesine oturtmuş ki kitabına,bir daha zor sapıtır artık Türk şairi. Şiirde sokak sarayın hakkından geldi gayrı. Başladığımız yere, Yunus Emre'ye döndük şiir dilinde. Merhaba memleket ve merhaba dünya!
Can Yücel pek mi kendinden yana çekmiş çevirdiği şairleri? Hep bir ağızdan mı konuşturmuş değişik şairleri? Kaldırım, meyhane Türkçesi -ki tadına doyamaz oluşumuzun bir hikmeti vardır elbet bu yıllarda- fazla mı ağır basıyor yer yer? Kalem efendilerinin inadınalık, meleğe karşı çöpçüden, öğretmene karşı öğrenciden, padişaha karşı Keloğlan'dan, kasabın kendine karşı sokak kedisinden yanalık, sözün biberlisini, küfürün sunturlusunu tutarlık tutamıyor mu kendini bazı şiirlerde? Olabilir, olabilir ama bir başkasını ezecek olan bu aşırılılklar Can Yücel'de uçurtmayı havalandıran rüzgar oluyor; dili varmıyor insanın bunlara dokunmaya.
Neden derseniz Can Yücel en aşırı duygularını en soğukkanlı düzene sokmasını biliyor, düşünce coşkunluğunu biçimle, biçim düşkünüğünü cana sesleniş, ciğere gidişle, dil sarkıntılığını kafa olgunluğuyla gideriveriyor. O kadar ki insan sonunda Can Yücel'in biçim ustalığını mı yoksa gönül cömertliğini, doğrudan yana dolu dizgin gidişini mi öveceğini şaşırıyor. Merhaba biçim ve merhaba düşünce!
Can Yücel, kendi şiirini söyler gibi çevirmiş bu "Her Boydan" şiirleri. Cömertçe canını komuş başkalarının söylediklerine.Ha sen söylemişsin ha ben der gibi. İnsanın insanla kaynaşması her zaman güzeldir, şairin şairle kaynaşmasında bir başka sıcaklık, bir başka aydınlık oluyor: bir dille iki dilin tadını almak, bir canla iki canın sevincini duymak gibi bir şey. Bu cömert kaynaşma, bu dünyanın türküsünü benimseme gücü yok mu -ki Can Yücel'de var o- şairi şair eden tılsımı onda aramalı. Dylan Thomas'ın demek istediği de bu belki Can Yücel'in Türkçesiyle:
"Didiniyorsam ben türkülerin ışığında
Be ne ikbal, ne ekmek parası için
Ne fildişi sahnelerde keramet tellallığı
Ne işin cakası için filan
Didindiğim hep gönüllerin en kapalı kapısından
Verilesi hayrata."
(Ozanlık Üstüne)
Bu hayrat gönül, bu pir aşkına didinme olmadı mı harika çocuk da olsan boşuna. Bezirganların enayilik saydığı, ya da arkasından kimbilir ne türlü çıkar gördüğü şair cömertliği yok mu -ki Can Yücel'de var o- şu bizim topraklar onu bekliyor Yunus Emre'den, Kaygusuz Abdal'dan,Nesimi'den beri. Harika çocuk da olsan kırk yıl odun taşıyacaksın tekkeye, burnunu kırıp gözünü dört açacaksın dünyaya, şu bu beğendi diye asıl beğenmesi gerekene boş vermeyeceksin.
Arapçaya Arapça, Latinceye Latince, İngilizceye İngilizce, adam olman için ne gerekse hepsini yeniden çocuk olasıya öğreneceksin ve... ve... dayatacaksın arsa al, bankaya para koy, kim kime dum duma, kim öle kim kala diyen dostlara uymak şöyle dursun, onları kendi yoluna imrendireceksin. Bütün bunları da niçin yapacaksın? Bir üstün güce yaranmak, bir başka dünyayı kazanmak için değil; sırf sahici insan olmak, küflenip paslanmadan yaşamak, dünyanın sabahlarına yakışmak için. Bir de tabii köyün kemençecisi olmanın tadı var: bir vuruşta köy halkını horona kaldıran kemençeci. Merhaba Can Yücel ve merhaba Her Boydan kemençecileri dünyamızın.
Sabahattin Eyüpoğlu
Onun için Anlatılanlar
Can Baba hakkında anlatılan o kadar çok hikaye var ki.. O artık bir efsane olduğundan mıdır, ettiği küfürlerin kendine haslığından mı bilinmez; duyulduğunda 'bunu söylese söylese Can Baba söylemiştir' fikri uyandıran hikayelerdir bunlar...
Üstad bir gün devlet büyüklerine bir şiirinde isim vermeden 'Hepiniz götsünüz' dediği için mahkemeye çıkarılır..Hakimin karşısına palas pandıras her zamanki haliyle gelir ve elindeki kalın TDK sözlüğünü açar..
- Hakim bey 'P' harfine bakalım, Türkçe'de 'popo' diye bir kelime var mı? Yok.. Peki 'K'ye bakalım, 'kıç' var mı? O da yok.. Bir de 'G'ye bakalım, 'göt' var mı? Evet göt kelimesi TDK sözlüğünde var.. Demek ki sayın hakim, bu memlekette göte göt deniyor!!! der ve beraat eder...
Can baba boğaziçi üniversitesinde konferans vermektedir. Öğrencilerden biri el kaldırıp sorar ,
-Can baba neden bütün büyük aşk şairleri erkek.. kadınlardan aşk şairi çıkmaz mı ??
Can baba kendi üslubu ile yanıtlar :
- Ne bileyim ulan, biz s.kimizlemi yazıyoruz şiiri??
Türkiye İşçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil BÜZÜK ister...
Muhabir : Peki kadınlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Can Baba : düşünmüyorum , S....yorum!!
Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..
Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap olarak alır:
Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum
Bu da tam Can Babalık bir cevap sanırım.
Bir televizyon programın da genç bir öğrenci soraracak soru bulamadığından herhalde şunu sorar
-hangi takımı tutuyosunuz, der
can baba cevap verir,
-eşim ve ben genellikle benim takımlarımı tutuyoruz...
Can Yücel bir etkinlikte kürsüye çıkıp şiir okumaya koyulmuş öksürmeye başlamış ve sonra 'öksürükler şiire dahil değildir'diye uyarmış, şiirlerini okumayı bitirmiş tam sahneden inmeye başlamış. Herkes şaşırmış hayret küfür etmedi bu sefer diye.
Sonra geri dönmüş almış mikrofonu eline
'akşam akşam kafanızı S..kdim kusura bakmayın' demiş.
can yücele sorarlar:
-efendim nedir bizim memleketteki bu sağcılık solculuk davaları?
can baba:
-bu ülkede sabah kalktığında malafat eğer sağ tarafa kaymışsa sağcısındır, yok eğer sol taraftaysa solcu..
-peki sizinki ne tarafta ?
- ileride daima ileride
Leman dergisinde ilk yazdığı gün Metin Üstündağ kendisini derginin son sayfasına koyunca metini aramış ve 'beni derginin kıçına koyanın gelir kıçına koyarım' diye duygularını en güzel şekliyle belirtebilmiş bir adamdır.
seke seke geldik.. s..ke s..ke gidiyoruz...sözlerinin sahibi büyük şair Can baba, bir takım hayranları ve arkadaşlarıyla bir yerlerde içer, sohbet eder. aynı grup, sabahın 5'i 6'sı gibi pek de kimsenin bulunmadığı kıbrıs şehitleri caddesinde yürürken, şair birden durur ve yere yatar. yanındakiler de aynı şeyi yaparlar. şair, gözlerini kırpmadan gökyüzüne bakmaktadır. hayranlardan birisi dayanamayıp sorar:
- baba, ne görüyorsun, bize de söyle...
üstad, gözlerini gökyüzünden hiç ayırmadan, ondan ulvi ya da şairane bir cevap bekleyen vatandaşa şöyle cevap verir:
- çok sarhoşum, ..mına koyim.
Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş. Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postalda size girsin'
demiş ve telefonu kapatmış...
Benim Beğendiklerim
Benim seçtiğim şiirleri ile kendi sesinden şiirleri için resimlere tıklayın
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
buraya aldığım yazıları bir araya getirip toplayan sevgili Töre'ye teşekkür ediyorum-onun topladıklarıyla benimkileri birleştirince ortaya derli toplu birşey çıktığını umuyorum..
YanıtlaSilKesinlikle çok güzel bir şey çıktı.
YanıtlaSilEllerinize sağlık:)
Bu nasıl bir sabırdır, ve azimdir dostum!
YanıtlaSilGerçekten olağanüstü bir çalışma olmuş,bu anlamda başka bir yere bakmaya hiç ihtiyaç duyulmayacak her şeyi içinde barındıran bir bilgi hazinesi.
Kutluyorum
Burayı kesinlikle kütüphane olarak yönlendirmek gerekecek.
Can Yücel bu sayfayı görseydi kesin; anasını satayım güzel olmuş derdi ve bir rakı sofrası kurardı.
Merhaba Sayın M. SARCAN
YanıtlaSilBen yıllardır sizin sayfanızın takipçisiyim ...çok faydalanıyorum ...hepsi birbirinden güzel özenle hazırlanmış paylaşımlar ...Can Yücel e doyum olur mu? Çok teşekkür ediyorumm ...Saygılarımla
Nil Alaz