31 Ocak 2018

Vincent Van Gogh-Theoya Mektuplar


Vincent Van Gogh (1853-1890) 

Vincent Van Gogh, 30 Mart 1853'te Hollanda'nın güneyinde, Belçika sınırı yakınlarındaki Groot Zunder'de doğdu. Protestan papaz Theodorus Van Gogh ve Anna Van Gogh-Carbentus'un altı çocuğunun en büyüğüydü. Ailesi ona tam bir yıl önce aynı gün ölü doğan abisinin adını verdi. 
1 Mayıs 1857 de erkek kardeşi Theodorus doğdu. 
Van Gogh hayatı boyunca özellikle Theodorus'la yakın bir ilişki kurdu ve ikili hiç bağlarını koparmadılar... 
On yedi yıl boyunca, intiharından iki gün önceye dek kardeşi Theo'yla mektuplaştılar..O yüzden mektuplar çok önemli çünkü Vincent Van Gogh'un yazdıkları, sanatçının bütün yaşamından ve yaratım sürecinden bir kesiti sunuyor.


Theoya Mektuplar 'ın orijinali 6 ciltten oluşan yaklaşık 2500 sayfa tutan 900 den fazla mektuptan oluşuyor, (Van Gogh'un, Theo'ya yazdığı mektup sayısı 600'den fazla iken; Theo'nun, Van Gogh'a yazdığı sadece 40 mektup bulunabilmiştir.) Ülkemizde ise bu mektuplardan seçmeler yapıldı, ilki Azra Erhat tarafından yapıldı sonra Pınar Kür tarafından...

En kapsamlı kitap  Yapı Kredi yayınlarından 265 mektuptan oluşan bir derleme şeklinde yayınlandı..Mektupların seçiminde Van Gogh’un yazgısını bulmak için giriştiği ve onu bir sanatçı olmaya yönelten sonu gelmez arayışa, kardeşi Theo’yla yakın bağına, babasıyla rahatsız edici ilişkisine, kabul görme yönündeki doğuştan arzusuna, müthiş sanat ve edebiyat tutkusuna ağırlık verilmiştir. Yazışmalar sadece Van Gogh’un karmaşık iç dünyasını kavramayı sağlayacak ayrıntılı ipuçları vermiyor; Paris’te kökleşmekte olan ve onun da içinde yaşadığı avangard sanat akımını da gözler önüne seriyor.



Yıl 1990.
Dr. Gachet portrem 82 milyon dolara alıcı bulmuş.
Hayatımda tek bir satış yapabilmiştim.
Şimdi ise resimlerim tüm büyük müzelerde sergileniyor.
İnsanlar, onları görmek için her yerden geliyorlar.
Efsanevi resimleri görmeye, benim etrafımda oluşan efsaneyi görmeye.
Kulağını koparmış, deli adamı.

Öldüğümden beri kadınların bana ilgi duyduklarını fark ettim.
Yaşarken onlardan fazlasıyla korkardım. Benim için yorucu ve eziyet olmuşlardı.

Auvert Sur Oise, Paris'in Kuzeyi.
Hayatımın son iki ayını burada geçirmiştim
37 yıllık yaşamım ise burada son buldu.

Adıma bir müze bile var : Van Gogh Müzesi 
Müzenin alt katında bir odada...
...kardeşim Theo'ya gönderdiğim
tüm mektuplar bulunuyor.
900 fazla  mektup. Theo'ya neredeyse her gün yazmıştım.
Her gün, bıkıp usanmadan benim sefaletimi ve aksiliğimi anlamaya çalıştı.
Üstelik benim yazımı okumak oldukça güçtür. 
Yazım cidden okuyanı çıldırtabilir. Kötü Fransızcam hemen görülebilir.
Evet. Ressamlığa başladığımdan itibaren Fransızca yazmaya karar verdim.

 
                 Theodorus Van Gogh             Johanna van Gogh-Bonger

Theo, kardeşimdir. Kardeşten de öte. 
Bazan çalışmalarımı sadece ona söyleyebildim.
Theo olmadan asla bu kadar resim yapamazdım.
Theo iyi bir sanat simsarıydı.
Sanatımı, onun bana kendisini adaması yarattı diyebilirim.
Bana para, tuval, dosya ve boya tüpleri gönderdi.
Çokça boyamam gerekiyordu, çalışmam için.
Bu bizim antlaşmamızdı.
Ürettim ve iyi çalışmaya kendimi mecbur hissettim.
Genelde çalışmlarımın taslaklarını Theo'ya göndermiştim.
Resimi bitirdiğimde de ona gönderiyordum.

Dünyaya, sonuna kadar resim yapmak için gelmiştim.

Ve daha yüzyıl olmadan ben bir efsane oldum.
İsteğine kavuşmuş bir ressam oldum.
Onlar için kolay değildi gerçi bu. Beni bulmak için hayli uğraştılar.
Beni. Hollandalı, bir vaizin oğlunu.
16 yaşında yolunu bulmaya çalışan..
Amsterdam, Londra ve Paris'te sanat için dolaşan beni.

Ardından Belçika'da babam gibi vaiz oldum. Sefillere, işçilere ve emekçilere vaazlar verdim. Onlarla dertleştim ve onlara İncil okudum. Bundan hoşnut olmuştum. İnsanları severim çünkü. 
Ama sürmedi. Yaptığım iş fazla göze battı...ve abartılı bulunarak olağan yolu takip etmemi istediler. Elimden geleni yaptım. 
Cidden yapmaya çalıştım. Uğraşmaya, tutunmaya çabaladım. 
O zamana kadar 27 sene geçmişti zaten. 

Talihimi değiştirmek istedim.

doğduğu ev

 Öncelikle hayran olduğum ressamların eserlerini kopya ettim.
Özellikle Millet'inkileri. Evet, Millet için çok kopya yaptım.
Sonra ivme kazandım. Yağlı boya yapmaya başladım.
İlk başta istediğim gibi resimler yapamadım.

Akademik şekilde çalıştım.
Amacıma ulaşmak için pek çok çalışma yaptım.
Adım adım ilerledim.
Fakat beni asıl üne kavuşturacak renkler hâlâ çok uzağımdaydı.
Karanlıkta yolumu bulmaya devam ettim.
1886'da Paris'te Theo ile bir araya geldim. 32 yaşımdaydım.
O zamana kadar dört yıldır ciddi şekilde düşünür olmuştum.
4 yılda 200'den fazla resim yapabilmiştim.
Ve burada, Paris'te, hayatımı değiştirecek bir keşif yaptım.

Renkleri keşfettim.


Charles Blanc'ın tamamlayıcı renk teorisini kullanmaya başladım. Yani, renkleri tamamlayıcı bir şekilde kullanmak ve öne çıkarmak gerekiyor. Sarı ve mor birbirini tamamlıyorlardı. 
Tıpkı mavi ve turuncu, yeşil ve kırmızı gibi, Theo'ya yazdım:
Kırmızı dokunuşları, yeşil ile tamamladığımda...kırmızı daha yoğun oluyor. Boyanın bileşiminde böyle olmasa bile açıkça doğal bir denge oluşuyor.

Arayıştaydım. Kendimi aşmak istiyordum.


Ah, Peder Tanguy. Seni tekrar görmek istiyorum
Theo'ya gönderdiğim resimlerden satılan birisi..İki kez düşündüm.
Japon baskılarının perspektifi hâkim. Japon sanatı tutkum olmuştu.
Japonya ne kadar uzun tecrit edilmiş ve uzakta kalmıştı.
Bulduğum Japon dünyası narin ve hassas olmuştu.
Buna sadelik adı veriliyor.
Bana gereken buydu. Renkler ve çizim uyumu.
Yumuşak yüzeyler olmadan, sadece fırça darbeleri.
Evet. Evet, bunun cazibesiyle resim yapacaktım artık.
Ve ne kadar heyecanlanmıştım!
Nihayet yolumu bulmuştum.

Resmime ulaşmıştım.

Sadece arka tarafı bu mektubun çok daha güzel.
İnsanların bunları okuyacağı gibi bir düşüncem yoktu.
hem mektuplar herşeyi söylerler mi? 
Tamam. Theo'ya resimlerimi
ucuz fiyattan satmak istemediğimi söylemiştim.

Kim onları ucuza satmak için verirdi ki?

Arkadaşlarımla her zaman resim üzerine konuşurduk.
Renkler, resim işleri..Gauguin ve Signiac hakkında.
Toulouse-Lautrec ile Theo'yla Pan'ın Yeri'nde buluştuk.
İzlenimci meşaleyi taşımak istiyorduk.
Tüm Güney Fransa ışığının dalgalanış sevincini anlattım.
Yani 1888 yılında. 35 yaşında 400'den fazla çizim yapmıştım.
O andan itibaren makine gibi hızlanmaya başladım.
Yılda istemeden çalışamadığım kısa süreler dışında...
...bu üretimim aynı hızda sürmeliydi.


Bu yüzden kalkıp Güney'e gittim. Aries isminde bir kente. 
Aries rengârenkti. Geceleri sarı ve...derin bir mavi ışıkla bezeli, 
etrafa bal sarısı yayılmaktaydı. Karanlıkta parlayan altın külçeleri gibi. Mavi sarı ile iç içe geçmişti. Gündüz, sarıya bürünürdü. Kükürt sarısı, limon sarısı, soluk sarı ve altın sarısı.

Durmadan resim yaptım. Her zaman parlaklığı yakaladım. Her zaman.
Ve bu şiddetli sarı ben de bir tür saplantı oldu. Giderek ona yaklaştım, çizdim ve paletime aldım. Ta ki parlayıp sönene kadar. Bu yerlerde dolaştım. Sabah, öğle, akşam. Kavurucu güneşin altında,
hep yapayalnız ve delirmiş halde. Her zaman.

Hiç kimse benim gibi yalnız değil.


Haa bir de  kesilmiş kulak vakası var. Bu konuda çok konuşulmuş olsa da
bu olayı anlatmak zorundayım.

Gauguin ile ilk kez Paris'te buluştuk. Otoportresini bana verdi.
Bir ressam olarak onu takdir ettim. Ve bir sanatçı komunü kurmak için onu Aries'e davet ettim. Kiraladığım yerde ona da bir oda olduğunu yazarak belirttim. Theo'dan da destek istedim. Biraz para göndermesi için. Gauguin'in gelmesi zaman aldı. Gelmek istiyordu. Yakında gelemeyeceğini söyledi. Ama geleceğine dair bana güvence verdi.

Zaman geçti. Nihayet Aries'ye geldi. Daha önce hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Bir arada olmamızdan memnuniyet duyuyorduk.
Yan yana, çok iyi işler yapıyorduk. Yan yana. Bazen aynı hedefe yoğunlaşıyorduk. Bununla birlikte...bazı sorunlar vardı. O, çok sertti.
Çok fazla tüttürüyor ve kahve içiyorduk. Ve ayrıca şarap.

O gece tam olarak ne olduğunu bilemiyorum. Belki yine kafamız güzeldi. Kesinlikle tartışmıştık. Sonra kulağımdan bir parça kestim.
Ve gecenin ortasında onu Rachelle'e götürdüm.
Rachelle'i sevmiştim. Sıcak kalbi ile bana yakın olmuştu.

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 


İnsanlar, deli olduğumu söyledi. Deli Kızıl'ı her yerde aramaya başladılar.
Saint-Rémy-de-Provence bakımevine beni götürmeye kalkıştılar.
Tımarhane'ye yani. Gönüllü olarak gitmeyi kabul ettim.

(Şizofren ve katarakt, sanatçının en bilinen hastalıklarının başında geliyor. Resimlerinde ağırlıklı olarak sarıyı kullanması ve ışığı hareli olarak göstermesi, kataraktın etkisi olarak açıklanıyor. Meniere sendromu ise sanatçının bilinen bir diğer problemi; baş dönmesi, kulak çınlaması, işitme kaybı ve daimi olarak kulaklarda yüksek bir basınç hissetme gibi belirtileri olan bir içkulak hastalığıdır, ki sanatçı bu rahatsızlıklarından sıkça şikâyet eder. Ataklarının neredeyse 24 saatten uzun sürdüğü hastalığın tedavisi henüz bulunamamıştır. 
Hatta ünlü ressamın bu çınlamalara katlanamayarak kulağını kestiği de iddia edilir.Diğer bir iddia ise  ise abisi Theo'nun kendisine maddi desteği olan tek kişi olduğu ve ona kalpten bağlı oluşu nedeniyle Theo'dan kendisine gelen mektuplar arasında bir düğün davetiyesi olduğu ve artık kendisiyle ilgilenmeyeceğini düşünüp kriz geçirdiği sırada kulağını kesmiştir. Kulaksız portresi ile yakin zamanda yaptığı Çizim Tahtası ve Soğanlar isimli eserinde davetiye de masanın üzerinde davetiye görünmekte.
 Asperger bozukluğu, migren ve epilepsi ise sanatçının diğer rahatsızlıkları arasında. Ayrıca sanatçının digitalis tedavisi gördüğü; bu nedenle nesnelerin kenar ve köşelerinde sarı hareler gördüğü, resimlerinde sarıya ağırlık vermesinin asıl nedeninin de bu olduğu rivayet edilir.)

Resim yaptım. Resim yapmaya devam ettim.
Bir tür boyama makinesi gibi. Kendimi bundan alıkoyamıyordum. 
Bunu anlamıştım. Bu yüzden hep çalıştım, titiz bir işçi gibi. Oldukça çalıştım.

Sevgili Theo.. İşlerim çok iyi gidiyor. Boyama saplantım hasta olmadan bir iki gün önce başladı. Çalışmalarımda tamamen sarı renkler var.
Son derece ham boyandılar. Ama içeriği güzel ve sade oldu.
Onda ölümü görür gibi oluyorum. Ama bu ölüm de hiçbir üzüntü yok. 
Büyükçe bir ışık hakim. 

Güneşin saf altından rengi altında parlayan bir ışık ...

Bir otelde kalmaktansa, hastanede kalmak çok daha ucuzdu.
Ve bir başıma beni oraya bırakmışlardı. İstediğim yere gidebilirdim.
Ya da resim yapabiliyordum. Bazen görüntüler birden doğal halde görünüyorlardı. Tıpkı düş gibi. Ama bazen de korkunç karmaşık geliyorlardı. Sert bir elmastan veya inciden bakmak gibiydi.
Zeytin ağaçlarına karşı...Onları yakalamak için, onlara karşı mücadele verdim. Onları bazen daha koyu maviye boyadım...
...bazen de yeşil ve kahverengiye...Zorluydu...Çok zordu.
Ama açık alanda çalışmanın keyfini çıkarıyordum.
Bakımevindeki bir yıl sonunda, gelişmiş olduğumu hissettim.


Eski cinlerim beni yalnız bırakmadı. Her zaman olmasa da daha sık geliyorlardı. Ve daha uzun süre kalıyorlardı. Bu yüzden kendi kendime...
Orada, Güney'de yani, öğrendiklerimi...
renklerin kullanımını aynı şekilde Kuzey'de de yapabilirim, dedim. 
Biraz Kuzeyden, Güney de...boyanabilirdi.

Theo, Johanna ile evlenmişti. Küçük bir oğulları vardı. Benim adımı taşıyordu. Ama ben neydim? Kardeşim hayatımı ve kendi ailesinin...
...masraflarını bir arada gidermeyi göze alabilir miydi?

Theo, bana Auvert Sur Oise'e taşınmamı önerdi. Kabul ettim..
37 yaşındaydım. Ve hayatımın son iki ayına girmiştim.
Auvert, Theo ile oldukça güzeldi.
Onlar, resimden anlayan bir doktordan bahsettiler bana.
Doktor Gachet idi. Ev onundu ve tedaviyi evde yapıyordu.
Theo'yu tanıyordum. Doktor'u beni denetim için tuttuğunu biliyordum.
Yine de Dr. Gachet'yi hemen bir dost olarak kabul ettim.
Yaşadığı yerde birkaç portresini yaptım.


Ve Ravoux ailesi çok hoştu..Çok resim yapmak istedim.
Bir işçi gibi, münzevi bir yaşam sürmek istedim.
Odam sadece üç frank tutuyordu. Ve yemeğim onlardandı.
Auvert'de kendimi iyi hissetmiştim. Tüm bu doğanın yanıbaşında kendimi rahat hissediyordum. Tüm bu alanlar... Rüzgâr estikçe, güneyden doğru, ardında huzur bırakıyordu. Bütün düşüncelerim rahatlamak üzereydi.
Tabii ki resmin yolunu tuttum gene. Sürekli resimlerim için aklıma taslaklar geliyordu. Durmaksızın, 9 yıldır, sürekli düşünüyordum.
Her şey  bir sade çizimle başlayıp...çizgiden başka bir şey olmayana kadar sürüyordu. Bazen bir ayrıntı haline dönüşüyordu.. 
diğer zamanlarda ise boyama işine..

900'den fazla çizim yapmıştım. Estetik sahneler, portre, manzara.
Daha hızlı çalışır olmuştum. Benim en iyi resimlerim bu dönemde ortaya çıktı hep. Auvert'de yeni bir eşiği aştım. İki ay içinde 80'den fazla çizim yapmıştım. Matematiğe vurursam, günde üç resim demekti bu.
Yorucu ve yıpratıcı bir tempoydu. Erken kalkıp geç yatıyordum.
Boyuyordum, çalışıyordum. Ve bir başınaydım.
Çok fazla yalnızdım. Bu beni tüketmişti.

Böylece yazgım bir Temmuz günü belirlendi.


27 Temmuz 1890'da, hassas bir anımda...aşırı kaygılı olduğum günde...arkadaşlarımla şarap içip şakalaşırken, onlardan birinin elindeki silahla yanlışlıkla...göğsüme ateş edildi... Resim yapmaktan hoşlandığım, buğdaylarla çevrili...tarlaların ortasına yığıldım...İki gün sonra öldüm.

Hiç kimsenin suçu yoktu..ve ben bunu kimin yaptığını yada olayın nasıl olduğunu hiç kimseye söylemeyecektim..Herkes kendimi vurduğumu  düşünecekti...Bu da çok umurumda değildi açıkçası..

Ölmeden önce kardeşi Theo'ya iki mektup bıraktı. 
İlk mektubu, vücudu yaralı halde...kaleme almıştı. Bu mektupta kan lekeleri vardı. Ve çektirdiği acıyı Theo'ya anlatıyordu. 
Hayatını ve işini tehlikeye sokmasından bahsediyordu. 
Diğer mektup...son resimlerinden birisinden sözediyordu..
Benim canım ve kanım, kardeşim Theo...

...benden altı ay sonra vefat etti.


Theo'ya Mektuplardan benim altını çizdiklerim

** Üstelik her geçen gün daha iyi kavrıyor ki yaşam yalnızca bir ekme dönemidir, hasat mevsimi yoktur burada, insanın kimi kez başkalarının kendisi hakkındaki fikirlerine kayıtsız kalması, çok büyük bir baskı yaratırsa bunları silkip atabileceğini düşünmesi bu yüzdendir belki de...

 ** Oysa gerçeklik bambaşka, her şey sonsuz derecede karmaşık ve doğada siyah ve beyaz nasıl kesinlikle birbirinden ayrı değilse, yaşamda da doğru ile yanlış kolayca seçilebilecek gibi uzak değil birbirinden..Kapkara siyahın içine düşmemeli insan, bilinçli kötülük demek çünkü bu..Aynı şekilde, yeni badanalanmış bir duvarın bembeyazından da kaçınmak gerek, çünkü bu da iki yüzlülük ve sonsuz kendini beğenmişlik demek..

** Her geçen gün şuna daha çok inanıyorum ki, en önce doğa ile boğuşmayan insanlar hiçbir zaman başarıya ulaşamıyorlar. Günümüz eleştirmen ve koleksiyoncuları doğayı daha iyi tanısalardı, yargıları şimdi olduğundan daha iyi olurdu..


** Bizi Tarascon ya da Rouen'a nasıl bir tren götürüyorsa, yıldızlara da ölüm götürür. Bu düşüncede kuşkusuz doğru olan bir şey varsa, o da şu ; Yaşadığımız sürece yıldızlara varamayız, nasıl ki öldükten sonra trene binemeyiz öyle. Dolayısıyla, kolera, böbrek taşları, verem , kanser gibi şeyler göksel ulaşım araçlarıdır gibi geliyor bana...

** Sağlıklı bir insansan eğer, bütün gün çalışırken kuru ekmek yemeğe dayanabilecek, akşamları da sigaranı içip, kafa çekecek gücü bulabileceksin; bunlar yaşamak için. Hepsinin yanı sıra yıldızları, başının üstündeki sonsuz boşluğu da hissedebilmen gerek..İşte o zaman, yaşam neredeyse büyülü bir şey..Ah, asıl imansızlar, bu gördüğümüz güneşe inanmayanlardır.. Ne yazık ki, iyi tanrı güneşin yanı sıra, vaktin dörtte üçünde, karayel denilen o şeytan da var...



Theo'ya Mektuplar (pdf)
Azra Erhat / Pınar Kür çevirileri


Van Gogh Vincent-Yağlıboya (yüksek çözünürlüklü)

Yağlı boya resim yaparken, rivayetlere göre; boyayı paletin üzerine değil doğrudan tüpten tuval üstüne sıkıyor ve parmaklarıyla eziyordu. Bu tuhaf resim yapma tarzına ek olarak bazen boyayı yediği-yalnızca sarı renkli boyaları, pigmentleri patatesten üretildiği için... Ve resimlerinde genellikle sarı tonları kullanırdı. Bunun psikolojik ruhunu yansıttığını düşünüyordu. 


Van Gogh Vincent-Desen-Suluboya-Eskiz


Fransızca bilenler için mektupların mp3 şeklide mevcut
Van Gogh-Lettres a Son Frere Theo-French


Van Gogh hakkında bugüne dek 10 tane film yapılmıştır

Alain Resnais-1948-Van Gogh
Andrew Hutton-2010-Van Gogh-Painted with Words
François Bertrand-2009-Moi, Van Gogh
Maurice Pialat-1991-Van Gogh
Paul Cox-1987-Vincent
Robert Altman-1990-Vincent & Theo
Dorota Kobiela-Hugh Welchman-2017-Loving Vincent

(Andrew Hutton'un BBC adına yaptığı filmi çok iyi..İzlemenizi öneririm..BBC, mektuplarını baz alarak oldukça doğru bir karar vererek, ortaya Van Gogh'u ve idealizmini anlatan kaliteli bir yapım ortaya çıkarmış.)
...
Alexander Barnett-2005-The Eyes of Van Gogh
Phil Grabsky-2015-Vincent Van Gogh-A New Way of Seeing
Yu Haibo-Yu Tianqi Kiki-2016-China's Van Goghs

Bu son 3 film internette mevcut değil, diğerlerini bulabilirsiniz


Ayrıca çocuklara Vincent gibi boyamayı öğreten bir film daha var
Baby Van Gogh World of Colors   

Van Gogh müzesi

Sanatçının abisi Theodorus van Gogh’un eşi Johanna van Gogh-Bonger hakkında. Johanna, eşinin de ölmesi üzerine bütün hayatını sonsuz bir inançla Vincent van Gogh'un tanınmasına adar ve bu konuda da fazlasıyla başarılı olur. Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da bulunan Van Gogh Müzesi de onun başarılı eserlerinden biridir.



son sözü kendisi söylesin yine:

'Şikayet etmeden acı çekebilmek...
Bu hayatta öğrenilecek en büyük ders budur. '

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails