21 Mart 2008
Hakan Günday
Hakan Günday 29 mayıs 1976'da Yunanistan'ın Rodos Adası'nda doğdu. İlkokulu Brüksel'de bitirdi. 1994 yılında Ankara Tevfik Fikret Lisesi'nden mezun oldu. Aynı yıl Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü'ne girdi. Bir yıl sonra Brüksel'de bulunan Universite Libre de Bruxelles'in Siyasal Bilimler Bölümü'ne kaydoldu. Ama, yine bir yıl sonra, yeniden Ankara'ya döndü ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'ne yazıldı. İstanbul’da yaşıyor.
Kitapları :
2000-Kinyas ve Kayra
2002-Zargana
2003-Piç
2005-Malafa
2007-Azil
2009-Ziyan
2011-Az
2013-Daha
"Azil "
Azil, Türkçe'de 'görevden almak', Arapça'da 'hamileliği engellemek uğruna kadının haricine boşalmak' anlamına gelir. Asil, görevden alınmış ve insanlığı döllememesi için, dışına terk edilmiştir, çünkü kendisine sunulmuş olan bilgi, yetenek ve düşüncelerin ağırlığından zihni kapanan ve delirmiş olan milyonlarca haberciden biridir, delirenler, affedilmez ve terk edilir,bu da, suçu olmayan bir insana verilebilecek en büyük cezadır, deliren habercilerin sonu, intihar değilse, linçtir, benzersiz zihinlerini yönetmeyi öğrenip, hayatta kalanlarsa,'peygamber' olarak bilinir..
Azil'den beğendiklerim :
- " Suç, varolan en güçlü tutkaldır..."
- " Zaman, gidecek yeri olmayanların evidir..."
- " Sevgi, tırmananları birbirine bağlayan bir halattı.."
- " Yeryüzü ve dışındaki tek azınlık yanıtlardır, her şeyi ve herkesi sorular yönetir, soru ve yanıtların nadir evliliklerinden doğan melezler de bildiklerimizdir, melezlerin ışığı neyi aydınlatıyorsa onu görürüz, gerisi karanlıktır, hiçbir gözün alışamayacağı kadar karanlık, hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin, ana vatanın karanlıktır, karanlığın kuralları, tarihi yoktur doğumundan bir kaç saat sonra gözlerini açmanın nedeni, ışığın seni beklediğini bilmendir, kurallar, buluşmaların gecikmesini yasaklar..."
- " Düşünce şeytandan, davranış tanrıdandır, hangi düşüncenin davranışa dönüşeceğine karar veren insandır..."
- " Aynı zihinde yer alan karşıt düşünceler birbirini yok eder ve ışığa dönüşür..."
-" Hayatın karşılarına çıkardığı seçim kavşaklarında donarak ölmelerinin nedeni, karşıt düşüncelerin
çarpışmalarından kaynaklanan ışıktan gözlerini alamadıkları için körleşmeleridir, kör ve felçli..."
- " Çelişki , buz tutmuş bir göldür, çelişki göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır, çelişki , yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur..."
- " Her düşünce bir diğerini doygunlukları ve aralarındaki uzaklık ölçüsünde çeker..."
- " Düşünceler mükemmel , ancak davranışlar kusurludur, bir insanı sevdiğini düşünmek, ona bunu söylemek ve ardından ona sarılmakla anlatılamayacak kadar mükemmeldir, bir insanı öldürmek, ondan nefret ettiğini düşünmenin yanında daima kusurludur, hiçbir davranış düşüncenin gerçek tercümesi değildir..."
-" Davranışa dönüşen düşünceler daima geçmişe aittir..."
- " İlişkilerin zaman içinde sıcaklığını yitirmesi doğaldır, geçmişe özlem duymak sadece zaman kaybıdır..
- " PTT den kampanya: yirmi beş yıl sonrasına mektuplar.."
- " Teknoloji, insan davranışını, ahlakını, sosyoekonomik ilişkileri, geri dönüşü imkansız kılacak biçimde değiştiriyordu,insanlığın bin bir çabayla 2000 yılda yarattığı ahlak, elli yılda televizyon
tarafından çiğnenmiş ve 10 yılda da internet tarafından yutulmuştu, toplum gözünde suç olan, bireyin dünyasında vazgeçilmez hale gelmişti, toplum ile birey arasında genişleyen ahlak farkı, ikisinin de hastalanmasının temel nedeniydi, toplum ile birey arasına teknoloji girmişti..."
- "İsa, Meryem'in ikizidir, doğduğunda karnındadır, sonra rahmine düşmüş ve Meryem, Isa'yı doğurmuştur, bu yüzden bakire diye bilinir, kendi ikizini doğuran bir kadın, hepsi bu büyütmemek lazım, milyonda bir ihtimal ama sadece gazete haberi kadar değerli, önemli olan Tanrının bir enstrüman yaratmış olmasıdır, insan denen bir enstrüman, ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi Tanrı da insandan doğru sesler çıkaramamıştır, bu yüzden Tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de Şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir, ne bakire anneler ne de Sami ırktan gelen peygamberler mucizedir, mucize; Tanrının elini koparıp dünyaya fırlatması ve sonrada ondan geri dönmesini beklemesidir, ancak elin önce bir el olduğunu anlaması sonra da Tanrıya ait olduğunu farketmesi gerekir, mucize elin ait olduğu bedene dönmesidir, sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır, buna da "Bing Bang " denir..."
- "Genetik ve kültürel mirasın insana acıdan başka bir şey vermesine olanak yoktur, her insanın boşluğa doğma hakkı olmalıydı, vatansız, toplumsuz, ailesiz ve kişiliksiz olmak her insanın hakkıydı..."
- " Asil yaşayan adil ölmez..."
- " Hayat yatılı bir misafirlik değil, günübirlik gidilen bir piknikti.."
- "Klonlanması gereken insan değil evrendir, ancak o zaman, her şey yeniden ve eksiksiz yaratılabilir, çünkü insan bir sonuç, evrense nedendir..."
- " Doğmalardan ve temeli benden önce atılmış olan hiçbirşeyden kaçmıyorum, sadece derime yapışmadıklarını söylüyorum, bu benim doğam,kaygan derili bir insan olarak hiçbir şey tarafından tutulamam, tutulmam için üzerime, derimin kayganlığını yok eden kavramlar sürmeliyim, bunların ilki de ailedir, aileye bulanmış her insan bir gün Devlet ve Tanrıyla yaşamak zorunda kalır..."
- "Asil, yaşayan bir delidir, anımsamadığı için geçmişi, önemsemediği için geleceği yoktur..."
- " Bir belgesel konusu : " Ne kadar kötüsün ? "
- " Hiçlik yoktur, bir pencere düşün, onu açarsın ve içine doğru çekilirsin, vakum varsa hiçlik yoktur, hiçbir yerde altın bulamayacağını anlayan bir madencinin kazmayı kendine vurması gibi.."
Günday' dan İnciler:
"Sorarlarsa, ''ne iş yaptın bu dünyada?'' diye, rahatça verebilirim yanıtımı: ''yalnız kalabildim! altı milyarın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından... ne ölüm ne de hayat! hiçbiri kovalamıyor beni rüyalarımda. hiçbirinin eli bana değmiyor, çünkü ellerim ceplerimde hiç olmadıkları kadar, varlığıma nedensizlikten delirdim ben. hiçbir nedeni kendime yakıştıramadığımdan, hepsini giydim, hiçbiri olmadı, hepsi dar geldi. İnansaydım herhangi birine, uğruna gerekirse dünyayı kan gölüne çevirirdim, okyanuslar kırmızı olurdu, pıhtılaşmış kanlardan siyah kanlar yükselirdi, ama inanamadım, bir türlü inanamadım...
Bütün hayat bir illüzyon benim gibi kayra gibi... "hayır teşekkür ederim, bu kadar yeter."Alkolle ayrılmamız böyle oldu, yeterince içmiştim, yeterince, hayatın gerçek sarhoşluğundan kaçmıstım, artık sıra sişelerden kaçmaya gelmişti, şimdiye kadar rakıyı suyla; viskiyi buzla karıştırır gibi, hafifletmek için hayatı da içkiyle karıştırmıştım, ama artık hayatı sek içmenin zamanı gelmişti, babamın:"artık büyüdün,kendine de bir rakı koy!" dediği akşam geldi aklıma. biraz daha büyümüştüm, hayatı ve dünyayı sek içecek kadar!!!!
Ağlamak için gidiyordum, etimin parçalanışını görmek için gidiyordum, ruhsal hayatımla alay etmek için, bildiğim her şeyle mücadele etmek için dönüyordum, ne kadar dayanabileceğimi, ne kadar duyarsız olduğumu anlamak için gidiyordum, sokaklarında tesadüfen babamı görebileceğim ülkeye... o kadar istedim ki gerçek bir duyguyu içimde hissetmeyi! eğer pişmanlık hissedersem devamı da gelir, diyordum kendime, sevmeyi bile öğrenebilirim yeniden, diyordum, yeniden bir insan olabilirdim, ama şimdi anlıyorum ki benim için artık çok geç, ne bir pişmanlık duyuyorum, ne de göz pınarlarım ıslanıyor, hiçbir şey hissetmiyorum, hiçbir şey... belki de en büyük şiddet buydu: "durmak". insan kaçarken başkasının, dururken kendi kanında boğulur, insanın kendine biçtiği cezadan daha acı dolu olanı yoktur, insanın kendine verdiği cezaların ilki, işlediği suçtur...
AZ-2011 (Tanıtım yazısından)
11 yaşında bir tarikat şeyhinin oğluyla evlendirilen korucu kızı Derdâ ile hapisteki bir gaspçının aynı yaştaki oğlu “mezarlık çocuğu” Derda’nın bir mezarlıkta kesişen hayatlarının, bu iki çocuğu kırk yıl boyunca her tür şiddetle yontup birbirlerine hazırlayışının, (bütün anlamlarıyla) Yazı’nın bu iki çocuğu birleştirmesinin hikâyesi. Çocuk şiddeti, hayatın şiddeti, aşkın şiddeti, inancın şiddeti, hırsın şiddeti üzerine, A’dan Z’ye şiddet üzerine, dilin ve yazının şiddetiyle bir roman…
DAHA-2013 (Tanıtım yazısından)
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
"Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye'dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu'da, ayakkabılı olanı Batı'da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…"
web sayfası
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder