1919 İstanbul'da doğdu. 1993 Londra'da öldü.
Istanbul Saint Joseph Lisesi'ni bitirip, Paris'te ve İngiltere'de iktisat öğrenimi gören Feyyaz Kayacan, çok uzun yıllar Londra'da BBC'nin Türkçe yayın servisinde görev aldı.. Fransızca, İngilizce ve Türkçe öykü ve şiirler yazdı. 1992'de Modern Turkish Poetry antolojisini de İngilizce olarak yayımladı. İlk iki şiir kitabı Fransızca, üçüncüsü Kaşık Havası (Yeditepe Yayınları, İstanbul 1976) ve dördüncüsü Benim Örümceğim Başka (Tomruk Matbaası, İstanbul 1982) Türkçe ve beşinci şiir kitabı da İngilizce olarak çıktı. Daha çok öykü yazarı olarak bilinen Feyyaz Kayacan'ın bütün öyküleri Yapı Kredi Bankası Yayınlarında toplandı ve 1993 de ölümünden bir ay sonra yayımlandı
Feyyaz Kayacan (Fergar) Türkiye dışında "Fergar" soyadıyla tanındı ve Türkiye'ye hep turist olarak gidebildi.
Sait Faik sonrası öykücülüğümüzün en güçlü isimlerinden Feyyaz Kayacan, 1950’li yıllardan başlayarak ince zekâsı, dengeli ironisi, ifade özgünlüğü ile edebiyatımızda kendi özel yerini açmayı başarmıştı. Şiirde Can Yücel’in temsil ettiği cüretin öyküdeki karşılığı Feyyaz Kayacan’dı. 1993’te yitirdiğimiz bu usta, yapıtlarının kendisini gereğince tanıma olanağı bulamamış en genç kuşaklara ulaştığını ne yazık ki göremedi.
Feyyaz Kayacan, Türk edebiyatının şen kirpisi.
Kayacan'ın öyküleri için Selim İleri şunları söylemişti: "İroninin yanı sıra şiir, şiirin yanı sıra handiyse tozlanmış bir maziperestlik ve o maziperestlikle için için fokurdayarak alay eden bir yenilikçilik: Feyyaz Kayacan'ın öykülerini ille özetlemek gerekirse, akla ilk gelen bunlar..."
Ya da Feyyaz Kayacan'ın kendi sözleriyle: "Çocuktaki Bahçe iki yanlı bir roman. Bir yanı meddah, bir yanı Kafka. Bu iki öğe, durmadan yer değiştirmekte, birbirini etkilemekte."
Koca bir kuşağın es geçtiği, hakkı verilmemiş, kıymeti yeterince bilinmemiş yazardır. Türk Öykücülüğünün zirve noktalarından biridir. Nasıl olur da bu kadar görmezden gelinmiştir, üzerine bu kadar az yazılıp çizilmiştir, bu kadar kuytuda kalmıştır bunca zaman benim aklım ermez. Etrafta bir sürü zırva yazar birbirine tur üstüne tur bindirmeye çalışırken, o hepsinden önce finiş çizgisine kadar gelmiş, çizgiyi geçmeden yere çömelmiş, birkaç tek atmaktadır sanki etrafını güleryüzle selamlarken. Şişedeki Adam, Sığınak Hikayeleri, Cehennemde Bir Yusuf, Gibiciler, Hiçoğlu'nun Serüvenleri, Bir Deli Değilin Defterleri... hepsi de Türk öykücülüğünün ve Türkçenin damarlarını açan kitaplardır. Pek öyle herkese göre değildir Feyyaz Kayacan, özel bir okurdur onun istediği, upuzun çıkardığı diline sırtını dönüp gitmeyen okurdur.
....
Feyyaz Kayacan, yazı yazmaya şiirle başladı. İlk yapıtını İngiltere’de Fransızca yayımladı. İlginç bir serüven. “News Road 1943” adlı seçkide Fransızca ve İngilizce şiirleri yayımlandığı sırada bizim “ikinci yeniler” henüz ilkokul öğrencisi idiler. O ise, Paris’te “Les Quates Vents”, Londra’da “Poetry Folios”, “Free Unions”, “Poetry Quarterly”, “News from Nowhere” dergilerinde yapıtlarını yayımladı; gerçeküstü yazarların arasında bulunuyordu.
Feyyaz Kayacan’ın Türkiye’de ilk öykü betiği Yenilik Yayınları arasında çıktı. “Şişedeki Adam” (1958) ... İkinci yapıtı olan “Sığınak Hikayeleri” (1968) ini Yeditepe yayımladı. Her iki yapıtın öyküleri çok daha önce, Yenilik dergisinde yayımlanmış bulunuyordu.
Bedri Rahmi Eyüboğlu 1955’te Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığı bir yazıda şöyle belirtmişti görüşlerini:
"Bir sığınakta ölüm korkusu karşısında yeşeren yaaşama sevincine, yaşama gücünün süt yeşili filizine ellerinizle dokunarak ... bu yazıyı okuyunuz. Bu yazıyı okurken yer yer ünlü lngiliz heykeltraşı Henry Moore’un, Londra sığınaklannda çizdiği desenleri hatırladım. Yazıyı ölçtüm, yazı bal gibi ağır basıyordu."
Vedat Günyol’da Yeni Ufuklar’da şöyle yazmıştı: Feyyaz Kayacan ölüm gerçeğinin derinliklerine inerken, insanların damdan düşercesine ölümlere götürülmediği, yaşamının bir suç, olmadığı günlere olan özlemini eşsiz bir ustalıkla veriyor."
01-Çocuktaki Bahce / Feyyaz Kayacan
-Eğ boynunu mağdur adam ;
yaktığına tap, taptığını yak..(Remy---Klovis'e)
-Birini bağrıma basarsam ; boğmak içindir... ( Racine )
-Adressizliktir ölüm...
-Sana gösterilen yolun en geçerli yol olduğu nerden biliniyor ? birisinin yolu , bir başkasının çıkmazıdır...
-Ey benim bilincimin pınarı, gök kokulu usum, gel birlikte düşleyelim, yarın denize indireceğimiz amaçları...
-Ağaca söyle gölgesini getirsin bana yolluk... (Oktay Rıfat)
-Tenimin içinde bir uzaklığım ben...
-Yok bir tek çocuk çiçekte gülen...
-Sen bana tanrıdan söz et dedim badem ağacına,
Tuttu badem çiçek verdi karşımda...
-Damakta serçe gibi seken bir şarap şimdi,
Ustamın üzüme attığı enfes düğüm... ( Cemal Süreya )
02-Bir Deli Değilin Defterleri / Feyyaz Kayacan
-İbrişim örülü bencilliğimi
büküp eğiren hep sözcüklermiş... ( Hilmi Yavuz )
-Dünyaya gündelik ödülüydü , pencereye sabah çıkması...
-Her gün yeni bir açlığı deneyen bir karnı...
-Vicdanazabı renginde ağır bir hava
başınızın üstünde zonklayıp durur...
-Uyanıyorum, bir düş daha eksilmiş kafamda...
-" Fransız ihtilalinde zulum altında inleyen halk eski rejim denilen krallık idaresini devirdiği zaman hınç duyguları dizginlenemez bir hal almış ve gelişigüzel bir idamcılık siyaseti uygulanmıştı, giyotinle kafaları kesilenler hakkında halk; şu adam şu aristokrat kısaltıldı ' diyormuş ... "
-arkadaşlıklar, yakınlıklar sıcağı sıcağına kurulur, en ufak bir gecikme yakınlığın bozulması, bir uçurumla yer değiştirmesiyle sonuçlanabilir, iletişimler, yakınlıklar,duygu köprüleri her zaman azınlıkta kalmışlardır, en geçerli meslek uçurum mimarlığıdır...
-delilik giderir deliliği, en sağlıklı yol akıl denilen bataklığı ufak tefek kaçıklıklarla kurutmaktır, delilik benim elimde kimi zaman mikroskop kimi zaman dürbün oluyor, deliyim; demekki görüyorum...
-ama boşluk bir yerde temizliktir,şu gördüğüm boş çerçeveler kadar özgürüm ben, iyi ki kağıt olarak gelmemeişim dünyaya, beni de sümüklü, yolculuğu olmayan, çoşkuların arsızlaştığı, haydutlaştığı bir şiire kapatırlardı, kağıdın suçu ne ki,alevin serinlikle eşanlam olduğu noktada başlar şiir, ben artık hiçbir şey okumuyorum,kitaplarımın hepsini dağıttım, savdım başımdan,kitap yerine kalem girmemiş defterler alıyorum, deste deste apak ve açık vermemiş kağıtlar alıyorum ve yalnızca bakıyorum onlara, kapalı gözlerimle , kendi bakışımdan bile koruyarak ve konuşmuyorum önlerinde susuyorum, konuşmak yazmak kadar işlek bir nankörlük oluyor bir yerde, susmak diye de bir uygarlık var, susmak bir başlangıç, bir doğurganlığın ilk yaratıcı sancısıdır..
-herkes, değişik kişileri kapsayan bir sözdür, ben artık kendi içimin, kendi uyanıklığımın yerlisi oldum, benim de bir egemenliğim var şimdi, ama bunu bir bayrak gibi budalaca başkaldırmaların direğine çekmiyorum..
-benim gerçekte tek pencerem yalnızlık...
-karımın gözleri , bana hergün kü bağlılığının yüzükleriyle doluydu, ben karıma giderken çiçek açmalı adımlarım, ve eksilsin istiyorum odamdan, doktorun getirdiği karımsız sabahlar..
03-Şişedeki Adam- Feyyaz Kayacan
-yalnızlığın en erkeksiz dönemeçleri..
-kışın siyahlarından artırdığı yeşili daha yeni yeni aralamaya başlayan bir ağacın gölgesinde dinleniyordu..
-herşeye yakındı ama hiçbir şeyle bir ilintisi yoktu, yeryüzüylebir türlü düğümlenemiyordu...
-memelerini erkeğin avuçlarına boşalttı..
04-Sığınak Hikayeleri -Feyyaz Kayacan
-toprak nedir diye sordu tohumlardan biri;
-toprak, içimizden gelen bir yerdi eskiden, güneşe başladığımız bir yerdi her sabah, geceler ağaçları, yamurlar çiçekleri ağırladıktan sonra..
ama harbe gitti toprak artık, ölüleri ağırlamaya..
-çocuk havadaki balonlardan birini istedi, annesi elini uzattı yetişemedi, avucu boş döndü,
"acelesi yok" dedi çocuk, "büyüyünce yetişirim ben ona "
-Mrs Valley tanrı çapında bir kadındı, dağdan taştan ve insanlardan yapılmıştı, güneşi ve yıldızları onun büyüttüğüne ilişkin söyleşiler dolaşıyordu masalların ve kuşların dilinde, kimce bina edildiği bilinmiyordu, çocuklara bakılırsa gökgürültüsünden doğmuşmuşda Mrs. Valley doğruluvermiş dosdoğru kendi elinden gelene kadar, en beklenmedik, en akla sığmadık, en tartılmadık ölçülerin gözbebeğinden...
-Vera düşünde eski zarı yeni baştan atıyor, evlenme dairesinde attığı zarı, zar gene dört ayak üstüne düşer gibi oldu, ama zar hileli idi, güdümlü idi, ne bilsin Vera, keramette payı yoktu ki, bilseydi sanki atmayacak mıydı zarı, düşünmek neye yarardı kaderin teferruatını, evrenine bir erkek dadanmıştı, erkek göklerden izinli inmişti, erkek bulut kokuyordu, yıldızlamasına geliyordu, gözleri mavi bakıyordu, erkeğin elleri sonsuzdu ürpertileri kışkırtınca, Vera'nın soluğunun can noktasında bir erkek vardı, kader diye onu benimsemişti, öte yanı teferruattı, alın yazısını yorgan gibi çekmemişlerdi üzerlerine, son dakkaya kadar duman attırmışlardı kaderlerin kalem efendisine, hallaç örneği, öte yanı teferruattı, toprak bir tene borçlanmıştı , o kadar...
-"günlerin uzayıp kısalması, denizin kıyıyı ezberlemesi, ölümün kanda kıvaa gelmesi, ömrün adaleye sinmesi, çiçeklerde renklenmesi,yemişlerde tatlanması gibi,
"kadın erkeği tamamlasın, erkeğin alnında dalgalansın, kadın erkeğin denizine dökülen ırmak olsun,denizin etinde filizlenen güneş olsun, balık olsun, gemi olsun,
"erkek karanlığı aralasın, kadını görmekiçin çırçıplak sağnağında, ve kıyıda dile gelsin şahmerdanları denizin, kadın erkeğin aklından geçtikçe kanından da geçsin, kulaklarında da çınlasın, kadın aklına gelince erkeğin, erkeğin sesinde uyansın kadın, erkekten kadına, kadından erkeğe helal olsun yıldızlar, kadın erkeğince aşırı, kalçalarında güneşin tadı,kalçalarına üşüşen esintilerin yuvarlak serinliği ve ağırlığı.."
ve bu türkü ile Freddie'de kaldı son sözü artırmanın...
-hiçbir erkek eskitemez beni ,ve salt onlar için eskitmeyeceğim, aşındırmayacağım kendimi, her günün dönemecinde beni bulsunlar,yoksun olmasınlar benden diye ,hibirine bağlanmadan, tümüne birden sedef sedef dağılarak sonra bellek gibi açılarak, kamaşarak sonra...
05-Cehennemde Bir Yusuf - Feyyaz Kayacan
-size geliyorum, sizde saat güneşin körüne bilmem kaç çıkmaz kala...
-burası Terzela, burada basamaklar bile çıkmazlardan oyulma..
-kaç yuvarlak, kaç sessizliktim ben orada..
-bütün kuyular sizin, elimizde olduktan sonra bu falın ipi..
-erkekler kadınlara sevilerini saplıyorlar...
- gölgenizin dolabını açsam şöyle bir
uzmanlıkarı dökülecek hep karanlıkların...
-son olarak bütün seslileri kovdunuz hecenizden, neydi sanki o sesliler asalakleyin dudaklarda, sesizlerin sırtında bir yükten başka neydi ki? şimdi ama şimdi bir tanrıyla bir solungaç yanyana gelmiyordu bir türlü bir bilmecenin tezgahında. şaşırmalara tutuldum ilkleri, bir adam gördüm, ağzı ardına dek açık, çığlıklar çıkarıyor sandım ne bileyim, söylediler sonradan, esniyormuş, ufak tefek yanılgılara uğradım böyle, doğaldı o da, en çok istediğim halk türküsüne dönen yalnızlığımı söylemek şimdi,
en çok istediğim şimdi
sığ geçinen suçlanırızda
körük gözüyle girmek çekingen cehenneme
ve en çok bu yüzden aramaya çıkıyorum seslileri...
06-Gibiciler - Feyyaz Kayacan
birinci iyilik uzmanı
-ne oldu, ne yaptık neydi gördüklerimiz
büyük yapraklı bir kekeme ağaç diktik bahçemize, doğa biziz dedik, gözümüze karışık elinizle bir pencerenin altını çizdik, bu çizgi çok uzun sürdü,
karşı evde bir kadın bir çocuğa yürümesini öğretiyordu, sonuç olarak, bir kuru gürültünün ustalığında...
-şöyle bir baksam kadınlara,geleceğin en büyük yalvaçları dolar kalçalarına, öyle bir katlara yükselmiştim işte, sonra işte sevgimi daha yaygın kılmalara dadandım, günleri öldürenlerle günlerin öldürdüğü kişileri düşündüm, işsizlere cennetin kıvaramadığı işler buldum, sözlüklerin burnundan, en güzel, insanı en omuzda taşır yasalar getirttim, insan haklarından bir çelengi elime geçirdiğim gibi çıkmazların taşını kırmaya gittim, aşırı gördüğüm vergileri en okkalı eşek arılarına ödettim, sonraları pırıl pırıl bir salgın haline sokacağım iyiliğimi..
ikinci iyilik uzmanı
-ardı arkası kesilmiyordu çocuklara hazırlanan kadınların, sevmem oysa kadınları, hepside anamın gömütlükte yatan kemiklerinin iliğinden çıkmışa benzemekte, beni amacımdan ayırmaya gelmişler galiba, oysa ben kendimi başkaları adına yakasında çiçek gibi taşıyanın biriyim, ben birazdan resmini çizerek aradığım odaya çekileceğim, arınacağım, yüce bir nedensizliğe bürüneceğim, öylece her davranışımla daha bir paklayacağım çevremi, ben şimdi bir büyük sabahın başaklarına hazırlanıyorum.
üçüncü iyilik uzmanı
-neydi demin yanımdan geçen, bir tören miydi, kim miydi yoksa, ben daha yeni dönmüştüm ölümüne çok gittiğim birisinin yanından, hava çok güzeldi, o da ölmesini bilen bir adamdı, onu bunca sevmemin nedenlerinden biri de bu değil mi, elimden gelse ölümünü alıp çerçeveleteceğim, oturma odamızın en ileri duvarına asacağım, önümde sürekli sağlam bir örnek olsun diye...
-bir din adamıyla birlikte çıktık son basamakları, kulağıma durmadan öteki dünyaları akıtıyordu, Tanrı seni bekliyor, kucağını senin için büyüttü buncadır, diyordu, bir tanıtma bir gezdirme uzmanının diliydi bu "solda gördüğünüz bilmem ne anıtı,birazdan sağa sapınca Birleşmiş Mutluluklar Sarayı çıkcak karşımıza, yarın sabahta Melekler Okuluna gideriz.." ben adamı dinlemiyordum, sehpaya götüren basamaklardan taze bir tahta kokusu yükseliyordu ben ona bakıyordum,birazdan bir çingenenin eliyle o bütün tekerlemeleri sileceğiz, birazdan ölümün dürüstlüğü başlayacak...
-"öyle bir şey olmaz, benim ki gizli bir dergi, ben onu kafamda yayınlıyorum.." aşk mektupları yazmaktan geri durmamak, en azından bunu yapıyorum, ve her mektubun sonuna şuna benzer eklentiler koyacağım:
"SESOĞLU bu mektubu içinden geldiği için yazdı,"
"SESOĞLU bu mektubu kendi sesinden başlayarak yazdı."
"SESOĞLU bu mektubu aktarma bir sesin pupasını yalayarak yazmadı."
"SESOĞLU bu mektubu yazarken sahibinin sesini dinleyen bir köpek değildi."
ve bunu yapamazsam HEYKEL desinler bana...
07-Hiçoğlunun Serüvenleri -Feyyaz Kayacan
-ölümde acemilik yok, daha ilk adımıyla kişi uzmanı oluyor soluksuzluğun...
-dilencinin sesinde sabah oldu, kalktım ekmeğin buyrultusuna, kaldırım sofrayı ağırladı, bir elinde mum yanıyordu, kızın ellerinden çeşmeyi içtim, çeşmenin elinden testiyi alıp suyun yolunu aradım, yolun elini öpüp alnımdaki ekmeğe götürdüm, sonra yerli yerine bıraktım sofrayı,ekmeği,çeşmeyi, testide çağlayan kızı...
08-Benim Örümceğim Başka - Feyyaz Kayacan
İSTEK
Sokağa çıkabilseydik
Ne güzel olurdu
Gözlerle başlatırcasına
Bir yere varmanın bütünlüğünü
Akşamı toplasaydık
Ne güzel olurdu
Bir sonuç olarak
Alın teri sağlamlığında
Mesele çıkartmadan
Şu kavunu kesebilseydik
Ne güzel olurdu
Yaşamaya elvermek
Ne güzel olurdu
Vaktimiz olsaydı
Bir çocuğun yeni doğan
Ekmek kokusuna
DÜŞ KALINTISI
Bir sabah uyanınca
Yarıda kalmış
bir at buldum başucumda
Belli ki yolum kesilmiş bir yerde
Dört nala bir çıkmazın
Kişnemeleri mi uğuldayacak
Dilimin dibinde hep?
OYUN
Kim hortlatmış sevgiliyi
Gül damağı rengine ?
Pıhtı mı ürperti mi
Seslenen ?
Baka baka
Bir çapaklanma göverecek
Dudak dediğimiz yerlerde.
KARŞI KARŞIYA
Sorularım var
Beni iyi bilen
Benim iyi bildiğim.
Geçinip gidiyoruz birlikte
Kitap okurken
Başımı ara sıra kaldırıp
Onlara bakıyorum.
Ben içimi dişlerken
Onlar da bana bakıyorlar
Başlarını ara sıra kaldırıp.
ALDANMA
Kalksana dedi rüzgâr
Ben güneşim
İyi tuttum kendimi
Az kalsın bir şiir yazacaktım
Oturup.
GÜLLÜ ATASÖZÜ DENEMESİ
Gül aksırır
Divan nezle olur.
SOYA ÇEKİM
İlkin
Önlerini iliklediler
Sonra
Parmakla gösterilen
Bir karanlığa katıldılar.
UYANIK
Bülbülzede koşuklarla
Siz
O gülü bana yutturmazsınız.
OKUMA DERSİ
Çok imparator bir sineğin
Saltanatıdır
Duvardaki o gezingen yazı.
09-Kaşık Havası / Feyyaz Kayacan
KAŞIK HAVASI
Şakaklarımızda şimdi
Kabak çekirdeği yemektedir
Damızlık sofralar.
Biz de gümüş kaşıklarla
Katran çorbasına gideceğiz birazdan.
SAPTAMALAR
1.
Hep bu çölü gütmekten
Beynimizin sulanmışlığı.
2.
Karanlığa asıyordu
Durmadan kulağını.
3.
Bir falın boncuklarında
Boğazını tıkayan bir geleceğe doğru
Ağlıyordu bir çocuk.
4.
Gelmedi daha
Yolculuklara üye olmak saati.
ESKİ MISIRLILARDAN
Parmaklarından başka
Ekmeği yoktur insanın.
AMAÇ
Gözümüzü elimizi takarak dişimize
Bir yola çıkmak istedikti
Önümüze ön
Pencerelere uğurlamalar kataraktan
Bir tutam otun gölgesi
Uzayacaktı omuzlarımızda
Bir damla kürekten söz edecektik
Yelkenlerin posası çıkmadan
Bahçeler ekmekti amacımız
En kapısız en elmasız
Duvarların köküne
Pencere taşımaktı amacımız ekmeklere
Mutlu kılmaktı
Bir iki masalı
Oldu mu bunlar oysa
Görkemden pireye dek
Girdi araya herşey
Kuleler barajlar teype alınmış kuklalar
Nuhun gemisine geç kalmış bir yalvaç
Bayrak fabrikaları damlalık bakışlar
Ülküleşmiş nasırlar borsa zürafaları
İzinli sokaklar alkış vergileri
Çok ciltli gömüt taşları ve ... kolaylıklar
Bakın hepsi yürürlükte bunların
İşlek çarşılarda naylon çıkmaz
Ve devrildi otun hecesi...
Güven Turan'ın 9 ekim 2006 tarihli yazısı
1950’li yılların başlarında, özellikle, Yeditepe, Yenilik, Ufuklar, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi gibi dergilerde yeni bir isim dikkat çeker. Bir yandan, gününün önde gelen İngiliz şairlerinin çok başarılı çevirilerinin altındadır bu imza, bir yandan da çok farklı bir yapısı, anlatımı ve dili olan “öykü”lerin: Feyyaz Kayacan. Feyyaz Kayacan’ın İngiltere’de yaşadığı ve çok uzun bir süredir de Türkiye’ye gelemediği bilinmektedir. 1957 yılında, Feyyaz Kayacan’ın Şişedeki Adam adlı “anlatı” kitabı yayımlanır... Yazarın ilk kitabı olarak ele alınır. Oysa, Şişedeki Adam’ın yazarı olan kişinin bu ne ilk kitabıdır, ne de Türkiye’de basılmış ilk kitabı. Taa 1935 yılında bir kitabı basılmıştır. O yıl hâlâ Saint Joseph Lisesi öğrencisi olan yazarın bu ilk kitabı, bir şiir kitabıdır. Tarihsiz olan, kapağında sadece “Basımevi ‘Foks’ Galata” yazan bu kitabın tam başlığı ise şudur: Les Gammes Insolites/ Poemes suivis de Destructions. Ve bir de ad vardır; şairin adı: Feyyaz Fergar. Kitabın basım tarihini Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi (YKY, 2001, İstanbul) “1938” olarak veriyor. Oysa, Feyyaz Kayacan’ın sağlında basılan A Talent for Shrouds (1991) başlıklı kitabının sonunda yayıncısıyla yaptığı konuşmada, ilk kitabının on altı yaşında basılmış olduğu belirtilir bu da, Feyyaz Kayacan 19 Aralık 1919 doğumlu olduğu için 1935’e denk gelir. Elbette bir Rimbaud ile karşı karşıya değiliz bu kitapta ama gene de yer yer şaşırtıcı canlılıkta imgelerle, özgün metaforlarla karşılaşırız. Sıradan bir on altı yaş kitabı değildir. Hatta, şiirlerin adları bile yaşına göre aşkın bir şiir zevki ve kültürü olduğunu belli ediyor. O tarihte, hadi diyelim Baudelaire bilinen bir addı ve pek çok Türk şairini de etkilemişti ama “Hymne à Kleist”, “Mallarmé”, “Rimbaud”, “Variations sur deux vers de Paul Valery”, “Faust” gibi şiirleri okuma düzeyinin sıradan bir okurun çok üstünde olduğunu göstermektedir. Başlıktaki “Destructions” bölümüyse tümüyle düzyazı şiirlerden oluşur. Bunlar Servet-i Fünun “mensur şiir”inin ötesinde, Baudelaire’den çok Rimbaud’ya yaklaşan düzyazı şiirlerdir.
Fayyaz Kayacan’ın ikinci kitabı da bir şiir kitabıdır: Gèstes à la Mer. Bu kitabı da 1943 yılında, Londra’da The Grey Wall Press tarafından yayımlanmıştır. (Yukarıda sözünü ettiğim ansiklopedide bu kitabın yayım tarihi 1939 olarak verilir ama benim elimdeki kitapta tarih açık açık belli: 1943.) İkinci Dünya Savaşı’nın en kanlı döneminde, İngiltere’de, hem de bir Türk’ün yazdığı Fransızca bir şiir kitabı! Bu, bugün için bile inanılmazdır! Kitabın bir de İngilizce önsözü vardır. Bu önsözde James Kirkup (uzun yıllar Japonya’da, Kyoto Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı hocalığı yapmış ve 1970’lerden başlayarak İngiliz şiirine Hayku’yu sokmuştur) şöyle der Feyyaz (Kayacan) Fergar için: “Fergar’ın Fransız dilini muhteşem ve son derece kişisel bir şekilde kullanması bize bugün acı bir erişilmezlık içinde olan sevgili bir ülkenin seslerini, yaşamını ve devinimini getirmektedir. Aragon kısa bir süre önce günümüz Fransızlarının ve Fransa’nın çağdaş görünümünü yoğun ve yalın bir şekilde sunmuştu; ne var ki onun yaygın politik göndermeleri ve zorlayıcı retoriği bu şiirlerde bulunmuyor. Fergar Fransız şiirinin özünü veriyor bize, şimdiye ve bütün zamanlara ait olan özelliğini, tartışmadan ve yorumlamadan.”
İlk kitaba göre bu kitaptaki şiirler bizim alışık olduğumuz, ironi ile humorun sarmalında gerçeküstücü bir imge dünyasını veren Feyyaz Kayacan diline çok daha yakındır. Fransızca da olsa, “Hiçoğlu” dilini bulmuş görünüyor. Kitabın yayımlanışında, hakkında çıkan olumsuz bir yazıya, İngiltere’deki Gerçeküstücüler karşı çıkıp Feyyaz Kayacan’a destek verip kitabı da övünce, “gerçeküstücü” diye anılır bir süre.
Başta da belirttiğim gibi, 1950’li yılların başlarında Yeditepe dergisine “Londra Mektubu” yazmaya başlar. Kendi deyimiyle elini alıştırınca da “Sığınak Hikâyeleri”ni yazmaya ve yayımlamaya başlar. Ve artık Feyyaz Fergar değil, Feyyaz Kayacan’dır. Üstelik İngiliz vatandaşlığına geçmiştir. Yukarıda sözünü ettiğim konuşmada, Türkçe yazmaya başlamasını bu uyruk değiştirmenin verdiği sarsıntıya bağlar Feyyaz Kayacan... İkinci kitabı, Sığınak Hikâyeleri (ki Şişedeki Adam’dan önce yazılmıştır) 1963 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü alır ve öykücü kimliği artık baskındır Türkiye’de.
1970’lerde Türkçe şiirler çıkmaya başlayınca, bir okur tepkisi yarattığını anımsıyorum. Önceki şiir serüveni bilinmediği için, bir öykücünün benzerlerine arada bir rastlanılan şiir yazma hevesi gibi görüldüğünü anımsıyorum... 1976’de basılan Kaşık Havası bile onun şiirdeki özgünlüğünün fark edilebilmesine olanak tanımamıştır. Oysa bu şiirlerde Feyyaz Kayacan öykülerdeki imge zenginliğini, özgün metafor kullanımını, ironi ve humorla harmanlanmış bakış açısını yoğunlaştırmaktadır. Gerçekten özgün ve sağlam şiirlerdir bunlar. Benim Örümceğim Başka (1982) bir önceki kitabındaki çizgiyi daha da olgunlaştırarak sürdürür.
Feyyaz Kayacan 1939’da İngiltere’ye gitmiş ve taa 1950’ler sonuna kadar da (hatta 1960’lara kadar belki) Türkiye’ye gelmemiştir. BBC Türkçe Yayın Servisi’nde çalışıyor oluşu nedeniyle Türkçeyle ilişkisini sürdürse de yaşam dili İngilizce olmuştur. İki kez evlenmiş, bir çok (!) çocuğu olmuştur ve ne karıları ne çocukları Türkçe konuşmuştur. (Sadece son çocuğu Miriam/Meryem’e tam Feyyaz Kayacan’a uyar bir davranışla Türkçe küfür etmeyi öğrettiğini eklemeliyim). Diyeceğim o ki, Feyyaz Kayacan, onca yıl İngilizce ile yaşamasına karşın, İngilizce yazmamıştır, taa 1980’lerin sonuna kadar. A Telent for Shrouds’daki, yayıncısıyla yaptığı söyleşide, İngilizce şiir yazmaya nasıl ve neden başladığını şöyle anlatıyor: “Birkaç yıl önce Daniella Hope beni Nottingham’da çıkan Zenos adlı dergi için küçük bir çağdaş Türk şiiri antolojisi yapmaya çağırdı. Birbirini izleyen iki sayıda yayımlanan kırk şiir çevirisi verdim. Bu arada da birkaç tane de İngilizce yazdığım kendi şiirlerimden verdim. Bana yazdığı mektupta ‘Senin zımbırtıları sevdim,’ diyordu. Şiir demiyordu, ‘senin zımbırtılar’ diyordu. Bu beni çok rahatlattı. Onunla buluştuğum zamanlar cebimde birkaç şiir bulundurur oldum, onu selamlamak için. İşte böyle başladı.” Bu sözlerde kesinlikle doğruluk payı olmakla birlikte Feyyaz Kayacan’ın o tanıyanların çok iyi bildiği hayata ironik bakışı da bulunuyor. Abartıyı severdi Feyyaz Kayacan. Kitabın önsözünü yazan William Oxley onu René Char’ı da iyi bilen, Robert Graves, Roy Campbell çizgisinde ama kendisine has bir dili olan çağdaş bir romantik olarak adlandırıyordu.
The Bright is Dark Enough, öldüğü sene, yani 1993’te basıldı. Bu kitabındaki şiirlerden büyükçe bir parçası, ölümünden hemen önce yazdığı şiirlerden oluşuyordu. Her zaman, en alaycı anında bile, en eleştirel olduğunda bile şen şatır bir yazar olan Feyyaz Kayacan bu şiirlerinde bir hayli karanlık bir ruh durumu sergilemektedir. Bu şiirler tam anlamıyla Feyyaz Kayacan’ın ya da Feyyaz Fergar’ın son verimidir.
Özetleyecek olursam: Fransızcası üzerine kesin bir şey söylemeye yetkin görmüyorum kendimi, Fransızcamın düzeyi nedeniyle ama Türkçe ve İngilizce şiirlerinde bu dillere kendi haklarını sonuna kadar verdiğini, dilleri zenginleştirdiğini, hatta bu dilleri ateşlediğini rahat rahat söyleyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder