23 Haziran 2012
Emine Sevgi Özdamar
"Emine" Sevgi Özdamar (d. 10 Ağustos 1946, Malatya)
Türk oyuncu, yazar, dramaturg.
1946 Malatya doğumlu sanatçı uzun zamandır Berlin'de yaşıyor. Bochum ve Doğu Berlin tiyatrolarında oyuncu ve rejisör olarak çalışmıştı. İlk kez on iki yaşında Bursa'da sahneye çıkan sanatçı 1965 yılında misafir işçi olarak Almanya'ya gitti. 1967 yılında Türkiye'ye dönerek, İstanbul'da Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan, Ayla Algan, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday ve Nurettin Sevin'den tiyatro eğitimi aldı.
1970'te eğitimini tamamlayan Özdamar daha sonra Doğu Berlin'e geçerek buradaki Halk Tiyatrosu'nda Benno Besson ve Matthias Langhoff'la birlikte çalıştı. İzleyen yıllarda Bochum ve Frankfurt Şehir Tiyatroları'nda kariyerine devam eden sanatçı birkaç filmde, bu arada Dorris Dörie'nin "Doğum Günün Kutlu Olsun, Türk" adlı filminde de rol aldı. Daha önce de Ingeborg Bachman, Walter Hasenclever, Adalbert von Chamisso, Kuzey Ren Vestfalya, Bergen Enkheim ve en önemlisi Heinrich von Kleist edebiyat ödülünü kazanmış olan Özdamar 1982'den bu yana serbest yazar olarak çalışıyor. Yazarın tüm eserleri Almanca yayınlanmış
Emine Sevgi Özdamar, daha çok otobiyografik yazıyor, onu diğerlerinden farklı kılan özellik ise kullandığı dildir. “Türkçe düşünüp Almanca yazıyordu”. Bu ilk bakışta negatif bir özellik gibi görülse de, bu günlerde anlaşıldığı gibi böyle yazmasıyla, Almanca’ya da katkıda bulunmuş oluyordu. 'Hayat Bir Kervansaray', Ona ilk büyük ödülünü getirdi, hem de kitap basılmadan, sadece verdiği bir özetle: Ingeborg Bachmann Ödülünü. Bu Ödül Almanca’yı zenginleştiren yazarlara verilen bir ödüldür. O zaman tabii anadili Almanca olmayan biri bu ödülü aldı diye büyük yankı uyandırmıştı.
Kelimelerin ve cümlelerin büyülü gücüyle Türk insanını Alman okura tanıtıyordu. Yazın hayatına ve Almanca’ya yaptığı katkılar neticesidir ki, 2004 yılı kasım ayında da Almanya’nın en büyük yazın ödüllerinden birisi olan Heinrich-von-Kleist ödülünü de ödülleri arasına katmıştır.
Brecht’in talebesi Besson’un oyuncusu ve asistanı olarak çalışırken hazırladığı kuklalar, kolajlar, desenler Sorbon Üniversitesi tarafından değerlendirildi. Kendisine üniversite bitirmediği halde doktora yapma hakkı tanındı ve diploma verildi.
Eserleri:
Oyun
1982-Karagöz Almanya'da
1984-Bir Temizlikçi Kadının Kariyeri
1991-Keloğlan Almanya'da
2000-Nuhun Gemisi
Öykü
1991-Annedili
2001-Aynadaki Avlu
2007-Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur
Roman
1992-Hayat Bir Kervansaray
1998-Haliçli Köprü
2003-Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyor
Ödülleri:
1991 - Ingeborg Bachmann Ödülü (Hayat Bir Kervansaray)
1993 - Walter Hasenclever Ödülü (Hayat Bir Kervansaray)
1994 - NewYork Yılın En İyi 20 Kitabı (Anne Dili)
1994 - London Times En iyi kitap (Hayat Bir Kervansaray)
1998 - Kuzey Ren Westfalya Yılın Sanatçısı Ödülü
1998 - Almanya Kuzey Şehirleri Literatür Ödülü
2003 - Frankfurt Şehir Yazarı Ödülü
2004 - Kleist Ödülü (Kleist Ödülü daha önce sanatçının hayranı olduğu Bertoldt Brecht’e de verilmiştir.)
Hayat Bir Kervansaray
1993-Varlık Yayınları 264 s.
Çeviri Ayça Sabuncuoğlu
1940'lı yıllarda doğup Türkiye'nin çeşitli yerlerinde büyürken hem kültürel hem de kişisel kimliğini bulmaya çalışan bir kızın romanı Hayat Bir Kervansaray. Büyükbabasıyla birlikte, doğduğu kent Malatya'ya doğru çıktığı bir tren yolculuğunda, son Osmanlı-Rus savaşından başlayarak Kurtuluş Savaşı yıllarını ve genç Türkiye Cumhuriyeti'nin erken yıllarını da kapsayan dönemi, bir Çerkez göçmeni olan ve çağına tanıklık eden dedesinin ağzından dinler genç kız. 1950'ler Türkiyesi'nde yetişen Fatma için Türkiye'nin tarihi ve dar gelirli ailesinin Malatya'da başlayıp Bursa, Ankara ve İstanbul'da süren göçebe tarihi bir mozaiğin parçaları gibi iç içe geçecektir. Romanda, Fatma'nın kişisel tarihiyle birlikte geleneklerle çağdaş yaşamın aynı gök altında barındığı bir ülkenin portresi de çiziliyor. Avrupa'da yayınlandığında büyülü gerçekçiliğin başarılı bir örneği olarak karşılanan, pek çok dile çevrilip ödüller alan Hayat Bir Kervansaray, ironik, şiirsel diliyle bir okuma şöleni.
Kitap bir edebiyat olayı; yazar ise Şehrazat'ın öz kardeşi
(Angela Bacmair/Augsburger Allgemeine)
Haliçli Köprü
2008-Turkuvaz Yayınları 264 s.
Çevirmen İlknur Özdemir
Haliçli Köprü, iki dünya arasında gidip gelen yürekli bir gezginin romanı. E.Sevgi Özdamar, 60'lı yılların sonunda, radikal bir kararla ailesinden kopup Berlin'e giden genç bir Türk kızının öyküsünü keskin bir gözlem gücü ve şiirsel bir dille anlatıyor. Telefunken fabrikasında işçi olarak çalışan, bir yandan tiyatronun öte yandan yurdunun özlemini çeken, aşkın ne olduğunu keşfetmeye çabalarken doğup büyüdüğü ülkenin tabularından ve geleneklerinden kopamayan İstanbullu bir kızın kişisel öyküsünün içinde 60'lı yıllarda yabancı işçi akımına kapılıp Türkiye'den Almanya'ya giden ilk kuşağın yer yer gülünesi, yer yer trajik yaşamı da barınıyor. Türkiye'nin çalkantılı döneminden kesitlerin yanında '68 kuşağının ve öğrenci hareketlerinin, dönemin fikir akımlarının da geniş yer verildiği roman, bu bağlamda bir dünya panoraması çiziyor.
Emine Sevgi Özdamar'ın Haliçli Köprü romanında klişelere yer yok. Bunlar yerine yer yer masalsı bir kıvama erişen anatomik bir dil var. Orijinali Almanca yazılmış bu roman için Emre Erbatur "Karşımızda Türkçe giyinip Almanca soyunan bir varlık var," diyor..
Emine Sevgi Özdamar'ın Haliçli Köprü adlı romanı hem öteki kitapları anımsatıyor, hem de unutturuyor. Okudukça evrendeki yurtsuzluk kadar kalabalıkların sıcaklığı da duyumsanıyor. Yanılsamanın ve alışkanlığın izi sürülüyor. Yanılsama, romanın en iyi, en güzel, en duygulu oluşundan geliyor. İnsanların uyuşmazlığını kanırtan yanlış anlaşılmalar, dillerini koparan, kalemini kıran soluksuzluk bitiyor. Su bardağına okuduklarına özenerek bakıyor insan. Alışkanlığın iziyse daha önce okuduklarının verdiği güvencenin yitirilmesinden geliyor. Özgünlüğünün doruğunda alışkanlık, tanışıklık, tanışma ve yabancılık kıvrana kıvrıla bir yürekten başka bir yüreğe uzanan köprü oluyor. Birinci tekil şahıs anlatıcı hayatla sözün çatışmalarının ve uyumlarının teğetliği üzerinden kuruyor anlatısını. Klişelere yer yok. Gündelik dilin yavanlığını da istediği zaman ele ayağa dönüştüren, yer yer masalsı bir kıvama erişen anatomik bir dili var. Üstelik roman Almanca yazılmış. Karşımızda Türkçe giyinip Almanca soyunan bir varlık var.
Vahşi ve hırçın bir hayal gücü belirliyor bu dil kıvamını. Aynı anda hem masal hem de bir kâbus olabilen bir anlatıda her şey bambaşka bir dünyada hayat buluyor. Fırıncı kadının kafası ekmek somunlarına; Berlin sokaklarını birbirine katan solcular tavuklara; Türk solcu entelektüelleri baykuşlara; erkekler (özellikle kocalar) kadınların ağzında çiğnene çiğnene tadını, şehvetini yitiren sakızlara; bekâret değerini çoktan yitirmiş, kaybedilmesinden endişe edildikçe gülünçleşen elmasa dönüşüyor. Kitabın çevirisi, Paul Auster'dan, Heinrich Mann'a kadar bir sürü yetkin çeviriye imzasını atan İlknur Özdemir'e ait. Roman, iki bölüm. 1. Bölüm: Küskün İstasyon, 2. Bölüm: Haliçli Köprü. İlk bölümde, birinci tekil şahıs anlatıcı, oyuncu adayı, gözü pek bir genç kadının Almanya'da, bir radyo fabrikasında işçilik deneyimini, bilmediği bir dili kucaklama sancılarını, cinsel, kültürel ve politik olarak kimliğini kazanışını, oyunculuk sanatını ve aşkı tanıyışını ironik bir biçemle aktarır.
İkinci bölümde, ilk bölümden tanıdığımız anlatıcı-kadın roman kişisinin kendini gerçekleştirme öyküsünün Türkiye-İstanbul- Anadolu ayağını oluşturur. Bu bölümde, aynı ironik anlatımın ardından Türkiye'deki solcu erkeklerin dünyasın yansıtılır. Bu dünyaya anlatıcı-kadın karakterin oyunculuk eğitiminin ayrıntıları eşlik eder. O ve solcu erkek entelektüeller bir yandan cinselliklerini yaşar, bir yandan da sanatlarını geliştirip kitaplar okurlar. Bu arada Türkiye'nin politik arenası, sağı, solu, Güneydoğusu ve bütün şiddetiyle 12 Mart'a yaklaşmaktadır... Haliçli Köprü yalnızca Türkiye'den işçi alan Almanya'yı, göçmenliği, dilsizliği, tarihsizliği anlatmıyor. Olanaksızlıklar kadar olanakları da anlatıyor. Bir insana başka bir dil kazandıran, başka kapılar açan Almanya'yı gösteriyor. Tarihsel bir kargaşa içinde kıvranan Türkiyelilik özlemini sancılı, ekşi-tatlı bir 'dünya vatandaşlığı' vaadiyle harmanlıyor
Aynadaki Avlu
2012-Yapı Kredi Yayınları-152 s
Çeviri Esen Tezel
Sevgi Özdamar'ın çeşitli sebeplerle Almanca gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından oluşan Aynadaki Avlu, 2001'de Almanya'da basılmıştı. Türkçedeki bu ilk baskıya yeni yazılar ekleyen Özdamar, kültürler arasında köprüler kuran kitabında yakın geçmişteki toplumsal-tarihsel olaylara anılarının merceğinden bakıyor. Yaşamın ve ölümün uçlarını adeta şiirle bilenmiş kalemiyle yokluyor.
Birbirine ulanan olaylar ve anekdotlarla alttan alta öykülerin anlatıldığı Aynadaki Avlu, güncel sorunlara eğilirken insani boyutu gözden kaçırmamamız gerektiğini vurgulayan çarpıcı bir kitap.
kitabın bir yerinde: "Daha önce, 1965-67 arasında Berlin'de yaşamış ve İstanbul'a iki plakla dönmüştüm: Lotte Lenya / Ernst Busch-Brecht Songs
Ernst Busch-Brecht Songs Lieder Gedichte
Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur
2007-Yapı Kredi Yayınları-106 s.
Yayına Hazırlayan Gültekin Emre
Kitabı yayına Gültekin Emre hazırlamış. Emre, aynı zamanda Kanto Ağacı isimli bir de sunuş yazısı yazmış kitabına. Kitabın hemen girişinde köşede bir yerlere şu not düşülmüş:
"Ece Ayhan herkesin bildiği gibi, zihni oradan oraya sıçrayan, konuştuğu gibi serbestçe yazan, eleştirilerini zaman zaman küfre kadar vardıran büyük bir şairdi. bu kitapta değindiği tarihi olaylar ve kişilikler, edebiyatçı arkadaşları ya da sevmedikleri hakkında dava konusu olabilecek ifadeleri köşeli parantez içinde [...] gösterildiği yerlerde asıl metinden çıkarılmıştır." Bu not sanırım kitabın sahip olduğu ruhu yansıtmaya yetiyor. Gönül isterdi ki daha hoşgörülü insanlar olsaydık ve bu anlamsız uygulama hiç olmasaydı.
Gelelim kitaba, kitap sunuşun ardından, vakitsiz Üsküdarlı, hastane günlüğü ve Ece Ayhan ın mektupları ismli üç bölümden oluşuyor.
Vakitsiz Üsküdarlı, Emine Sevgi Özdamar'ın Ece Ayhan ile olan anılarını anlattığı bölüm. Burada Üsküdar da ve diğer yerlerde Ece Ayhan'la beraber yaşadıkları evleri, Ece Ayhan'ın kendisine "Emine" adını takmasını ve daha onlarca ayrıntıyı içeren anekdotlar yer alıyor.
Hastane Günlüğü, Emine Sevgi Özdamar'ın Ece Ayhan'ın Zürih'e beyin ameliyatı olmak için geldiği dönemde tuttuğu günlüklerden oluşuyor. Zaten akıl sağlığı pek yerinde olmayan Ece Ayhan'la yaşadıkları zaman zaman iç burkan bir tada sahip.
Son bölüm ise, Ece Ayhan'ın yaşamının son yıllarında çoğunlukla Çanakkale'den Emine Sevgi ye yazdığı mektuplardan oluşuyor. Bu mektuplarda sağlığı iyice bozulan parasız bir Ece Ayhan var karşımızda, tüm düşkünlüğüne rağmen dik durmaya çalışan bir şairin para istemek zorunda kaldığı satırları okumak insanın boğazına bir şeylerin düğümlenmesine neden oluyor. Ece Ayhan'ın mektupları, onun yazdığı biçime sadık kalınarak büyük harflerle basılmış ve onun imlasına uygun basılmış. ayrıca, kitapta konunun gerektirdiği kimi fotoğraflar, çizimler ve yazılı sayfaların tıpkıbasımlarına da yer verilmiş.
Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan
2012-İletişim Yayınevi-212 s.
Çeviri Fikret Doğan
"Kış Berlin'in iki tarafında da çok sertti. Sokaklar bir ayna gibi kaygandı, sabahları Mercedeslerin ve Trabantların camları kazınıyordu. Şehrin her iki kısmında da aynı sesleri duyuyordum. Doğu ve Batı Berlinlilerin kirpikleri karla kaplıydı, her iki Berlin'de de insanlar hapşırıyor, Batı Berlin'in donmuş gölleri ve Doğu Berlin'in Spree Nehri üzerinde ördekler yürüyor, soğuktan dolayı tek ayak üzerinde duruyorlardı."
70'li yıllarda, Doğu Berlin'le Batı Berlin arasında mekik dokuyan, muzip, sevimli, deli dolu bir yaşam. "Emine" Sevgi Özdamar şiirlerle, oyunlarla duvarın iki yakasında kurduğu dünyayı anlatıyor.
"Çokça komik, bazen ironik... Ama hep sanatla ve hayatla dolu." (Sigrid Scherers, Die Zeit)
"Her şeyin politik olduğu, aşk açlığıyla, tartışma açlığıyla, yaşama açlığıyla dolu 70'li yıllardan bir roman."
Christoph Barmann, Süddeutsche Zeitung
Özdamar, kitabında kendi öyküsünü anlatıyor. 1976-77 arasında İstanbul, Berlin ve Paris arasında yaşananları, dönemi ve ruh halini incelikle aktarıyor. Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölüm Özdamar'ın 1976'da Brecht tiyatrosunu öğrenmek için İstanbul'dan Berlin'e gidişini, o dönemde Türkiye'nin siyasi bunalımlarını, yaşanan acıları ve bunların bir duvarla ayrılan Berlin'deki hayata paralelliğini anlatıyor. Elbette tüm anlatının fonunda süregelen hayatın Özdamar üzerindeki etkileri var.
İkinci bölüm ise Doğu Berlin'deki hayatı üzerine odaklanıyor. Batı Berlin, Doğu Berlin, Kopenhag arasında yaşananlardan sonra Paris'e yaptığı yolculukla bitiyor.
Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan adını Else-Lasker Schüler'in bir dizesinden alıyor. 1946 doğumlu öykü, roman ve oyun yazarı olan Özdamar'ın tırnak içine alınmış ismi "Emine" ona Ece Ayhan'dan hatıra.
Oynadığı Filmler
Süperseks (2004)
Yapımcı Ülke: Germany
Türü: Comedy, Romance, Crime
Senaryo :Kerim Pamuk, Daniel Schwarz
Süre: 95 Dk.
Lisan: Almanca, Türkçe
Yönetmen:Torsten Wacker
Görüntü Yönetmeni:Andre Lex
Müzik:Florian Tessloff
Oyuncular:
Denis Moschitto, Marie Zielcke, Hilmi Sözer, Meral Perin Jenny Ostermann, Emine Sevgi Özdamar (Mutter Gülbahar, Meray Ülgen, Martin Glade, Laura Maire, Hülya Duyar
Konu:
Torsten Wackers tarafından hazırlanan Alman filmi. 30 Eylül 2004´de Almanya´da vizyona girmis olan film 23 yaşındaki bir Türk gencini konu edinmekte.
Elviz lakaplı genç, amcası Cengiz´den ödünç aldigi 50 bin Euro´yu geri ödeyemez ve sıkıntılı günler geçirir, çünkü amcasına, ödememezlik durumunda annesinin Antalya bölgesindeki arsasını söz vermistir. Tabii ki annenin bu durumdan haberi yoktur.
Elviz isteksiz de olsa abisi Tarık´ın fırınında çalışmaya başlar. ancak oradaki işiyle borcunu ödeyemeyeceğini anlar ve başka çözümler aramaya başlar, ta ki aklına tesadüf eseri mükemmel bir fikir gelene kadar.
Elviz ve bilgisayar tasarımcısı olan arkadaşı Olaf, Elviz´in ailesinden gizli `Süperseks´ ismini verdikleri ilk Türkce telefon seks hattını kurarlar. İşleri çok iyi gitmektedir - ta ki Cengiz´in yeni sevgilisi Anna eleman olarak Superseks´e başvurana kadar...
"Doğum Günün Kutlu Olsun, Türk"
Yönetmen: Doris Dörrie
Oynayanlar : Hans Czypionka, Özay Fecht, Meret Becker, Doris Kunstmann
Almanya’da büyüyen ve Türkçe konuşamayan özel detektif Kemal Kayankaya’nın Frankfurt’taki köhne detektiflik ofisine yeni bir kadın müşteri gelir. Genç bir Türk olan İlter detektiften kaybolan kocasını aramasını ister. Yönetmen Dorris Dörrie’nin filmi Alman sinemasındaki en ilginç Alman-Türk karakterlerden birini çizer. Almanlar tarafından sürekli yabancı ve Türk olarak aşağılanan Kayankaya, Frankfurt’un Türk çevrelerinde ise Alman olarak kabul edilir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder