Bulgaristan’ın 1989 sonrasında en çok çevrilen yazarlarından biri olan Georgi Gospodinov 1968 yılında Yambol’da doğdu. Sofya Üniversitesinde Bulgar filolojisi okuyan Gospodinov, 1992’de yayımladığı ilk şiir kitabıyla edebiyat dünyasına başarılı bir giriş yaptı.
Bir süre şiire ağırlık verdikten sonra düz yazıya yönelerek Doğal Roman’ı (1999) yayımladı. Uluslararası çapta ilgi gören roman yirmi üç dile çevrildi; onu takip eden ilk öykü kitabı Ve Başka Öyküler (2001) ise sekiz dile çevrildi. İkinci romanı Hüznün Fiziği, 2016 Jan Michalski Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere birçok ödüle layık görüldü. Öykü, roman ve şiir yazmanın yanı sıra oyun ve denemeler de kaleme alan Gospodinov halen Sofya’da yaşıyor.
Kitapları: (Türkiye'de yayınlanan)
2018-Doğal Roman
2017-Hüznün Fiziği
2022-Zaman Sığınağı
Efsane'nin özeti
Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Posedion boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısını boğaya âşık eder. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve boğa başlı, kuyruklu ama insan bedenli Minotor doğar. Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı bir labirentin içine kapatılır.
Georgi Gospodinov-Hüznün Fiziği
272 Sayfa / Metis Yayınları-2017
"İnsan bir süreliğine susmalı ve oluşan sessizlikte başka bir öykü anlatıcısının –bir balık, yusufçuk, sansar veya bambunun, bir kedi, orkide veya çakıltaşının– sesine kulak vermeli. Arıların roman yazmadığını, örneğin, nereden biliyoruz? Tek bir bal peteğini bile okuduk mu? Veya balıklardan başlayalım. Evrimin nasıl da büyük bir bölümü balıkların sessizliğinde kilitli duruyor, bizden önceki tüm o asırlar boyunca nasıl da çok bilgi biriktirmişler! Bu sessizliğin derin, soğuk depolarıdır onlar."
Bulgar yazar Georgi Gospodinov’un dönemden döneme, hikayeden hikayeye atlayarak ince ince kurduğu bir labirent-roman Hüznün Fiziği. Romanın anlatıcısı, başkalarının zihinlerine nüfuz edip onların yaşadıklarını yaşayabilen bir adam. "Ben geçmiş satın alan bir kişiyim. Öykü tüccarı. Başkaları çay, kişniş, çek senet, altın saat, toprak ticareti yapar. Ben geziyorum ve toptan geçmiş satın alıyorum. Bana ne derseniz deyin, ne isim verirseniz verin. Elinde toprak olanlara ‘toprak sahibi’ derler, ben zaman sahibiyim, başkalarına ait zamanın sahibiyim, başkalarına ait öykülerin ve geçmişin sahibiyim. Dürüst bir alıcıyım, fiyatı asla düşürmeye çalışmam. Sadece özel geçmiş, belirli insanların geçmişini satın alıyorum. Bir seferinde bana koca bir devletin geçmişini satmaya çalıştılar, kabul etmedim." (Tanıtım Bülteninden)
Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Posedion boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Minos’un karısını boğaya âşık eder. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve boğa başlı, kuyruklu ama insan bedenli Minotor doğar. Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı bir labirentin içine kapatılır.
Resim:Picasso / Minotorların Kralı-1958
Yarı insan-yarı boğa bir yaratık olan Minotor (Yunanca “Minos’un Boğası” anlamında), peyderpey tüm romanı ele geçiriyor. Koridorlarına gizlice sızılan öyküler, Birinci Dünya Savaşı etrafında başlarken, Trakya'nın uçsuz bucaksız düzlüğünde yaşananlar akıp götürüyor okuru.
Roman paralel anlatımlı bir aile romanı gibi başlıyor. Gece yarısı yatağı, uykuları, rüyaları karakoncoloslar bastığında, gümüş kaşık gibi korunan savaş ganimeti Macarca sözcükler, göklerden gelen Macar anneanneler, uzun dakikalar derken romanı kolayca niteleyip sınıflandıramayacağınız belli oluyor. Gospodinov’un hızlı zaman ve karakter geçişlerini, okuru hiç hırpalamadan bu kadar akıcı yapabilmesi, şahane. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın giderek romanın merkezine yerleştiğini düşünüyorsunuz, yaşanan her şeyin sebebi dünya savaşları dediğiniz anda Gospodinov bir anda rotayı değiştiriyor.
Olayları rasyonel bir çizgisel zamanda anlatmıyor yazar. Şiirli bir üslupla efsaneleri yanından eksik etmiyor. Yeraltındaki kiralık odalarının küçük penceresi, sokaktan geçen ayakkabılar, ayaklara göre insan uydurma oyunları, viraj öncesi vızıltılarından araba tahmin etme oyunları, karınca kargaşaları… Tüm bunlar bir çocuğun hayali oyuncaklarına dönüşüyor. Aşı izleri, mezarlıktan öğrenilen harfler, okumayı ölülerden öğrenen çocuklar, ailelerin uzun sır ve yalan zincirleri, ikiye bölünen dünyalar derken Gospodinov, asırlar öncesinin Minotor efsanesini zaman ve mekana hınzırca taşıyor. Minotor efsanesinin altını eşelerken bir anda günümüze, tahripkar bir bilgisayar virüsüne, oradan da bilgisayar oyunlarına geçiveriyor yazar. Aniden kendimizi Baudrillard’ın bir tür simülasyon kitabında gibi hissediyoruz. Olaylar akıp giderken Yunan mitolojisinde yenen çocukları listeliyor bir anda, Gospodinov.
Altını çizmek isteyeceğiniz yüzlerce cümleyle dolu Hüznün Fiziği. Sarı evlerin hafif çürük ve aseton kokuları, gizli koridorlar, ayna nöronlarla öyküler sürüyor. Romanda en çok tekrar eden kelime, labirent! Her gerçek şair gibi Gospodinov’un da yanından ayırmadığı sözcükleri var. Bu güzel romanı tek bir sözcükle ifade etmek istediğinizde de "labirent"ten daha uygun bir kelime gelmiyor aklınıza. Bir de yazarın patolojik empatisini, yani başka bedenlere yerleşme ısrarını sık sık hissediyorsunuz. Gospodinov samimice anlatıyor her şeyi, kabuklarının altına saklanmıyor.
Kitaptan bir
Bölüm:
BİR TERK EDİLİŞE
KARŞI
“M“ DAVASI
Minos, Girit
sarayının mahzenine tünelleri o kadar karışık bir labirent yaptırmış ki, bir
kere içine girdin mi çıkış yolu bulman imkânsız. Minos, bu yeraltı labirentine
ailesinin ayıbını, karısı Pasiphae'nin oğlunu, Minotor'u hapsetmiş. Karısı bu
çocuğa, Poseidon tarafından gönderilen bir boğa ile yattıktan sonra hamile
kalmış. Minotor - insan bedeni ve boğa başına sahip bir canavar.
Atinalılar
her dokuz yılda bir Minotor tarafından yenmek üzere yedi bakire ve yedi
delikanlı göndermek zorundaymış. O zaman Minotor'u öldürmeye karar veren
kahraman Theseus ortaya çıkmış. Ariadne, babasından gizli olarak, Theseus'a
keskin bir kılıç ve bir ip yumağı vermiş. Theseus ipin ucunu girişe bağlayıp
sonsuz koridorların içine Minotor'u avlamaya girmiş. Yürümüş, yürümüş ve aniden
korkunç bir kükreme duymuş -canavar kocaman boynuzlarıyla üzerine doğru
koşuyormuş. Korkunç bir boğuşma başlamış. Sonunda Theseus, Minotor'u
boynuzlarından yakalayıp keskin kılıcını göğsüne saplamış. Canavar yere
yığılmış, Theseus onu ta çıkışa kadar sürüklemiş. (Eski Yunan Mitleri ve Efsaneleri)
DOSYA
Hayatta olan ve olmayan, tüm zaman ve
coğrafyalara ait saygıdeğer mahkeme üyeleri, sayın bay ve bayan mit toplayıcıları
ve anlatıcıları, ve şu anda yeraltı aleminin hakimi olan siz, sayın Bay Minos.
Bu davayı, "M.” davasını, otuz
yedi yıldır hazırlıyorum ve savunma konuşmamı yazıyorum. Ona dokuz yaşındayken
dedemin uzun zamandır kullanmadığı eski askerlik defterine silinmez kalemle
başladım. (Fakat bu benim deftere yasa dışı bir şekilde el koymamı haklı çıkarmaz.
Görüldüğü gibi, başlangıçta daima bir suç vardır.)
Yazdıklarımın ilk hali şöyleydi:
Minotor suçsuzdur. O mahzene
kapatılan bir çocuktur. Korku içindedir. Terk edilmiştir.
Ben, Minotor..
Tüm metin buydu. Defterin iki sayfasına
büyük harflerle yazılmıştı. Onu davayla ilgili diğer malzemelere dahil
ediyorum. Temel iddia, ana hatlarıyla, bu. Yıllar içinde sadece kanıtları dahil
ettim. Ve bana kendiliğinden gelen işaretleri topladım.
Klasiklerin hiçbirinde Minotor'a
karşı herhangi bir merhametle karşılaşmamış olmam çarpıcıdır. Yerleşik
bilgilerde, Minotor'a bir sefer takılmış olan canavar maskesinin dışına çıkma
diye bir şey yok. Minotor söz konusu olduğunda, eski metinlerde ağızlara
pelesenk olan en masum kelime canavardır. Ovidius Dönüşümler'inde ona "çifte
tabiatlı yüzkarası” ve "biçimsiz canavar” demiyor mu? Yüzkarası ve
ucubeden başka bir şey değil. Sadece birkaç ay sonra kendisinin de Pontus'a,
açık hava Roma labirentinin dibine gönderileceğinden ve bu taşradan geri dönüş
yolunu asla bulamayacağından şüphelenmemiş miydi acaba... İnsan taşraların
labirentinde olduğunda, tüm yollar Roma'ya çıkmaz, sevgili Ovidius.
İşin tuhafı daha eski bir kitabında,
Heroides veya Epistulae Heroidum'da, Minotor'a karşı çok daha ılımlıdır.
Çaresizliğin eroinini en iyi yansıttığı için ben Heroines olarak çevrilen
başlığı tercih ediyorum. Orada terk edilen Ariadne gemiyle artık Atina'ya giden
Theseus'a yazar. Ve aşk yüzünden Minotor'un ölümüne ortak olan bu kadın, ilk
defa yaptığından pişmanlık duyar sanki: Sana verdiğim ip olmasaydı, o rüzgarlı
labirentte çoktan ölmüştün, Theseus. Hayatta olduğumuz sürece güya benim
olacaktın. İşte hayattayız, eğer sen de hayattaysan, demek adi bir yalancının,
şerefsizin tekisin sadece. Keşke o kahrolası ipi vermeseydim vs. Ama bizim
davamız için önemli olan, bir sonraki satırda Minotor'u ilk kez kardeşi olarak
isimlendirmesidir: "Kardeşimi, Minotor'u öldüren o sopa beni de kınıyor.”
Saygıdeğer mahkeme üyeleri için belirtelim, canavar ilk kez başka bir insan
tarafından kardeş olarak kabul edilmiştir.
"Kardeşim Minotor” - bunu
unutmayalım.
"Boğa
yüzüne sahipti, geride kalanıyla insandı,” der dingin ve her şeyi bilen
Apollodorus (veya sözde Apollodorus) MÖ 2. yüzyıl civarlarında. Belki de
müvekkilimize karşı olumsuz sıfat kullanmayan tek kişi odur.
Kurnaz
Plutarkhos ne yapar? Dilini günaha sokmamak için M. konusunda Euripides'in
ağzından konuşmayı seçer. Euripides ona "Canavar suretinde doğan bir kırma
ve melez” der. Aynı şekilde: "İki farklı fıtratı birleştirmiştir o, insan
ve boğayı.” İkincisi kulağa oldukça tarafsız geliyor, ki bizim durumumuzda buna
merhametli denilebilir, yani Minotor'un insani yönü yine ortada.
Ondan farklı
olarak İsa'nın neredeyse akranı olan Seneca, Phaedra'da Roma askerlerini bile
utandıracak bir dil kullanır. Hyppolytous Phaedra'ya, kahrolası sürtük, sen,
vahşi şehvetini sergilemek için canavarı doğuran annen Pasiphae'nin bile önüne
geçtin, der. Ama niye şaşırıyorum ki, seni de o çifte suretli hicabı içinde
çalkalayan rahim taşımadı mı... O dönemin lisanıyla bu tür şeyler söylenmiştir.
İtiraz mı
ediyorsunuz, sayın savcı? Dilden dolayı ise, sözler bana ait değil, çeviri ise
oldukça titiz. Davamızla hiçbir alakası yok mu? Yanılıyorsunuz. Bir çocuğun
terk edilip zorla hapsedilmesi söz konusu. Geçmişi tarafından damgalanan bir çocuğun,
ki bundan sorumlu tutulamaz. Bunları haksız karalama, itibarsızlaştırma,
kamuoyunda dolaşan yalanlar takip ediyor... Yine de satır aralarından, ağızdan
kaçan ve yarım ağızla söylenen bazı ifadelerden olsa bile, Minotor'un insan
doğasının kabul edildiği ortada. İnsan haklarının kendisinden alınmış olmasına
rağmen. Bunun kaydedilmesini ve bana devam etme hakkının tanınmasını talep
ediyorum, hakim bey.
Şair
Vergilius, Augustus'un gözdesi, aşağıdaki iki dizeyle kurbanı laf arasında
eziverir: "Minotor, korkunç birleşmenin çifte suretli meyvesi / doğa dışı
şehvetin daimi hatırası...” Her kelimesi tiksinmeyle dolup taşıyor.
Vergilius
demişken, Dante'yi anmadan olmaz. Cehennem'de Minotor yedinci, en kanlı
dairenin hemen girişine yerleştirilmiştir: "utanç ve kötülük abidesi
korkunç Minotor / dar kıyıların hemen girişinde tek başına yatıyor.” Dante,
öncüsü Vergilius'a göre çok daha acımasız. Labirentteki sürgününden ve
Theseus'un kılıcı tarafından öldürüldükten sonra müvekkilimiz kan emicilerin,
zorbaların ve doğa kanunlarına karşı suç işleyenlerin yanına atılmıştır. Fakat
Minotor suçu işleyen değil, böyle bir günahın sadece bir meyvesi, kurbanı, en
ağır sonuçlara katlanan bir kurban değil midir?
(Bu arada bu
yedinci daire sentorlar tarafından korunur. Bedeninin belden aşağısı hayvan,
gövdesi insan olan sentor, Minotor'un aynadaki yansıması gibidir.)
Edebiyat
sürekli Minotor'un vahşi doğumuyla uğraşıp dursa da, görsel sanatlar onun
ölümüne odaklanmış durumda. Sahip olduğumuz tüm antik fresklerde, vazo
süslemelerinde, mit ve efsane resimlerinde sahne hep aynıdır -Theseus canavar
Minotor'u öldürür. Minotor her an kılıçla öldürülmek üzere veya artık ölüdür ve
Theseus onu boynuzlarından sürüklemektedir. Görüntüler, kılıçla yakın dövüş
tekniği serisine benzer.
Theseus
Minotor'u bir boynuzundan tutmuş, çift başlı bir kılıçla göğsüne saldırıyor. Minotor sıradışı büyüklükteki başını
Theseus'un kucağına yaslamış, boğazını kılıç darbesine açıyor.
Theseus
Minotor'un arkasında, sol eliyle boğazını kavramış, sağ eliyle ise kısa kılıcını
göğüs kafesinin altına, yumuşak dokunun olduğu bir yere saplıyor. Beden insan
bedeni. Sen bir insanı öldürüyorsun, Theseus. Kılıç kolayca giriyor. Evet, tüm
sahnelerde Minotor'un güya korkunç bedeni savunmasız, bunu gizlemenin yolu yok.
Bir kiliksin, şu sığ şarap kadehlerinden
birinin tabanında, Minotor yakışıklı bile görünüyor, daha çok Mağripliye
benziyor, dudakları duygulu, burun delikleri güzel, dizlerinin üzerine oturarak
bedenini ihtiyatsızca Theseus'un kılıcına açmış. Theseus ise sağ ayağı ile
kasıklarının üzerine basıyor.
Birkaç korunmuş resimde Theseus'u
Minotor'un uysal cesedini peşinde sürüklerken görüyoruz... Davanın diğer
uzaktan avukatı, Bay Jorge'nin savunmasından da belli olduğu gibi, Minotor
neredeyse karşı bile gelmiyor.
Sahnelerin
bazılarında cinayet çok daha vahşi, daha sert ve daha barbarca işleniyor -ağır
bir sopa, budaklı ahşap bir gürz, günümüzdeki beysbol sopasının kaba bir atası.
Bir öküz veya boğayı öldürmek, köy kasaphanelerinde hâlâ yapıldığı şekliyle,
baltanın ters tarafıyla alına bir darbe indirmektir.
Sadece
çocukluk ve ölüm. Aralarındaysa hiçbir şey yok. Karanlık ve sessizlik dışında.
Bayanlar ve
baylar, tüm bunların dikkate alınmasını talep ediyorum.
VİRÜSLER
Ortalıkta
keçiler ve güller flört ediyordu
korku içinde
bağırdım: Tanrım, nedir bu?
Kurtar bizi
böyle bir günahtan
Tanrı duydu,
sağ elini aralarına koydu
Ah, dünya,
ikinci bir Sodom'dan kurtuldun!
(Arles'lı
Gaustin, 17. yy)
Dedalus'un
doğanın yasaklamış olduğu şeyi gerçekleştiren sıradışı zanaatkârlığı hakkında
birkaç söz. Dedalus ahşaptan bir inek yapmış, onu gerçek deriyle kaplamış, boş
kamına ise Minos'un karısını, boğaya karşı şehvetten kuduran Pasiphae'yi
tıkmış. İneği tekerlekler üzerine koymuş ve onu boğanın genelde otladığı çayıra
götürmüş. Gerisi belli. Sözde Apollodorus'un anlattığı gibi, "Boğa gidip
gerçek bir ineğe sahip olurcasına ona sahip olmuş. Pasiphae böylece Minotor adı
verilen Asterius'u doğurmuş.”
Fakat mit,
gizlenen başka bir sonuç hakkında sessiz kalır. Acaba Truva Atı ahşap Girit
ineğinden doğmuş olabilir mi? Onun da içi boş, o da tekerlekler üstünde, ama epeyce
büyük, karnına tam otuz silahlı asker sığıyor, ama onlar ayartmak için değil
istila etmek için orada. İneğin at doğurması, kadının boğa-insan doğurması:
Dedalus, türlerin tarihine Truva Atı sokmuştur. Birkaç bin yıl sonra ise ahşap
bedeni olmayan, herhangi bir bedeni dahi olmayan yeni bir mirasçı doğacaktır -tahripkar
bilgisayar virüsü "Trojan” veya "Truva Atı”. Yararlı bir programmış
gibi davranır, bir-iki gün sessizce durduktan sonra da coşar, siler, kapılar
açar, korumaları yok eder, sanal Truva'ya yabancı gözlerin girmesine izin
verir.
Ve tüm
bunlar Dedalus'un sıradışı zanaatkârlığından doğmuştur. Ki bunlar gizemli
Gaustin'in on yedinci yüzyılda ısrarla vurguladığı doğa kanunlarına ters düşer.
Düzen var
burada ve Tanrı hata işlemez
Sinek ile
koç, lale ile meşe eşleşmez.
MİT VE OYUN
Minotor ve
bilgisayar oyunları hakkında konuşalım mı? Son yıllarda epey çoğalan oyunların
herhangi birine girin. Klişeler ve klasikler. Minotor, ikinci sınıf filmlerdeki
orta ayar bir dövüşçüye benzer. Kısa bacaklı ve kaslı, kıllı, ensesi kısa ve
kalın, ikizkenar yamuk şeklinde bir terminatör suratı ve alakasız minik
boynuzlan var. Bazılarında ise ek olarak eğri bir domuz dişi de var. Diğerleri
yetmiyormuş gibi, boğayı alıp bir de yaban domuzuyla çiftleştirmeleri icap etmiş.
Saygıdeğer
Ovidius, Vergilius, Seneca, Plutarkhos, Euripides, ve siz Bay Dante
"Cehennem” (lakabınızı da yazayım), gelin mitolojinin ne hale geldiğini
bir görün. Horladığınız kahramanı gelin bir görün. Bugünkü imajına çok katkınız
oldu. Bakın ve ağlayın, siz, antik dönemin oyuncu ecdadı. Bir gün, gerçek
zamanda bir araya gelerek bir el oynayabiliriz. Gerçek zamanda, ha-ha-ha...
"Minotor
Labirentte", "Warcraft", "Savaş Tanrısı” veya... başka bir
3D oyun oynarız. Ama o zaman sadece Minotor üç boyutlu olacak, bizse dijital
dönemin başlangıcına ait, renkleri solmuş, hazin çizgi film karakterleri, iki
boyutlu gölgeler olacağız (gölgelerin krallığında olacağız sonuçta, öyle değil
mi).
MİNOTORLU
MADONNA
Bir çocuk
annesinin kucağında oturuyor. Kadın onu sol elinde tutuyor, herhalde onu daha
yeni emzirdi ve geğirmesini bekliyor. Çocuk çıplak. Sahne o kadar iyi biliniyor
ve Çocuk İsa'nın doğumundan sonraki tüm temsillerde o kadar çok tekrarlanmış
ki, ikonik özellikte. Ama resmi eşsiz kılan bir farklılık var. Çocuk, boğa
başlı. Küçük boynuzlar, çekik uzun kulaklar, birbirinden uzak gözler, geniş
burun delikleri. Bir dana başı. Pasiphae çocuk Minotor'la. Bakire Meryem'den
asırlar önce.
Resim tek.
Bir zamanlar Etrüsklere ait olan Volci şehri civarında, bugünkü Toskana'da
bulunmuş. Paris Ulusal Kütüphanesi'nin koleksiyonunda görülebilir. Birisi, gün
gibi ortada olan ve mitin çabucak unutacağı şeyi hatırlatma cür'etinde bulunmuş.
Söz konusu olan, bir bebek. Bir kadının taşıyıp dünyaya getirdiği bir bebek.
Söz konusu olan, bir süt çocuğu, hayvan değil. Yakında yer altına gönderilecek
olan bir çocuk. Minos'un ne yapacağına, damgalı çocuğu dünyadan nasıl
saklayacağına karar vermesi herhalde belirli bir zaman, aylar, belki de bir-iki
yıl almıştır. Anne ve oğulun yüzlerine dikkatlice baktığımızda, her ikisinin de
artık bildiğini görebiliriz.
Yoksa bu tam
da ayrılık ânı mıdır? Annenin sol eli artık sarılmıyor, uzaklaşıyor ve
vedalaşmak için çocuğun sırtının arkasından hafifçe sallanıyor.
Daha sonra
mit, terk edilişinin günahını aklamak için, gelecekte terk edeceğimiz tüm
çocukların günahını aklamak için bu çocuğu canavara dönüştürecektir.
CHİLD-UNFRIENDLY*
(İng. çocuk-dostu olmayan —ç.n.)
Yunan
mitolojisinde çocuğun olmaması çarpıcıdır.
Eğer antik
dönemi insanlığın çocukluğu olarak kabul edersek, bu çocukluk dönemi neden tam
da çocuktan bu denli yoksundur? Anlaşılan herkesin çocuk gibi davrandığı bir
yerde gerçek çocuklar istenmiyor. Var olanlar genelde babaları tarafından
yeniliyor. Yenmeyenler ise babalarını yiyor. Daha zamanın başlangıcından,
Kronos ve çocuklarından beri bu böyle.
Zaman'ın çocuklarını daima yediği
aşikar. Ama zaman, ışığın mevcut olduğu, karanlık ile aydınlığın, gece ile
gündüzün birbirini takip ettiği bir yerde olur. Bu durumda şu gerçek ortaya
çıkıyor: Zamandan muaf olan tek yer, mağaranın mutlak karanlığıdır. Çocuk Zeus
orada gizlenmiştir. Kronos'un (Zaman'ın) hükmetmediği tek yer orasıdır.
Minotor'da yeraltı labirentinin
karanlığında gizlidir. Zaman orada akmadığı için o daima çocuk kalır.
Biz de
bodruma, bu geç dönem şehir mağarasına, salça ve komposto kavanozlarının
arasına kilitleniyorduk, geçici Minotorlar gibi.
Bir teyzem
vardı, misafirliğe her geldiğinde seni yiyeceğim diye beni korkuturdu. İri kıyım
ve hantal, Titanlar soyunun geç bir kalıntısı gibi karşıma dikilirdi, ojeli,
yamyam tırnaklan olan devasa ellerini açardı, dehşet verici bir şekilde
dişlerini gösterdiğinde iki gümüş diş parlardı ve karnından gelen derin bir
hırlamayla bana yavaşça yaklaşırdı. Top gibi kıvrılıp çığlık atardım, o ise
gülmekten sarsılırdı. Çocuğu yoktu, onları yemiş olmalıydı.
YUNAN
MİTOLOJİSİNDE YENEN ÇOCUKLAR
(TAMAMLANMAMIŞ
LİSTE)
Başta tabii
ki Kronos'un çocuklan var, tanrının kendisi tarafından yutulan Hestia, Demeter,
Hera, Hades, Poseidon. Ve Zeus'un yerine sargı bezlerine kundaklanmış uzun bir
taş.
Zeus,
rahminde gizli olan Athena yüzünden karısı Metis'i yutar (dolayısıyla henüz
doğmamış olan Athena'da yutulur). Daha sonra Athena Zeus'un başından tam
teşekküllü savaş kıyafetleri içinde doğacaktır.
Trakya kralı
Tereus'un oğlu İtis (İtil), annesi ve teyzesi tarafından öldürülüp hiçbir
şeyden şüphelenmeyen babasının sofrasında sunulmuştur. Ovidius olayı
Değişimler'in 6. kitabında anlatır: güven içinde katile sarılan çocuğu, kılıç
darbesini, sıcak bedenin bir parçasının çömleklerde kaynayıp kalanın şişte
kızartılmak için saklanmasını... Ve sonunda Tereus, akşam yemeğinde "kendi
etinden olan bir etle karnını tıka basa doyurdu".
Daha var...
Tantalos'un oğlu Pelops'un öyküsü. Pelops, babası tarafından parçalara
doğranmış, güzelce pişirilip tanrılara sunulmuş. Ve sadece Demeter, kederinin
dalgınlığıyla, omzunun bir parçasını yemiş.
Buraya,
Zeus'u sınamak için sofrasına torunu Arkas'ı sunan Arkadya kralı Lykaon'un
muğlak öyküsü de dahildir.
Bu listede
Minotor'un yediği genç erkekleri ve kızları bulamazsınız -mitin bu bölümüne
inanmıyorum. Ayrıca boğalar otoburdur.
Zeus,
rahminde gizli olan Athena yüzünden karısı Metis'i yutar (dolayısıyla henüz
doğmamış olan Athena da yutulur). Daha sonra Athena Zeus'un başından tam
teşekküllü savaş kıyafetleri içinde doğacaktır.
Trakya kralı
Tereus'un oğlu İtis (İtil), annesi ve teyzesi tarafından öldürülüp hiçbir
şeyden şüphelenmeyen babasının sofrasında sunulmuştur. Ovidius olayı
Değişimler'in 6. kitabında anlatır: güven içinde katile sarılan çocuğu, kılıç
darbesini, sıcak bedenin bir parçasının çömleklerde kaynayıp kalanın şişte
kızartılmak için saklanmasını... Ve sonunda Tereus, akşam yemeğinde "kendi
etinden olan bir etle karnını tıka basa doyurdu".
Daha var...
Tantalos'un oğlu Pelops'un öyküsü. Pelops, babası tarafından parçalara
doğranmış, güzelce pişirilip tanrılara sunulmuş. Ve sadece Demeter, kederinin
dalgınlığıyla, omzunun bir parçasını yemiş.
Buraya,
Zeus'u sınamak için sofrasına torunu Arkas'ı sunan Arkadya kralı Lykaon'un
muğlak öyküsü de dahildir.
Bu listede
Minotor'un yediği genç erkekleri ve kızları bulamazsınız -mitin bu bölümüne
inanmıyorum. Ayrıca boğalar otoburdur.
P.S
Bir de yeni
zamanlardan abuk sabuk bir yankı.
Tepsi
sıradan, büyük, üzerinde sonsuz kullanımdan kaynaklanan geçmez lekeler var.
Pirinç yıkanmış ve hafifçe kızartılmış, beyazın arasında minik karabiber
topları. Fırının çalıştığı görülüyor, kapağı açık, iki el tepsiyi içine doğru
uzatıyor. Tek bir sıra dışı ayrıntı var -pirincin üzerindeki piliç veya hindi
değil, bebek, çıplak ve canlı. Az kalsın çiğ diyecektim. Sırtüstü, kolları ve
bacakları havada, yatıyor. Görünüşe göre birkaç günlük ve ağırlığı ancak orta
boy bir hindininki kadar.
Bu (siyah
beyaz) fotoğraf ve öykü bana ait, ikisini bir arada satın aldım. Fotoğrafı
mektupla alan kadın neredeyse bayılacakmış. "Torunun hayırlı olsun. Çok
tatlı, öyle değil mi?” Mektup Kanada'daki kızındanmış, uzun zamandır beklenen
bebeğinin ilk resmini gönderiyormuş. Bir zamanlar, küçükken, ona şakacıktan
"Ne kadar tatlısın, yiyeceğim seni. Pilavla, pilavla...” derlermiş. Ailede
böyle bir laf varmış. Şimdi de, yıllar sonra, kız şakayı gerçekleştirmeye karar
vermiş.
Kemiklerinden
temizlenmiş, tiye alınmış bir mit, ama yine de korkunç.
MİNOTOR'UN
SESİ
Sözü
davalıya veriyorum.
Sessizlik.
Davalının
kendini savunmak için söyleyecek bir şeyi var mı, yoksa sessiz kalmayı mı tercih
ediyor?
Minotor'un
sesi kayıtlı antik tarihin hiçbir yerinde korunmamıştır. O konuşmaz, onun adına
başkaları konuşur. Canlı cansız hiç kimsenin susmadığı, tanrıların ve
ölümlülerin, orman perileri ve kahramanların, kurnaz Odysseus'ların ve naif
Kikloplann cıvıl cıvıl sesleriyle dolup taşan, hor görülen Sentorların bile söz
sahibi olduğu bir yerde susan tek kişi var. Minotor. Ne ses, ne seda, ne bir
inilti, ne bir tehdit işareti, hiçbir yerde hiçbir şey yok. Körlüğünün uzun
gecelerinde tarihin labirentlerini aşındıran Homeros'un, şairler arasındaki bu
Minotor'un ölçülü dizelerinde bile yok. Ne aforoz edilenlerin kaderini bilen
sürgün Ovidius, ne Vergilius, ne Yaşlı Plinius, ne Aiskhylos, ne Euripides, ne
de Sofokles... hiçbiri ne Minotor'a ses verir, ne de onu korur. İkaros'a
üzülmek kolay, Theseus'un, aldatılan Ariadne'nin, hatta yaşlı Minos'un halinden
anlamak kolay... Hiç kimse Minotor için üzülmez.
Davalının
söyleyecek bir şeyi var mı? Aksi takdirde...
Var. Ölçülü
kahramanlık dizelerine o neden layık olmasın ki?
MINOTOR'UN
SAVUNMASI
(Fragman)
Minos,
Hades'in zalim hakimi, birkaç sözüm var sana, dinle
Durmadan
zihnimde yuvarladım onları uzun gecelerde.
Babadır
dilime onca zamandır yük olan kelime
Ama
biliyorum benden iğrendiğini, onu yeniden atıyorum içime
Şimdi kulak
ver bana, sandığından çok daha korkunç sözlerim
Senin
kanındanım ben -ihanetten değil, doğuştandır ucubeliğim.
Dedeme,
baban Zeus'a benziyorum, senin oğlun, onun ise torunuyum
Oydu sülaledeki
ilk boğa, babaannem Europa'nın kaderini hatırla,
Dedem
Zeus'un onu, senin ananı nasıl kaçırdığını düşün.
Dedeme
çekmişim besbelli, onun ta kendisiyim,
hayvan
suretinden çıkmadan önceki haliyim.
Tıp deyip
burnundan düşmüşüm Zeus'un, boğa başını almışım onun,
Girit
kadınlarının yaktığı ağıtlardan öğrendim bunu, durum bu.
Zeus
tanrıydı, ben - bir ucube, fark nerede? İnan bana, Minos, baba,
iri ve beyaz
boğalara daha meraklıydın sen annemden
şimdi ise
iğreniyorsun yavruları buzağıdan, benden...
Minos: Duruşmaya
ara veriyorum...
Μöööö...
Davalıyı
götürün…
Μööööööö...
ööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööö
ööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööö
ööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööööö
Georgi Gospodinov / Zaman Sığınağı
Çev. Hasine Şen Karadeniz / 296 sayfa
“Geçmiş, şimdiki zamandan temel bir konuda farklılık gösterir – asla tek yönde akmaz.”
Daha önce Hüznün Fiziği’nde okuru öykülerin ve zihnin labirentlerinde dolaştıran Gospodinov, son romanı Zaman Sığınağı’nda bizi geçmişin labirentine davet ediyor.
Romanın yazarla aynı adı taşıyan kahramanının yolu, geçmişle kafayı bozmuş, sonunda da geçmişte kaybolan gizemli bir karakterle, Gaustin’le kesişiyor. İkisi birlikte, hafızası yavaş yavaş yitip giden insanlar için “geçmiş klinikleri” kuruyor, anılarından geriye kalanları korumak için onlara “zaman sığınakları” sunuyorlar. Ve nihayetinde tüm Avrupa’nın bir geçmiş çılgınlığına kapılmasıyla olaylar çığrından çıkıyor.
“Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendisi gider ama geçmişi kalır. Sonra tüm bu şahsi geçmiş nereye gider? Tüm o başlayıp tamamlanmamış hikâyeler, terk edilen sevgililer, kesilen ve kanamaya devam eden ilişkiler nereye gider?”
Zaman, yaşlılık, ölüm, hafıza, bireysel ve toplumsal geçmişler üzerine hem oyunbaz ve yaratıcı hem de dokunaklı ve derinlikli bir tefekkür olan bu romanı tüm edebiyatseverlere tavsiye ediyoruz. (Tanıtım Bülteninden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder