22 Ocak 2022

Henri Cartier Bresson-Yüzyılın Gözü


Sahaftan tesadüfen görüp aldığım bir kitaptı: Yüzyılın Gözü Henri Cartier Bresson  dün başladım okumaya...Bresson'u daha önceden biliyordum, bana göre gelmiş geçmiş en iyi 3 fotografçıdan biridir..

fotoğraf bloguma da eklemiştim daha önce de..

photoreferans'a da bütün fotoğraflarını albüm olarak koymuştum..

Kitabın girişinde anlattığı bir şey etkiledi beni o yüzden paylaşmak istedim..

Kitabın yazarı Pierre Assouline, Henri Cartier Bresson'la röportaj için evine ilk gittiğinde bu kadar ünlü bir fotoğrafçının evinde sadece 2 tane fotoğraf asılı olduğunu görüp şaşırır: sonrasını kendi sözcükleriyle yazayım:

"Gün sona eriyordu. Dışarıdan atölyeye sızan ışık git gide azalırken, o lambayı yakmayı hiç aklına getirmiyordu. Önemi de yoktu zaten. O çayı hazırlarken ben de etrafa göz gezdirdim. Olabildiğince sade mobilyalar, karıştırılmaktan ciltleri yorgun düşmüş sanat kitapları ve sergi kataloglarıyla dolup taşan bir kütüphane.

Duvarda, camın altında duran, ama gereğinden fazla da özen gösterilmemiş babasına ait resimler, amcasının guvaşları ve kendisine ait olmayan iki adet fotoğraf vardı. Bunlardan biri, 1929 sularında Macar Martin Muncaski tarafından çekilmiş, ters ışıkta Tanganyika gölünün dalgalarına doğru atlayan üç siyah gencin arkadan göründüğü bir fotoğraf, diğeri ise Meksikalı Agustin Casasola'ya ait olan ve Meksika'daki Devrim Müzesinde muhafaza edilen, 1913 'de kalpazan Fortino Samano'yu sırtını duvara dayamış, yüzü idam mangasına dönük, elleri cebinde, dudaklarında bir sigara, yüzünde meydan okuyan sırıtmasıyla, oradaki ölüme kafa tutarak küstahça poz vermiş hâlde gösteren bir fotoğraftı. 

İlki, kendiliğinden ve yoğun bir yaşama sevincini, ikincisi ise ölümün kaçınılmaz olduğu o anda sabitlenmiş mutlak özgürlüğü ifade ediyordu.

Kendininkiler de dahil, başka fotoğraf yoktu."

Bu iki fotoğrafı bulup bakmak isteği oluştu içimde, baktığımda ise ikisinin de daha önce gördüğüm-öylesine bakıp geçtiğim-fotoğraflar olduğu ortaya çıktı, tek farkı artık bu satırlardan sonra insanın gözüne daha farklı görünüyordu...

Martin Munkácsi-Three Boys at Lake Tanganyika


Agustin Casasola-Fortino Samano


Henri Cartier Bresson

Fransız fotoğrafçı Henri Cartier Bresson 1908’de Seine-et-Marne kentinde Chanteloup en Brie’de doğdu. Beş çocuğun en büyüğü olan sanatçının babası zengin bir tekstilciydi. Annesinin ailesi ise, Henri’nin çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği Normandiya’dan gelen tüccarlar ve toprak sahipleri idi.

Önce bir Katolik okulu olan École Fénelon’a katıldı. Müzik öğrenmeye çalıştıktan sonra, yetenekli bir ressam olan amcası Louis resim yapmayı öğretti, fakat I. Dünya Savaşı’nda Louis Amcası ölünce resim dersleri yarım kaldı.

1927’de Kübist ressam ve heykeltıraş André Lhote’nin Lhote Akademisi’ne girdi. Bu dönemde Dostoyevski, Schopenhauer, Rimbaud, Nietzsche, Mallarmé, Freud, Proust, Joyce, Hegel, Engels ve Marx’ı okudu. Lhote, öğrencilerini klasik sanatçıları okumak için Louvre’a ve çağdaş sanatı incelemek için Paris galerilerine götürdü.

Cartier-Bresson’un modern sanata ilgisi, Rönesans ustalarının eserlerine duyulan hayranlıkla birleştirildi. Jan van Eyck, Paolo Uccello, Masaccio, Piero della Francesca eserleri onun için “kamerasız fotoğrafçılık” öğretmeni işlevi görüyordu.

Henri Cartier Bresson, Lhote’un sanata “kural yüklü” yaklaşımıyla hüsrana uğramış olsa da, sıkı teorik eğitimi daha sonra fotoğrafçılıkta sanatsal biçim ve kompozisyon sorunlarını tanımlamasına ve çözmesine yardımcı oldu. 1920’lerde, Avrupa genelinde fotoğrafçılık gerçekçiliği okulları ortaya çıktı, ancak her birinin fotoğrafın çekmesi gereken yön üzerine farklı bir görüşü vardı. 


Afrika seyahatinin ardından Fransa’ya geri dönen Cartier-Bresson, 1931 yılının sonlarında Marsilya’da Sürrealistler ile olan ilişkisini derinleştirdi. Marsilya’da uzun yıllar ona eşlik edecek olan 50 mm’lik lens ile Leica kamerayı aldı. Küçük kameranın kendisine kalabalığın içinde veya yakın bir zamanda verdiği anonimlik, fotoğraflandığının farkında olan kişilerin resmi ve doğal olmayan davranışlarının üstesinden gelmesini sağladı. Leica kendisine yeni olanaklar yarattı. Fotoğrafları ilk olarak 1932’de New York’taki Julien Levy Galerisi’nde ve daha sonra Madrid’deki Ateneo Kulübü’nde sergilendi. 1934 yılında Meksika’da Manuel Álvarez Bravo ile bir sergi paylaştı.

II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Fransız Ordusu’nda görev yaparken Nazilere esir düşen Henri Cartier-Bresson, üç defa Nazi kamplarından kaçmayı denedi ve 1943 yılında sonuncu denemesinde kurtulmayı başardı. Savaş sebebiyle Leica fotoğraf makinesini toprağa gömdü ve kamptan kurtulduktan hemen sonra makinesini gömdüğü yerden çıkararak tanık olduklarını fotoğraflamaya devam etti. Le Retour ise 1945 yılı yapımı Henri Cartier-Bresson’ın esir alınan insanların ülkelerine teslim edilme sürecini belgelediği 34 dakikalık bir belgesel yayınladı.

1947’nin başlarında, Cartier-Bresson, Robert Capa, David Seymour, William Vandivert ve George Rodger ile birlikte Magnum Photos’u kurdu.


Küçük kamerasıyla fotoğraf çekmeyi, anında desen çizimine benzetti....daima siyah-beyaz fotoğraflar çekti.. bu konuya ilişkin de  “Duyguyu yalnızca siyah beyazda buluyorum. Renkli bakış aslında eksik bir bakıştır. Renkli fotoğraf yalnızca tüccarları ve dergileri mutlu eder.” Ayrıca hiçbir fotoğrafını keserek düzenlemedi... Bütün fotoğrafları için büyük bir titizlikle ve emekle çalıştığı için fotoğraflarında olmaması gereken gereksiz ayrıntılar yoktur. Anlatılanlara göre Henri Cartier-Bresson, bu durumu kanıtlamak için ise tüm fotoğraflarını negatiflerinin boş ve siyah kısımlarıyla beraber bastı.

Sanat dünyasından Albert Camus, Pablo Picasso, Jean Paul Sartre, Salvador Dali, Simone de Beauvoir gibi isimleri kadrajına alan ve fotoğraf sanatına ismini altın harflerle yazdıran Henri Cartier-Bresson, 2004 yılında aramızdan ayrıldı. Yazımı Henri Cartier-Bresson’ın fotoğraf sanatına bakış açısını ortaya koyan ve fotoğraf sanatının sahip olduğu etki gücüne ilişkin söylemiş olduğu sözüyle bitirmek istiyorum: “Fotoğraf çekmek eş zamanlı olarak ve saniyenin bir kesri içinde hem olayın hem de ona anlam veren görsel biçimlerin farkına varmaktır. Amaç olayları biriktirmek değildir, olayların tek başlarına hiçbir önemi yoktur. Önemli olan onların içinden seçim yapabilmek, derinlerde gerçekle bağlantılı olduğu doğru olayı yakalayabilmektir. En küçük şey fotoğrafta büyük bir konu olabilir, en ufak insani ayrıntı ana fikre dönüşebilir.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails