“Gerçekten yılın 365 günü, aynı yerden baktığımda gördüğüm, topu topu bir pencere dolusu manzaraydı... Oysa milyonlarca renk tonu orada birbirine kaynaşıyordu. Göçmen kuşların kulaklarındaki rüzgârın hışırtısını, kanatlarındaki her bir tüyün çırpıntı seslerini duyabiliyordum..."
Pencerem, kuzeye bakar. Yaz gecelerinin bol yıldızlı gökyüzü, uykusuz gecelerimde beni oyalar. Yaz mevsiminde kuzey yarımküre gökleri, geceleyin bir başka güzeldir.
Çocukluğumdan aklımda kalan takımyıldız isimleri, böyle zamanlarda çıkıp geliveriyor belleğimin karanlık odalarından. Belki de bu yüzden, sıradan bir gecenin bir vaktinde çağrışımlar birbirini ateşliyor.
Milyonlarca yıldızdan, gözle seçilebilenlerden biri olan Kutup yıldızı, dünyamız için özel bir konuma sahip. Denizciler boşuna "Demirkazık" demiyorlar ona. Dünyamız dönerken, gökyüzünde gördüğümüz gök cisimleri yer değiştiriyormuş gibi görünürken bir tek o, hep aynı yerde duruyormuş gibi görünür.
Yıllar önce yaz gecelerinde bir çift çocuksu meraklı bakışla başımı gökyüzüne çevirip baktığımda, önce onu bulma telaşı olurdu içimde. Büyükayı (Ursa major) ve Küçükayı (Ursa minor) takımyıldızları, bana birer ayıdan çok her nedense bir tava ve sapı uzun bir cezve gibi görünürlerdi.
Karşılıklı duran tava ve cezveyi bulur, cezvenin uzun sapını izler ve en sonundaki 7. yıldızın kutup yıldızı olduğunu bilirdim. İçimi garip bir sevinç kaplardı.
Milyonlarca yıldızın içinden kutup yıldızını bulmak neden bu kadar önemliydi?
Belki de her şey değişirken bir tek onu, hep aynı yerde bulmak, bana garip bir güven duygusu veriyordu. Belki de o, bitmesini istemediğim çocukluğum, her akşam evde görmek istediğim ailem, aklım karıştığında emin olduğum tek şeydi.
Ama onun durağanlığı, benim hayatım için önemliydi ve gecelerime renk katıyordu.
Tekdüzelik ve monotonluk
Bazen kelimelere takılıp kalıyorum. Monoton, aynı tonda ses ya da renk anlamında olsa gerek. Örneğin hep kırmızı renk ya da do diyez sesi, monotonluktur. Bir anlamı da, hep kendisini tekrarlayan, sıkıcı bir döngü olsa gerek. Toplumsal yaşamda ise, yaşamını belli bir düzen ve sakinlik içinde yaşayan; yarınının bugünden bir farkı olmayan bir yaşam biçimi olarak tanımlayabiliriz.
Örneğin, geçenlerde bir televizyon programında izlediğim; hayatı boyunca tek işi sepet örmek olan, evi, atölyesi ve cami arasında hayatını geçiren yaşlı bir sepet ustasının tekdüze yaşamı gibi. Ya da, bir saatin tiktakları, akreple yelkovanın aynı yerlerde buluşmaları ve bunu yıllarca tekrarlamaları örneğinde olduğu gibi.
Oysa bize durağan, tekdüze gibi görünen her döngü, kendi içinde birçok farklı devinim içerir. Kutup yıldızı bir Demirkazık olarak bize hep aynı yerde görünse de, gerçekte dünya gezegeni, güneş sistemimiz, galaksimiz, akıl almaz bir hızla, spiral bir hareketle Vega yıldızına doğru yol almaktayız.
Kutup yıldızımız da kendi galaksi sistemi içinde yol almakta. Big Bang'den (Büyük Patlama) zamanımıza, evren genişlemekte, yıldızlar doğup ölmekte, kara delikler oluşmakta; kısacası evren yaşamakta.
Yine de biz insanoğlu, her nedense değişmeyen bir şeyi görme arzusu içindeyiz.
Sonbaharı gördüm
Takvimler sonbahar günlerini sayarken tekdüze bir gün daha geceden sıyrılıyordu. Yaz günlerinin ne zaman bittiğini, sonbaharın ne zaman yaprakları döktüğünü anlayamadan havalar serinleyiverdi. "Acaba şu meşhur yazdan kalma pastırma sıcaklarında son bir kez sırtımı ısıtabilecek miyim? " diye düşünürken, bu sabah penceremde sonbaharı gördüm.
Güneşin, artık nazlanarak pencereme vuran ışıkları henüz odamı aydınlatmamıştı. Bir pamuk atıcının yayından uçuşan pamuk beyazı bulutlar, güneşi rengârenk sevinçlerle karşılıyorlardı.
Her sabah gözlerimi açtığımda gördüğüm manzara, aslında penceremin pervazlarıyla sınırlı, hep aynı açıdan çekilmiş bir fotoğraftan farksızdı. Bu tekdüze sabahlarda aydınlanmış bir gökyüzü görmek bile günüme umut katıyordu. Oysa bu sabah farklı bir şey beni çekiyordu.
Tan vaktinde kızarmaya başlayan bulutlar bu kez bambaşka bir ressamın fırçasından çıkmış gibiydi. Çünkü sıradan bir günün bir sabah vakti, bir göçmen kuş sürüsü "V"şeklinde dizilmiş, güneşin doğduğu yöne doğru kanat çırpıyorlardı. En öndeki uzun boyunlu kuşun sabırla kanat çırpma çabası, neredeyse buradan anlaşılıyordu. İşte bu sıradışı manzara, sonbaharın görsel bir belgesi gibi karşımda duruyordu.
Sabah erkenden bir uçağa atlasam, Paris'te ünlü ressamların tablolarının satıldığı bir müzayedeye katılsam; bu denli eşsiz bir tablo bulabilir miydim?
Siz hiç "Bugün güneş çok kötü doğdu" diye söylenen birisini duydunuz mu? Ya da "Kahretsin! Bugün güneş çok çirkin battı!" diyen birisini gördünüz mü? Sanırım bütün bu gösteri, ruhumuzu okşamak için gereken bilgileri içeriyor. "Ben buradayım, gör beni" diyor kendi evrimsel diliyle. Daha da önemlisi, görenlerin ona kattığı değerle var oluyor.
Sıradan bir gündü, günlerden ne olduğunun hiçbir önemi yoktu. Gerçekte yılın üçyüzaltmışbeş günü, aynı yerden baktığımda gördüğüm, topu topu bir pencere dolusu manzaraydı. Monoton yaşamımın dört köşe penceresinden bakıyordum.
Oysa milyonlarca renk tonu orada birbirine kaynaşıyordu. Göçmen kuşların kulaklarındaki rüzgârın hışırtısını, kanatlarındaki her bir tüyün çırpıntı seslerini duyabiliyordum.
Önemsiz bir gündü. Penceremde sonbaharı gördüm.
Alper Kaya 24 Ekim 2009, Cumartesi
===============================
(*) Dr. Alper Kaya: 1961 doğumlu, emekli Göz Hastalıkları uzmanıdır. 1984 Dokuz Eylül Tıp Fakültesi mezunudur. 1993 Çukurova Üniversitesi Göz Hastalıkları bölümünden Göz Hastalıkları Uzmanı ünvanını almıştır.
20 yıldır ALS/MNH (Amiyotrofik Lateral Skleroz) hastalığı ile mücadele etmektedir. 5 yıldan beri Trakeotomi ve solunum cihazına bağlı olarak evde yoğun bakım ortamında yaşamaktadırlar. Özel bir bilgisayar yazılımı yardımıyla yazı yazabiliyor.
================================
kaynak : yazı şu sayfadan alınmıştır..
ALS Hastalığıyla ilgili bilgilenmek için..
Şimdi söz konusu Alper olduğu zaman söylenebilecek o kadar çok şey vardır ki aslında.
YanıtlaSilHerşeyden önce o benim dostumdur, ayrı şehirlerde oturduğumuz, birbirimizi sıklıkla görmediğimiz ama bütün bunlara rağmen hergün bir şekilde birbirimize dokunduğumuz varlığıyla dünyaya bakışımda gülümseme yaratan bir insandır.
"Canımcığıma..." diye başlayan yada "canıncığın..." diye biten paylaşımların odak noktasıdır benim için.
Ona ait yazıları hemen heryerde takip ettiğim,paylaşımcı ruhuyla tüm dostlarıyla herşeyi paylaşırken yazılarını da ilk önce okuyanlardanım üstelik.
Henüz paylaşılmamış belki de paylaşılmayacak bir çok şeyinde merkezinde olmak gurura benzer bir duygu yaratırken kimselere açıklayamayacağım farklı duyguları da beraberinde getiriyor.
O kadar çok şey ifade eder ki benim için.
Bunları yazmalımıyım yazmamalımıyım bilemiyorum...
Salt bir yazıdan ibaret değildir okuduklarınız benim için.
Ona ait bu satırları okurken neler hissedersiniz bilemiyorum ama düşünebileceğinizin ötesinde destansı özelliklere sahip bir insanın varlığını duyumsayabilirmisiniz acaba?
Anlayabileceğiniz gibi en belirgin özelliklerinden bir tanesi; savaşçı ruhudur belki de.
Ona yazarken hiç zorlanmam, kelimeler kolaylıkla çıkıverir klavyeden, şu anda daha önce de okuduğum bir yazı da neden yutkunuyorum bende bilmiyorum,
"İçemedik andante andante" demişsin bana dostum, içeceğiz dostum hiç merak etme, çok farklı bir arenada savaşmaktayım son zamanlarda.
Sonbahar çok farklıydı efsunlu kentte dostum, uzun zamandır iki mevsime alışık bu kent, sonbaharı yaşadı niyese...
Bu sefer ki gelişim hangi mevsime denk gelir bilemem ama etrafa kahkahalar yansıyacağından eminim.
Birikti anlatacaklarım, hepsini yazmıyorum , dokunurken birbirimize, tokuşurken kadehlerimiz anlatılsın bazılarıda...
Dedikodularımda olabilir, ama en çok müzik konuşacağız çok iyi biliyorum , seni sevgiyle kucaklıyor ve öpüyorum...