13 Şubat 2010
Şakir Eczacıbaşı
Abidin Dino onu bir gün Fransız heykelci hanımla tanıştırıyor, hem bir iş adamı hem de sanatçı olduğunu söylüyor, kadın gülümsüyor, "Demek ki fotoğrafçılık hobiniz..." , "Hayır" diye araya giriyor Abidin, "Hobi olan iş adamlığı..."
Şakir Eczacıbaşı 1929 yılında İzmir'de dünyaya gelir, babası Süleyman Ferit bey İzmir'in ilk Türk eczacısıdır. Gelgelelim yedi erkek kardeşin en küçüğü Şakir Eczacıbaşı'nın aklı fikri sanattadır. Babası kimya okumasını isterken o hayatını sanat yayımcılığıyla geçirmeyi hayal eder. Yine de baba sözü dinler ve Robert Kolej'in ardından Londra Üniversitesi'nde eczacılık okumaya gider. 1953'te yurda döner ve lise arkadaşı Tunç Yalman ile Vatan'ın ünlü 'Sanat Yaprağı' ekini çıkarmaya başlarlar.
Bu sırada en büyük ağabey Nejat Eczacıbaşı yurtdışında doktorasını tamamlayıp İstanbul'a gelmiş, ilk Türk ilaç fabrikasının temellerini atmaya hazırlanmaktadır. Şakir Eczacıbaşı' da abisinin ısrarlarına başta karşı koysa da 1955'te kendisini Eczacıbaşı İlaç Sanayi'nde işletme müdürü olarak bulur kendini ve uzun süre de iş hayatından çıkamaz.
İş yaşamında 1970'li yıllarda Eczacıbaşı İlaç kuruluşunun Genel Müdürlüğü'ne gelen Şakir Eczacıbaşı, 1980'de Eczacıbaşı Topluluğu İcra Kurulu Başkanı, 1993'te ise Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı oldu. 1956-1967 yılları arasında, bilim çevreleri kadar sanat ve kültür çevrelerinde de geniş yankılar uyandıran Tıpta Yenilikler dergisini yayımladı.
Sinema alanında..
Ayrıca, uluslararası şenliklerde ödüller alan Eczacıbaşı Kültür Filmleri dizisini 1960-1962 döneminde Sabahattin Eyüboğlu ve Pierre Biro ile birlikte hazırladı. Bunlardan "Renk Duvarları" 1964 yılında Avrupa Konseyi'nin Kültür Filmleri Ödülü'nü kazandı.
Fransız Sinematek'in kurucusu ve başkanı Henri Langlois filmleri izledikten sonra der ki "Türkiye' de de iyi sinemacıların yetişmesi için bir Sinematek açmanız gerek" Eczacıbaşı'nın da aklına yatar bu iş. Bir yıl sonra kendisi gibi bu işe gönül verenlerle birlikte Sinematek'i kurar. On yıl süreyle de başkanlığını yapar. On yılda 2000'i aşkın uzun metrajlı, 1000 kadar belgesel film gösterir, 70 ülkenin sinemasını tanıtırlar Türk izleyicisine.
Spor alanında…
Şakir Eczacıbaşı, 1966 yılında kurduğu basketbol, voleybol ve masa tenisi alanlarında birçok kez Türkiye şampiyonlukları kazanan ve yıllarca Avrupa kupalarında Türkiye'yi temsil eden Eczacıbaşı Spor Kulübü'nün 1996 yılına değin başkanlığını üstlendi.
Fotoğraf alanında…
Fotoğraf sanatıyla ilk kez 1960'larda ilgilenmeye başlayan Şakir Eczacıbaşı, yapıtlarıyla yurt içinde ve dışında geniş ilgi çekerek, çağdaş fotoğraf sanatçıları arasında seçkin bir yer elde etti. Fotoğrafla ilgilenmesine sebep olan bir anektot vardır:
1962'de çıkardığı Tıpta Yenilikler dergisi için Ara Güler'den istediği fotoğrafı eleştirince " Bu kadar biliyorsan, git kendin çek! " cevabını alır. O da ertesi gün Ara Güler'inde o sıra kullandığı "Lecia" marka bir fotoğraf makinası alıp fotoğraf çekmeye başlar..
Türkiye'de on dört, çeşitli Batı ülkelerinde yirmi beş fotoğraf sergisi düzenlenen Eczacıbaşı'nın seçme fotoğraflarını içeren "Anlar / Moments" adlı yapıtı 1983'te, "Türkiye Renkleri" 1997'de, "Kapılar ve Pencereler" kitabı 2001'de ve son olarak 2005 ' te "Bir Seçki: 1965-2005" adında kitabı yayımlandı.
Edebiyat alanında…
Şakir Eczacıbaşı, 1968'den bu yana, Türk fotoğrafçılarının yapıtlarının yer aldığı Eczacıbaşı Renkli Fotoğraf Yıllıkları'nı çıkardı; "Türkiye: Bir Portre" ve "İstanbul Görüntüleri" adlarıyla, seçkin yazar ve fotoğraf sanatçılarının katıldığı iki kitap hazırladı. Bernard Shaw'dan "Gülen Düşünceler", Oscar Wilde'dan "Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler" adıyla yaptığı derleme kitapları büyük yankılar uyandırdı.
İki kez evlenir, ilk eşi, Türkiye'nin ilk kadın Hamet'i Nur Sabuncu, ikincisi ise son anına kadar, yarım asır yan yana durduğu Sebla Eczacıbaşı'dır.
Şakir Eczacıbaşı, 1972 yılında, Abdi İpekçi'nin isteği üzerine, " Milliyet Sanat " dergisinin kuruluşuna da öncülük etti. İlk başlarda Eczacıbaşı'nın danışmanlığını üstlendiği, Milliyet gazetesi için bir sanat eki olarak çıkan ek zamanla Milliyet Sanat dergisine dönüşür. Milliyet Sanat bugün 38 yıldır ara vermeden yayın hayatına devam eden tek sanat dergisi özelliğini taşımaktadır.
Kültür ve Sanat vakfı alanında..
Fransa'nın Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı ve TC Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilen Şakir Eczacıbaşı, 1996'da iş yaşamından ayrıldı ve 1973 yılında Dr. Nejat F. Eczacıbaşı önderliğinde kurulan ve yıllar içinde Türkiye'nin kültür-sanat yaşamına yön veren, en büyük kültür-sanat kurumu olan " İstanbul Kültür Sanat Vakfı' nın yönetim kurulu başkanı oldu ve vakfın kurumsallaşmasında büyük rol oynadı.
Çalışmalarına "İstanbul Festivalleri" başlığı altında, bir buçuk ay süren tek bir festival düzenleyerek başlayan İKSV, on altı yılı aşkın bir süre vakfın yönetim kurulu başkanlığını sürdüren Şakir Eczacıbaşı'nın önderliğinde, uluslararası ölçekte beş festival düzenleyen bir kurum olarak önemini perçinledi. 1980 sonrasında başlatılan Sinema Günleri'nin kısa zamanda Uluslararası İstanbul Film Festivali'ne dönüşmesi ve Avrupa' nın sayılı film festivalleri arasında bugünkü saygın konumuna gelmesi Şakir Eczacıbaşı'nın bizzat festivale verdiği emek sayesinde gerçekleşti.
Eczacıbaşı ayrıca, 1988 yılından bu yana Festival filmlerinin sansürsüz olarak sinemaseverlerle buluşmasına da önayak oldu. Kısıtlı olanaklara rağmen yurtiçi ve yurtdışında dinamizmi ve içeriğiyle büyük saygınlık kazanan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nin 1989 yılından bu yana devam ediyor olmasında da büyük payı bulunuyor.
Şakir Eczacıbaşı, sanatseverler için sanat ile tasarımın buluştuğu özel ve sınırlı sayıda armağan eşyalar hazırlayan İKSV Tasarım'ı hayata geçirdi ve dört yıllık büyüme sürecinde seçilen sanatçılardan yapılan tasarımlara kadar en küçük ayrıntıyla bizzat ilgilendi.
Şakir Eczacıbaşı, 1993'ten bu yana, İstanbul'da uluslararası beş sanat festivalini düzenleyen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yapıyordu.
Sanatçı 23 Ocak 2010 tarihinde vefat etmiştir.
Fotoğrafları için söylenenler…
Şakir de aslında fotoğraf çekmiyor, içinin renklerine boyuyor dünyayı..(Çetin Altan, 1983)
Eczacıbaşı'nın "Anlar" başlıklı kitabındaki fotoğrafları izlerken "insanın, öteki insanlara ve bizzat kendine açıklaması" tanımını Türkiye gerçeğinde izlemek mümkün. Yani, fotoğrafların önemi, bizleri yansıtması, bizim memleketimizin ürünü olmaları değil, sadece; duyguların ve gözlemlerin fotoğraf sanatının evrensel boyutlarında bize aktarılabilmiş olması. (İsmail Cem, 1983)
Şakir, ressamın fırça sallaması, boya sıçratması gibi kameraya hareket mi katıyor? Hem çektiği kişi, hem kendi, kıpırdıyor mu çekim sırasında? "Action painting" in bir çeşidi mi bu? Niçin olmasın? İmgelerin etkinliği karşısında ilginç değil bu çeşit sorular; önemli olan "fotoğrafçı ressamlar" dan sonra "ressam fotoğrafçılar" ın dünyayı yorumlaması. Hem belli değil, belki, Şakir Eczacıbaşı kalem yerine fotoğraf makinesi kullanan bir yazar? Şakir Eczacıbaşı fotoğrafçı mı, ressam mı, yoksa kalem yerine fotoğraf makinesi kullanan bir yazar mı? Fotoğraflarına bakıp siz karar verin; belki hepsi birden! (Abidin Dino,1990)
Şakir Eczacıbaşı'nın fotoğrafları görüntünün de ötesinde, el sürmüşçesine, sesini ve kokusunu duymuşçasına Türk tadı veriyor insana. Sergisini gezerken yurdumun ve insanlarımın renk raksıyla başım döndü. Türkiye sevilirse, böyle sevilir. (Refik Erduran , 1983)
Bugün, fotoğraf sanatının yetkin uygulayıcılarından biri, Şakir Eczacıbaşı, bir Türk usta. Kendine özgü yaratıcı bakış açısını " Şakirotipler" diyebileceğimiz yapıtlarında buluyoruz. Bunlarda toplum gerçekleri ile büyülü gerçekçilik, algılama ile değişim estetiği, durgunluk ve tedirginlik, yontu ve uçuş birleşiyor. Kamerası hem saptıyor hem de yaratıyor. Şair Şakir... (Talat Halman, 1996)
Pencere ve kapılarda yaşam koşullarının ağırlığına karşın renkle, nakışla bir duvarı ya da kulübenin cephesini bezemek üstüne olan çabaları, Şakir, insana için için işleyen, ince bir sızıyla adeta, anlatır durur. Ve "süs" deyip geçtiğimiz o sanatın insan için ne vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu belirler. Ama yine de yoksulluk ve süslemenin bir araya gelişinin çelişkisinde burukluk da var... (Nuri İyem, 1977)
Şakir Eczacıbaşı, önceden tasarlanmamış, laboratuvarda değiştirilmemiş, "dolaysız" görüntülerle, adeta bir Magnum fotoğrafçısının, yani kendisinin de çok sevdiği Henri Cartier-Bresson'un anlayışına akraba bir yaklaşımla başlattığı fotoğraf serüvenini yıllar boyunca hep yenileyerek sürdürdü. Son dönem yapıtlarında, konturların yavaş yavaş silindiği, renk ve çizgilerin bir resim kâğıdına ulaştığı, ışığın olağanüstü bir önem kazandığı o güzel fotoğrafları, bu gözüpek yenilik tutkusunun; bırakın başkalarını, kendini bile yinelememek isteğinin ürünleridir. (Onat Kutlar, 1994)
Şakir'in pek çok resminde yüzleri, gözleri görmüyorsunuz ama siz tamamlıyorsunuz. Vermeer'deki gibi. Kapı var, pencere var, saksı var. Kapı biraz aralık... Siz tamamlıyorsunuz. Şiir gibi... Birer hay-ku... (Nüvit Özdoğru)
Evler (Houses) Kitabı-arka kapak
Evler sığınağımız, uykumuz, sayrılarımız, düşlerimiz ve gizemli oyuncağımız... Taştan, topraktan, odundan, betondan evler yapan insanoğlunun düşü ise, varlık yoksulluk arasında gezinir. Varlık ve yokluk, evlerin suretlerine, yani görünüşlerine, yüzlerine yansır. Ne var ki, kerpiçten evler yapanlar, Çatalhöyük'ten beri atalarından kalan mirası da unutmamışlardır: Evlerin damındaki hayat, evin içi dışını bezemek, vazgeçemedikleri tutkudur... Kimi ayyıldız kondurur kapısının üstüne. Kimileri çiçeklerle donatır duvarları...Bir de pencerelerde oturan yaşlılar, çocuklar, kediler, saksılar: Sanki yalnızlık, hüzün ve sevincin sesi. Sanki, sessiz sesleri ya da...
Her evin, sokağın, kapının, pencerenin asıl izleyicisi ya da en yakın tanığı fotoğraf sanatçıları... Yaşamın bir anlık kayda geçirilmesini onlara borçluyuz. Evin, evlerin yalnızlıkları da sevinçleri de onlara ait.
Son söz Necatigil'in: "Dünyada mutluluk adına ne varsa başkacak Evcek, evlerde yaşar yaşarsa!"
fotoğraflarından örnekler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder