21 Kasım 2010
Yaşar Kemal-Bugünlerde Bahar İndi
İlkgençlik yıllarında, hikâye ve romandan önce, şiir yazmaya başlayan Türkiye’nin evrensel yazarı Yaşar Kemal, şiirlerini Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan 'Bugünlerde Bahar İndi' adlı kitapta topladı.
Yaşar Kemal’in, ilk şiir kitabı Bugünlerde Bahar İndi; ağırlıklı olarak 1940’larda yazılan, 50’ler ve 60’larda devam eden ve sonuncusu 1973’te yazılan usta işi şiirlerden oluşuyor. Kitapta, ilk kez yayımlanan şiirlerin yanı sıra; Kovan, Ülkü, Toprak, Küçük Dergi, Çığ, Görüşler adlı dergilerde ve Vatan ve Akşam gazetelerinde yayımlanan şiirler de yer alıyor.
Yaşar Kemal bu ilk şiir kitabını hazırlarken, seçtiği şiirlerin pek azında değişiklik yaptı. Ayrıca, onun şiirine özel sesini veren özelliklerden biri olduğu için, kitapta Yaşar Kemal’in özgün yazımı aynen korundu.
Kitapta yer alan şiirlerde öfkeyle umut, başkaldırıyla sevgi iç içe yer alıyor. En kasıntılı şairin bile özgünlüğünden ürkebileceği bir şiir yazıyor Yaşar Kemal: O, çalışmak isteyip işsiz kalan Kemal Sadık’ın hüznünü, direncini, umudunu, dile getiriyor… Kitapta, daha önce yayımlanmamış ancak Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş Ulaş ve Merhaba adlı şiirler de yer alıyor.
120 sayfa, 20 TL Yapı Kredi Yayınları-Ekim 2010
Yaşar Kemal’in Şiiri-Zeynep Oral
Benim için her zaman “Yaşar Kemal’in Şiiri” diye bir şey vardı zaten… Tıpkı “Yaşar Kemal Müziği”, “Yaşar Kemal Renkleri”, “Yaşar Kemal Ritmi”, “Yaşar Kemal Bilgeliği” gibi “Yaşar Kemal şiiri” vardı… O şiiri, o müziği, o ritmi yıllardır romanlarında, öykülerinde, denemelerinde okuyor, içime sindiriyor ve tadını çıkarmaya doyamıyordum zaten! Bu nedenle Yaşar Kemal’in ilk kez bir şiir kitabının yayımlandığını duyduğumda hiç şaşırmadım.
Şiirlerini daha önce hiç okumamıştım. Ama Zülfü Livaneli’nin bestelediği ve söylediği “Ulaş”ı ve “Merhaba”yı bol bol dinlemişliğim vardı.
Geçen ay Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Bugünlerde Bahar İndi” adını taşıyan şiir kitabını bir solukta okudum. Yeniden yeniden okudum. Kitabın başında Güven Turan’ın “Gizlenen Bir Şairin İlk Kitabı” yazısından yararlandım…
Yaşar’ın anasına âşık oldum
En çok, en çok, yine kitabın başında Yaşar Kemal’in 1941’deki “Irgatlık Anılarına” vuruldum. Resmen vuruldum ve Yaşar Kemal’in anasına âşık oldum!
“Ellerin sümüklü, hiç okumamış oğullarının eli ekmeğe yatsın de, Koca Sadığın oğlu böyle sersefil kalsın.” diye vahlanan…“Sen okudun yazdın kaleminden kanlar damlar. Herkes diyor ki, senin oğlun gibi akıllısı yok amma, Allah bir kere onu şaşırtmış. Dinsiz olmuş, hükümete karşı gelmiş…” diye yakınan; “Herkes sana kötü gözle baksın, dinsiz imansız desin… Urus olmuş desin, Urusla konuşuyor hergün dağa çıkıp desinler. Buna dayanamıyorum… Yalan, yalan, yalancılar” diye isyan eden… Ve sonra “Yavrucuğum” sözünü ilk olarak Türkçe söyleyen o anaya âşık oldum!
İçselleşmiş şiir
Kitapta, 1940 ile 1943 yılları arasında yazıp yine o yıllarda “Görüşler” Dergisinde Kemal Sadık imzasıyla yayınlanan birçok şiiri var Yaşar Kemal’in. 50’li yıllarda Vatan gazetesinde yayımlanmış ve daha önce hiç yayımlanmamış şiirleri de var... Hepsi bir bütün. Unutmayın ki 1940’ta Yaşar Kemal henüz Yaşar Kemal değil. Unutmayın ki 1940’ta henüz Yaşar Kemal olmayan Kemal Sadık 14 yaşındadır.
Kitabı okuyup, en sondaki uzun şiiri “Kırmızı Deynek” bittiğinde, bundan ne müthiş bir oratoryo, senfoni ya da bir oyun, performans çıkar diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şiirlerin tümü Yaşar Kemal’in insan sevgisini, doğa sevgisini, isyanını, başkaldırışını, eleştirisini, umudunu, özlemini hasretini ortaya koyuyor. Tümü, Yaşar Kemal’in içselleştirmiş olduğu şiirini ve “Yaşar Kemal büyüsünü” bir kez daha bizlere sunuyor.
Teşekkürler Yaşar Kemal, teşekkürler Yapı Kredi Yayınları.
Sevgili Okurlar, önümüz bayram: Bayram armağanı niyetine Yaşar Kemal’in “Hannaya Şiirler”inin ilkini sizlerle paylaşıyorum:
Hannaya Şiirler
“Dört bulut salıverdim gökyüzüne
Gökyüzünün en yücesine, ucuna
Biri turuncu, biri yeşil, biri al, birisi apak
Dört top bulut yolladım gökyüzünün en ucuna
Dört top ışıktan, koskocaman
Turuncusuna sevgi yükledim
Yeşiline dostluk
Arkadaşlık yükledim alına arkadaşlık
Apak buluta barış yükledim,
Ne kadar çok özlemişsek barışı o kadar çok
Gidin dedim bulutlarım yeryüzünün üstüne
Yağın dedim bulutlarım yeryüzüne
Yağmadık hiç bir yer bırakmayın, hiç bir yer, hiç bir yer
Ama hiç bir yer, hiç bir yürek, hiç bir göz, hiç bir kulak
Hiç bir ova, hiç bir çiçek bırakmayın
Her yere, her yere, her yere yağın,
Yağın ha yağın,
Yağın ha yağın, yağın ha yağın yağın ha yağın ha yağın
Yağın insan yüreklerine...”
Güven Turan’ın “Gizlenen Bir Şairin İlk Kitabı” yazısı
“Yaşar Kemal 1945’e kadar yoğunlaşmış şiirde ve çekilmiş… Hemen anımsayalım: İlk öyküsü “Pis Hikaye?”nin yazılış tarihi 1946’dır… Sonrası, Türk öykü ve roman tarihinin sayfalarını taçlandırıyor, 1950’lerde yayımlanan birkaç şiiri bir yana. Ama burada bitmemiş şiiri Yaşar Kemal’in “şiir bir çığlıktır; bastırılamayan bir çığlık” sözünü haklı çıkaran daha önce yayımlanmamış beş yepyeni şiir daha yer alıyor bu kitapta.
Haydi, diyelim ki “Ulaş” ve “Merhaba” şiirlerini Zülfü Livane’li bestesiyle, Livaneli’nin sesinden duyduk… Şimdi onlara şiirin odağından eğilme zamanı geldi işte. Öncelikle dikkatimizi çeken, her iki şiirin de geleneksel halk şiirinden beslenmiş oldukları. Özellikle ses, ton halk şiiri kaynaklı. Gene de, kalıpların benzerliğine karşın, özgün ve klişelerden uzak şiirler bunlar. Form olarak da kolay sınıflandırılır gibi değiller.
Örneğin “Ulaş” şiiri Ulaş Bardakçı için yazılmış bir ağıt mı? Bence değil… Ne yakınma var ne acıma… Vahlanma yok, ağıtların temeli olan. İsyancı bir şiir aksine; diklenen bir şiir… Bir destan mı? Böyle olmasını engelleyen temel bir şey var: Anlatımcı değil, sayıp dökmüyor, öykülemiyor kahramanlıklarını Ulaş’ın. Ayrıca, sadece Ulaş’a da odaklanmıyor: “Selam söyle” diye 1960’ların ve 1970’lerin öldürülen devrimcilerini kuşatıyor.
Eluard’ın, Aragon’un savaş sırasında yazdığı şiirler gibi, kolay kolay kabına, kalıbına sığmayan bir şiir “Ulaş” bence. “Merhaba”, klasik halk şiiri kalıplarını kullansa da, klişe tadı vermeyen bir şiir. Yaşar Kemal’in 1940’lardan 1970’lere uzanan bütün yazı hayatı içinde ilkgençlik yıllarının “Âşık”lığını, “Âşık Kemal”liğini, hiç bırakmadığını ortaya koyuyor.”
Yaşar Kemal şiiri- Zülfü Livaneli
Romancılar da şairler de kağıt üzerine cümleler, kelimeler yazarlar ama yaptıkları iş arasında niteliksel bir fark vardır.
Yani romanla şiir arasındaki fark, birinin uzun ötekinin kısa ya da birinin kafiyesiz birinin kafiyeli oluşu gibi niceliksel bir alanla sınırlanamaz.Romancı anlatır, şair ise sezdirir.
Bir şair için her dize, dünyaya ve insana ait bir sırrın açıklanış halidir.
Bu yüzden kelimeler kutsaldır ve romanlarda olduğu gibi bol bol sarf edilmezler.
Bu yüzden büyük Fransız şairi Paul Valery hiçbir zaman bir roman yazamayacağını söylemişti.
Çünkü bu çalışmanın onu er geç “Markiz saat 5’te evden çıktı” gibi bir cümleye mecbur kılacağını biliyor ve kendi kendine soruyordu: “Niye markiz? Niçin bir kontes ya da çamaşırcı kadın değil? Niye 4’te ya da 7’de değil de saat beşte? Niye dışarı çıkıyor?”
Her zaman Valery’nin haklı olduğunu düşündüm. Çünkü eğer kendinize bu tür sorular soruyorsanız, bir roman yazmanıza imkan yoktur.
Bu yüzden Lorca, romancı değil şairdir. Nazım romanlar da yazmış olmasına rağmen eşsiz bir şairdir. Bana göre Sait Faik hikâyeciden çok şairdir ve Arthur Rimbaud şairlerin hasıdır.
Bu uzun girişi niye yaptım ve sözü niye getirip Rimbaud’ya bağladım.
Çünkü aklımda ve yüreğimde Yaşar Kemal’in Yapı Kredi Yayınları’ndan yeni çıkan “Bugünlerde Bahar İndi” adlı şiir kitabının yarattığı seher yelleri esiyor.Şiirleri el yazması halinde okuduğum zaman ilk sözüm şu olmuştu: “Rimbaud gibi!”
Sonra neden böyle dediğim üzerinde çok düşündüm. Yaşar Kemal’le Rimbaud’nun şiirleri ve eskiden “mensur şiir” denilen düzyazı şiirleri arasında paralellikler kurdum.
İkisi de şiir olsun diye şiir yazmamışlar, hayatlarını bir şiir olarak yaşamışlardı.
İkisi de 17 yaşında çalıştıkları ağır işlerden dünyaya şiir tomurcukları fırlatmışlardı.
Bu yüzden hayalimde Sarhoş Gemi ay ışığı altındaki Çukurova tarlalarında kayarak gidiyor, Batoz ırgatları ise egzotik diyarlarda, burunlarına kemik takmış siyahiler arasında geminin halatlarını geriyorlardı.
Rimbaud şiiri bırakmıştı, Yaşar Kemal'de bıraktı.Ama Rimbaud’dan farklı olarak yaşamını ve romanını şiir üzerine kurmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi.Şimdi ona bunun nedenini sorsanız bilmez çünkü bu konuda bir karar almamıştır.
Şiirden ayrı düşünülemeyecek bir yaradılışı olduğu için yapmıştır bütün bunları.
Yaşar Kemal şiir yazmaya ihtiyaç duymamıştır çünkü yaşamı ve onu adadığı eseri baştan aşağı şiirdir.“Bugünlerde Bahar İndi” bunun en güzel tanığı...
Çukurova Türkçesinin Poetikası-Yücel Kayıran
Bugünlerde Bahar İndi, Yaşar Kemal’in şiir kitabının adı. Kitap, üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, ‘Irgatlık Anıları’; biri üç bölüm olan kırk tekil şiirin yer aldığı ikinci bölüm ve ‘Kırmızı Deynek’ adını taşıyan uzun bir şiirin yer aldığı üçüncü bölüm.
Yaşar Kemal’in başlangıçta şiir (de) yazdığını, edebiyatının başlangıç eşiğinde şiir yazarlığının yer aldığını, herkes gibi ben de biyografilerinden biliyordum. Bu şiirlerin, nasıl ve ne türden şiirler olduğunu merak ederdim. O yıllarda, yani 1940’lı yıllarda, Türk şiir ortamındaki şiir anlayışlarından hangisinden etkilendiğini, dolayısıyla hangi çizgi içinde yer aldığını da. 40 Kuşağı toplumcu şiirine mi yakındı, yoksa Garip şiirine mi; veya köy kökenli şairlerin yazdığı türden bir şiire mi? Nâzım etkisi mi vardı yoksa Necip Fazıl etkisi mi? Şiirlerini, dönemin hangi dergilerinde yayınlamıştı? Şiir yazmayı devam ettirmemiş olmasında rol oynayan olası poetik nedenin ne olduğunu, merak ederdim. Belki de daha önemlisi şu: Şiir yazmayı bırakmamış olsaydı, hangi şiiri, bugün, nereye getirmiş olacaktı?
Yaşar Kemal, şiirlerini Ankara (Ülkü, 1942; Millet, 1943) ile İzmir’de (Kovan, 1943) çıkan dergilerde de yayımlamış ancak Bugünlerde Bahar İndi’de yer alan ‘Açıklamalar’ bölümünde yer alan bilgiler gösteriyor ki, şiirlerinin yayın merkezini, Adana Halkevi’nin yayını olan Görüşler ile Çığ dergileri oluşturmakta. ‘Seyhan’ başlıklı ilk şiiri de, 1939’da Görüşler dergisinde yayımlanır. (Bu ilk şiirini, nedense, kitabına almamış Yaşar Kemal.) Yani bugünün gerçekliğinden hareketle baktığımızda, Yaşar Kemal, şiirlerini, Türk şiirinin merkezi olarak görülen İstanbul’da, oradaki şairlerin çıkardığı şiir dergilerinde değil, halkevlerinin yayını olan dergilerde yayımlamış. Ama o dönemin dinamiğini halkevlerinin oluşturduğunu, eğitim, aydınlanma, sanat ve kültür örgütü olarak kurulduğunu hesaba katmamız gerekir.
Dönemin birçok şairinin halkevlerinde yetiştiğini, şiirlerini ilk olarak halkevlerinin yayını olan dergilerde yayımladıklarını unutmamak gerekir. Yaşar Kemal’in folklor alanındaki ilk derlemesi olan ‘Çifte Çapa Manileri’ni Görüşler dergisinde yayımladığını, ilk derleme kitabı olan Ağıtlar’ı (1943) Adana Halkevi’nin bastırdığını buraya ekleyelim. Bununla birlikte, folklor, Yaşar Kemal’i, şiire değil, romana götürmüştür.
Bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir. Şiir kötüleyen bir romancı değil, şiiri her zaman kutsamış, şairleri her zaman yüceltmiş bir yazar var karşımızda. Türk edebiyat ortamında folklor meselesi, genellikle modern şiir bağlamında tartışılır. Oysa folklor ile modern arasındaki gerilimi, şiirden çok, roman bağlamında, orada da Yaşar Kemal’in edebiyatı içinden tartışması, daha bilgisel sonuçlar verecektir.
Ama ayırıcı özellik, Yaşar Kemal’in şiirlerinin, dönemin Türk şiiri paradigması içinde yer almayışında ortaya çıkıyor. Yaşar Kemal, şiir yazmaya, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin poetik görgüsüyle başlamamış. Bugünlerde Bahar İndi’deki şiirlerin, gerek 40 Kuşağı toplumcu şiiriyle, gerek Garip şiiriyle ve gerekse o dönemin diğer poetik eğilimleriyle temellendirilebilir bir ilişkisinin olduğunu ileri sürmek pek mümkün değil. Cumhuriyet dönemi Türk şiiri, Dağlarca’nın şiiri hariç, temelde ulus-devlet paradigması içinde yer alır ve ulus-devlet olma sürecinin epistemik ve ontik kaygı zemininde ilerler.
Kimliği henüz tamamlanmamış olmaklıktan, olmakta olmaklıktan kaynaklanan bir hüzün, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin temel duygulanımı olmuştur. Bugünlerde Bahar İndi’deki şiirler, ne duygulanım olarak, ne ses olarak ne de poetik kaynakları bakımından bu paradigmadan beslenen şiirler değil. Yaşar Kemal’in şiirlerinin temel özelliği, coşkuda ortaya çıkıyor. Coşku, burada, daha büyük bir eksiklikten daha küçük bir eksiklik durumunu geçmekten kaynaklanan tekil bir neşe durumu değil, tam tersine, eksiklik ve yetkinlik durumları arasındaki iniş çıkışların, doğanın ontolojisi bakımından dönemsel ve geçici olduğu bilgisi temeli üzerinde vücut bulan bir bilgelikten kaynaklanır. Bu şiirin öznesinin dünya algısı, kültürel kimlik sorunuyla ıralı toplum tahayyülüyle değil, yaşadığı yerin, yani doğanın sürekli kendini ve insanı yenilediği bilinciyle ıralanıyor.
İstanbul türkçesine bir başkaldırı
Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar/ Hür ve mes’ut bir şarkı halinde/ Penceremizden uzanır nur (Bekle), Rüyan, pınarlarda buğulanan nur (Güzelleme), Bu türkü bitmesin bu dağlarda/ Büyüsün başaklarda arzular (Bu Türkü Bitmesin) gibi dizeler her ne kadar 30’lu yılların havasını çağrıştırsa da, Yaşar Kemal’in şiirleri, dönemin Türk şiirinden değil, araştırarak keşfedip derlediği Çukurova folklorunun dünya algısına dayanmaktadır.
Bu şiirin, belirtmek gerekir ki, dil bakımından ayırıcı özelliği, Çukurova Türkçesiyle yazılmış olmasından kaynaklanmaktadır. ‘Çukurova’ derken kastettiğim, kuşkusuz Yaşar Kemal’in romanlarında sınırlarını çizdiği Çukurova; örneğin Ceyhan nehrinin doğduğu Toroslar’ın arkasındaki Hurman suyundan başlayarak, döküldüğü İskenderun körfezi ile Adana arasındaki coğrafi bölge…
Yaşama tarzı ile üretim ilişkilerinin, büyük toprak sahipleri tarafından belirlendiği bu coğrafyadır burası. Bununla birlikte, Karacaoğlan’ı, Dadaloğlu’nu, Dede Korkut’u, Yunus Emre’yi içselleştirilmesine dayalı bir kültür de bu yaşama tarzının dayanağını oluşturur. İşte, “Çukurova Türkçesi” ifadesiyle, bu hayat tarzındaki üretim ilişkilerinde varlığını sürdüren bu kültürün dilini kastediyorum. Bu noktada, söz konusu dönemde, Türk şiirinin, İstanbul Türkçesi üzerinden kurulmaya çalışıldığını hatırlatmak isterim.
Bence, Ahmed Arif’in dili, nasıl İstanbul Türkçesine bir başkaldırı ise, Yaşar Kemal’in şiirleri ve bu şiirlerinin dayandığı dil de, İstanbul Türkçesine bir başkaldırıdır. Yaşar Kemal, sanki, şiirin, İstanbul Türkçesiyle yazılması gerektiğini savunan anlayışa karşı çıkarak, Çukurova Türkçesini öne çıkarmakta ve şiirini Çukurova Türkçesiyle yazmakta.
‘Hanaya Şiirler’, ‘Kırmızı Deynek’, ‘Kapı’, ‘Bu Gece’ şiirleri bu bağlamın en güçlü örneklerini oluşturuyor. Kuşkusuz bu şiirler üzerinde, bu bağlamda daha ayrıntılı durmak gerekecek.
Burada poetik bakımdan problematik oluşturan, kuşkusuz ‘Irgatlık Anıları’ adlı metin… Yaşar Kemal, bu metni, günlük tarzında, 1941 baharında, yani on beş yaşında iken yazmış. Güven Turan, kitaba yazdığı önsözde, Yaşar Kemal’in bu metnin şiir olup olmadığı konusunda ‘ikircikli’ olduğunu belirtiyor. Yaşar Kemal, kitabı oluşturan diğer metinler için ‘bunlar şiir’ ama bunlar, yani ‘Irgatlık Anıları’ için, ‘şiir mi bunlar?’ diye sormuş Güven Turan’a. Güven Turan da, metni okur okumaz, ‘şiir’ yanıtını verdiğini belirtiyor.
Güven Turan, ‘Irgatlık Anıları’ günlüğünün şiir olduğu yönündeki görüşünü, “şiirin, manzumenin dize-uyak-ayak sarmalından çıkmış olması” olgusuyla açıklıyor: “Aloysius Bertrand, Baudelaire, Lautreamont, Rimbaud çoktan belirlemişti “düzyazı”nın da şiiri olduğunu… 15-16 yaşlarındaki Yaşar Kemal ne bilsin bunları? O, çalışmak isteyip işsiz kalan Kemal Sadık’ın hüznünü, direncini,umudunu, dile getiriyor…”
Yaşar Kemal, ‘Irgatlık Anıları’na, 1961 baharında, açıklayıcı bir önsöz eklemiş; açılış kısmı şöyle: “1941 ve 1942 yılları yazında batöz ırgatlığı yaptım. Küçük bir defterim vardı. Bu deftere her gün gördüklerimi duyduklarımı kısa kısa yazıyordum. Geçende Kadirliye gittiğimde bu defteri anamın sandığında buldum. Unutup gitmiştim. Defteri bulunca çok sevindim. Neler yazmışım, diye okudum. Gerçekten bu günlükte dişe dokunur bir şeyler vardı.”
Yaşar Kemal, ne ‘şiir diye’ yazmış bu metni, ne de kurmaca bir metin olarak düşünmüş. Tam tersine, ‘Irgatlık Anıları’nı, “her gün gördüklerini, duyduklarını kısa kısa yazdığı” bir ‘günlük’ olarak tanımlıyor ve nitekim “Gerçekten bu günlükte dişe dokunur bir şeyler vardı” diyor.
Bununla birlikte ‘Irgatlık Anıları’nın, günlük türünü aşarak, kurmaca bir hikâye olduğunu savunacağım. ‘Irgatlık Anıları’ günlüğünde, her bir günün olup biteni anlatılmıyor, daha önemlisi gelecek zaman kipinde yer alan diğer günlerin yazımında devam eden bir öykünün betimlemesi yapılıyor. “Irgatlık Anıları” günlüğü, bir günlük dökümünden çok, bir kurmaca kanalında ilerliyor. Anlatıcının betimlemesi, günleri değil, günlerin içinden geçen bir hikâyeyi dile getiriyor.
Farklı bir zemin
‘Irgatlık Anıları’nın, Bugünlerde Bahar İndi’yi oluşturan diğer şiirlerle karşılaştırmalı bir okuması, bu metnin şiirden önemli ve ciddi ölçüde farklı bir zeminde yer aldığını gösterecektir. ‘Irgatlık Anıları’ ile diğer metinler, ne tematik bakımdan, ne biçemsel olarak ne de tür bakımından birbirine benzemektedir. Şiir biçimindeki metinlerde başat olan ses, coşku ve coşkunun verdiği ele avuca sığmazlık iken, ‘Irgatlık Anıları’nda öne çıkan, kurmaca metnin determinizminden kaynaklanan bir teferruat hesaplılığıdır.
Kuşkusuz kurmaca bir metin gibi, şiirin doğası da determinizmle ıralıdır. Ancak bu türlerin determinizmi, bu türleri o tür yapan nelikleriyle alakalıdır. Roman, öykü gibi kurmaca metinlerin determinizmi olay örgüsünde ortaya çıkarken, şiirin determinizmi dizedizimi ile sözcükdizimindeki ses düzeninde ortaya çıkar. Örneğin Bugünlerde Bahar İndi’nin içli şiirlerinden olan ‘Oy Beni Beni’nin (Can olaydın, Can!/ Kara toprak sen olaydın./ Senden fışkıraydım,/ Aydınlık bir su gibi./ Bir kara orman gibi.) ilk dizesindeki ikinci ‘can’ sözcüğü, roman gibi kurmaca bir metnin determinizmi bakımından gereksiz bir yinelemedir, ancak şiirin poetik determinizmi bakımından olması gereken, zorunlu bir tekrardır.
‘Irgatlık Anıları’, gerek anlatıcının ruh hali ve gerekse tematik bakımdan da aynı türden değildir. Şiir formatındaki metinlerde konuşan anlatıcı-benin temel varlık durumu coşku olarak ortaya çıkarken ‘Irgatlık Anıları’nda dile getirilen coşku değil, yorgunluktur.
‘Irgatlık Anıları’nın, bir yazarın geçmişini, dahası başlangıç eşiğini efsanevi olmakla ıralayacak türden olduğunu da belirtmem gerekecek. Yaşar Kemal, 1941’de yazıldığı belirtiliyor bu metnin; sonradan bir ekleme veya düzeltme yapıldı mı, yapıldı ise ne kadar yapıldı bilemiyorum ama kurmaca metnin determinizmi bakımından oldukça sıkı, yani metinde anlatılan öykünün ana konusu bakımından işlevsiz bir olaya dahi yer verilmeyen bir metin.
Güven Turan, yazısının başlığını, ‘Gizlenen Bir Şairin İlk Kitabı’ koymuş. ‘İlk kitabı’ ifadesi, bunun arkasının geleceğini ima ediyor sanırım. Yaşar Kemal, ‘Kırmızı Deynek’le (1963), şiiri, bitirmiş olmasa gerek.
(08/10/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)
Kitaptan tadımlık şiirler
Talih
Gün vurdu dağların ardına
göğün maviliğini
özlediğimiz an
gün vurdu dağların ardına
sabah buram buram tüttü
bacalardan
Terketti yuvaları kuşlar
dudaklarda şarkılar güldü
köy çocuklarının topladığı yıldızlar
harman yerlerine döküldü
nura bulandı başaklar
taze bir ninniyle gerindi toprak
alınlarda billur ter damlaları
ve sebepsiz yaşamak
Gün vurdu dağların ardına
bir sabah buğusu halinde huzur
dağıldı tarlalara
gün vurdu dağların ardına
yaban gülleriyle büyüyen talihim
selam durdu bahara...
Şikayet
Hey bre ağalar
beği şikayet edelim
söylen çektiğimiz neden
yoğu şikayet edelim.
Yollar menzilde kalıyor
alçaldıkça alçalıyor
buluttan rüşvet alıyor
göğü şikayet edelim.
Fezalar dolusu dert var
yalnız köylülerde mert var
boş yere akıyor sular
dağı şikayet edelim.
Turna bağının gülüyüz
taşlı dağların yoluyuz
göğcelim şimdi ölüyüz
sağı şikayet edelim...
Merhaba
Dünyanın ucunda bir gül açılmış
Efil efil esen yele merhaba
Karanlığın sonu bir ulu şafak
Sarp kayadan geçen yola merhaba
Gün be gün yüreğim ulu yalımda
Engel tuzak kurmuş bekler yolumda
Zulümlerde işkencede ölümde
Bükülmeyen güce kola merhaba
Acıda kahırda çekmiş geliyor
Güneşten boşanmış kopmuş geliyor
Bir ışık selidir sökmüş geliyor
Nazım usta coşkun sele merhaba
Alınacak Anadolu'nun öcü
Yerde kalmıyacak çekilen acı
Açıldı geliyor şafağın ucu
şu doğdu doğacak güne merhaba
Selam olsun dört bir yana merhaba
Akan kana düşen cana merhaba
Hesap sorulacak güne merhaba
Türküler söyleyen dile merhaba
Sebep
Sebep gözün kör olsun
Bütün bal arıları bana küstü,
Sırrını açamıyor petekler.
Gök maviliğinden göndermiyor,
Çocukluk rüyamı aynalar çaldı
İstiyorum geri vermiyor.
Ninnilerin bahçesinden kovuldum
Sabahı kapımın eşiğinde,
Bir bebek gibi ağlar buldum.
Sebep gözün kör olsun,
Sevgilisiz kaldım işte...
Ey Ahali
Duyduk duymadık demeyin
Bir çocuk kayboldu
Elinde defne dalı
Parmakları tan yeli
Saçları darma dağınık
Dalgalanır yağmur içinde
Bulup getirene
Görüp haber verene
Aydınlık yepyeni bir dünya verilecektir.
Ey ahali bulan var mı, gören var mı
İyiye doğruya güzele selam durulacaktır...
Yalnızlık
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin,
Su olsan kimse içmez,
Ölür de susundan
Yol olsan kimse geçmez,
Sarp kayalara uğratır da yolunu
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın dağ başına,
Bir ağaç bulursun
Tellersin pullarsın
Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün, bir de bulutları görürsün
Köpürmüş gelen bulutları
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde şu dünyanın ıssızlığı
Tanrı kimsenin başına vermesin böyle bir yalnızlığı..
Bekle
Elbet bir gün, bütün çiçekler beyaz açar
Hür ve mes’ut bir şarkı halinde
Penceremizden uzanır nur.
İstediğimiz şekilde doğar gün,
Dilediğimiz gibi yağar yağmur.
Gök yüzüne hayranlığımız biter;
Kapımıza çırılçıplak gelen bahar,
Bir tohum halinde toprağa düşer.
Bizim için başka türlü eser rüzgâr
Bahçelerin aşinalığı artar.
Herkes gibi biz de doyasıya yaşarız hayatı
Yıldızlar dilimizle konuşur.
Elbet bir gün, bizim de sevgilim
Köyümüzde beyaz badanalı, bir evimiz olur...
Ulaş
Hele Ulaşa Ulaşa, Ulaş benziyor güneşe
Ulaş kardeş can verirken görenlerin aklı şaşa
Ulaş canım Ulaş gülüm, sana yakışmıyor ölüm
Sana demedim mi kardeş, düşman hayin düşman zalim
Ulaş benim gülüm güzel, insanlığım yolum güzel
Kardeş sen öldükten sonra, vallah billah ölüm güzel
Döğünürüm yana yana, haber olmadı mı sana
Yüreğindeki kırk kurşun, ağır gelmiyor mu sana
Şu boğazın günden yanı, gitti gelmez Ulaş hani
Bu dünya güzel olacak, Ulaş kardeş koç yiğidim
Görmeyecek güzel günü..
.
.
Hele Ulaşa Ulaşa, Ulaş benziyor güneşe
Ancak sen ölürsün böyle
Böyle yiğit biz ölürüz, düşmanların aklı şaşa
Ulaş benziyor güneşe, bundan sonra yeryüzünde
Hep çiçekler Ulaş aça..
(şiir kısaltılmıştır..)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder