21 Aralık 2010
Murat Gülsoy-Tanrı Beni Görüyor mu?
kimdir..
1967'de İstanbul'da doğdu. Mühendislik ve psikoloji eğitimi gördü. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'nin Genel Yayın Yönetmenliği görevini sürdüren Murat Gülsoy aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde Doçent olarak çalışmakta Biyofotonik konusunda dersler vermekte, araştırmalar yapmaktadır. Lazer-doku etkileşimi, lazerle doku kaynağı, cerrahi lazer sistemi tasarımı konularında çok sayıda makalesi bulunmaktadır.
Murat Gülsoy, 1992-2002 yılları arasında arkadaşlarıyla Hayalet Gemi dergisini çıkardı. 2000 yılından bu yana aynı ekiple elektronik yayınevi altkitap.com’u yürütüyor. Bu Kitabı Çalın adlı kitabıyla 2000 yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı ve Bu Filmin Kötü Adamı Benim adlı romanıyla 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı.
Bu Kitabı Çalın Almanya’da Stehlen Sie dieses Buch adıyla yayımlandı. Son kitabı İstanbul’da Bir Merhamet Haftası birçok dile (Çince, Makedonca, Rumence, Bulgarca) çevrildi. Gölsoy, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi, mühendislik ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor.
kitapları
-2013-Nisyan
-2012-Baba, Oğul ve Kutsal Roman
-2010-Tanrı Beni Görüyor mu
-2010-Karanlığın Aynasında
-2009-602. Gece: Kendini Farkeden Hikaye
-2008-Bize Kuşdili Öğretildi (altkitap.com)
-2007-İstanbul'da Bir Merhamet Haftası
-2006-Kabuslar (altkitap.com)
-2005-Sevgilinin Geciken Ölümü
-2004-Büyübozumu:Yaratıcı Yazarlık
-2004-Bu An'ı Daha Önce Yaşamıştım
-2004-Bu Filmin Kötü Adamı Benim
-2003-Binbir Gece Mektupları
-2002-Alemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikayeler
-2000-Belki de Gerçekten İstiyorsun
-2000-Bu Kitabı Çalın
-1999-Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul
-Onüç Büyülü Öykü
-Yalancı Öyküler
-Yol Öyküleri
Tanrı Beni Görüyor mu?
Can Yayınları, 2010
Geceleri ortadan kaybolan 74 model bir Mercedes; hikâyesinin kahramanı olduğunu kabullenemeyen bir karakter; yaşamları kısa bir süreliğine kesişen iki şehir yalnızı; yazı yoluyla birbirine dönüşen köle ve efendisi; kuşların dilini öğrenmek için ortadan kaybolan bir dayı; yıllar önce ölmüş şair bir dosta yazılan mektuplar; Van Gogh’un resmini yazı yoluyla görmeye çalışan körler; durmadan çoğalan bir Kafka öyküsü ve diğerleri… Murat Gülsoy’un kendine özgü sürükleyici üslubuyla kaleme aldığı öykülerden sadece bir kısmı.
Gülsoy’un 19 farklı öyküsünde canlanıp dile gelen yaşam biçimlerini oluşturuyor hepsi birer birer. Gülsoy, biçare hallerimizin koridorlarında gezinmeye devam ederken, “zihnin yangın yerinden kurtarılmış parçalar”ı irkiltici, düşündürücü bir çerçeveyle sunuyor. Gülsoy, Bu An’ı Daha Önce Yaşamıştım adıyla yayımladığı öykü kitabında yer alan on öyküyü gözden geçirerek yeniden yazdı. Tanrı Beni Görüyor mu?’da ayrıca dokuz yeni öykü var.
Asuman Kafaoğlu-Büke'nin yazısı
Biri Beni Görüyor, Öyleyse Varım..
Ressam ve heykeltraşların formla oynamayı edebiyatçılardan daha fazla sevdiklerini söylemek yanlış olmaz gibi geliyor. Yüzlerce yıl kalıplaşmış formla yazılanları düşününce, bazı geleneklerin ne denli zor kırıldığını anlıyor insan. Halbuki bir öyküyü anlatmanın sayısız yolu olmalı. Her öykü anlatıcı, her öykü için yeni form denemesine girişebilir; ayrıca dil, öykü anlatıcının elinde tek araç olmak zorunda değil. Murat Gülsoy’un yeni öykü kitabı “Tanrı Beni Görüyor mu?” bu düşünceleri aklıma getirdi çünkü yazar farklı form arayışlarıyla yazmış öyküleri.
Kitapta yer alan öyküleri kabaca ikiye ayırmak mümkün. İlk başta, yazarın sevdiği ve artık imzasını taşıdığı söylenebilecek üst metne sahip öyküler geliyor. İkinci yarıda ise öyküyü farklı şekillerde anlatma girişimleri taşıyan öyküler var. Görsel malzeme kullanılan öykülerde psikolojik çağrışımlarla yazılmış izlenimi veren fotoğraf-betimlemeleri ve çizgi-öyküler (belki çizgi-roman gibi “çizgi-öykü” de girer artık kullanıma) yer alıyor. Ayrıca ilginç denemeyle bir Van Gogh tablosu sözcüklere dökülüyor. Elbette sözcüklere dökülürken öyküsü de çıkıyor tablonun. Ama önce üst-metin formatındaki öykülere bakalım. Bu öykülerde bir yanda anlatıcının gerçekliği diğer yanda da kurguladığı öykünün gerçekliği karşılaşır. Hatta çoğunlukla bu ikisi birbirine karışır. Kurgunun mekanı ile kurgulayanın mekanları birleşir.
Trompe-L’oeil
Kitabın kapağında İspanyol ressam Pere Borrell del Caso’nun ünlü tablosu “Eleştiriden Kaçış” (1874) yer alıyor. Bu tam da Murat Gülsoy’un öykülerini anlatan bir resim. Bu resimde yoksul olduğunu varsayabileceğimiz küçük bir oğlan çocuğu tablonun dışına çıkıyor. Gözlerini kocaman açmış çocuğun büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla tablonun dışına baktığını görüyoruz. Çerçevenin dışına taşan sağ ayağı, elleri ve başının çerçeve üzerinde gölge bırakması, çerçeve dışında bir gerçeklikle karşılaştığını düşündürüyor bakan kişiye. Karanlık bir hapsolmuşluk duygusu var tablonun içinde. Çocuk bu durumda karanlık ve kısıtlanmış gerçekliğinden çıkıp yeni bir gerçeklikle tanışıyor. Özgürlüğüne ya da kendi varlığına kavuşma anı da denilebilir.
Göz aldanması anlamına gelen Fransızca Trompe-l’oeil deyimi, çerçeveyi dahil ettiği türlerde yanılsamayı arttırıcı bir etki yaratır. Görüntü ve algılama oyunları üzerine kurulu resimler, kurgusal mekan ile gerçekliğin en hoş bileşimleridir. Algılayan kişinin gerçeklik sınırlarını zorlarlar. Gülsoy bu kitaptaki birkaç öyküde bu resimdeki gibi kurgusal gerçeklik üzerine oyunlar kurar. Öykünün dışına taşan karakterler, öykünün yazarını öykü içine hapseden kurgular, kendi dışındaki dünyayı merak eden kahramanlar, tanrı-yazarlar, vb... Gülsoy’un önceki öykü ve romanlarından tanıdığımız oyunlardır.
Bu kitaptaki öyküler içinde de çok sayıda gerçeklik kaymaları yer alıyor. Örneğin, kitaba başlığını veren “Tanrı Beni Görüyor mu?” bu türden bir öykü. Aynı resimdeki çocuk gibi bu öykünün kahramanları kendileri dışında bir gerçekliğin farkına varıyorlar. Bir başka öykünün kahramanı Fırat: “Sizin gerçekler dünyasına, kim bilir benim gibi ne hayal ürünü şeyler karışmıştır! Yok, ama siz her şeyin en doğrusunu bildiğinizi düşünüyorsunuz. Hayır, yanılıyorsunuz ve beni de yanıltamayacaksınız: Adım Fırat. (...) Depo sorumlusuyum. Bekarım. Otuz üç yaşındayım. Bir süre önce insanlar, gerçek olmadığımı söylemeye başladılar. Yüzüme karşı. hayatın hikaye, diyorlar. Onlara inanmıyorum” sözleriyle varoluşsal sorununu dile getirir. Yine başka bir öyküde “Şimdi ben ağır hareketlerle çay servisi yaparken, o bana bakarak bu okuduğunuz metni yazıyor. Bana acıyor galiba. Aldırmıyorum. Yazdıklarını uzaktan izlemekle yetiniyorum. Yazının çıkışsız bir labirent olduğunu anlaması için daha çok zaman geçmesi gerek.”
Varoluşsal sorgulamalardan söz ettik fakat yazar bunları tek bir şekilde ele almıyor. Birbirine karışan sadece yazar ile kahraman olmuyor. Bazen “Karanlıkta” adlı öyküde olduğu gibi “ben” ile “sen” birbirlerine karışıyorlar. Karakter karşısındakinde kendi benliğini bulabiliyor. Ya da “74 Mercedes”de olduğu gibi karakter rüya içinde yeni bir varlık kazanıyor. Bu öykülerde uyku halinde bulanık düşünceyle netlik kaybediliyor.
Görsel Öyküler
Buraya kadar sözünü ettiğim öyküler, aslında Murat Gülsoy okurlarının yakından tanıdığı türden. Bu kitapta bir de daha az kaleme alınan, daha deneysel bir grup öykü daha var ve bence asıl çekici olan bunlar. “Ekici” benim en hoşuma giden öykü oldu bunlar içinde. Bu öyküde, görme engelliler için yazılı metinleri işitsel ortama uyarlayan bir şirketin talebiyle Vincent Van Gogh’un 1888’de yaptığı “Ekici” tablosu sözcüklerle anlatılıyor. Bir resmi, renk ve biçimleri kullanmadan ve hiç yorum yapmadan anlatmanın aslında resimdeki en önemli öğeleri dile getirmek olduğu, başka deyişle gerçekte ressamın anlatmak istediği öykünün de ancak böyle anlaşılacağı ortaya çıkıyor. Bu öykünün hoş yanı, görünen resim dokunma, koku, ses gibi diğer duyulara yönlendirildiğinde, görsel anlamın zenginleştiğini göstermesi. Yazının başında sözünü ettiğim farklı anlatım şekilleriyle öyküleri dile getirme derken bunu kast etmiştim. “Bize Kuşdili Öğretildi” ve “In Medias Res” öyküleri de bu açıdan ilginç öyküler. Sözcükler dışında öykü anlatma yollarına başvuruluyor.
“Tanrı Beni Görüyor mu?” çok güzel öykülerin yer aldığı bir kitap. Kitap hakkında yapılabilecek tek eleştiri, yer yer yaratıcı yazarlık kursları tarzında ev ödevi hissi vermesi. Çeşitlilik belki tek bu noktada kusur yaratıyor. Yine de Murat Gülsoy günümüzün usta öykücülerinden biri ve bu kitap bir kez daha bunu kanıtlıyor...
Pakize Barışta'nın kitapla ilgili yazısı
Edebiyat, insanın yalnızlığına ve buna bağlı olarak bireyin fark edilmekle ilgili varlık sorununa deva olma çabasındadır hep.
Bu yalnızlık, aslında tüm zamanlar için geçerli bir yalnızlıktır.
Yazı, bu varoluşsal yalnızlığa devadır işte.
Ve galiba, başka çaresi de yoktur zaten.
Modern zamanlar, bu olgunun önemini daha da fazla işaretler.
Yazar, okuruna sadece yazdığını okutan değil, onun bir tür koruyucusu da oluyor sanki artık.
Murat Gülsoy, yeni yayımlanan Tanrı Beni Görüyor mu? adlı kitabında yer alan hikâyelerde, okuruyla göz göze, nefes nefese bir muhabbete girmiş; bu muhabbet acılı, sarsıcı, sarsıntılı, hatta irkiltici olsa da, önünde sonunda içinde savrulduğu hayat girdabı üzerine okuru düşündürmeye zorluyor bence; okurun içinde depolanmış bir büyük çığlığı, yazısının içindeki çığlıkla buluşturup, ortaya edebî bir altüst oluş feryadı salıyor: “Tek başına oynanan bir köşe kapmaca oyununda ortada kalmaktan korkulur mu? Bu sorunun kendisinden korkuyorum asıl. Bu soruyu sorabilmemden. Kimbilir daha ne korkunç şeyler soracağım kendime. Bu köşede durdukça.”
Murat Gülsoy’un hikâye kahramanları korkuyorlar. Çoğu, ölümü yaşamaktan değil, ölümü hissetmekten, bir türlü çözemedikleri dünyevi bir kozmik muammada buluşma ihtiyacının bir türlü karşılanamayacağından, geçmişin gölgelerinden korkuyorlar.
Zihnin bulanıklığının bir türlü netleşememesinden çekiniyorlar.
Olup biteni manalandıramamaktan huzursuzlar: “Zaman geçerken azalıyor. Büyürken küçülüyoruz. Yaşadıkça yaşayacağımız azalıyor. Ardımızda bıraktığımızdan başkası yok. Yalnızız. Başkalarının olduğu hissi olmasa çıldırabiliriz. Bir başka çıkış… Bir kapı daha. Kimbilir? Bir kapı daha. Bir başka çıkış…”
Küçülürken çoğalan ve aynı zamanda büyürken azalan modern fraktal hayat yorumuna sahip bir edebiyatı var, yazarın.
Tanrı Beni Görüyor mu? adlı kitapta yer alan hikâyelerinde, güçlü ve ilginç rüya anlatımları kurgulamış. Rüyanın hayattan, uyanıklıktan daha gerçek olabileceği; kendine ait daha sağlam bir gerçekliğe yaslanabileceği ihtimalini de sorgulama rasatının içine yerleştirmiş. Hayal kurma, rüya, iç dünyalara sığınma, gerçekliğin varoluşsal sertliklerine dayanamayarak kaçışlar.. bir tür hayatın absürtlüğünün sergilenmesi oluyor. Yazar, varlığın varlığının içinden sıyrılarak geçiyor. Ve ortaya bütünsel bir hayat yorumu çıkıyor.
Murat Gülsoy’un, popüler-entelektüel bir edebiyatı var; bu yazı biçimine –ki, belki de ideal olan budur- çok hâkim bence. Bu dil içinde okurun dikkatini çekebilecek –bu coğrafyada epeyce bir zamandır unutturulmuş olan- bazı önemli farkındalıklara da odaklanıyor: “Ben üçe gidiyordum, o ilkokulu bitirmek üzereydi. Oysa aramızdaki asıl fark sınıfsaldı. Daha sonraki yıllarda da bunu asla itiraf etmedim kendime. Tüm küçük burjuva gençler gibi kendimi sınıfsız hissettiğim için olabilirdi bunun nedeni. Ya da zaten iki kocaman yıl vardı Arzu’yla aramızda, bir de sınıf farkı iyiden iyiye uzaklaştırdı bizi.”
Tanrı Beni Görüyor mu sorusu, yazarın edebî titizliği ve dikkatinin yanı sıra; entelektüel birikiminin ve duyarlılığının neredeyse doğal bir zorunluluğu; kitaba adını veren hikâyede Murat Gülsoy, varlık sorununu, düzüne ve tersine akan paralel dünyalar misali, okurun anlayışına ve şefkatine sunuyor.
Murat Gülsoy, yazının içinde yazısını arıyor.
Tuhaf ama hayırlı bir tedirginliği var.
Yazısıyla yüzleşiyor:
“(büyük bir boşlukta ilerliyorsunuz
arada sırada karşınıza cümle öbekleri çıkıyor
siz devam ediyorsunuz
çöl gibi bir yer işte
noktasız virgülsüz sonsuza doğru uzanıyor
bunca boşluğun içinde sizi ayakta tutan tek şey merak
nedir bu cümleler
kim neyi anlatıyor
sonunda ne var
kim var
sadece bir ses mi
harfler mi
nasıl bir çöl bu
yazı çölü)”
İçinde farklı anlatım biçimlerine sahip hikâyeler olan Tanrı Beni Görüyor mu? modern edebiyatımızın zihin ve duygu açıcı eserlerinden.
Olağanüstü etkileyici hikâyelerin yer aldığı bu kitap, Vergilius’un “Gerçekler de gözyaşı döker” deyişini hatırlatıyor bana.
web sayfaları
web blog
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Büyük adam Murat Gülsoy. Var olan diğer edebiyatçılara benzemeyen tarzıyla her yazısında fark atıyor günümüzün yeni yetme edebiyatçılarına.Metin Üstündağ' ın deyimiyle"Türkiye'de, her 3 Türk gencinin 4'ü şairdir". İşte Murat Gülsoy da edebiyatçı yaftasını taşıyabilen bir edebiyatçı.
YanıtlaSilGüzel olmuş, kutluyorum.
Selahaddin Kem
Mutlaka güzeldir...
YanıtlaSilİster istemez başlık Altay Öktem , hatırlattı bana;
TANRI BANA UĞRAMADI BU GECE
tanrı bana uğramadı bu gece
süt dökmüş kedilerle sarmaş dolaş uyudum
bir ara terk etmiş gibiydim bedenimi
çengilerle çalgılarla yalanlar dolanlarla
çok kalabalık dünya!
korkuyorum, ukala yastıklara gömüyorum yüzümü
kapıları kitliyorum; perdeleri
balmumuyla yapıştırıyorum sokağa
yine de yer kalmıyor bana; çok kaba bu dünya
odam çok sıkışık, ruhum görünüyor aynada
eğri büğrü, kaotik ve beşgen şeklinde
içinde yumuşak bir yuvarlak var, içimde
yumuşak bir nesne ok atıyor kendire
içim dışım tanrılara gebe, aksi gibi
hiçbiri uğramıyor bana bu gece!
ben solak bir peygamberim
tersinden okuyorum bildiğim duaları
bilmediğim dualar zaten latince
zaten annem doğururken öldürmüş beni
babam durmadan bir mahzene indirmiş
basamağı gevşemiş bir merdiven şeklinde
kırık bir yer aynası durup dururken
kendimi yansıtıyor üstüme
odam çok kalabalık, rüyalarım karışık
kadınlar nasıl yatırdıysa artık yatağıma
o incecik, o upuzun bacaklarını
hepsi tövbe mis kokulu, eğri büğrü tövbe
yalamaya doyulmaz birer haç şeklinde
tanrı bana uğramadı bu gece!
Altay Öktem
Tanrının uğramadığı gecelerde bir başka duygu daha hakim olur insanda, bunu da Behçet Necatigil çok güzel dillendirmiş:
YanıtlaSil"Tanrı, Kur'an'da der ki
'küllü men aleyha fan'
yaşamak öyle güzel ki
ölümü düşünmüyor insan
herkes bir yol tutturmuş kendince
bir düzen kurmuş iyi kötü
bana gelince,
başkaları dururken beni gördü..."