İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Bir Oyunu: Surname 2010
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 2010-2011 sezonunda, proje tasarımını Candan Seda Balaban ve Yiğit Sertdemir’in yaptığı, Yiğit Sertdemir’in yazıp yönettiği Surname 2010 adlı oyunla, seyirciyle buluşuyor.
Kocasının ölümünün ardından açtığı sahafında, özel bir nedenle geceyi bekleyen Sühendan Hanım, kocasına ait hiç görmediği notlarla karşılaşır. Bu notlar, kocasının kendisi için düşündüğü “sözde şenliğe” dair fikirleri içermektedir. Yazılanları şaşkınlıkla okumaya başlayan Sühendan Hanım; kendisini bir düşün içinde, geçmiş ile bugünün İstanbul’u arasında gerçekleşen bir şenliğin tam ortasında bulur.
Kadro
Proje Tasarımı: Candan Seda Balaban-Yiğit Sertdemir
Yazan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
Maske-Kukla-Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban
Müzik-Ses Tasarımı: Selim Can Yalçın-Barış Manisa
Işık Tasarımı: Mahmut Özdemir
Hareket Düzeni: Özgür Tanık
Proje Danışmanı: Engin Uludağ
Şarkı Sözleri: Yiğit Sertdemir
Oyuncular
Ayşem Yağmur Ulusoy, Can Alibeyoğlu, Ceren Hacımuratoğlu
Derya Keykubat, Derya Yıldırım, Elyesa Çağlar Evkaya
Engin Akpınar, Eraslan Sağlam, İrem Erkaya
Mana Alkoy, Mehmet Soner Dinç, Mert Aykul
Özgür Atkın, Özgür Tanık, Seda Fettahoğlu
Semah Tuğsel, Seza Güneş, Şeyda Arslan
Uğur Dilbaz, Yiğit Sertdemir, Zeynep Göktay Dilbaz
Yazan-Yöneten: Yiğit Sertdemir
1979’da İzmir’de doğdu. Fen Lisesi’ni 1995 yılında bitirdikten sonra, İTÜ’de Makine Mühendisliği okumak için İstanbul’a geldi. İTÜ’de tiyatro ile uğraşırken, mühendislik eğitimiyle amatör olarak ilgilendi. 1998 yılında, ilk oyun denemesi olan “Yumuşak Ge”yi yazdı. Buna rağmen yazmaktan vazgeçmedi. 1999 yılında, İTÜ’den yaşamdaşlarıyla, Altıdan Sonra Tiyatro’yu kurdu. Aynı sene Sadri Alışık Tiyatrosu’nda ilk kez profesyonel olarak sahneye çıktı.
2002 yılında kaydını alıp, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde burslu olarak okumaya ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda ‘yevmiyeli sanatçı’ olarak çalışmaya başladı. Bir ara mezun oldu. 2009’da, Kumbaracı50 adlı sahne ile İstanbul’u buluşturanlar arasındaydı. Halen; Altıdan Sonra Tiyatro’da ve İBBŞT’de tiyatro ile uğraşmakta, geceleri yazmakta, boş kalan zamanlarında da uyumaktadır. Evlidir. Umutludur.
oynadığı oyunlar
-Can Ateşinde Kanatlar
-Bağdat Hatun
-Çılgın Dünya,
-Üç Kız Kardeş
-Deri Ceket
-Mefisto
yönettiği oyunlar
-O.B.E.B., Öldün Duydun mu?
-Kapıların Dışında
-Leonce ile Lena
-Yeşil Papağan Limited
-Koleksiyoncu
-Surname 2010
yazdığı oyunlar
-Bekleme Salonu,
-O.B.E.B., Öldün Duydun mu?
-444
-Medeniyet Tiyatrosu
-Fail-i Müşterek
-Surname 2010
kitapları
-Toplu Oyunları I -II/ Mitos Boyut Yayınevi
Maske-Kukla-Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban
1971 yılında İzmit‘te doğdu. Kocaeli Anadolu Lisesi’nden 1989’da mezun oldu ve aynı yıl Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandı.
Maskeye olan merakı 1996 yılında maske koleksiyonu yaparak başladı ve Kasım 1999’da eczacılık mesleğini tamamen bırakarak kendine bir eğitim programı hazırladı. İki yıl seramik, iki yıl heykel ve bir yıl desen çalıştı. Kukla ve maskeye dair ne biliyorsa yurtdışından sipariş ettiği kitaplardan deneyerek öğrendi. 2004 yılında kurduğu “Atölye Curcunabaz’’da halen kukla ve maske çalışmalarını devam ettiriyor.
çalışmalarından bazıları
- “Popmit” fotoğraf projesi için maskeler
- Gülben Ergen’in “Uçacaksın’’ konseri için maskeler
- Açıkgöz Kukla Tiyatrosu için ipli kuklalar
- Zeynep Casalini’nin “Delilik” klibi için kukla yapımı ve oynatımı
- Türkmen Devlet Kukla Tiyatrosu için kukla
- Oyun Atölyesi’nin sahnelediği “Atinalı Timon” için maskeler
- Tan Sağtürk’ün dans gösterisi için maskeler
- Avrupa Birliği Bilgi Merkezi “Lokumla Avrupa'ya’’ oyunu için kuklalar
- Altıdan Sonra Tiyatro’nun sahnelediği ‘’Kapıların Dışında’’ oyunu için kukla/maske tasarımı ve uygulaması
- Y.T.Ü Oyuncuları “Antigone” oyunu için maskeler, “Denizde Karaltı Var” oyunu için kuklalar
- Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu’nun “Küçük Deniz Kızı” ve “Varyeteler”oyunları için kuklalar, ”Notre Dame’ın Kamburu” için maskeler
- Van Devlet Tiyatrosu’nun “Gayrı Resmi Hürrem” oyunu için kuklalar
- TRT Çocuk kanalı için “Bizim Mahalle”, “Çık Dışarıya Oynayalım”, “Namnam ve arkadaşları” çocuk programlarına kuklalar
- İstanbul Kukla Tiyatrosu “İncirci Çocuk” oyunu için kuklalar
Oyun Üzerine Düşünceler
Çok küçüktüm. Daha doğru düzgün yürüyemiyor muydum ne... İzmir’de tam Üçyol’a bir meydan kurulurdu. Meydanın ortasında da koca bir çadır. İçinde türlü hünerler, gösteriler... Ben ağzı açık seyreder, gıpta ile, kıskançlık ile düşler kurardım içinden o çadırın geçtiği.
Çok küçüktüm. Son yazlık sinemalara ağabeyimle, ablamla kaçar, gizliden çiğdem çitleyerek filmler seyrederdik. Yaşar Usta’ları, Ferit’leri, Güdük Necmi’leri, Şekerpare’yi, Vecihi’yi... Gülerdim. Ama nasıl çok gülerdim. Oradaki herkes gülerdi. Görseniz, sanki birbirini hep çok sevmiş insanlardı tahta sandalyelerde yan yana oturup kahkahalar atan.
Çok küçüktüm. Yolun köşesinde bir boyacı çocuk; sandukası devrilmiş, boyaları dağılmış, çökmüş olduğu yere ağlardı. Herkes koşardı boyacının yanına, elbirliği ile dağılan eşyalarını toplar, çocuğa da üç beş kuruş verip sırtını sıvazlardı. Sonra hep beraber silinirdi dağılmış boyanın yerde yarattığı iz. İsmini bilmediğimiz sübyana, omuz omuza sahip çıkardık biz.
Çok küçüktüm. Güzelbahçe’de, evlerin ortasında koca bir masa. Masanın üstünde herkesin evinden getirdiği yemekler. Bir yandan şarkılar söylenir, bir yandan sohbetler edilirdi. Birinin derdi varsa, gözyaşı herkesin içinden geçer, toprağı öyle delerdi. Komşusu açken, tok yatan olmazdı. Herkesin yüzü gülmeden, kimse gidip uyumazdı.
Büyüdüm bir ara. İstanbul’a gelmek icap etti.
İstanbul, büyüklüğüme denk geldi. Kayboldum. Yalnızdım. Anlamadım. Kalabalıktı. Görmüyordu kimse kimseyi. Sanki İstiklal, bir ruhlar resm-i geçidiydi. Sevmedim şehri! Sandım ki, kabahat İstanbul’un... Hâlbuki büyümüştüm...
Bu oyun, bir özür. Bir hatırlama. Bir barışma vesilesi… İstanbul’la... Birbirimizle...
Yüreğimizde bir boşluk. Boşluğun içinde koca bir şenlik. Şenliğin içinde ortak gördüğümüz bir düş.
Özlediğimiz her şey! Bir arada durmak. Yan yana, fark olmaksızın.
Çevrenize bakın. Yanınızdakine, yörenizdekine.
Çekin tutun kolunu. Bırakmayın.
Sarılın. Benden söylemesi.
Sımsıkı sarılın.
Ortak aklın, ortak emeğin ürünü... Bir ekip ve emek oyunu. Beğendiğiniz her şey, ekibin başarısıdır. Beğenmediklerinizse benim kabahatim.
Düş sizin, gerçek sizin.
Şenliğinizi başlatın.
Düşmemek için...
Birbirinize sahip çıkın...
(Yiğit Sertdemir)
Proje Üstüne
Dev kuklaları kullanarak Osmanlı şenlikleri ile ilgili bir proje yapmak uzun zamandır hayal ettiğim bir şeydi. Ayşenil Şamlıoğlu’nun Surnamelere ve şenliklere olan merakı, bu konuda Yiğit Sertdemir’den bir proje istemesi harika bir olay olarak karşıma çıktı.
Osmanlı şenliklerini içinde hapsolduğu Surnamelerden çıkarıp bugüne getirmek ilk hareket noktamızdı.
Oyunda kullandığımız kukla ve maske tasarımlarının bir kısmını önceden çizdiysem de çok büyük bir kısmı prova öncesi çalışmaların, provalar sırasında çıkan doğaçlamaların ve fikirlerin sonucunda şekillendi. Şehir Tiyatroları atölyelerinde üç aylık aralıksız ve uzun çalışma saatleri boyunca sürdürülen bir üretim sonucu tasarımlar gerçekleştirildi.
Tüm dünyada daha çok geçit törenlerinde kullanılan dev kuklaları bir tiyatro oyununun içine taşımak, bazen yedi oyuncunun aynı anda manipüle ettiği kuklaları tasarlamak zordu ancak bir o kadar da geliştiriciydi.
Bana inanıp tüm tasarımlarımda beni özgür kılan yönetmenim Yiğit Sertdemir’e, bu projede gecesini gündüzüne katıp asistanlığımı yapan sevgili Sedef Kermen’ e, büyük özveriyle çalışan realizatörlerimiz Bahri İridağ, Nevin Sağırosmanoğlu ve Gökçe Okay Delagrange’a, tasarımların hayata geçirilmesinde büyük emekleri olan heykeltıraşlar Özlem Aksar, Eda Taşlı, Başak Günaçan, Nevin Köksal ve Hülya Genç’e, mehter takımı mekaniğinde yardımlarıyla bana destek olan eşim Savaş Balaban’a, tüm Şehir Tiyatroları atölyesi çalışanlarına ve tabii ki kukla ve maskeleri gerçek kılan oyuncu arkadaşlarıma destek ve emekleri için teşekkür etmek isterim.
Bir kukla sanatçısı olarak umarım ki büyük bir çaba ve özveriyle gerçekleştirdiğimiz oyunumuz, çocukların olduğu kadar yetişkin seyircinin de kukla tiyatrosuna olan ilgisini arttıracaktır.
(Candan Seda Balaban)
İstanbulbazlar
Güldürü üzerine eleştirisini kuran Yiğit Sertdemir, Surname 2010 oyunu ile İstanbul’da yaşayabilme hünerini İstanbulbazlar ile sahneye taşıyor.
Yönetmen Yiğit Sertdemir, İBB Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen “Surname 2010″ adlı oyunundaki ‘İstanbulbazlar’ ile İstanbul’da yaşayabilme hünerini anlatıyor. Geniş bir ekibin hazırladığı oyunun senaryosunu da yazan Sertdemir, bu yeni oyun ile Osmanlı ile yaşıt olan şenlikleri, günümüzle harmanlayarak sahneye koyduğunu söylüyor. Temaşa sanatının ustalarının yâd edildiği ve İstanbul’da yaşayanların sosyal hayat içindeki durumunun gözler önüne serildiği oyunda ipli kuklalar ve masklı oyuncular rol alıyor. Kostüm tasarımı Candan Seda Balaban’a, kareografisi Özgür Tanık’a ait olan oyun, titiz bir çalışmanın ürünü olan kostümleri ve dekoruyla dikkat çekiyor ve size keyifli dakikalar vaad ediyor.
Surname, Divan Edebiyatı’ında sünnet, düğün ve şenlik gibi sevinçli olayların anlatıldığı eserlere verilen ad. Bilinen ilk büyük yazma ise daha çok Surname-i Hümayun olarak da anılan III. Murad Surnamesi. Seyyid Lokman tarafından 1582′de yazılan, Nakkaş Osman tarafından resimlenen bu surnamede, Şehzade Mehmet’in sünnet düğünü nedeniyle yapılan geçit törenleri, eğlenceler ve şenlikler anlatılıyor.
Bizim ‘Surname’miz adından anlaşılacağı gibi bugünde geçiyor. “Surname 2010″ eski Osmanlı törenlerinin ve tarihi figürlerin dev kuklalar ile şenlik havasında sunulduğu bir oyun. ‘İstanbulbazlar’ aracılığıyla bugüne de eleştiri getiren oyun, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın üç aylık emeğinin ürünü. Sahnede ilk olarak kocası ölen sahaf Sühandan Hanım’ı görüyoruz. Yalnızlık içinde kitapların arasında günleri geçen Sühandan Hanım’ın eşinin yazmış olduğu ama tamamlayamadığı surnameyi okumaya başlaması perdeyi hareketlendiriyor. Sahneye konan Zümrüd-ü Anka kuşunun kanatlarında, masal diyarında yaşayan kuklalar, tellallar, tulumcular, curcunabazlar, çengiler, kuşbazlar peş peşe can buluyor.
“Acı ve sevincin birlikte yaşandığı bu topraklarda kara mizah her zaman sevilir. Cenazelerinde fıkralar anlatan bir toplumuz biz, bunun nedeni yaşanılan acıdan uzaklaşmak isteğidir.” diyen Yiğit Sertemir, oyununa, İstanbul’da yaşayan herkesin kendisinden bir parça bulacağı tiplemeleri dahil ediyor. Siyah giyisilerle sahneye çıkan, vapura yetişmeye çalışan, tranvaydan inmek isteyen, birlikte maç izleyen İstanbulbazlar, artık İstanbulluya çok sıradan gelen bu anlamsız hıza eleştiri getiriyor. Yaşadığımız telaş ve kargaşayı, medeni ilgisizliği sahnede görmeninin izleyici üzerindeki etkisi de büyük. Oyunun sadece güldürü olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayan Yiğit Sertdemir de özellikle bu sahnelere dikkat çekiyor: “Oyunda en çok alkış alan yerler eleştirinin yoğun olarak geçtiği İstanbulbazlar bölümü. Bunun nedeni ise izleyicilerin her gün yaşamış olduklarını yani kendilerinden birşeyleri sahnede görmeleridir.” Temaşa sanatlarının hala yaşadığını fakat günümüze taşınırken çağın koşullarının düşünülmesi gerektiğini söyleyen Sertemir bu işi iyi bilenlerin icra etmesinin gerekliliği üzerinde önemle duruyor.
Bir Kritik (Mehmet K. Özel)
Oyunla ilgili değerlendirmeler ve video görüntüler için tıklayın-yukarıda sözü edilen 'İstanbulbazları' da video görüntülerinde izleyebilrsiniz..
Geçen seneden beri İstanbul da sergilenen bu oyuna nihayet bu hafta sonu gidebilme imkanı bulduktan sonra oyun ile ilgili düşüncelerimi söyleyebilirim.
YanıtlaSilDürüst olmak gerekirse son zamanlarda izlediğim en güzel eserlerden biri. Türk tiyatro tarihinde bir çok önemli eserlerin arasına katılmayı hak eden son derece güzel bir çalışma...
Kelimelere nasıl yansıtacağımı bilemediğim bir eksiklik te var bu oyunla ilgili olarak. Öylesine güzel bir sunum ki aslında ve olağanüstü bir görselliğin ortasında zaman zaman oyundan kopabiliyorsunuz...
Sadece ben miyim bu duyguya kapılan? diye beraber izlediğim arkadaşlarımla düşüncemi paylaştığımda benzer duyguya onların da kapıldığını gördüm.
Gerçekten sahnelemedeki belki de kurgu nedeniyle sahnelerin birbiriyle kaynaşamadığını düşünüyorum. Bu kaynaşamama insanı koparabiliyor. Olayların, yani sahnedeki görsellik çok daha farklı bir şekilde sahnede yerini alabilirdi.
Anlatıcı konumundaki Sühendan hanımın şimdi şu gelsin, şimdi bu gelsin şeklindeki davetleri gerçekten insanı bu muhteşem görsellikten uzaklaştırıyor. Bu sahneler böyle bir konuşmaya gerek duymadan çok daha farklı bir örgüyle sahnedeki yerlerini almış olsa belkide bu kopukluk yaşanmayacak.
Küçük bir ayrıntı gibi dursa da çok daha farklı bir kurguyla bu eserin dünya çapında bir eser olması söz konusu olabilir. Böyle bir imkan varken dikkat edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Yinede son derece zevkli bir gösteriydi emeği geçen herkese teşekkürler.