18 Nisan 2011
A.Kadir Ekinci
A.Kadir Ekinci’nin “Sessiz ve Uzak Işık” adlı fotoğraf albümü yayımlandı. Fotoğrafa başladığı 1992 yılından beri ışığın gücüne inanarak, onun peşinden koşan Ekinci, albümünde köydeki evinin damından süzülen güçlü ışığı, doğduğu kent Kars’ın ışığıyla birlikte sunuyor.
Ciddi bir çalışmanın ürünü olan albüm, 30x30 cm ebadında, 180 sayfa Türkçe ve İngilizce dillerinde. Sessiz ve Uzak Işık 170 gram kağıda basılı, sert kapak ciltli ve şömiz kaplı. Bin adet basımı yapılan ve numaralanan albümünde 80 adet siyah beyaz fotoğraf yer alıyor.
( kitabı satın almak için tıklayın )
Kars doğumlu A.Kadir Ekinci, ilk, orta ve lise eğitimini Kars’ta tamamladı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. Halen bir kamu kuruluşunda çalışıyor. Fotoğrafa 1992 yılında AFSAD’da başladı. Yönetim ve Danışma Kurullarında yer aldı. AFSAD’ın düzenlediği GAP gibi birçok projede bulundu.
“Sessiz Işık” adlı ilk kişisel sergisi ; Ocak 2001 Türk Amerikan Kültür Derneği- Ankara, Nisan 2001 Fotoğrafevi - İstanbul’ da yapıldı.
Ödülleri
1996-Türk Eczacılar Birliği “Eczaneler ve Çevresi”, üçüncülük
1996-AFSAD “Ulusal Fotoğraf Yarışması” başarı ödülü,
1997-TÜBİTAK “Siyah”, mansiyon,
1997-DDY “Fotoğraflarla Demiryolları”, mansiyon,
1998-AFAD “Altın Kamera” başarı ödülü,
1998-AFSAD 16.Ulusal Fotoğraf Yarışması” başarı ödülü
1999-FIAP 25. Baskı Biyenalı başarı ödülü
2000-Hacettepe Üniversitesi “Sağlığım Sermayemdir”, birincilik
2001-Türk Tabipler Birliği “Sağlıkta Sosyalleştirme”, birincilik
2001-Malatya Valiliği “Malatya” konulu yarışmada mansiyon,
2001-AFAD “ 13 Kare Uluslararası Yarışması, başarı ödülü
2002-FIAP “ Sevgi, Özlem, Hüzün “, mansiyon
2002-Sanat Kurumu-“Yılın Övgüye Değer Sanatçı” ödülü
2004-Maden Mühendisleri Odası “Madene Can Verenler”, birincilik
2007-Keçiören Belediyesi-“Fotoğraflarla Keçiören”, birincilik
2008 - Altındağ Belediyesi “Gelişen Altındağ”, mansiyon
Sessiz Işık ve Uzak Işık üzerine düşünceler
Sessiz Işık
Fotoğraflar aracılığıyla bize ulaşanların tümü farklı duygular uyandırabilir; gerçeklik, yerindelik, gerçek ötesi mi ve büyüleyicilik. Çoğu zaman farkında olmadan o büyüyü hissetmek isteriz.
Çağlar boyu bilerek ya da bilmeyerek kendi gerçekliğinin peşinde koşan insanoğlu, etkilendiğinin gerçekliğinden kuşku duyacak noktaya geldi günümüzde. Yoğun teknolojik harikalar bombardımanı, bilgiye ulaşmayı olağanüstü bir macera olmaktan çıkarıp sıradanlaştırdıkça büyü giderek yok oluyor.
Aradığını artık bulduğu sanısıyla aldanmaya eğilimli insanoğlu (kimse), içindeki korkunç boşluğun varlığını ancak doldurulabilirlik olasılığıyla algılar durumda.
Fark etmeden bize yakın gelen puriten olandır. Dengeyi, doğal ışık, yaşanan gerçeklik, kaybolmaya yüz tutan insan varlığı üçgeninde kuran belgesel fotoğraflar bizi içine alıyor. Bugün, fotografla kendi gerçekliğini ifadeye çalışmanın en zor olduğu gün. Sanıldığı gibi Binlerce kart, banyo, kamera seçenekleri bizlere daha kolay anlatma olanağını değil, nasıl daha sersemlenir’i gösteriyor.
Bu güç koşullarda iletişimin ancak kendine yolculukla sağlanabileceğini bulan bir kamera arkası adamının gösterdikleri kim bilir bekli de silkeler hepimizi.
Sevgiyle, inançla, ancak her bir kareye sahip çıkmakla izleyiciye ulaşılabileceğini iyi gören bir göz. O sahiplendikçe bize de bizim gibi geliyor fotoğraflar. Size yapay gibi gelen doğal ışığın ta kendisi, hepimize yakın gelen de.
Her bir karede karşımıza çıkan, teknik açıdan ustaca dengelenmiş, yoğun ve titiz bir laboratuvar çalışması ve deneyimi inkar etmeyen siyah-gri-beyaz dengesi, neyse ki umuda açılışta beyazda-ak da-karar kılıyor. Fotoğraflar, siyah-beyaz çalışmanın çekiciliği ile görüntülerin öz yaşam yansımaları olmasının bir bileşimi.
Sergiden, her şeyin yerli yerinde olmasının bize verdiği güvenle, nedenini bilmediğimiz bir ferahlıkla ve orda uzaktaki köyün bizim olduğunu söyleyenlerin yalan söylememiş olduklarını anlamanın verdiği huzurla ayrılıyoruz…(Nilgün Günden Göğer)
Uzak Işık
Hiç bitmeyen, biteceğinden de pek umutlu olmadığımız bir görüntü yağmuru altında yaşamak zorunda bırakıldığımız şu günlerde, üstelik fotoğrafla birlikte yaşamayı seçmişseniz işiniz zordur. Aynı yolu yürüdüğünüz kişilerin zaman zaman tıkanıp durduğunu, arkalarından gelenleri durdurup, “İşte zirve burası, ben geldim,” diyerek, kendilerine ait geçmiş zaman öyküleri anlattıklarını bilirsiniz. Bazıları, bu noktalanmayacak öykülere gülümseyip, fotoğrafın uzun yolunda ağır ağır yürümeye devam ederler. Onlar, bu yolun bir sonunun olmadığını bildikleri halde, bu yolda yürüyebilmenin güzelliğini yaşamayı seçerler.
Ekinci’nin çalışmalarındaki farkı görebilmeleri açısından, fotoğrafın uzun yoluna yeni çıkmış olanların yeniden düşünmeleri gerekir. Ekinci, çalışmalarını orada, doğup büyüdüğü topraklarda sürdürmenin önemini, beyninde kalan izlerle birleştirip çocukluğunun geçtiği yere, köyüne gittiğinde, bir anlamda yolu yarılamış oluyordu. Fotoğraf uzağınızda değildir. Onu bulabilmek için uzağa gitmenize gerek yoktur. Yapmaya çalıştığınız fotoğraf akıp giden yaşamın içinden çekip çıkaracağınız an parçaları bile olsa, görüntülerinizi gözünüze en yakın yerde, beyninizde aramanız gerekir.
Ekinci’nin “Sessiz Işık” adını verdiği fotoğraflarını, Güneşin hâlâ inatla aydınlatmayı sürdürdüğü bir ölünün ayrıntılarında, yıkılmak, terk edilmek üzere olan köyünde araması, artık tekrarlanamayacak bir yaşama biçiminin – kalabilen - izlerini taşımak olarak da adlandırılabilir. “Sessiz Işık” olarak adlandırılan görüntülerde gerçekten de hissedilen gizemli sessizliğin içinde, o terk edilmiş yaşamın çığlıklarını duymamak mümkün değildir. Fotoğraflarda üstlerindeki toprak damın ağırlığı altında zamana direnen ağaç kolonlar, aralarında yaşamlarını sürdüren henüz gitmemiş – gidememiş - yaşlı yorgun yüzlerle aynı yaşama direncinin izlerini taşırlar. Ve ışık. Bulabildiği her yoldan o mekanların içine akan, kaybolmasından korktuğu yaşama sevincini hiç yorulmadan, her gün yeniden taşıyıp, yorgun yüzleri gülümsetmeyi başaran gün ışığı, görüntülerin sarsıcı gücünü tamamlar.
Teknolojinin fotoğrafı adeta bir yapboz oyununa çevirdiği, egemen güçlerin insanları ekran başında uyuşturmayı başardığı, istediği gibi yönlendirdiği bir dönemi yaşıyoruz. Önümüze konulan kolaylıkların göreceğimiz zararları örtbas ettiği bu dönemde, olup biteni fark etmek bile olanaksız hale gelebiliyor. “Düşünme Çek” gibi aşağılık bir sloganı reklam adı altında gözümüze sokabiliyorlar. Ve biz cumartesi – pazar fotoğrafçıları o sloganı doğrularcasına davranmaktan kendimizi alamıyoruz. Oysa fotoğraf yaşamlarını izlediğinizde, başarılı olanların iç dünyalarındaki sakin, kararlı ortamı görüp, fotoğraf gevezelerinin oluşturduğu ortamdan kolayca ayırabilirsiniz. Gözümüze sokulan her görüntüyü alkışlama alışkanlığımız bitmediği sürece sözünü ettiğim gevezelik sürüp gidecektir.
Fotoğraf kolay olduğu için zordur. Günümüzde adeta bir görüntü seli gibi akan kirliliğe yeni ve gereksiz birkaç görüntü eklemek ve bununla oyalanabilmek işin kolay tarafıdır. Bu oyalanmayı sürdüren, başaramayacağını anladığında bıkıp başka oyuncaklar arayan fotoğrafçılarımızın çokluğu o kolaylığın kanıtı olarak kabul edilebilir. Oysa sele karışmayan, akıllarda kalabilen damlaların çok az üretilebildiği düşünülürse görüntüyü akıllara taşıyabilmenin güçlüğü kendiliğinden ortaya çıkar.
Ekinci “Sessiz Işık” adıyla sergilediği fotoğraflarla kanıtladığı başarısının arkasından bu defa da “Uzak Işık” adını verdiği çalışmaları ile o ölü köyün yorgun ışığından çıkıp, yaşayan ama ancak tarihi ile yaşayabilen, hemen yakınındaki kente, Kars’a taşıyor objektifini.
Amacı Kars’ı birkaç gün görüp roman malzemesi yapmak değil. O nedenle de uzun bir çalışma süreci başlıyor. Daha iyiye ulaşmak için defalarca tekrarladığı Kars yolculukları Kars’ın üzerini örten karanlığı aralayıp bir müze şehrimizin zamana direnen gücünü ortaya çıkarıyor. Fotoğraflarda tarihi taş yapıların etrafında görünen Kars insanları o yalnız şehrin yalnız insanları olduklarını fısıldar gibiler. Ekinci’nin bıkmadan yeniden, yeniden aramayı sürdürdüğü ışık, şehrin üzerini örten geceyi aralamak olarak da görülebilir.
Ekinci’nin görüntüleri ülkesini yaşamayı es geçip uzak ülkelerde olup biteni alıp buraya getirme marifeti ile meşgul fotoğrafçılarımız için de bir öğreti özelliği taşır. Fotoğrafla söyleyecek bir sözü olanlar için, fotoğraflarının içinde hissedilebilir olabilme kaygısını taşıyanlar için fotoğraf, orada olanı alıp buraya getirmek değildir. Fotoğraf makinesini boynunuza asmakla, beyninize asmak arasındaki farkı görebilmemizi sağlayabilmek açısından fotoğrafçının “Ben bu fotoğrafımın içinde ne kadar varım?” sorusunu sıklıkla kendisine sorabilmesi gerekir. Ekinci’nin dijital kolaylıkların aldatıcı etkisinden sıyrılıp çalışmalarını klasik yöntemlerle sürdürmeyi seçmesi, fotoğraflarını çekerken siyah beyaz filmin o tartışılmaz duyarlılığını tercih etmesi de, gösterdiği titizliğin bir başka kanıtıdır. (Tuğrul Çakar)
web sayfası fotograf örnekleri
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder