A.Kadir (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu), 1917'de İstanbul’da doğdu. Açık, aydınlık titizlikle işlenmiş şiirleriyle 1940 kuşağı toplumcu şairleri arasında yer alan şair, çeviri çalışmalarıyla dünya şiirinin tanınmasına katkıda bulunmuştur.
Ortaöğrenimini Eyüp Ortaokulu (1933) ve Kuleli Askeri Lisesi’nde (1936) tamamladı. Eyüp Ortaokulu'ndan sonra 1936’da girdiği Kuleli Askeri Lisesi’ ni bitirdi. 1939'da Ankara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken, Nazım Hikmet’in şiirlerini okuması nedeniyle okulda propaganda yaptığı gerekçesiyle açılan davada yargılandı, 10 aya hüküm giydi, okuldan uzaklaştırıldı. Cezaevinden çıkınca 1941'de İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girdi.
Tan gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. Arkadaşlarıyla 'Yürüyüş' dergisini çıkardı. 1943'te savaş karşıtı şiirlerini içeren ilk kitabı Tebliğ toplatıldı. İstanbul’da bulunması sakıncalı görülen kişilerle birlikte sıkı yönetimce sürgüne gönderildi. Sürgünlük dönemini Muğla, Balıkesir, Konya, Kırşehir ve Adana’da geçirdi. 1947'de İstanbul’a döndü ve bir bisküvi fabrikasında çalışmaya başladı. Buradan ayrılınca çeşitli yayın evlerinde düzeltmenlik, çevirmenlik gibi işler yaptı. 1965'ten sonra kitaplarını kendisi yayımlayarak yazarlık yaşamını sürdürdü.
İlk şiirleri 1930'da 'Ali Karasu' imzasıyla yayınlandı. Başlangıçta Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı. Ankara Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le kalınca şiir ve dünya görüşünde önemli değişikler oldu. Ses ve Yeni Edebiyat dergilerinde yayınlanan şiirlerinde Nazım Hikmet etkisi açıkça bellidir. Yurt sevgisini dile getiren ilk kitabı 'Tebliğ'de bir yandan savaşa karşı çıkarken bir yandan da yoksul Türk insanını gerçekçi bir bakışla yansıttı. Bireysel dramı toplumsal sorunların birlikteliği içinde ele aldı.
Olgunluk dönemi şiirlerinde konuşma diline yakın bir dil kullandı, türküler, halk şiiri ve gelenekleri motiflerinden yararlandı. Savaş, yoksulluk, sürgünlük, hapislik acılarını yaşayan insanın duygularını, iyiye, doğruya, eşitliğe olan özlemini yalınlık, gerçeklik ve lirizmle yansıttı. Çarpıcı bitişler, yinelemeler, iç uyaklar ve ses uyumları belli başlı şiirsel biçimleri. 1940'lı yılların toplumsal gerçekçi şiirinin ortak temaları ve biçimleriyle, Orhan Veli kuşağının bazı söyleyiş özelliklerini kaynaştırarak sentezci bir şiire ulaştı.
A.Kadir, güçlü ozan kimliğini çevirilerine de büyük ustalıkla yansıtmış bir çevirmendi. Onun yabancı ozanlardan dilimize kazandırdığı şiirler, -tıpkı Can Yücel çevirileri gibi- hiçbir zaman çeviri kokmaz. Onları, 'Türkçe söylenmiş' ürünler gibi yakın buluruz kendimize. A.Kadir, gericiliğe, bağnazlığa, savaşa, açlığa, yoksulluğa karşı tutum almış dünyaca ünlü ozanların şiirlerinden yalın bir Türkçeyle yaptığı çevirileri, 1960 yılında yayımladığı 'Asıl Adalet' adlı kitapta toplamıştır.
Abdülbaki Gölpınarlı ile Farsça aslından düzyazı olarak çevirdikleri Mevlana’nın şiirlerini serbest nazma dökerek 'Mevlana' adıyla bir kitapta topladı. Çok beğenilen bu kitap üst üste birkaç kez basıldı. Azra Erhat ile birlikte yaptıkları 'İlyada' çevirisi ise A.Kadir’in başarılı bir çevirmen olarak iyice tanınmasına neden oldu. İkinci kitabı 'Hoş Geldin Halil İbrahim' dönemin şiirsel eğilimlerinin dışında kalan şairin çizgisini değiştirmediğini gösterdi. Bunu 'Dört Pencere' ve bütün şiirlerini topladığı 'Mutlu Olmak Varken' izledi.
Çeviri ve eski şiirleri sadeleştirme çalışmalarını sürdüren A.Kadir, Avrupa ve üçüncü dünya ülkeleri şairlerinden tek başına ya da ortaklaşa yaptığı pek çok çeviriyi 3 ciltte 'Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri' adı altında bir araya getirdi. Ayrıca Brecht’ten yaptığı şiir çevirileriyle Paul Eluard’dan Asım Bezirci ile birlikte çevirdiği 'Seçme Şiirler' büyük ilgi gördü. '1938 Harb Okulu Olayı ve Nazım Hikmet' adlı yapıtı da bir dönemin önemli bir olayını aydınlatması açısından büyük ilgi çekmiş bir kitaptır. 12 Eylül 1980 sonrasında da bir ay gözetimde tutuldu. 1 Mart 1985'te İstanbul’da öldü.
Onun için söylenenler:
-A.Kadir'in adı, çilenin olduğu kadar direncin de adıdır, umudun ve çalışkanlığın da adıdır. Kısacası, örste dövüle dövüle çelikleşen namusun adıdır. (Asım Bezirci)
-Öyle insanı bir anda saran, sarsan bir şiir değil, yavaş yavaş sıcaklığını duyuran bir çalışmadır. (Doğan Hızlan)
-A.Kadir, dün de, bugün de halkın, insanların şairidir. Şiirlerinde alabildiğine bir insan sevgisi, alabildiğine bir sıcaklık ve candanlık vardır. (İlhami Soysal)
-Şiire Nazım Hikmet etkisinde başlamasına karşın, zamanla 1940 toplumcu, gerçekçi kuşağının özgün isimlerinden biri oldu. İçten bir anlatımla toplum sorunları ve yenik hayatların acılığını yansıttı. (Eray Canberk)
Eserleri
Şiir
1959-Hoş geldin Halil İbrahim
1962-Dört Pencere
1968-Mutlu Olmak Varken (toplu şiirler)
1988-Bütün Şiirleri (ölümünden sonra)
Çeviri-Antoloji
1958-İlyada (Azra Erhat'la birlikte)
1958-Odysseia (Azra Erhat'la birlikte)
1961-Seçme Şiirler
1967-Bugünün Diliyle Tevfik Fikret
1973-Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri-I
1975-Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri-II
1975-Portekiz Sömürgeleri Şiiri
1975-Vietnam Şiiri
1976-Filistin Şiiri
1980-Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri-III
Anı
1966-Harp Okulu Olayı ve Nâzım Hikmet
Ödülleri
1961-Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü
1980-Türkiye Yazarlar Sendikası Hasan Ali Ediz Edebiyat Çeviri Ödülü
1983-Yazko Çeviri Ödülü
1938 Harb Okulu Olayı
“Nazım Hikmet, Harp Okulu ve Donanma Komutanlığı askeri mahkemelerince ayrı ayrı yargılanmıştır. Her iki mahkemenin savcısı da, kendisini, askeri isyana itmekle suçlamıştır. Yapılan duruşmalar sonunda, bu mahkemeler, savcıların kanılarına uyduklarından, Nazım Hikmet'i, toplam 28 yıl ağır cezaya çarptırmışlardır.”
Nazım Hikmet'in davalarında bu anlamda bir tanıklık da yoktur. O halde bu iki mahkeme neye dayanarak bu suçları var saymış ve 28 yıl ağır hapis cezası vermiştir? Bu mahkemeler, aynı olayda suçlu olarak sorguya çekilen ve aynı eylemden dolayı mahkum edilen birer askeri kişinin söylediklerine dayanmıştır. Harp Okulu Mahkemesi, bir askeri öğrencinin; Donanma Komutanlığı Mahkemesi de bir astsubayın, Nazım'a mal ederek söylediği bazı sözleri kanıt saymıştır.
Mahkeme kararından şunları öğreniyoruz: 1937 yılında sol fikirlere (komünizme) eğilimi olan Harp Okulu öğrencisi (5409 sicil numaralı Ömer Deniz'dir bu çocuk), Nazım'la görüşme isteğine kapılıyor. Ve bir gün, Beyoğlu sinemalarının birinin lobisinde Nazım'la karşılaşıyor. Nazım'ı resimlerinden tanıdığını, onu dikkatle okuduğunu filan söyleyerek şaire yakın olmaya çabalıyor. Nazım bu genç Harbiyeliye yüz vermiyor ve uzak duruyor ondan. Fakat 3 Aralık 1937 gününe denk gelen Şeker Bayramı arifesinde, aynı çocuk okuldan kaçarak Nazım'ın Nişantaşı'ndaki evine gidiyor ve onu ziyaret ediyor.Bu genç, ilk soruşturmadaki sözlerinde Nazım Hikmet'le bir saat kadar konuştuğunu ve kendisine bazı sorular sorduğunu bildiriyor. Nazım'ın da ona şu cevapları verdiğini öne sürüyor:
“Ülkemizde üniversite çevresi faşist unsurlarla dolu. Türkiye'ye en büyük tehlike faşizmden gelir. Siz gençsiniz. Başınızı şimdiden ateşe atmayın, yazık olur size..Siz ileride ordunun güçlü elemanları olacaksınız. Orduya girince köylü neferlere, önce Cumhuriyeti ve sonra komünistliği aşılayacaksınız. Türkiye'de doğrudan doğruya komünistlik olmaz. İlk zamanlarda bulacağınız fırsatlardan yararlanarak Almanya ve İtalya'nın Türkiye'ye düşman olduklarını ve Almanya'nın Balkanlar ve Anadolu üzerinden Basra Körfezi'ne inmek ve İtalyanların da güney sınırlarımızdan ülkemize faşizmi yaymak istediklerini anlatmalısınız.”
İşte Nazım Hikmet'in, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'ne düşmesine neden olan sözler bunlardır. Fakat Harbiyeli öğrenci Ömer Deniz, duruşmaya çıktığında bu söylediklerini inkar etmiş ve Nazım'ın kendisine böyle şeyler söylemediğini açıklamıştır. Buna rağmen mahkeme öğrencinin ilk soruşturmadaki sözlerini kanıt saymış ve Nazım'ı orduyu isyana itmekten dolayı 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırmıştır.
Donanma Komutanlığı Mahkemesi'nde de durum farklı değildir. Sözde, bir deniz astsubayı (Hamdi Alevdaş) Nazım'la görüşürken Nazım'ın kendisine şunları söylemiş olduğunu ilk soruşturmada ileri sürüyor: “Bana, donanmadaki fakir askerlerin adresini gönder, onlara para yollayacağım…” Ancak bu astsubay ( Gedikli) yargıç önüne çıktığında, Nazım'ın kendisine böyle bir şey söylemediğini belirtiyor. Fakat mahkeme, ilk soruşturmadaki sözleri kanıt olarak kabul ediyor ve askeri isyana teşvik etmekten Nazım'a 20 yıl ceza veriyor.
Allem kalem, işte bu sözlere dayanarak Nazım toptan 28 yıl 4 ay hapis cezası alıyor. Bu arada son derece ilginçtir ki; bu hükmü vermiş olan askeri mahkemelerin beşer üyesinden dördü, hukuk öğrenimi görmemiş ve yargıçlık niteliği taşımayan, sıradan subaylardır. Davanın sonunda 5 Harp Okulu öğrencisi dolaplarında Nazım'ın piyasada yasal olarak satılan kitapları bulundu diye tutuklanır. 5271 Abdülkadir (Meriçboyu) 5 yıl, 5409 Ömer Deniz 7 yıl, 5362 Orhan Alkaya 5 yıl, 5227 Necati Çelik 5 yıl, 5321 Mustafa Ergün 5 yıl…ve Nazım Hikmet 15 yıl…
Mahkemede kimler yoktu ki? Ulus meydanında gazete satan bir sanık, Yakup Dalkılıç yargıçların önüne çağrılır. Niye? Sanık olarak dinlenecek. Nazım'ın kitaplarını satıyormuş ya! Bir ara yargıç, daktilo görevlisine seslenir; “ Satır başı ” ... Aynı anda Yakup Dalkılıç küttedenek düşüp bayılıyor. Apar topar ayıltıyorlar. “Ne oldu evladım?” Yakup Dalkılıç konuşamıyor, eliyle koluyla bir şeyler anlatmaya çabalıyor. Mahkemenin cingöz mübaşiri olayı anlıyor ve başlıyor bıyık altından gülmeye. Heyet başkanı, yargıç şaşkın/ kızgın mübaşire bakıyor. Mübaşir; “Sayın yargıç, Yakup beyefendi daktiloya söylediğiniz satır başını ‘başına satır' anlamış da ” diyor. Salonda bir gülüşme… Nazım bile gülüyor. Sonra Yakup Dalkılıç beraat ediyor ama…bu anıyı, mahkemenin kalitesi ve tanıkların/sanıkların pozisyonunu belirtmek için anlattım.
Şakası bir yana; bu zırvalığın ortasında sinirden ne yapacağını bilmeyen Nazım, sürekli bıyığıyla oynuyor. Bunu gören yargıçlardan biri, bunu, Nazım'ın birilerine şifre verdiği şeklinde yorumlayıp şairi azarlıyor. Nazım da dayanamıyor ve “peki bıyığımla oynamam” diyor. “Ama siz de tespih çekmeyin. O da benim sinirimi bozuyor”…
Bendeki A.Kadir...
bitmedik yol yok.
bu ne aşılmaz dağmış, deme
aşılmadık dağ yok.
bu ne erişilmez ülkeymiş, deme
erişilmedik dağ yok.
kendini kapıp koyverme...
-bir deniz üstündeyim, ne ucu var ne bucağı
bir rüzgar önündeyim, gel keyfim gel
bir sevda içindeyim, başım dumanlı.
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
bir iner bir çıkarım bu yokuşu
ağzımda bal gibi tatlı bir türkü
kazanırım çocuklarıma ekmek parası
ben deniz üstünde, rüzgar önünde
ben sevda içinde, tatlı türküde.
inişte yokuşta, ekmek parasında
iki oğlum var, mehmet'le ali
gönlümde bir dünya, pamuk gibi
şeytan baktı baktı gözüme
şeytan geri geri adım attı
şeytan gitti dayandı duvara
çat dedi çatladı
iki oğlum var, mehmet'le ali
gönlümde bir dünya, pamuk gibi...
-bir kadın var oldukça karnı burunda
bir ana var oldukça çocuğunu emziren
umut kesilmez dünyadan...
-sıcacık bir yağmur siner
kara gecenin içine
toprak somun gibi kabarır
tak tak vurulur kapıma
kişner kapımda kıratım
dünyam gümüşler kuşanır...
-görürsen birini,
ki dokur kendi ömrünü
yalnız senin gözyaşından,
insan değildir bilesin...
-bu akşam içimde
tuhaf bir sıkıntı var,
dünyada sanki bir ben kalmışım,
sanki herkes
nerde keder varsa bırakmış,
ben nerde bulduysam
toplamış almışım.
önümde söğüt ağacı
her zamanki haliyle, çaresiz,
havuzda su rahat,
insanlar susmuş.
sessiz bir yağmur gibi başladı bende
konuşmak ihtiyacı...
-bir taş üstüne oturup
dağlara baktım.
üzerine güneş vurmuş dağların.
nedense birden,
bakıp bakıp dağlara,
türkü söylemek geldi içimden.
-ama ne bir dost var yanımda dinleyecek,
ne bir yolcu,
ne bir düşman.
hem pek acıklı olur benim türküm,
böyle bir ağlayıp
bir güldüğüm zaman...
-Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar,
kiminizin beş çocuğu,
kiminizin nar gibi yanakları var,
kiminiz kocasız kalmış,
kiminiz ihtiyar,
kiminiz daha körpe henüz.
Bana umulmadık,
eskimiş türküler düşündürür
siyah başörtüsü altında yüzünüz.
parmaklarda tütün kokusu.
tütün kokusu pazen entarilerde.
biriniz ekmek alır fırından,
biriniz durmuş öksürüyor ilerde,
geçiyor bizim mahalleden biriniz.
Cibali dendi mi
aklıma siz gelirsiniz, kadınlar.
çarpık ayakkablarınız gelir
ve kahraman elleriniz...
-çok olun, çocuklar, çok olun,
yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.
bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
bu dünya aşkın içinde, alın terinde.
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.
mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.
çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.
çocuklar, çiçekleri umudumuzun...
-insan kuş kanadında gelen yazı.
insan arı su, insan ak süt.
insan yemyeşil uzanan bahçe.
insan kum, insan çakıl taşı.
insan yiğit, insan dost, insan sevdalı.
insan kancık, insan ödlek, insan hergele.
insan kocaman, dağ gibi.
insan parmak kadar, küçücük.
insan alın teri, insan lokma, insan kan.
insan solucan, insan sülük.
insan kuş kanadında gelen yazı.
insan gül fidanında yanan konca.
insan umutların kapısı...
A.Kadir için Polis Radyosunun hazırladığı (Türk Şiirinin Dorukları-30 Büyük Şair ismiyle hazırlanan bir seri) programı mp3 olarak PC'nize indirebilirsiniz.. Link Link2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder