İkaros Yayınları-2008, 624 sayfa
Özcan Erdoğan, 1974 yılında Tunceli’de doğdu. 2003-2005 yılları arasında çıkan İmlasız dergisinin yazın kadrosunda yer aldı. Günümüz edebiyat dergilerinin internetteki önemli paylaşım alanlarından biri olan Şiir Penceresi edebiyat sitesinin editörlüğünü ve yine kendisinin kurmuş olduğu İkaros Yayınları’nın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.. Şiir, şiir üzerine düzyazı ve söyleşileri Altamira, Haliç Edebiyat, Yaba Edebiyat, Budala, Kavram Karmaşa, Üç Nokta, Gösteri, Varlık, Edebiyat ve Eleştiri, Bahçe, Başka, Öteki-siz, Düşlük, Kül, Heves, E, Yom Sanat, Cumhuriyet Kitap, İmlasız, Bireylikler gibi dergilerde yayımlandı.
Önsöz
"Erkekle kadının aşkı olsun, genel anlamda insanların insanlara aşkı olsun, ruhsal özgürlükten koptuğu sürece, ölümsüzlük ve sonsuzluk fikrinden uzaklaştığı sürece inançsız bir aşk olarak kalacaktır. Gerçek aşk, sonsuzluğun kanıtlanmasıdır." (Nikolay Berdyaev)
"İnsanın çılgınlığı nefret, zulüm, barbarlık ve körleşme kaynağıdır. Ama duygusallığın intizamsızlığı ve düş gücünün taşkınlıkları olmasaydı, imkânsız olanı istemenin çılgınlığı olmasaydı; atılım, yaratıcılık, icat, aşk ve şiir de olmazdı." diyor Edgar Morin. Evet, birçok sanatsal yaratının ortaya çıkarılmasında, buluş ve keşfe gidilen süreçte sanat, edebiyat, bilim ve düşün insanının o bilinmezliğe olan merak ve açlığının yattığını söyleyebiliriz. Tıpkı aşkta olduğu gibi işleyen bir süreç, sancılar ve sonunda biricik bir doğum. Ancak Aragon'un da dediği gibi "Aşk, bize güç veren tek özgürlük yitimidir" de. Sıkılmış bir bağdır, çözmeye kalktıkça kördüğüm olan. Her ne kadar şiirde olduğu gibi aşkta da ortak bir tanım üzerinde buluşmak pek mümkün olmasa da, aşağı yukarı böyle bir tanıma yaşanan olumlu ve olumsuz örneklerle bir şekilde yaklaşmaya, en azından etrafında dolaşmaya çalışmak mümkün. Bu kitapta aşka dair belki de en anlamlı söz ve yapıtların altında imzası bulunan çoğu dâhinin, aşkın öznesi olduğunda yaptıkları/yapmaya çalıştıkları o aşk tanımlarının neresinde durduklarını, aşk denen o sayrılığı ne kadar sağalttıklarını da görmüş olacağız.
Dâhiler ve Aşkları; sanat, edebiyat, bilim ve düşün tarihinin önde gelen dâhilerinin yaşadığı aşkları, eserleri paralelinde ortaya koyan, ansiklopedik ölçekte bir biyografi kitabı. Gerek ülkemizde, gerekse dünyada -toplam olarak- bu kapsamda oluşturulmuş nadir eserlerden biri olma özelliği de taşıyan bu önemli kitap; içinde yer alan dâhilere, yaptıkları çalışmalar ve ilgi alanları açısından, oldukça yakın değerli yazar ve şairlerimizin yoğun çabalarıyla ortaya çıktı.
Bu kitabın hazırlanmaya başlandığı 2007 yılından bu yana, bu bir yıllık sürece baktığımızda; çalışmamıza daha yeni başlarken en önemli sorun olan, hangi yazarın hangi dâhiyi kaleme alacağı konusunda birçok tereddüt yaşamıştık. Hatta çalışmamıza gösterdiğimiz titizlik ve ulaşmak istediğimiz nitelik açısından bazı yazar arkadaşlarımızla da yollarımızı ayırmak zorunda kalmıştık. Çalışmaya dahil olan yazarlarımızdan kimileri kaleme aldıkları isimlerin eserlerini çevirmiş, kimileri üzerine tezler vermiş, araştırma ve incelemeler yapmış, başlı başına önemli eserler ortaya koymuş, kimileri de bu dâhilere âşık derecesinde tutkunlardı. Çalışmamızın sonuna gelindiğinde daha işin başında yapılan bu görev dağılımının ne kadar isabetli olduğu siz değerli okurların gözünden kaçmayacaktır.
Çalışmamız süresince Türkçeye çevrilmiş mevcut biyografi kitaplarının tamamına yakını taranmıştı. Bunun yanı sıra yeterli ölçüde görmediğimiz veya eksik gördüğümüz bazı bilgi ve belgeler nedeniyle yurtdışından kaynak arayışlarımız da oldu. Bu kaynakların neredeyse tamamını tedarik ederek ilgili yazarlarımıza ulaştırdık. Bu araştırmalarımız sırasında benzeri bir toplama sahip böyle bir kitabın olmadığını da fark etmiş olduk. Daha önce böyle bir kitabın yayımlanmamış olması; her ne kadar bu yoğun çalışmamızda bizlere daha çok işin düşmesine neden olduysa da, aslında gerek yenilik ve özgünlük açısından gerekse böyle değerli bir eserin ortaya çıkmasında göstermiş olduğumuz gayret açısından, bizler için önemli bir etken oldu diyebiliriz. Dâhiler ve Aşkları, okurların olduğu kadar, pek çok yazar, akademisyen ve araştırmacı için de -kendi alanında tartışılmaz bir yetkinliğe kavuşmuş bu dâhilerin yapıtları üzerinde yapacakları araştırma ve incelemeler açısından- vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olacaktır. Bu vesileyle kütüphanelerde mutlak suretle bulundurulması gereken bir kitaptır da.
Öte yandan kişi başına düşen kitap sayısının ve kitap okuma oranlarının çoğu Afrika ülkesinden bile geride olduğu ülkemizde; sanatı, edebiyatı, bilimi ve felsefeyi insanlarla buluşturabilmenin bir yolunun da, bu alanlarda yapıtlar vermiş dâhilerin yaşamlarına tanıklık etmek, insanlığın ortak paydası olan aşkın o derinliklerine birlikte yolculuk ederek, bir şekilde insanı/insanımızı o dünyaya yaklaştırabilmektir. Eminiz ki, insanları bu dâhileri tanımaya davet etmek, bu renkli, kimi uçuk kaçık kişilikleri biraz daha anlamanın yolunu açacak ve ilerleyen süreçte, bunları biraz daha sevmelerine neden olacaktır, diye düşünüyoruz.
Dahiler ve Aşkları aynı zamanda Aragon'un ‘Mutlu aşk yoktur' dizesini, kitabımızın diğer bir adı olacak kadar doğrulayan bir kitap oldu. Bu kitabın sayfaları arasında gerek yaşamları, gerekse yaşadıkları aşkları açısından mutlu olan özne/dâhileri görmek ne yazık ki pek mümkün olmadı. Daha ilk düzeltmelerin yapıldığı aşamada gözyaşlarımız sayfaların arasında birer ayraç gibi kaldı. Evet, Dahiler ve Aşkları tam bir trajediler kitabı da oldu, diyebiliriz.
Bu kitabın sayfaları arasında; "Aşksız olma ki ölü olmayasın. Aşkla öl ki diri kalasın." diyerek bize rehber olan Mevlâna'yı bulacaksınız. Oscar Wilde'ın mahkemedeki savunması vardır, aynı zamanda birer tutanak sayılabilecek bu sayfalarda: "Bu sevgi, sadece bu yüzyılda yanlış anlaşılmıştır. O denli yanlış anlaşılmıştır ki, 'adının geçmesine cüret edilemeyen aşk' olarak tanımlanabilmiştir". Kafka'nın iletmeye çalıştığı bir nottur kimi yerde; "Onunla benim hakkımda konuşacak olursan bir ölüden bahseder gibi an beni." dediği. "Onu o kadar uzun süre seveceğim ki, sonunda o da beni sevecek." diyen Van Gogh'un biçareliğini,.. "Ah Leonardo, boş bir aşk uğruna böyle içini karartmak neden? Beni küçümseme, zavallı değilim. Büyük arzuları olandır zavallı." diyerek kendi kendine söylenen Leonardo'yu,.. "Ah, ah! Ancak aşk yumuşatabilir hayatımdaki acıları! Ey tanrım! Sevgisi gücüme güç katacak kadını gönder bana artık!" diye yakaran Beethoven'i,.. "Aşkta sevilmeyen kişi olmasına rağmen seven birisi olarak yaşadığı dünyada çekilen acıların nasıl taşınabilineceğini gösteren" Dante'yi,.. Hayatı boyunca doğru dürüst bir birliktelik yaşayamayan Nietzsche'ye "Kadınına giderken kırbacını yanına almayı unutma!" dedirten nedenleri,.. Salvador Dali'nin aşkı Gala'yla ortaya çıkan dehasını bulacaksınız, sanatı için aşkı ve kadınları asla vazgeçilmez olarak görmeyen Picasso'yu da elbette ve de diğerlerini... Evet, toplam kırk dört ismin daha çok da trajik olan aşklarını bulacaksınız bu kitapta.
Bu arada ‘dâhi' derken bunun özellikle bu kitap bağlamında kategorik bir anlam ifade etmediğini de hemen hatırlatalım. Kim ‘dâhi' kim değil, bu tartışılır elbette, ancak sanat, edebiyat, bilim ve düşün tarihini bir şekilde etkilemiş, belli bir yetkinliğe ulaşmış belli başlı isimlere olabildiğince yer verildi bu çalışmada. Olabildiğince de geniş tutuldu bu liste. Daha çok kabul görmüşlükler üzerinden, hatta bir iki isim için popüler belirlenimlerin de etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bunun farkındayız. Ama sonuçta hiç beklenmedik bir isim yok bu kitapta. Aslında dâhi olarak kabul görebilecek bazı isimlerin burada olmadığı da fark edilecektir. Bunlardan kimisi aşk, sevgi vb. ilişki ve birlikteliği hiç yaşamamıştı (sanıyoruz), kimine ait bilgilere de ulaşamadık; gizli kalmıştı bir yerlerde, ya da tarihin tozu dumanı içinde kaybolmuştu. Benzer bir durum kitaba alınan birkaç isim için de kısmen de olsa söz konusuydu. Örneğin; Sappho, Dante, Shakespeare ve Leonardo da Vinci gibi isimlerle ilgili, eldeki veriler biyografik bir yazın tarzına tam olarak uygun değildi. Ancak bunları kaleme alan değerli yazarlarımız sayesinde, bu dâhilerin eserleri üzerinden edebi bir lezzetle oluşturulan kurgusal metinlerin, kitabımızın bütünlüğünü bozmadan, aynı zamanda kitaptaki en önemli yazıların arasında yer aldığı gözlerden kaçmayacaktır.
Bugün bizim için önemli olan; dünyayı kasıp kavuran her türlü savaşın nesnesi durumuna düşürülen ve üzeri kapanan insanın aşktan umudunu kesmemesini ona hatırlatmaktır. Hâlâ yaşanması mümkün olabilecek aşklara öyle çok da uzak olunmadığını göstererek, bir dâhi'den tutun da kapı komşumuza varıncaya dek her insanın yaşadığı/yaşayabileceği aşkla/aşklarla olan akrabalığımızın altını çizmek, insanın insana olan o insanca yolunu açmaktır. Çünkü o henüz atılmamış adımlara olan inançtır aşk.
Dâhiler ve Aşkları; sanat, edebiyat, bilim ve düşün tarihinin önde gelen dâhilerinin yaşadığı aşkları, eserleri paralelinde ortaya koyan, ansiklopedik ölçekte bir biyografi kitabı. Gerek ülkemizde, gerekse dünyada -toplam olarak- bu kapsamda oluşturulmuş nadir eserlerden biri olma özelliği de taşıyan bu önemli kitap; içinde yer alan dâhilere, yaptıkları çalışmalar ve ilgi alanları açısından, oldukça yakın değerli yazar ve şairlerimizin yoğun çabalarıyla ortaya çıktı.
Kitapta yer alan yazarlar ve kaleme aldıkları dâhiler
Kitapta sanat, edebiyat, bilim ve düşünce dünyasını bir şekilde etkilemiş 43 isme yer veriliyor. Bu isimlerin aşkla olan macerasını, 33 yazar/şair anlatıyor. Dâhilikle delilik arasındaki incecik çizgide gidip gelmiş bu isimlerin ortak yanı, aşkın peşinde bir trajediye sürüklenmiş olmaları. Görüyoruz ki, sırrı hâlâ çözülemeyen aşk, başı bulutlara değen 'dâhi'lere bile diz çöktürüyor. Ve onların yenilgisi hayli trajik oluyor.
01-Louis Aragon-Elsa Triolet / Bahadır Gülmez
Fransız şair, yazar ve editör, Louis Aragon (1897-1982), Rus şair Vladimir Mayakovsky'nin resmi nikahsız eşi Rus yazar Elsa Triolet'e aşık oldu ve 1939 yılında evlendiler. 1940'lı yıllarda Elsa, ünlü yazarın ilham kaynağı oldu.
Tanışmalarından hemen sonra birlikte yaşamaya başlarlar. Büyük bir bunalım içinde olan Aragon'un yaşamı farklılaşmaya başlamıştır: "Deniz kıyısındaki bir çakıl taşı gibi buldum beni, hani eğilip alınır ya yerden/ Kayıp bir eşya gibi kullanma yönergesi bilinmeyen/ Senin karşına çıktım işe yaramaz bir söz gibi gecenin karanlığında". Çiftin ilk yılları zorluk içinde geçer. Üç yıl boyunca Elsa'nın kendi elleriyle yaptığı ve Aragon'un da pazarlamacı olarak elinde valizle Paris'in antikacılar sokağında sattığı kolyelerin geliriyle geçinirler. Sonra militanlık dönemi başlar. Moskova'da "komünist dünya" ya tanık olurlar. Aşk ve Ütopya egemendir artık ikilinin dünyasında. On yıl önce aşkın suratına tüküren şair, "Modern zamanların kadını doğdu ve ben onu türkülüyorum. Bundan böyle de onu türküleyeceğim" diyecektir ve bu türkü Elsa olacaktır. Ustalık döneminde yazdığı bütün uzun soluklu şiirlerin hepsi Elsa'ya adanmıştır: "Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin"...
Elsa'nın "yapıtlarımın içinde en öz geçmişsel olanı" dediği Beyaz At'taki şu satırları unutmak olanaksızdır:
"İyi ve şefkatli biriydim ben, ama herkes beni kendisi için seviyordu, hiç kimse hiçbir zaman acımadı bana, hakkımda bir şeyler öğrenmek istemedi. Ne annem, ne kız kardeşim ne kocam, ne de köpeğim"..
02-Charles Pierre Baudelaire-Jeanne Duval / Bâki Ayhan T.
Fransız şair, Charles Pierre Baudelaire (1821-1867)
“Edebiyatçılara ancak iki tür kadın önerebilirim: Yosmalar ya da aptal kadınlar..”
Henüz 6 yaşında babasını kaybetmiş olması onda annesine karşı aşırı bir bağlılığa yol açmıştır. Genç ve dul anne ise kocasının ölümünün üzerinden çok kısa bir süre geçmişken bir başkasıyla evlenir. Annesine tutkun olan ve daha 6-7 yaşlarında birbiri ardınca travmalar yaşayan Baudelaire'inin tepkisi şudur: "Benim gibi bir oğlu olan kadın bir daha evlenmemeliydi." Bundan böyle Baudelaire'in gözünde kadınlar hep "yanlış yapan, yalnız bırakan, ne zaman terk edip gideceği bilinmeyen" mahluklardır. Bir tür hayatının Kötülük Çiçekleri..
Paris'in sevilen salonlarından birini sahibi olan Madama Sabatier'in mermer güzelliğine kendini kaptırıp onu elde etmek için uzun uğraşlar veren Baudelaire isteğine kavuştuktan sonra Sabatier'e bir mektup bırakır: "Sevgili güzelim, kadınlar hakkında önyargılarım hiç de hoş değil. Kısacası inanmam onlara. Güzel bir ruh taşıyorsunuz ama ne de olsa bir kadın ruhu bu. Sen bir kaç gün öncesine kadar güzel, kirletilmez, esenlik veren bir tanrıçaydın, ama şimdi artık yalnızca bir kadın oldun"..
Baudelaire, entelektüel , sanatçı kadınları evinde ve yatağında istemiyordu. Çünkü onlar ne sevişmesini ne de çorba yapmasını bilirler, güzellikleri mermer güzelliğidir, soğuktur. Onlarla yalnızca platonik aşk yaşanır. Hayatının kadınıyla ise( Siyah Venüs) 21 yaşındayken tanışır. Dominikli melez Jeanne Duval. Hayatının kalan bölümünde, küçük ayrılıkları saymazsak, 25 yıl boyunca her zaman var olacaktır, hem kadını hem ilham perisi. Bu melez ilham perisi kimi zaman anne, kimi zaman fahişe, kimi zamansa bir melektir şair için.
"Yatmak, bir başkasına girmeye çalışmaktır, sanatçı ise hiç çıkmaz kendi içinden"...
03-Ludwig van Beethoven-Antonie Brentano / Halim Şafak
Alman klasik müzik bestecisi Ludwig van Beethoven (1770-1827)
Alkole karşı olan zaafıyla bilinen Beethoven’in babası Johann'da saray müzisyeniydi. İlk piyano derslerini henüz dört yaşındayken babasından aldı. Katı bir insan olan babası çocuğunu çok zorluyor, dahası çalışmalar sırasında şiddet bile uyguluyordu. Daha dört-beş yaşında olan, parmakları piyanoya yetişemeyen çocuk bazen bu çalışmalar sırasında gözyaşı döküyordu.
Annesinin ölümünden sonra Beethoven Viyana’ya geri dönüp, yaşamının sonuna dek orada yaşamıştır. 1794’e dek Viyana aristokrasisi içindeki müzik aşıklarına saraylar ile özel toplantılarda çaldı. 1795 yılına kadar halka açılmamıştı. Başlangıçta bir besteci olarak değil, bir piyanist, bir öğretmen olarak adını duyurarak, kısa zamanda üne kavuştu. 1798 yılında Beethoven işitme problemleri yaşamaya başladı. Bu tarihten başlayarak 21 yıl boyunca hiç kimseyle iletişim kurmadı. Ancak 1819 yılına gelindiğinde yazarak insanlarla diyalog kurmaya başladı. 21 yıl boyunca çekilen yalnızlık çok derin acılar yaşamasına neden oldu. Beethoven bütün senfonilerini işitme problemi yaşamaya başladıktan sonra bestelemesi de dikkate değer bir olaydır.
Beethoven ömrü boyunca birkaç kadını sevmesine rağmen hiç evlenmemiştir. Bunlar içinde evlenmeye en çok yaklaştığı, en çok sevdiği Ölümsüz Aşkı’dır. Kim olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu kadının, Frankfurtlu bir tüccarın karısı olan Antonie Brentano olduğu sanılmaktadır. Sevdiği kişiye kendini bütünüyle veren Beethoven, Diabelli Varyasyonları’nı ölümsüz aşkı’na adamıştır.
"Ah, ah! Ancak aşk yumuşatabilir hayatımdaki acıları! Ey tanrım! Sevgisi gücüme güç katacak kadını gönder bana artık!"
O kadın hiç gönderilmedi. Beethoven için genç yaşta hayattan uzaklaşıp yalnızlık ve uğultulu bir sessizlik çinde yaşamak yeterince sarsıcı bir durumdur. İntihar etmesini engelleyen tek şey sanat aşkıdır. "Ölüm, sanat yeteneğim kendini tam göstermeden önce gelmesin" diyecek kadar sanatına bağlıdır.
Beethoven, bütün bunları yaşarken saldırganlığından hiçbir şey kaybetmemiş, dünyaya bakışına paralel olarak halkçı tavrından ödün vermemiştir. Konserlerinden birinde olduğu gibi sanata saygı duymayanlara "Ben böyle domuzlara piyano çalmam" deyip salonu terk edecek kadar radikal bir tutuma sahiptir. Yine Başkonsül Napoleon Bonaparte için yaptığı besteyi, Boneparte'in bayağı, aşağılık ve insan hakları düşmanı biri olduğunu anladığı anda adını 'Sinfonia Eroica' olarak değiştirecek kadar devrimcidir. Anlamsız bulduğu şeyler karşısında da benzer bir tutarlılığa sahiptir. Saçlarından bir tutam kesip vermesini isteyen kadın hayranına bir keçinin sakalından kestiği bir tutam kılı vermesi müthiş bir ironidir.
Beethoven'in aşkları ardında yüzyıllardır insanların kulaklarında uğuldayıp duran melodiler bıraktı. Onun, doğanın ve insanların içinden çekip çıkardığı tınılar soluğu hiç kesilmeyecek birinin ıslığıdır. İnsan Beethoven'in aşklarının geride bıraktığı yalnızlığa hala borçludur. İnsan ömrü bu borcu ödemeye yetebilir mi bundan kuşkuluyuz.
04-Yahya Kemal Beyatlı-Celile Hikmet / Şeref Bilsel
Türk Şairi Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958)
"Aldanmak; o biraz ten biraz saçtır.."
Yahya Kemal'in başından birçok aşk macerası geçmiştir. Bunların içinde, kendisine en çok tesir eden ve evliliğin kıyısından döndüğü kadın Nazım Hikmet'in annesi Celile Hanım'dır. Yahya Kemal, o sıralar Heybeliada'daki Bahriye Mektebi'nde ders veren ünlü bir şairdi. Öğrencilerinin arasında Nazım Hikmet'le Necip Fazıl, Fahri Korutürk vardır. Celile Hanım ise çok başarılı natürmortlar yapan, piyano çalan ve Fransızcayı anadili gibi konuşan genç ve güzel bir kadındır. Hafta sonları Nazım Hikmet annesinin yanına gelir, Yahya Kemal Nazım'a-okul dışında- Türkçe ve şiir sanatı üzerine dersler vermeye başlar. Bu derslerden arta kalan zamanlarda Yahya Kemal ile Celile Hanım uzunca sohbet ederlerdi. Sohbetlerin önemli bir kısmı sanat-edebiyat üzerinedir.
Bu arada Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Celile Hanım uğruna intihara kalkıştığı dedikodusunun yayıldığı dönemlerdir. Yahya Kemal'in ortalıkta görünmeyişi hatta derslere gelmemesi bu söylentileri daha da körükler. Bütün bu dedikoduların farkında olan Nazım bir rivayete göre Yahya Kemal'in ince siyah pardösüsünün cebine dürülü bir kağıt bırakır. Kağıtta "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz" yazmaktadır. Bu not Yahya Kemal'i çok üzer, oysa son görüşmelerinde üstü kapalı da olsa Celile Hanım'a evlenme düşüncesini açmıştır.
Sonra kendini çeker uzaklaşır, Celile Hanım bu uzaklaşmayı anlayamaz ve nedenini öğrenmeye çalışır ve aradan geçen bir zamandan sonra tekrar Celile Hanımı görmeye gelir ve konuşurlar hatta nikah tarihlerini kararlaştırmaya kalkarlar, ama beklenmedik bir gelişme her ikisini de hayretler içinde bırakır, Nazım hastalandığı için okuldan eve döner ve onları baş başa bulur, birden Yahya Kemal'in üzerine yürür, onu ölümle tehdit eder. Yahya Kemal dışarıda beklettiği arabaya kendini zor atar..
Yahya Kemal öldükten sonra, evraklarının arasında, içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıkar. Zarfın üzerine şöyle yazmıştır: "Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930'da Sirkeci garında gece saat 10'da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir. Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima hıfzedeceğim.."
Yahya Kemal, ne yayımladığı şiirlerini kitaplaştırdı, ne de aşklarını evlilikle sonlandırdı. Şiirlerinin ve evinin "kapı"sı olmadı.
05-Bertolt Brecht-Helene Weigel / Eren Aysan
Alman şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht (1898-1956)
Helene Weigel/ Margarete Steffin /Elisabeth Hauptmann / Ruth Berlau
"İnsanların kendini tanrı gibi hissettikleri an ondan korkmaya başlayın.."
'Ben sana aşığım' dediğim andan itibaren ötekini benim üzerimde iktidar ediyorum, çünkü iktidar emretmek, istemek ve rica etmek parametreleri üzerine kuruludur. Hatta rica etmeyi yalvarmaya kadar götürebiliriz.’ Egemenlik ilişkisi demek, iktidarın kalıcılaşması, kurumsallaşması demek.
1941 baharı. Ayakkabı değiştirir gibi ülke ülke gezen Bert..Peşinde onunla beraber olmaktan başka şansı olmayan üç kadın.. Bir kere bütün çalışma arkadaşları onunla en az bir kez yatmıştır. Hani bunlar da en çok bilinenleri. Sürgün yıllarında Elisabeth başının çaresine bakacaktır ama Helene ve diğer iki kadının Brecht'in kolunun altına sığınmaktan başka şansı kalmamıştır. Biyografi yazarı Klasus Wölker şöyle yazacaktır: " Brecht'in bir kaç yıl boyunca kesintisiz olarak birlikte yaşadığı bu üç kadınla ilişkisi güzel bir sevecenlik ve karşılıklı tatminle doluydu. Bu kadınların herbiri kendisini bulabildiği, sevgiyle kucaklarken bile dost kalabildiği birer hayat arkadaşıydı.."
Elias Canetti ise şu yorumu yapmış Brecht için: "Brecht arabasına gösterdiği şefkati başka hiç kimseye göstermez."
Brecht ile ilgili güzel bir tanıtım sayfası..
06-Charles Bukowski-Linda Lee / Zate Zatturi
Amerikalı şair, romancı ve ressam ( 1920-1994)
Bukowski ailesi milliyetçi ideoloji ile donanmış ve yoksulluğu kabullenmemiş bir aile idi. Oysa ekonomik zorluk aile için geçici bir durum da değildi. Uzun yıllar yoksulluktan kurtulamayacaklardı. Babası sürekli annesini döverdi. Aile şiddetine sürekli tanık olan Bukowski 'sürekli yalnızlık'ı daha ilkokul yıllarında tercih eder. Okulda oyun oynayan arkadaşlarını aptal bulur.
Bukowski'nin ergenlikte geçirdiği hastalık sonucunda cildi bozulmuştur ve uzun yıllar kadınlara yaklaşamayacaktır. Kendisinin aktif olduğu ilişkilere de giremeyecektir. İleriki yıllarda yaşayacağı duygusal ilişkilerde her zaman çekimser, tutuk kalmasında geçirdiği hastalığın yaratmış olduğu kompleks belirleyicidir.
'Çıbanların biri kaybolurken diğeri çıkıyordu, sık sık aynanın karşısına gelerek bir insanın ne kadar çirkinleşebileceğine bakıyordum.'
Jane, Bukowski'nin yaşamında önemli bir yer tutar. Yirmi üç yaşında tanıştığı ve ilk kez cinsel deneyimini yaşadığı kadın olan Jane ile Bukowski on yıl boyunca duygusal beraberlik yaşar. Bu sıralarda Avrupa'da öne çıkan avangard edebi anlayışlar ilgisini çekmez, daha çok Beat kuşağına karşı konumunu belirlemeye çalışır, gene de etkilendiği yazarları anarak onlara duyduğu vefa borcunu belirtmeyi de ihmal etmez:
'Fante bana duygu dolu cümleyi verdi; Hemingway yalvaran cümleyi; Thurber zihnin elinde olmadan yaptıklarına gülmeyi bilen cümleyi; Soroyan kendisini seven cümleyi; Celine sayfayı bıçak gibi kesen cümleyi; Sherwood Anderson cümlenin ötesindeki cümleyi. Hepsinden bir şeyler ödünç aldığımı sanıyor ve bunu itiraf etmekten utanmıyorum.'
Bukowski 60'lı yılların sonunda Frances Smith ve kızı Marina'ı terkeder. Kızının annesi Smith bir hippidir. Postane romanında Smith'i Fay karakteriyle yer vermiştir. Kendini iyice yazıya verir. Fransız yazar Philippe Dijan, Bukowski'nin cinsellik ve kadınlar üzerine yazdıklarıyla ilgili şunları söyler:
'Seks sahneleri bir yazar için ateşten gömlektir. Birinin gerçek bir sanatçı olup olmadığı bu sahnelerde ortaya çıkar. Bir yazar kendini burada ele verir. Bazıları aşırı kaçar bazıları yetersiz kalır. Miller'da seksle ilgili herşey tamamen doğal, hayatın bir parçasıdır ve bu takdire değer. Bukowski'de durum daha farklı. Onu sevimli yapan inanılmaz bir mütevaziliği var. Vahşi görünüyor. En kaba kelimeleri kullandı ve açıksözlü oldu, ama seksi özellikle bir trajedi olarak ele aldı, çünkü bu türden bir sahne yazarken ilgilendiği seks değildi. Onun yerine bir erkekle bir kadın arasındaki ilişkinin duygusal düzeyinde neler keşfedeceğiydi. Bukowski'yi kadınlara muazzam saygısı olan ve sıklıkla çizilen portresinin tam tersi biri olarak görüyorum.'
Bu görüşü 1970 yılında evlendiği ve 'Kadınlar' romanında Sara ismiyle yer verdiği son karısı Linda'da onaylar. Onun gerçek hayatta da, aynı romanlarda betimlediği gibi-kadınlarla kurduğu duygusal ve seksüel ilişki tek eşlilik düzeyinde gelişen- bir ahlak anlayışının olduğunu belirtir. Linda'yla ölene dek birlikte olurlar.
Bukowski entelektüellerden (kültür orospularından:) ve aydınlardan uzak durarak, yıllarca sokaklarda, ait olduğu sınıfın içinde yaşayarak eserlerini yazmıştır-son yıllarında bunun da yanlış bir şey olduğunu itiraf eden şu cümleleriyle bitirelim :
'Filozofları okuyorum son günlerde. Gerçekten tuhaf, deli, matrak ve aşikar gerçekliğin tek modelinin matematik olduğunu söylüyor Mekanizm. Derken Hume, nedensel bilginin gerçekliğini sorguluyor. Kierkegard, 'parmağımı varoluşa daldırıyorum, kokusu yok. Neredeyim?' ‘diye soruyor. Derken Sartre ve varoluşun anlamsız olduğu iddiası. Seviyorum bu adamları. Dünyayı sallıyorlar... Böyle adamları sokakta karşılaştığım, kafelerde gördüğüm adamlarla kıyasladığımda fark o denli büyük ki içimde bir yer burkuluyor, bağırsaklarım düğümleniyor.'
Bukowski, gereksiz abartı ve ayrıntılardan uzak durarak toplumun en altındakilerin sözcüsü olmuştur. Gerçekliğin sözcüsü. Gündelik hayatın gerçekliğini varoluşsal düzlemde sorgulayıp sade bir dille ortaya koymuştur..
Bukowski ile ilgili güzel bir tanıtım yazısı..
07-Charlie Chaplin-Oona O'Neill / Cengis T.Asiltürk
İngiliz artist, yönetmen Charles Spencer Chaplin (1889-1977)
Mildred Harris / Lita Grey / Paulette Goddard / Oona O'Neill
Sinema tarihinde hakkında en fazla konuşulan, görüş geliştirilen, yazı yazılan, anımsanan sanatçıların en başında kuşkusuz Chaplin gelir. Londra'nın fakir bir semtimde doğdu İsviçre'de öldü. Anne ve babası müzikhol oyuncularıydı. Babası erken yaşta öldü, annesi sık sık akıl hastanelerinde yatmaya başladı. Chaplin yetimhanelerde ve yatılı okullarda çok sıkıntılı bir çocukluk geçirdi. Bu dönemlerde kimi zaman sokaklarda yaşamak zorunda kaldı. İlk kez Keystone'un tek makaralık slapstick filmleri yapımcısı Mack Sennett tarafından fark edildi. 1913'te 150 dolar haftalıkla sinema yaşamına adım atan Chaplin bir daha sahneye dönmedi. 1917 yılında First National şirketinden sekiz film karşılığı 1 milyon dolar aldı.
Chaplin tüm sanat tarihinin en skandal yaratacak ilişkilerini yaşadı desek hiç abartmış olmayız. Zira kendine göre fazla genç olan kızlara ilgi duyuyordu. Çok hareketli bir özel yaşamı olan Chaplin, dört evliliğinin üçünü filmlerinin başrol oyuncuları ile yaptı.
İlk evliliğini 26 yaşındaki Mildred Harris ile yaptı. Ondan boşandıktan sonra 1918'de 12 yaşındaki Lita Grey ile birlikte olmaya başladı Grey 16 yaşında hamle kalınca onunla evlenmek zorunda kaldı. İki yıl süren bu evlilikte eşini başka küçük kızlarla aldatmaktan geri durmadı. Boşanma davasında zamanın rekor tazminatını ödedi: Tam 600 bin dolar. 1936 yılında 17 yaşındaki Paulette Goddard ile evlendi. Son evliliğini ise 1943 yılında Eugene O'Neil'in kızı Oona O'Neill ile yaptı.
Chaplin aşklarını yaşarken dünya ile ilişkilerini hep üst düzeyde tuttu. 1942'de savaşta Almanlara karşı ikinci bir cephe çağrısında bulundu. Tüm baskılara rağmen Amerikan vatandaşlığına geçmedi. Monsieur Verdoux filminin Amerikan ordusunu kızdırması üzerine 1952'de bu ülkeyi terketti. Altına Hücum filmi komünizm propagandası olarak yorumlandı. 1957'de Amerikan tarzı yaşamı eleştirdiği New York'ta Bir Kral filmini çekti. 1972 de kendisine özel bir Oscar ödülü verildi. 1975 yılında ise 86 yaşındayken İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth tarafından şövalye unvanına layık görüldü.
08-Madame (Marie) Curie-Pierre Curie / Betül Tarıman
Polonyalı Bilim kadını-kimya-fizik-matematik profesörü Marya Salomee Sklodowski (1867-1934)
69 yıl hayatı süresince, genç kızlıktan anneliğe, bir fen öğrencisinden fizik profesörüne bir bilim insanı olmaya kadar pek çok rol üstlenmiştir. 1893'te Sorbonne'den fizik diploması alan ilk kadın olmuştur ertesi yıl bir ikincisi matematik diploması. Sorbonne'a profesör olarak atanan ilk o oldu, Nobel'i alan da.
Pek çok ilke imza atan bu güçlü kadın, babasının camlı dolapta bulunan fizik aletleri ile karşılaştığında henüz dört yaşındaydı. Takma adıyla Manya, o minik aletlerle karşılaştığı günü hiç unutmadı. 11 yaşlarındayken hem annesini hem de kız kardeşini kaybeden Manya her zaman olduğu gibi kiliseye gittiğinde 'Tanrının iyi niyetine' bir daha asla inanmayacağını düşünmeye başlamıştı. Artık başkaldıran bir kişiliğe sahip olacaktı bundan sonra. Örneğin okulda öğretmenlerinden biri onu baş eğmez tavırlarından dolayı, 'Bana tepeden baktığını hissediyorum' diyerek azarladığında, komiklik ardına gizlenmiş bir öfkeyle 'Başka türlüsünü beceremiyorum' diyerek karşılık verecekti.
Kadının ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü dünyada Marie'nin aklında sadece tek bir şey vardı. O da bilim diploması alabilmekti. Sınavları kazanmıştı ama hem okuyup hem çalışmak zorunda olduğu için profesörü Gabriel Lipmann'ın yardımıyla 600 rublelik Aleksandroviç bursu almaya başladı. Çalışmalarına başladı ama istediği sonuçları alamayınca kardeşinin bir arkadaşı onu Fransa'nın en seçkin fizikçisine gönderdi. Bu kişi daha sonra onun eşi olacak Pierre Curie'den başkası değildi.
Bundan sonrası hep çalışmayla geçti. Marie yalnız uranyum ve bileşiklerinin değil, toryumun da benzer enerjide ışınlar ürettiğini farketti ve bu elementlerin radyoaktivitelerini ölçerek atom bilimin kapısını açmış oluyordu. Laboratuvarda geçirilen bir ömür boyunca radyasyona maruz kaldılar Marie ve Pierre. Ve radyasyonun olumsuz etkileri nedeniyle bacak kemikleri iyice zayıflayan Pierre'i bir yük arabasının atları devirdi ve arabanın tekerlekleri kafatasını parçaladı-Pierre öldükten sonra tamamen ruh sağlığı bozulan Marie ise gene aşırı radyasyona maruz kalmaktan kan kanserine yenildi.
Son sözleri 'Beni rahat bırakmanızı istiyorum' oldu.
09-Frédéric François Chopin-George Sand / Neval Eyüboğlu
Polonyalı besteci,müzik adamı Frédéric François Chopin (1810-1849)
aşkları: Maria Wodzinska /George Sand
10-Salvador Dali-Gala / Özcan Erdoğan
İspanyol ressam besteci, Salvador Felipe Jacinto Dali (1904-1989)
aşkları: Helena Dimitrievna Diakonova (Gala) / Amanda Lear
'Büyük bir sanat eseri yaratmaya karar veren her iyi ressam, önce benim karımla evlenmelidir. Her erkek bir kadınla evlenebilir, fakat sadece Gala onun ruhunu iyileştirebilir.'
1929'dan beri beraber yaşayan Dalí ve Gala, 1934'te bir devlet nikâhıyla evlendiler. Dali'nin kendisinden 10 yaş büyük olan Gala'ya aşkı 1929 yılında tanışmalarıyla başladı. Gala, Dali'nin birçok eserinde ona ilham kaynağı oldu.
Dali, Gala'ya olan aşkını anlatmak için ilginç oyunlara başvururdu. Bir keresinde koltuk atlarını ağda ile alıp, maviye boyayarak onun dikkatini çekmeye çalıştı. Gala'ya öylesine aşıktı ki ne zaman onunla konuşmaya başlasa, gülme krizlerine girerdi.
11-Dante Alighieri-Beatrice De Portinari / Salih Aydemir
İtalyan ozan ve politikacı Dante Alighieri (1265-1321)
aşkları: Gemma Donati / Beatrice De Portinari
12-Fyodor M.Dostoyevski-Maria Dimitriyevna / Halim Şafak
Rus romancı Fyodor Mihailoviç Dostoyevski (1821-1881)
aşkları: Maria Dimitriyevna Issaev / Polin Suslova / Anna Grigoriyena Snitkin
"İnsan ruhsallığını çocukluğundan alır, insanın ruhsallığını çocukluğu üretir diyebiliriz.."
13-Albert Einstein-Mileva Maric / Aziz Kemal Hızıroğlu
Alman teorik fizikçi Albert Einstein (1879-1955)
aşkları: Maria Winteler / Mileva Maric / Elsa Löwenthal
20. yüzyılın en önemli fizikçilerinden Einstein'ın birçok sevgilisi oldu; bunlardan ikisiyle evlendi. Albert Einstein arşivlerinde bulunan mektuplar arasında ünlü fizikçinin 1912-1955 yılları arasında birinci ve ikinci eşi ve çocukları ile yazışmaları da bulunmaktadır.
Einstein ikinci eşi Elsa'ya ve kızı Margot'ya hemen hemen her gün mektup yazmıştır. Kızına yazdığı mektuplarda ilişkilerini açıkça anlatır, hatta kadınların kendisine "istemediği kadar sevgi ve ilgi" gösterdiklerini ancak gönlünün sadece bir kişide olduğunu da belirtir. Einstein, vasiyetinde yazdığı mektupların ölümünden 20 yıl sonrasına kadar yayınlanmamasını ister.
Müzik, Einstein'in diğer tutkuları arasında en üst sırada yer alıyordu. Bir keresinde, 'Eğer fizikçi olmasaydım müzisyen olmayı çok isterdim.' diyor. Bir muhabire söyledikleri de çok ilginçtir. 'Genelde müzikle düşünürüm, hayallerimi müzikle birlikte görürüm ve hayatıma müziğin perspektifinden bakarım. Hayatta en büyük zevki müzikten alırım..' Özellikle Mozart'tan hoşlanan Einstein dostlarına, 'Mozart'ın müziği öyle saf ve güzel ki, onu, evrenin akıl almaz güzelliğinin bir yansıması olarak görüyorum.' demiştir. Mozart'tan başka en sevdiği besteciler Schubert ve Bach imiş. Oğlu Hans'a ise müzikle ilgili sloganını şöyle söylemiş:
'Dinle, çal, sev, saygı duy ve çeneni kapalı tut...'
14-Füruğ Ferruhzad-Perviz Şapur/ Haşim Hüsrevşahi
İranlı şair, yazar, oyuncu, yönetmen Füruğ Ferruhzad (1935-1967)
aşkları: Perviz Şapur / İbrahim Gülistan
Füruğla ilgili güzel bir tanıtım sayfası
15-Sigmund Freud-Martha Bernays / Çiğdem Sezer
Avusturyalı nörolog Sigismund Scholomo Freud (1856-1939)
aşkları: Martha Bernays / Minna Bernays / Lou Salome
Baba Jacop, ailede herkes tarafından sevilen, nazik biri olarak tanımlanıyor ama otoriteyi de o simgeliyordu. Anne ise canlı bir kişiliğe sahipti; öyle ki doksan beş yaşındayken gazetede çıkan bir fotoğrafı için şöyle demişti: 'Kötü bir baskı, beni yüz yaşımdaymış gibi gösteriyor..'
1884 yılında kokaini tedavi amaçlı olarak kullanmaya başladı, bu dönemde kendisi de kokain kullanmış, kız kardeşlerine ve henüz nişanlı oldukları Martha'ya da kokain kullanmalarını önermiştir. Uzun süre kokain kullanmasına rağmen bağımlı olmayışı, yapısal olarak bağımlılığa yatkın olmayışı ile ilişkilendirilmiştir.
16-Ernesto Che Guevara-Hilda Gadea / Nihat Ateş
Arjantinli doktor, Marksist gerilla Ernesto Che Guevara (1928-1967)
aşkları: Hilda Gadea / Aleida March / Zolia Rodriguez
Devrim mücadelesi içinde gelişen aşkları, hep bir 'insan' teması olarak kalıyor. Bunda sanırım aşkın bizim kültürel kodlarımızda yer alan biçimiyle değil, devrim mücadelesi içinde kültürleşen ve sürecin içinde bireyleri arzulanan ve arzulayan ilişkisinden çıkararak, eşit kimlikler olarak var etmesinin rolü büyük.
Che, Chichinia'yı ilk Amerika kıtası yolculuğuna başlarken, Hilda'yı devrim yolculuğuna katılmak için geride bırakmıştır. Aleida'yı da geride bırakacaktır hem de bu kez hiç dönmemek üzere çıktığı devrim yolculuğu için ..
17-Johann W.von Goethe-Charlotte von Stein / Emel İrtem
Alman Edebiyatçı Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832)
aşkları: Anna Katherina Schonkopf / Frederike Brion / Charlotte Buff
Christiane Vulpius / Ulrike von Levotzow
Goethe’nin en önemli ve en etkileyici ilişkisi, bir saray nedimesi olan Charlotte von Stein ile olmuştur. Goethe’den yedi yaş büyük olan Charlotte, yedi çocuğundan dört tanesini kaybetmiştir ve anlaşmalı bir evlilik yaşamıştır.
Goethe’nin yaklaşık 2000 mektubu ve not kâğıdı, bu samimi, sıra dışı aşk ilişkisinin belgeleri olmuştur. Stein bir eğitimci olarak, Goethe’yi teşvik etmiştir. Ona saray görgü kurallarını öğretmiş, iç huzursuzluğu konusunda onu teskin etmiş ve disiplinini güçlendirmede ona katkıda bulunmuştur. Bunu bir aşk ilişkisinden mi kaynaklanan ya da masumca bir dostluktan mı kaynaklanan davranış olduğu konusunda kesin bir yargıya varılamaz. Birçok yazar, Bayan Stein’ın, Goethe’nin cinsel isteklerini reddettiğini ortaya koymaktadır.
Sürekli olarak ise, psikanalist Kurt Eissler’in Goethe’nin ilk cinsel deneyimini, 38 yaşında Roma’da yaşadığı iddiasına inanılır. Söz konusu ilişki, Goethe’nin, hayal kırıklığına uğrayan Bayan Stein’ın da affedemediği 1786’da yaptığı gizli Roma seyahati ile sona ermiştir, dönüşünden sonra, Christiane Vulpius ile başlayan ilişkisi, tamamen bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Her ikisi de, ilk kez yaşlılıkta, yeniden dostane bir ilişki bulmuştur.
18-Vincent van Gogh-Sian Hoornick / Çiğdem Sezer
Hollandalı ard izlenimci ressam Vincent van Gogh (1853-1890)
aşkları: Eugenie Loyer / Kee Voos / Sien Hoornick / Margot Begemann
Etten'de resim sanatı üzerine kitaplar okuyan ve sık sık resim yapan Van Gogh, bir taraftan da kendisinden yedi yaş büyük olan dul kuzeni Kee Vos-Stricker'den hoşlanmaya başladı. Kee'ye evlenme teklif etti, fakat teklifi "hayır, asla, asla" sözleriyle reddedildi. Bunun üzerine aşkını saplantıya dönüştüren Van Gogh, Kee kendisini görmeyi reddedince Kee'nin babası (ve kendi eniştesi) Johannes Stricker'le defalarca kez görüşüp Kee'yi istedi, ama eniştesi kızının maddi anlamda bağımsız olmayan bir adamla evlenmesini istemiyordu.
Bir keresinde Van Gogh, Kee'yi görebilmek için eniştesine baskı yaparken, elini bir mum alevi üzerinde tutarak "elimi alev üzerinde tutabildiğim müddetçe onu göreyim" dedi, ama eniştesi mumu üfleyerek söndürdü.
"Resim severlerin peşinde koşmayacağını, isteyen varsa kendisine gelmesini söyler ve Milet'in bir sözünü yazar Theo'ya: 'Mevsim erince ektiğimizi biçeceğiz, ölmemişsek eğer.' Milet, Vincent'in en çok esinlendiği, beğendiği ressamdır ve yaşamı boyunca onun eserlerinin pek çok kopyasını, varyasyonunu yapmıştır, etkilendiği bir diğer ressam da Rembrandt'tır. Bu dönem Vincent için arayış dönemidir; hayat, sanat hakkındaki düşüncelerini geliştirmekte, pekiştirmektedir.
19-Nâzım Hikmet-Piraye Örfi / Efe Duyan
Türk şair ve oyun yazarı Nâzım Hikmet Ran (1901-1963)
aşkları: Nüzhet Hanım / Lena Yurçenko / Piraye Örfi / Münevver Berk
Galina Grigoryevna Kolesnikova / Vera Tulyakova / Cahit Uçuk
Suat Derviş /Semiha Berksoy
“Abe şair
bizim de bir çift sözümüz var
"aşka dair"
O meretten biz de çakarız
biraz..
(...)
deli çığlıklar atıp avaz avaz
burnumun dibinden gelip geçti de yaz
ben, bir demet mor menekşe olsun
getiremedim
sana!
Ne haltedek,
dostların karnı açtı
kıydık menekşe parasına ! “
20-Victor Hugo-Juliette Drouet / Barış Behramoğlu
Fransız şair, yazar, devlet adamı Victor Hugo (1802-1885)
aşkları: Adele Foucher / Juliette Drouet / Alice Ozy / Leonie Biart
21-Franz Kafka-Milena Jesenka / Asuman Susam
Çekoslovak yazar Franz Kafka (1883-1924)
aşkları: Felice Bauer / Milena Jesenka / Dora Diamant
Kafka’nın kadınlarla olan ilişkilerine baktığımızda en önemli noktada, Kafka’nın aşkı Felice Bauer’e yazdığı mektuplar durmaktadır.
Felice Bauer, Kafka’nın 13 Ağustos 1912’de Max Brod’un evinde tanıştığı, Berlin’li bir memurdur. 1920 yılında ise Kafka, Milena Jesenka ile mektuplaşmaya başlar. Milena Kafka’nın Almanca yazdığı eserleri Çek diline çevirmek istemiştir. Milena Kafka’dan 12 yaş küçüktür ve evlidir. Birlikte olmalarının imkânsız olduğunu biliyorlardı, buna rağmen uzun yıllar boyunca aralarındaki mektuplaşma devam ettiler.
Kafka’nın Milena’ya yazdığı mektuplar da tıpkı Felice Bauer’e yazdığı mektuplar gibi Türkçeye çevrilmiştir. Kafka’nın son ilişkisi ise, ölmeden birkaç ay önce isminin anıldığı Dora Diamant adındaki bir çocuk bakıcısıydı. Kafka mektuplarda aşkın gerçekliğine olan şüphelerini, korkularını dile getirmiş, duygularını tüm çıplaklığıyla kaleme almıştır, bu bakımdan mektuplar edebi açıdan son derece önemlidir.
22-Frida Kahlo-Diego Rivera / Burcu Aktaş
Meksikalı ressam Frida Kahlo (1907-1954)
aşkları: Lev Troçki / Nickolas Muray
Ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo ile Diego Rivera, Kahlo öğrenciyken duvar resimleri yapan ünlü ressam Rivera'dan resim üzerine danışmanlık alması ile başladı. Rivera o dönemde evli olmasına rağmen Frida Kahlo ile ilişkileri başladı; 1929 yılında çift evlendi.
Evlendiklerinde Rivera 42 Kahlo ise sadece 22 yaşındaydı; Kahlo'nun ailesi çiftin evliliğine karşı çıkarak onları "Fil ve Güvercin" diye nitelendirdi. Rivera'nın sadakatsizliği ve çiftin değişken karakterleri nedeniyle çift, inişli çıkışlı bu evlilikten sonra 1939'da boşandı.
23-Rosa Lüxemburg-Leo Jogiches / Halim Şafak
Polonyalı Marksist politika teorisyeni, filozof (1871-1919)
aşkları: Gustav Lübeck / Kostya Zetkin
24-Marilyn Monroe-Arthur Miller / Altay Öktem
Amerikalı aktris, şarkıcı, model Marilyn Monroe (1926-1962)
Amerikalı yazar Arthur Miller (1915-2005)
İnsan, önüne gelenin altına yatarak da üste çıkabilir. Monroe bunu kanıtladı bize. Altına hiçbir şey giymeden, geniş ve kabarık bir etekle kiliseye girdiğini hayal ediyordu. İnsanlar sırtüstü uzanmışlar, o ise üzerlerinden yürüyüp geçiyor. Aşağıdan ona bakıyorlar..Bir dileği vardı: Tanrının ve herkesin önünde çırılçıplak durmak. Ve dileğini gerçekleştirdi. Hayatı boyunca hiç iç çamaşırı giymedi ve öldüğünde çırılçıplaktı. Sadece insanların değil, Tanrı'nın huzuruna da çırılçıplak çıktı yani.
Monroe'nun kendi yaşamına son vermesi üzerine Miller 1962'de Avusturyalı Inge Morath ile evlendi.
25-Karl Marx-Jenny von Westphalen / A.Galip
İngiliz filozof, politik ekonomist Karl Heinrich Marx (1818-1883)
aşkları: Jenny von Westphalen / Helene Lenchen
Komünizmin kurucusu, filozof, ekonomist, sosyolojist Karl Marx, yakın arkadaşının kız kardeşi olan Jenny von Westphalen'e aşık oldu. Westphalen'in babası barondu ve Marx'la felsefe, tarih ve edebiyat üzerine uzun sohbetler yaparlardı. Aralarındaki ilişki ilk başladığında Jenny ailesinin anlamaması için "Sophie" kod adını kullandı.
Karl Marx ve Jenny evlendiler; ancak aileler arasındaki sınıf farkından dolayı iki aile arasında hep mesafe oldu. Evlendiklerinde Karl 18 yaşında bir üniversite öğrencisiyken Jenny 22 yaşında evlilik çağına gelmiş bir genç kızdı. Karl Marx ve Jenny von Westphalen'in yedi çocukları oldu.
Marx aynı zamanda bakıcıları Helene Demuth'la yaşadığı evlilik dışı ilişkiden de bir çocuk sahibi oldu.
26-Wolfgang Amadeus Mozart-Aloisia Weber / Aydın Büke
Avusturyalı besteci Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart (1756-1791)
aşkları: Aloisia Weber / Constanze Weber
36 yıllık ömrüne 626,eser sığdırmıştır. Henüz 5 ya da 6 yaşındayken, gözleri kapalı olarak ellerini çapraz bir şekilde tutup piyanoyu çalabildiği söylenir. Weber ailesi Mozart için çok önemlidir, bu aileden önce Aloisia Weber'e aşık olmuş bu birlikteliğin gerçekleşmemesi üzerine, babasının istememesine rağmen Constanze Weber ile evlenir. Ölümünden sonra Constanze Danimarkalı diplomat Georg Nikolaus von Nissen ile evlenir. Yeni eşi de Mozart'ın büyük bir hayranıdır ve Mozart üzerine bir biyografi yazar. Ömrü süresince bunu bitiremese de, öldükten sonra, Constanze bitirmiş ve yayınlamıştır.
27-Friedrich W.Nietzsche-Lou Andreas-Salome / Bâki Ayhan T.
Alman varoluşçu filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900)
aşkları: Cosima Wagner / Lou Andreas-Salome
Salome ve Nietzsche ile ilgili blogtaki yayını görmek için tıklayın
28-Pablo Picasso-Olga Kokhlova / Derya Önder
İspanyol ressam ve heykeltıraş Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso (1881-1973)
aşkları: Fernande Olivier /Eva Gouel (Marcella Humbert) /Gabrielle Depeyre / Olga Kokhlova /Marie-Therese Walter /Dora Maar /Françoise Gilot /Jacgueline Roque
Picasso'nun "Aramıyorum, buluyorum" sözü hem yaşamı boyunca yaptığı resimler ve diğer uğraşları hem de yaşamını paylaşan kadınlarla yakından ilgilidir.
"Françoise Gilot; Picasso'nun en severek anlattığı öykü kritik bir anda yanan fırını soğutmamak için tüm mobilyalarını yakan tanınmış bir seramikçinin öyküsüydü. Ve sonra Picasso bu öykünün üzerine şunları ekliyordu. 'Ben olsaydım eğer gerekirse karımı ve çocuklarımı da atardım fırına..'
29-Sylvia Plath-Ted Hughes / Enis Akın
Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath (1932-1963)
İngiliz yazar ve çocuk edebiyatçısı Ted Hughes (1930-1998)
1952 yılının bahar tatili Sylvia için beklenmedik ölçüde hareketli geçmişti. Bir çok etkinliğin yanı sıra Ed Cohen adında doktor adayı bir gençle mektuplaşıyorlardı. Mart ayı sonunda ikinci nişanı da bozduğunu Sylvia'ya yazdıktan hemen sonra Ed Cohen, Detroit'teki akrabalarını ziyaret etmek bahanesiyle babasının arabasını ödünç aldı ve akrabalarını kısaca ziyaret ettikten sonra hiç durmaksızın Massachussettes'e devam etti. Duygusal bir çöküntü içinde Sylvia'yı görmesi gerektiğini düşünüyordu; uzun zamandır yazışmış, birbirlerinin alter-egosu olmuşlardı. Ed tıraşsız ve yorgun, otuz saatten fazla araba kullanmış bir vaziyetteyken karşılaşmaları ikisinin de beklediği biçimde gerçekleşmedi.
Ed'le karşılaştığında okuldan eve gitmek için bir araca ihtiyaç duyan Sylvia, eve onu arabasıyla gitmeye karar verdi. Eve vardıklarında Sylvia, içeri almadan Ed'i annesine kısaca tanıttıktan sonra hemen başından savdı.Annesi Aurelia, Sylvia'nın bu kaba davranışı karşısında dehşete kapılmıştı. Chicago'dan buraya Sylvia'yı görmek için 30 saat araba kullanan bu adamın elbette biraz konukseverliğe, en azından uykuya ve yemeğe gereksinimi vardı. Sylvia'nın kendisine böyle davranmasına çok içerleyen Ed, arabayı geldiği yöne çevirdi, Ohio'da bir araba kazası geçirene kadar hiç durmaksızın araba kullanmaya devam etti.
1956 da Ted Hughes henüz kraliyet şairi olmasa da tanınmaya başlamış bir şairdi ve şiirlerini yayınlayan bir derginin ilk sayısı kutlamak için düzenlenen kokteylde Sylvia ile karşılaştılar. Adının Ted Hughes olduğunu öğrenen Sylvia'nın dudaklarından Ted'e ait mısralar döküldü. Bir süre sohbetten sonra Ted onu dudaklarından sert biçimde öptü. Öperken de Sylvia'nın çok sevdiği kırmızı saç bağını koparttı ve bir gümüş küpesini kulağından aldı. Ted ikinci kez Sylvia'nın boynunu öperken Sylvia Ted'in yanağına dişlerini geçirdi, o kadar sert ısırdı ki Ted'in yanağı kanadı. Ertesi gün günlüklerine ; 'şiirleri kadar büyük, kelimeleri kadar dinamik bir erkek, kendimi ona çarpışa çarpışa kavga ede ede vermeliyim' diye yazdı. Aynı yıl içinde evlendiler
Evleri büyük aşklarının da büyük kavgalarının da mekânıydı. İkisi de evde çalıştılar. Bazen birbirlerinden gizlediler yazdıklarını, bazen sabahlara kadar birbirlerine şiir okudular. Patlamalarla dolu başlayan ilişkileri patlamalarla devam etti. Sylvia hep yaşamını yazarak kazanmayı düşlemişti. Cinsel hayatları o kadar yolundaydı ki, bir giz-döküm şairi olarak Plath güncesine 'bugün şahane sikiştik' diye notlar yazmaktan geri durmadı.
Depresyonun kafasını karıştırdığı, akrep burcunda doğan Sylvia, başını o fırına soktuğunda hayatını bitirmeyi değil kurtarmayı düşlüyordu. Sabah kendisini kurtarmaları için eve birinin gelmesini ayarlamış, doktorun adını bile bir nota yazıp masanın üzerine bırakmıştı. Her zaman açık duran apartman kapısı kapalı olmasaydı, gaz alt kata sızıp zaten sağır olan komşunun uykusunu daha da ağırlaştırmasaydı, saat 9'da eve gelmek üzere ayarladığı Avustralyalı bakıcı polise haber vermekte elini biraz daha çabuk tutsaydı kurtulacaktı. İçeri girdiklerinde bedeni hala sıcaktı. Sylvia bir kumar oynamıştı bütün olasılıklar üst üste geldi ve kaybetti.
İntihar ettiği sırada resmen boşanmadıkları için tek varisi Hughes oldu. Hughes, zihninde çoktan bitirdiği bir ilişkinin ürünü olan bir hakkı ölene dek kullanmakta sakınca görmedi, yayınlanacak şiirleri sadece seçmekle kalmadı, o ana kadar yayınlanmamış önemli bir kısmını da düzenledi, yayın zamanını, hangilerinin yakılacağını..
Bugün tuhaf biçimde aslında Sylvia'nın şiirlerinin ne kadarının gerçekten Sylvia'ya ait olduğunu bilemiyoruz, hatta Plath'ın Hughes'un bir karakteri, bir alter-egosu olduğunu düşünerek zihin jimnastiği yapmak ilginç olabilir.
30-Edgar Allan Poe-Sarah Helen Whitman / Tozan Alkan
Amerikalı şair, kısa öykü yazarı, editör, Edgar Allan Poe (1809-1849)
aşkları: Jane Stanard /Virginia Clemm / Sarah Helen Whitman
Sarah Anna Lewis / Annie Ricmond / Sarah Elmira Royster
Öldüğünde 40 yaşındaydı. Cenaze törenine yalnızca 4 kişi katılmıştır. Bu 4 kişi kuzeni Neilson Poe, karısı tarafından akrabası olan Henry Herring, okuldan arkadaşı Z.Collins Lee, meslektaşı Dr. Joseph Snodgrass' dır. Ölüm olayı ve nedenleri ile ilgili çok çelişkili ve anlaşılmaz raporlar hazırlanmıştır. Yıllar geçtikçe kendisini tanıyan ve tanımayanlar tarafından ortaya atılan kuramlar ve söylentiler arttı. Hala ölümünün arkasındaki gerçekler bilinmemektedir...
31-Elvis Presley-Priscilla Beaulieu / Korkmaz Uluçay
Amerikalı müzisyen, şarkıcı Elvis Aaron Presley (1935-1977)
aşkları: Anita Wood / Priscilla Beaulieu / Ann-Margret Olsson
Linda Thompson / Ginger Alden
Bugüne dek plakları 1.5 milyarın üstünde satmış başka bir sanatçı daha yoktur. Haftada 15 bin mektup aldı. Yüzden fazla lisans ve doktora tezinin konusu oldu.
32-Aleksandr S.Puşkin-Natalya Gonçarova / Onur Behramoğlu
Rus şair ve yazar Aleksandr Sergeyeviç Puşkin (1799-1837)
Puşkin, bir baloda eski yüksek rütbeli bir memurun kızı olan Natalya Gonçarova ile karşılaşır ve büyüleyici güzellikteki bu genç kıza aşık olur. Natalya ise edebiyatla hiçbir ilgisi olmayan, Puşkin’i bir şair olarak umursamayan, aklı fikri kendine rahat bir yaşam sağlayacak bir koca bulmakta olan sıradan biridir ve ailesinin de ondan pek bir farkı yoktur. Uzun çekişmelerden sonra Natalya’nın ailesini de ikna etmeyi başarır ve sonunda nişanlanırlar. Natalya ise, bu duruma karşı kayıtsız kalır ve sadece izlemekle yetinir. Yaşamını çekilmez kılan bir kayınvalidesi ve kusursuz ama yapay bir çiçek olan eşi vardır artık Puşkin’in. Tabii bir de gerici polisler... Bitmek bilmeyen soruşturmalar ve yasaklamalar yüzünden içi büyük bir acıyla dolsa da yazmaya devam eder.
Yazdığı birkaç imzasız mektup aracılığıyla, orduda görevli Georges d'Anthès adındaki bir Fransız delikanlısının bayan Natalya Puşkin’e kur yaptığını öğrenir. 1837’de d'Anthès’i düelloya çağırır. d'Anthès, Puşkin’i karnından yaralamayı başarır. Büyük bir soğukkanlılıkla iki gün boyunca can çekişen Puşkin, Ocak ayının soğuk bir öğleden sonrası hayata gözlerini yumar.
33-Rainer Maria Rilke-Lou Andreas-Salome / Yüksel Pazarkaya
Avusturyalı Alman Çek Roman yazarı ve şair René Karl Wilhelm Johann Joseph Maria Rilke (1875-1926)
aşkları: Lou Salome /Clara Westhoff /Claire Goll-Studer(Liliane)
Onun en önemli destekçi ve dostlarından Barones Thurn und Taxis'in bir mektubu;
'Dottor Serefico!! Aslında sizi müthiş azarlamak istiyorum-sanırım sizin bir bebek gibi iyice bir dalaşmaya zorunlu gereksinimiz var-siz de böyle bir bebeksiniz, aynı zamanda büyük bir şair olsanız da..Ama Dottor Serefico! Her insan yalnızdır ve buna dayanmak zorundadır ve yılmamalıdır ve çareyi başka insanlarda aramamalıdır. (...) Ve durmadan kaz kafalı kadınları kurtarmaya ne ihtiyacınız var sizin, onlar kendileri kurtarsınlar kendilerini- ya da bu kazların canı cehenneme,- nasıl olsa onları mutlaka geri getirecektir (Öfkelenmeniz gerekmez, çünkü hiçbirini tanımıyorum ve kimseden bir şey bilmiyorum) Bana öyle geliyor ki, rahmetli Don Juan sizin yanınızda bir yetim çocuk kalırdı- Ve siz hep kendinize böyle salkım söğütleri (yas ağacı) seçiyorsunuz, oysa onlar aslında o denli yaslı değiller, inanın bana- Siz, siz kendiniz bütün bu gözlerde yansıyorsunuz.."
Mezar yazıtı Rilke'nin kendi satırlarıdır.
"Gül, ey arı çelişki
kimsenin uykusu olmama zevki
bu kadar çok gözkapağı altında.."
34-Arthur Rimbaud-Paul Verlaine / Ayberk Erkay
Fransız Sembolizm şairi Jean Nicholas Arthur Rimbaud (1854-1891)
Fransız şairi Paul Marie Verlain (1844-1896)
35-Auguste Rodin-Camille Claudel / Derya Önder
Fransız heykeltıraş François-Auguste Rodin (1840-1917)
Fransız heykeltıraş Camille Claudel (1864-1943)
Camille, 1884’ten başlayarak Rodin’in atölyesine dâhil oldu. Üstün yeteneği ve etkileyici kişiliği onu diğer öğrencilerden farklı kılmış; bu nedenle Rodin’in ilgisini çekmiş. Birlikte çalışmışlar. Camille, Rodin için yeni bir esin kaynağı idi. Rodin’in modeli, arkadaşı ve sevgilisi oldu. Camille ile Rodin tanıştıklarında Rodin’in Rose Beuret ile yaklaşık 20 yıllık bir birliktelik ilişkisi vardı. Rodin, Camille ile tutkulu bir aşk yaşamasına rağmen hiçbir zaman Rose Beuret’den ayrılmadı.
Rodin ile birlikteliğinden hamile kaldı; fakat geçirdiği bir kaza sonucu doğmamış bebeğini kaybetti. Bu onun ruhsal dünyasındaki sıkıntıların başlangıcı oldu. Bu dönemde annesi tarafından reddedildi ve evden ayrılmaz zorunda kaldı. Biraz aşktan biraz da mecburiyetten Rodin ile birlikteliği 1898’e kadar sürdü. Rodin’in kaba tavırları ve Camille’i en büyük rakibi olarak görmeye başlaması, çiftin birlikteliğinin de sonu oldu. Sonunda Camille, Rodin’i terk etti.
Camille, erkek kardeşi Paul Claudel’e yazdığı bir mektupta çaresizlik içinde şöyle haykırmıştı:
”Akıl hastanesi! Evim diyebileceğim bir yere sahip olma hakkım bile yok! Onların keyfine kalmış işim! Bu, kadının sömürülmesi, sanatçının ölesiye ezilmesi… Mahsus kaçırdılar beni, onlara tıkıldığım yerde fikir vereyim diye; yaratıcılıklarının ne kadar sınırlı olduğunu biliyorlar çünkü. Kurtların kemirdiği bir lahana gibiyim şimdi, yeni filizlenen her yaprağımı büyük bir oburlukla mideye indiriyorlar.
Bilmiyorum, kaç yıl oldu buraya kapatılalı, ama tüm hayatım boyunca ürettiğim eserlere sahip çıktıktan sonra şimdi de kendilerinin hak ettikleri hapishane hayatını bana yaşatıyorlar. Bütün bunlar Rodin şeytanının başının altından çıkıyor. Kafasında bir tek düşünce vardı zaten; kendisi öldükten sonra benim sanatçı olarak atılım yapıp onu aşmam… Bunu engellemek için de yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da ben hep mutsuz kalmalıydım. Her bakımdan başarıya ulaştı işte!
36-Mevlânâ Celâleddin-i Rumi-Şems-i Tebrizi/A.Galip
Farsi şair, düşünce adamı Mevlânâ Celaleddin-i Belhi Rumi (1207-1273)
37-Sappho-Attis / T.Ülkü Tekten
Antik yunan lirik şairi Sappho (MÖ.630-MÖ.570)
"Atlılar der kimi en güzel
evrende; yayalar; gemiler kimi,
kimi severse kişi odur bence
en güzel olan..."
38-Jean Paul Sartre-Simone de Beauvoir / Özcan Erdoğan
Fransız yazar,düşünür JeanPaul Charles Aymard Sartre(1905-1980)
Fransız yazar, filozof, gazeteci Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (1908-1986)
Jean Paul Sartre'ın bir hayat boyu arkadaşı, sevgilisi, dostu olmuş Fransız kadın yazarın Sartre'a yazdığı mektuplarından,anılarından oluşan birkaç cilt kitabı vardır.Beauvoir ile Sartre'ın birlikteliği 20. yüzyılı bir uçtan öbür uca geçen bir aşk hikayesi olmuştur.
İkili, ilişkileri boyunca evlilikten daha güçlü bir bağla birbirlerine bağlanmış, insan hakları savunuculuğundan edebiyata, Cezayir bağımsızlık savaşı ve Vietnam'dan kadınların özgürleşme hareketine kadar birçok kültürel olaya birbirlerine destek olarak katılmıştır.
39-William Shakespeare-Anne Hathaway /Betül Dünder
İngiliz şair ve tiyatro oyun yazarı William Shakespeare (1564-1616)
1582 de henüz 18 yaşında olan Shakespeare kendisinden 4 yaş büyük olan Anne Hathaway'le evlenmiş; 1583 yılında kızı Suzanne 1585 yılında da ikiz çocukları Hamnet ve Judith doğmuştur. Shakespeare'in tek oğlu 11 yaşında ölmüş ama neden öldüğü bilinmemektedir.
Shakespeare'in evlilik dışı ilişkileri olduğu yanında biseksüel olduğu yönünde de spekülasyonlar bulunmaktadır.
Shakespeare'in 'Fair Lord' (Yakışıklı Lord)a ithafen yazdığı şiirleri onun biseksüelliğine delil olarak kabul edilmektedir.
40-Oscar Wilde-Alfred Douglas / Küçük İskender
İrlandalı oyun yazarı, romancı, kısa öykücü ve şair Oscar Fingal O’Flahertie Wills Wilde (1854-1900)
41-Virginia Woolf-Leonard Woolf / Gonca Özmen
İngiliz yazar, romancı ve eleştirmen Virginia Stephen (1882-1941)aşkları: Lytton Strachey / Leonard Woolf / Vita Sackville-Westt
Virginia Woolf ilgili çok güzel bir tanıtım sayfası
42-Leonardo da Vinci-Verrocchio / Funda Aksüt
İtalyan Rönesans dönemi mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı ve ressamı Leonardo di ser Piero da Vinci (1452-1519)
Rönesans döneminin ünlü İtalyan ressamının “Üreme faaliyeti ve bununla bağlantılı olan her şey o kadar iğrençtir ki insanlar hoş yüzler ve duygusal eğilimler de olmasa kısa sürede yok olacaktır” sözü daha sonra Sigmund Freud tarafından analiz edilmiş ve Freud, Leonardo’nun frijit olduğuna hükmetmiştir.
1476 yılında, sevgilisi Verrocchio ile birlikte yaşarken 17 yaşındaki model Jacopo Saltarelli ile sodomist ilişki kurduğu gerekçesiyle adı bilinmeyen bir kişi tarafından suçlanmıştır. İki ay süren soruşturma sonucu, Leonardo’nun babasının saygın konumuna da bağlı olarak hiç şahit bulunamaması nedeniyle dava düşmüştür.
Bu olayın ardından Leonardo ve arkadaşları Floransa’daki “Gecenin Bekçileri” isimli örgüt tarafından bir süre takip edilmiştir. (Gecenin Bekçileri'nin İtalya’da Rönesans döneminde kurulan ve sodomizmin bastırılmasına yönelik faaliyet gösteren bir örgüt olduğu Podesta’nın yasal kayıtlarında da yer almaktadır)
43-Sergei Yesenin-Isadora Duncan / Halim Şafak
Rus şair Sergey Aleksandrovich Yesenin (1895-1925)
Amerikalı dansçı Isadora Duncan (1877-1927)
after long search about book in English or information about it.i manage to find your post and translate it using add on.i am more than happy with the blog and stories about
YanıtlaSil