29 Mart 2019

Stanislaw Lem




Stanislaw Lem (12 Eylül 1921-27 Mart 2006)
Bilim kurgu türünün en tanınmış yazarlarından, Solaris’in yaratıcısıdır.


1941 yılına kadar Lwow’da tıp öğrenimi gördü. II. Dünya Savaşı yıllarında otomobil tamirciliği, elektrik teknisyenliği ve kaynakçılık yaptı.

Lem, savaş döneminde Nazi kamplarında kaldı. 1946'da Krakow'a yerleşti ve tıp eğitimini tamamlayarak doktor oldu. Aynı yıllarda şiir yazmaya ve bilimsel yöntem üzerine kuramsal araştırmalara başladı. 1950’lerde bilim kurgu türüne yönelen Lem’in ilk kitabı ‘Kazanılan Zaman’ 1955’te yayımlandı. Bilim kurgu kitapları yazdığı ilk yıllarda modern bilimle hümanist ahlakı birleştirmeye çalıştı. Daha sonraları "Yıldız Günceleri-1957" gibi kitaplarıyla parodik metinler üretti.



Yazarın başyapıtı sayılan Solaris, Andrei Tarkovski tarafından 1972’de, Steven Soderbergh tarafından da 2002’de filme çekildi. ‘Solaris’te, iletişimin ne olduğunu sorgulayan Lem’in metinlerindeki ortak nokta “ironi” duygusu oldu.

Ursula K. Le Guin ve Philip K. Dick’le birlikte bilim kurgu edebiyatının “ciddiye alınmasını sağlayan” yazarlar arasında sayılan Stanislaw Lem, felsefeye ve dilbilime esin kaynağı olarak görülen metinler üretti.

Lem’in Lehçe yazdığı kitaplar 40’tan fazla dile çevrildi ve yaklaşık 27 milyon adet sattı. Türkçede eserleri İletişim Yayınları, Cem Yayınları ve Pinhan Yayıncılık tarafından yayımlanmaktadır.

Stanislaw Lem, 84 yaşında 27 Mart 2006'da Krakow'da öldü.

web sayfası



Yazının bundan sonrası Taylan Kara'nın Lem için yazdığı ve yaptığı yorumlardan oluşuyor

Yeni Başlayanlar için Lem

Bu liste tamamen kişisel bir listedir, bir başkası bu sıralamayı başka bir şekilde yapacaktır. Liste, 2013 yılı itibariyle Türkçede basılmış olan kitaplardan seçilmiştir.

Mutlaka Okunması Gerekenler
-Yıldız Güncesi
-Gelecekbilim Kongresi
-Solaris
-Küvette Bulunan Günce


Okunması Gerekenler
-Siberya
-İnsanın Bir Dakikası
-Soruşturma
-Yıldızlardan Dönüş
-Aden
-Dünyada Barış
-Hayali Büyüklük


Lem’in Türkçedeki diğer kitapları
-Yenilmez
-Fiyasko
-Ölümlü Makineler
-Dönüşüm Hastanesi
-Kör Talih
-Sahibinin Sesi
-Mükemmel Boşluk

S. Lem’in en başta gelen özelliği, bıkıp usanmadan, dönüp dolaşıp insanın evrendeki yerini işleyen öyküler anlatmasıdır. İnsanın kendisini her şeyin merkezine koyduğu o yaygın görüşü büyük bir acımasızlıkla yerden yere vurur. İnsanmerkezciliğin eleştirisi, birçok hikâyesinde ana ya da yan tema olarak kullanılan tipik bir Lem temasıdır.

O, insan uygarlığına hep dışarıdan bakar; milyarlarca insanın benimsediği en tartışılmaz “hakikatler” Lem’in baktığı mesafeden bakıldığında buharlaşır, en “nesnel” zannedilenlerin “öznel”, en “evrensel” zannedilenlerin aslında “yerel” olduğu anlaşılır.

Metinlerinde hemen daima, anlatılarının merkezinde olmayan bir ironi ve mizah vardır. Bu mizah, okuyucuyu kahkahalara boğmayı amaçlamaz -ama okuyucunun kahkahalara boğulması hiç de nadir bir durum değildir- ancak kahramanı gölgesi gibi sürekli takip eder ve genellikle de trajik olanın içindedir.

Lem, “büyük anlatı” iddiasıyla yola çıkmaz, “mükemmellik” onun en çok reddettiği şeydir. Hikâyelerinde büyük toplum projeleri ya da türlü mühendislikler, öngörülemeyen amaç dışı olaylara yol açar ve genellikle kötü sonuçlanır. Yıldız Güncesi’ndeki öykülerinin birinde güneşin oluşumu, buzul çağı ya da dünyanın iklimi, hep geçmişi düzeltmeye çalışan bir büyük projenin yol açtığı kazalar sonucu oluşmuştur.

Kitaplarında, yaşadığı zamanın çok ötesinde öngörüler vardır ve bunların bir kısmı on yıllar sonra gerçek olmuştur. Daha bilgisayarların gündelik hayata girmesinden yıllar önce 1964 yılında yazdığı kitapta “sanal gerçeklik gözlüğü” nü yazmış, “Phantomatik” kavramı ile sanal gerçekliği betimlemiştir. Henüz dar bir akademik çevre dışında kimseyi ilgilendirmezken bioteknolojiden, kuantum ışınlamadan, klonlamadan ya da “evrenin bir hiçlik dalgası olduğu” teorisinden bahsetmiştir.



1968’de yazdığı “Gelecekbilim Kongresi” kitabında psişik ilaçlarla sayesinde “kemokrasi” ile yönetilen bir toplum tasarlar. Bu kitapta, milyonlarca insanın izlediği popüler bir film olan “Matriks”ten tam 30 yıl önce “gerçek nedir?” sorusunu, bir bilgi felsefesi konusu olarak ele alır. Verdiği yanıtlar azdır, olanlar da karamsardır. Bakış açısına, ince mizahıyla bile dengelenemez bir karamsarlık hâkimdir. Bu onun dünyaya bakışındaki en temel unsurlardan biridir.

“Etik nedenlerden dolayı bir ateistim. Bir yaratıcıyı yaratısından tanıyacağınızı düşünüyorum. Dünya bana öyle acı verici bir şekilde birleştirilmiş gibi geliyor ki onun birisi tarafından kasıtlı bir şekilde yaratıldığını düşünmektense, herhangi biri tarafından yaratılmadığını düşünmeyi yeğlerim.” açıklaması ona aittir. İnsanın diğer memelilerden farkını “ahlaksızlık ve alçaklık sadece insana aittir.” diyerek açıklar. Bir söyleşide, insanlığın durumu ile ilgili bir soruya verdiği yanıt şudur:

"Olanaksız bir koşuşturmanın içinde yaşıyoruz. 50 katlı bir gökdelenin çatısından atlamış bir adam gibiyiz ve şu anda 30. katta birisi eğilip soruyor ona ‘nasıl gidiyor?’ düşen adam cevap verir ‘şimdilik her şey yolunda’. Bizi nasıl bir şeyin ele geçirdiğini kavrayamıyoruz. Yüksek teknolojilere sahip oldukça onların ilerleyişindeki hakimiyetimizi yitiriyoruz. "




Yıldız Güncesi kitabının 8. Yolculuğunda “birleşmiş gezegenler” kurulunda insan ırkı sınıflandırılırken şu tartışma yaşanır: Bir “garabet” (aberrantia) olan insan ırkı “kokuşmuş pelte” (monstroteratum furiosum” olarak mı adlandırılmalıdır yoksa “böcekgözlü sahtekar”(artefactum abhorrens) olarak mı?

Birçok romanının temel çelişkisi, kahramanın yabancısı olduğu bir çevreyle olan ilişkisidir. Bu açıdan bir yazara benzetilecekse en çok Kafka’ya benzer. Solaris’te kahraman, dilini anlayamadığı bir gezegene gider. “Yıldızlar’dan Dönüş” kitabının kahramanı, yaşadığı zamandan 200 yıl sonrasına, her şeyin “mükemmel” olduğu dünyaya döner. “Küvette Bulunan Günce” kitabının kahramanı labirente benzeyen bir binada olan biteni anlamaya çalışır.

Kafka’nın kahramanlarında çevreye bu yabancılık, bir gerilim unsurudur ve kahraman bu yabancılığı gidermeye çalışır. Oysa S. Lem’in kahramanlarında böyle bir çaba görülmez. Anlatıların sonunda bu yabancılık sorunu çözülmez de; genellikle evrenselleştirildiği ve bir insanlık durumu olarak ilan edildiği sezilir. S. Lem, o klasik şablona sokacak olursak az cevap verir, çok soru sorar; ama en çok bizim cevap diye bildiklerimizi yıkarak onların yerine kendi sorularını koyar.

Kitapları 27 milyon basılmış ve 40’tan fazla dile çevrilmiş olsa da Lem hep anlaşılmadığından şikâyetçi olmuştur. Bir konuşmasında: "Sanki yarım asır boyunca Çince konuşmuşum izlenimine kapılıyorum. Çünkü kimse bir şey anlamadı; okundu ve anlaşılamadığı için unutuldu." diyerek bunu dile getirmiştir.

Solaris onun, en çok tartışma yaratmış olan kitabıdır. Solaris romanının A.Tarkovski ve S. Soderbergh tarafından 1972 ve 2002 yıllarında çekilen iki ayrı versiyonu Lem’in “anlaşılmama” yahut “yanlış anlaşılma” yakınmasını doğrular nitelikteydi. Bu yönetmenlerin her biri önemli yönetmenler olsalar da çektikleri Solaris, S. Lem’in yazdığı Solaris değildi.

 

Tarkovski’nin S.Kubrick’in 1968 yılında çektiği “2001 Space Odyssey” filmine yanıt diye çektiği söylenen Solaris filmi, Solaris kitabından çok başka bir anlayışı işlemekteydi. O kadar ki “Lem’in Solaris kitabı, bu iki filmden hangisine daha yakındır?” diye sorulacak olursa cevap muhtemelen Tarkovski’nin Solaris filmi değil Kubrick’in 2001 filmi olacaktır.

S. Lem Solaris’i, “romanda yapmak istediğim şey, insanın var olduğunu anladığı, gücünün farkına vardığı fakat kendi insani konseptleri, düşünceleri ve imgelerine dönüştürmeyi başaramadığı bir varlıkla karşılaşmasını anlatmaktır” diye açıklamıştı.

Tarkovski’nin, S. Lem’in kitabından kendine özgü üslubuyla çektiği, uzun sekansları ve yoğun mistik göndermelerle dolu filmini S. Lem, bir “Suç ve Ceza” uyarlaması olarak yorumlar ve şöyle der: “Tarkovski ile ben aynı arabayı birbirine zıt yönlere çeken iki at gibiyiz.”



Soderbergh’in filmi ise Solaris’in bir anlamda “Hollywoodize” edilmiş halidir. Soderbergh’in film hakkında “aşkı biraz daha ön plana çıkardık” ifadesi üzerine, resmi internet sitesinde kendisinin “kesinlikle uzaydaki insanların erotik problemleriyle ilgili bir metin kurgulamadığını” söyleyip şunu eklemiştir: “Böyle bir amacım olsaydı kitabın ismi Solaris değil, “Uzayda Aşk” (Love in Outer Space) olurdu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails