Moses Joseph Roth, (1894-1939)
Avusturyalı yazar ve gazeteci.
Joseph Roth, Avusturya-Macaristan Monarşisine bağlı ve nüfusunun ağırlığı Yahudi olan Galiçya'da Lemberg yakınlarındaki Brody kasabasında doğdu. Viyana ve Lemberg'de edebiyat ve felsefe öğrenimi gördü.
I. Dünya Savaşı'na katıldı. Avusturya-Macaristan'ın çöküşü Roth'un hayatında belirleyici bir rol oynadı. 1918 yılından itibaren Viyana'da, sonra Berlin'de muhabirlik yaptı. Neue Berliner Zeitung, Berliner Börsen-Courier Frankfurter Zeitung gibi gazetelerde çalıştı. 1928'de karısı şizofreniye yakalandı ve hem maddi hem psikolojik bir kriz yaşadı.
Joseph Roth, önce Viyana'ya gitti, sonra bütün Avrupa'yı dolaştı. 1933 yılında Fransa'ya yerleşti. 1936-1938 arasında yine yazar olan Irmgard Keun ile birlikte yaşadı. 1939'da Paris'te yoksulluk ve borç içinde öldü.
Mezarı Güney Fransa'da Delirium Tremens'dedir.
Bir kitap...Bir öykü...Bir film...
Mehmet Güreli
Joseph Roth ve Kör Ayna...
Bazen insanın hayatına aniden korkunç şeyler girer, bazen de harika şeyler...”Herkesin de bildiği gibi -fakat yine de insanlara anımsatmak yerinde olur- Seine Nehri köprülerinin altında Paris'in evsiz barksızları yatıp kalkar, daha doğrusu orada yaşar.”
Joseph Roth'un Aziz Ayyaşın Efsanesi adlı unutulmaz öyküsünün de yer aldığı, Ahmet Arpad'ın yine bir özenle, nefis çevirdiği Kör Ayna duruyor masamda. Tüm hikâyeleri ilk kez birarada.
Daha önce Eyub, Örümcek Ağı, Radetzky Marşı kitaplarıyla tanıdığımız Roth 1894'de Doğu Galiçya'daki Brody' de doğar; edebiyat ve felsefe öğrenimi görür, Birinci Dünya Savaşı'na katılır ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çöküşünü yaşar. Ve gazetecilik yılları Nazilerin 1933'te iktidara gelmesiyle Almanya'da sona erer.
Fransa'ya geçer, Paris'e yerleşir, o da artık bir sürgündür. 1939' a kadar Paris'te kalır ve burada yaşamı noktalanır. Bir tür sefalet dönemidir bu, Almanya'da yasaklanır, kitaplan yakılır. Sürgün, her şekliyle korkunç yüzünü gösterir, karısının hastalığıyla birleşir.
Artık sadece hikâyelerinde nefes alır gibidir. Umudu, mizahıyla birleşir, sürdürür mücadelesini. Hayata karşı yazı, hastalıklara karşı kelimeler... Alkolle karşılar anlam ve sürgün mefhumu sinsice yapışır yakasına; nereye gitse oradadır. Söküp atılmış bir düğme gibi odasında bekler onu.
Kahramanları eğer bir gün rahat bir uyku çekip uyanmışlarsa, bu, onun deyişine ancak bir mucize olabilir.
Gazeteler de onun için farklı bir şeyler ifade eder: ”Her zamanki gibi uyuyacağı köprü altında yanında bulunsun diye lokantacıdan büyük bir şişe içki de aldı. Az sonra yanından geçtiği bir çöp kutusunu karıştırıp kocaman bir gazeteyi çıkardı.Tabii okumak için değil, örtmek için. Çünkü gazeteler vücudu sıcak tutar. Sokaklarda uyuyan bütün evsiz barksızlar bunu bilir.”
Ama bu sürgün kelimesi belki de bir yer değiştirmenin ötesinde tılsımlı, adı konmamış başka yalnızlıkların alanını içerir. Kaybolmuş, anlatılamayan hayatların içinde başka kılıklarda çıkar karşınıza.Hüzünlü çehrelerin hikayelerinde boy gösterir, gizliliği kalmamıştır artık. Karısının aklı kaldıramaz hayatın bu yükünü...
Dilini ararken koştuğu sokağın evleri girer rüyalarına. Görüntüler öyle hızlı geçer ki; yakalayamaz zamanı, arkadaşlarının yüzlerini seçtirmez sanki hayat. Oyunları yarıda keser, gözyaşlarını taşıyamayan kumaşlarla baş başa bırakır sizi. Elinizdeki topacın ipini keser, merdivenlerden düşen çocukları yerden kaldırmayan insanları gösterir arabalarının içinde. Bize anlatılan kadarıyla çizilmiştir onların dünyası. '
Savaş sonrası Almanya'sının her türlü duygu, düşünce, değişim kargaşasının izlerini taşır Roth'un adımları. Mucize bekleyen kahramanlar yaratır.Her şeye rağmen kaybolmayan insanların dualarıyla örülü yazılar yaşatır onu. Seçtiği her mekan, her kavram bir sonrasında unutulsa da yenileri kapıdadır.
Vasiyetim dediği Aziz Ayyaşın Efsanesi de Roth'un hayatından izler taşır. Onu bir yazar olarak bugünlere taşırken, yaşamın karanlık ucuna dokunurken ne denli hassas ve inceliklerle dolu olduğunu ortaya koyar.Bir mumla, bir ceketle yetinen, borcunu hayatının meselesine dönüştüren bir adamı çizer "Aziz Ayyaş”ta. Seine Nehri'nin köprülerinin taşıdığı yükü anlatır, trajik karakterlere büyük imkânlar, anlık, günlük sevinçler bahşeder.
Bir mucizenin peşine takılmış umudun, inancın, kutsal doğruların adamıdır Andreas. Bir bahar akşamı bir adama rastlar merdivenlerden inen. Maddi yönü iyi birine benzer görünümü. Ona şöyle der;
”Evet, gördüğüm kadarıyla siz yaşamınızda bazı hatalar yapmış bir kişisiniz. Fakat şimdi Tanrı çıkardı sizi karşıma. Eminim paraya gereksiniminiz var Böyle konuştuğum için lütfen bana kızmayın! Ancak benim çok param var Şimdi söyleyin bana bütün içtenliğinizle, ne kadar paraya gereksiniminiz var? Hiç olmazsa şu anda ne kadar acil para gerekli size?”
Andreas'ın, ”yirmi frank yeter," demesini az bulur zengin adam, "size mutlaka iki yüz Frank gerekli,” der ve bir anda değişir hayatı adamın.Bu hikayenin Ermanno Olmi tarafından filme alındığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Rutger Hauer de Aziz Ayyaş'ı canIandırmıştı.
Şunu unutmamalı; Paris'te de köprüler yokken kayıklarla geçilirdi bir kıyıdan diğerine.. .
alıntı (Mehmet Güreli-Bedrufi'nin Nefesi kitabından..)
Ermanno Olmi-1988-La Leggenda Del Santo Bevitore
Yönetmen: Ermanno Olmi
Senaryo: Tullio Kezich, Ermanno Olmi, Joseph Roth
Görüntü Yönetmeni: Dante Spinotti
Müzik: José Padilla (Igor Stravinsky)
Tür: Drama
Ülke: Italy,France
Süre: 127 min
Oyuncular (ilk 10): Rutger Hauer, Anthony Quayle, Sandrine Dumas, Dominique Pinon, Sophie Segalen, Cécile Paoli, Jean-Maurice Chanet, Joseph De Medina, Francesco Aldighieri, Françoise Pinkwasser
Filmi indirip izlemek için tıklayın...
Mehmet Güreli
Bedrufi'nin Nefesi/ Mehmet Güreli/ Sel Yayıncılık/ 192 s.
Son kitabı Bedrufi'nin Nefesi'ni okurken not defterlerini hemen yanı başımızda açık bırakmak gerek çünkü o kadar şair, yazar, müzisyen, "feylesof" ve dahi altı çizilesi, çantada taşınası onlarca cümle var ki kitapta, bunları bir yere kaydetmekte yarar var. Kaydedip üzerine okumakta ise hikmet...
Alain Resnais'ten bahsediyor Güreli bir yazısında: "Yıllar önce Alain'i ilk bulduğum günlerde, kendimi hep bir trende bu büyük yazarla sohbet ederken hayal ederdim. Karşısına oturmuş ona sorular sorarken. O da beni her gün yeni bir yazarla tanıştırır, onlarla ilgili harika şeyler anlatırdı."
Denemelere baktığımızda ise Güreli'nin hayalini kurduğu bu yolculuğu, kendisiyle biz gerçekleştiriyor gibiyiz. Yazarın hayatında yer etmiş; sanatına, kişiliğine, yazdıklarına sinmiş, renklerini meydana getirmiş, skalasını genişletmiş birçok ismin cümbüşünü aktarıyor bize Güreli. Trende değiliz belki Güreli'yle, belki sorular da soramıyoruz ama onu karşımıza almış sohbet ediyoruz işte. Kitap böyle bir "şey" değil mi zaten? O da bizi her denemesinde yeni bir yazarla, sinemacıyla, müzisyenle, filozofla tanıştırıyor işte.
Güreli'yi ve yazdıklarını değerli kılan o renklerden de bahsetmek gerek hazır bu noktaya gelmişken çünkü Güreli'nin gerçek zenginliğini gösteriyor bize onlar. Birkaç küçük çıkmayla durumu şöyle özetlemek mümkün: Avrupa kültür-sanat dünyasıyla açılan bir denemesini, Mao ve Lacan'a, buradan da Zizek'e sürüklüyor Güreli. Bitirişi ise Ahmet Rasim'le yapıyor ki bunların hepsi kitap sayfasında iki yapraklık yer tutuyor. Aynı şekilde Goethe'den hızını alıp Ahmet Ağaoğlu ve Orhan Kemal'e, oradan da Poe'ya ve muhteşem Kuzgun'una uzanıyor. Ardından bir de bakıyoruz ki Hafız'dan anlatmaya başlıyor ve Hafız'ı anlatırken de Faulkner'den dem vuruyor. Bitiriş yine Goethe'den. Hafız'ın ve Goethe'nin söylediklerini yan yana getirip önümüze farklı bir evrenin kapılarını açıyor.
Bu bağlamda yazarın, Gogol'ün Palto'sundan yola çıkarak değindiği bir nokta üzerinde durmakta yarar var. Gogol ve Palto üzerine konuşurken naif bir biçimde "yüzeysel okur" ve "ağırbaşlı okur" ayrımı yapıyor yazar. Ondan cesaretle Bedrufi'nin Nefesi için de bu ayrımı yapmak mümkün görünüyor. Çünkü Güreli'nin denemelerinde uzandığı dallar kimi zaman çok yükseklerdeki en zor meyveleri koparabilmek adına yazılmış. Bir diğer yandan ise öyle bir müzik tınısı ve şiirsellik taşıyorlar ki Güreli'nin üslubunun tadına biraz daha varabilmek için geri dönüp tekrar bakma ihtiyacı uyandırıyor okuyanda.
Zengin bir deneme toplamı olan Bedrufi'nin Nefesi'ni anlatmaya bunca söz boşuna aslında. Çünkü Güreli'nin bu denemeler toplamı için işler tam da Mallarmé'nin dediği gibi yürüyor:
"Bir kitap ne başlar, ne biter, olsa olsa öyle görünür."
Bedrufi'nin Nefesi bitmiyor. Her okumada, okunanlar üzerine her düşünmede kendini tekrar doğuruyor.
alıntı : Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder