25 Haziran 2015

Sovyet Mutfak Sanatı


Anya von Bremzen

Anya von Bremzen Moskova’da büyüdü, orada piyano çaldı, okulunda karaborsa Juicy Fruit çikleti sattı ve Sovyet filmlerinde oynadı. Amerika’da Juilliard Müzik Okulu’nda mastır derecesini tamamladı; sonra, kendini kuşağının en başarılı yemek yazarlarından biri olarak kabul ettirdi. Üç James Beard ödülü kazandı, Travel+Leisure dergisinde editörlük yaptı ve büyük takdir gören beş yemek kitabı yazdı. Kitaplarından bazıları: “New Spanish Table. The Greatest Dishes: Around the World in 80 Recipes ve Please to the Table: The Russian Cookbook” (John Welchman ile birlikte). Anya düzenli olarak “Food&Wine” ve “Saveur” dergilerine katkıda bulunmakta ve “The New Yorker”, “Departures”, “Los Angeles Times” için makaleler yazmaktadır. Dergi yazıları “En İyi Yemek Yazıları” derlemelerinde yer almıştır. Dört dil bilen Anya New York, Queens’te yaşamaktadır.

Yazarın İstanbul’da da bir evi vardır.


Sovyet Mutfak Sanatı - Yemek ve Hasret Anıları

Anya von Bremzen / çev. Özlem Yüksel 
sayfa sayısı: 348 / Nisan 2015

Stalin’in sofra alışkanlıkları nelerdi? Bolşevik Devrimi’nden sonra “kadınları mutfaktan kurtarma” politikaları nasıl uygulandı? Sovyet Gıda Bakanı ABD gezisinden yanında hangi yiyeceklerle dönmüştü? 1960’lar Moskova’sında, yirmiye yakın ailenin tek bir mutfağı paylaştığı “komün apartman”larda yaşamak ya da uzun ekmek kuyruklarında saatlerce beklemek neye benzerdi?

Yemek yazarı Anya von Bremzen, “Sovyet Mutfak Sanatı”nda, annesinin pişirdiği geleneksel Rus yemeklerinden halkın savaş ve kıtlık zamanlarında icat ettiği yemeklere, Lenin’in tahıl politikalarından “Kızıl Ekim çikolataları”na, Sovyetler Birliği tarihini –hem gerçekten yediği hem de sadece düşlemekle yetinmek zorunda kaldığı– yemekler üzerinden anlatıyor. Her sayfası şaşırtıcı bilgilerle dolu bu renkli öyküye, adlarını muhtemelen hiç duymadığınız yemeklerin tarifleri, bulunamayan gıda maddeleri üzerine dilden dile dolaşmış Sovyet fıkraları ve bu uçsuz bucaksız ülkenin tarihine yön vermiş kişilere dair komik anekdotlar tat katıyor.

“Anya von Bremzen’in daima açlık sınırındaki bir süpergüçte geçen büyüme destanı hem çok eğlenceli hem de yürek parçalayıcı.” Time

Kitaptan alıntılar

../..
Kruşçev dönemine özgü yoksul semtimizde annem yüksek sesle Proust okuyor; bense Fransız yazarın o duyusal hayallerinden son derece sıkılmışım, fakat gerçekten yenebilir bir kurabiye fikriyle de sarhoş olmuşum. O egzotik kapitalist madlenin tadı nasıldı? Müthiş bir merak içindeydim. Sovyet yemeklerine dair bir öykü, özlemle ve karşılıksız bir arzuyla dolu bir tarihçe oluyor kaçınılmaz olarak. En yoğun mutfak anılarınız aslında hiç tatmadığınız yiyeceklerden oluşuyorsa ne olur peki? Hayalde canlandırılmış, dinlenmiş öykülerden alınmış anılar; yetmiş yıllık jeopolitik bir tecridin ve kıtlığın ürünü olan hararetli bir kolektif hasret.


../..
Merkez Komite'nin çocuklarının gittiği kreşimde yedirdikleri havyarı can havline öğürdüğüm öğleden sonraları; öğürürdüm çünkü o elit Parti havyarıyla birlikte Sovyet karşıtı annemin hazmedemediği ideolojiyi de yuttuğumu hissederdim. İnsanın derisini dalayan kahverengi okul üniformalı dokuz yaşında çaylak bir karaborsacı kızken, 110 No'lu okulun kızlar tuvaletinde Sovyet sınıf arkadaşlarıma 5 kopek karşılığında eşin dostun bize efsanevi zarganitsa'dan (yurtdışından) getirdiği Coca-Cola şişesini dokundurttuğumdan da bahsetmezdim. İş icabı sıkça kaldığım güzel otellerin o mükellef ve bedava kahvaltı büfelerinde, servis tabağında kalan son kruvasanı çalma dürtüsünden hala kurtulamadığımdan da.

       Bir tarafta Per Se veya Noma gibi yerlerde degüstasyon menülerinin adetten olduğu, diğerindeyse SSCB'de yılda bir defa gördüğümüz bir ziyafet olan- alelade bir muzun ruhumda hala sihirli bir etki yaptığı iki ayrı yemek evreninde birden yaşadığımı itiraf etmenin ne faydası var?


../..
Bakımsız bir yetim gibi, oturduğumuz daireyi arşınlar, kendi kendime iğneli Sovyet defitsit (kıtlık) esprilerini tekrarlardım. Bir dükkânda adamın biri sormuş. "Yüz gram kolbasa dilimler misiniz?” Tezgâhtar kız da “Kolbasayı getirin dilimleriz” demiş. Veya sormuşlar, “Neden göç ediyorsunuz?“ Yahudi, “Çünkü kutlamalardan gına geldi" demiş. “Tuvalet kâğıdı aldık; kutlayalım; kolbasa aldık; daha çok kutlayalım.' 

Philadelphia'da kimse Oscar Mayer sucuğu için kutlama yapmıyordu.


../..
Fakat insanın ağzının sulanmaması elde mi? Çehov. Puşkin, Tolstoy; hepsi de en albenili sayfalarının bir kısmını gastronomik şeylere ayırmış. Annemin çok sevdiği Ölü Canlar romanının yazarı Nikolay Gogol'se, mideyi bedenin “en asil" organı olarak kutsar. Hem sayfalarda hem de sayfaların dışında yemeğe -Ukrayna'da geçen çocukluğundan vişneli mantılara, Roma'daki günlerinden makarnalara- tutkun olan sıska Gogol, devasa bir yemek sofrasını silip süpürdükten sonra yemeye sil baştan başlayabilirdi. Seyahat ederken, bazen kendi tereyağını bile kendi yapıyordu. Nabokov, 

“Öykülerinin dilberi mide, sevgisi de burundur" der.


../..
Savaş Komünizmi altında tarım aniden düşüşe geçti. Yıl 1920 olduğunda tahıl üretimi I.Dünya Savaşı öncesinde, yani Rusya'nın önemli bir ihracatçı olduğu dönemdeki seviyesinin % 60 aşağısındaydı.
Mutfak kavramının o çetin zamanlarda yok olup gittiğini belirtmeye lüzum yok. Lezzetli yemekten haz alma düşüncesi, bir kapitalist yozluğu olarak yeriliyordu. Devrim'in küstah şairi Mayakovski, alaycı ilham perilerini gurme zevklerinin üzerine salıyordu:

Ye ananasını doldur karnını
Son günün yakın, burjuva asalağı! 


../..


photo 

Yerken Tolstoy'un Anna Karenina'sı geliverdi aklıma. Üç yüz sayfa boyunca Vronski'nin Anna'ya olan tutkusunu, peşinden koşmasını, çileli reddedilişlerini anlattıktan sonra, kavuşmalarına tek bir cümle ayırmıştı çünkü. Kulebyaka'yla kavuşmamız da bizim için öyle oldu. Yedik; nefisti; tatmin olmuştuk. Mutluyduk, kimse kendini trenin altına atmadı.


../..
‘Hizmetçinizi kilere gönderin.' Bu cazip talimat, Elena Molokhovets'in yazdığı, Devrim öncesi dönemden günümüze kadar gelebilmiş en iyi yemek tarifi kaynağı A Gift to Young Houswife (Genc Ev Sahibelerine Armağan) kitabında yer alan çok sayıdaki tariflerden birinden. O çilekeş hizmetçinin halini nasıl da iyi anladım! Serflik Rusya'da 1861'de kaldırılmış olabilirdi ama Romanov hanedanının saltanatında köylüler -ve daha sonra da sanayi işçileri- ikinci sınıf insanlar gibi yaşamaya devam ettiler. Şık ve zarif burjuva ev kadınları midelerini amber renkli balık çorbalarıyla, gül pembesi jambonlarla ve taze mersinlerle doldururken, hizmetkârları tyuria (bayat ekmek ve suyla yapılan lapamsı çorba), kvass ve kâseler dolusu kırma karabuğdayla idare etmek zorundaydı.



../..
Dört yaşındayken, tedirgin edici bir şekilde Lenin'e kapıldım. Deduşka Lenin'i (Lenin Dede'yi), dünya proletaryasının liderini biz Sovyet çocukları bu isimle bilirdik. Vladimir İlyiç dede olarak acıklı denecek kadar tuhaf biriydi. Nasıl ölümsüz olabileceğine şaşardım; Mayakovski'ye göre “bütün yaşayanlardan daha canlı"ydı ama gene de ölmüş olduğu apaçık bir gerçekti, Lenin`in, hem birinci sınıfların yıldız şeklindeki Oktobrist rozetlerindeki kıvırcık saçlı bebek hem de keçi sakalı ve kasketinin altından görünen nahoş kelliğiyle çok yaşlı bir deduşka olmasına bir türlü aklım yatmıyordu.

Herkes överek onun ne kadar dürüst, ne kadar zeki, ne kadar yürekli olduğunu, Devrim'inin Rusya'yı geri kalmışlıktan nasıl kurtardığını anlatıyordu. Ama kuşkular aklımı kemirip duruyordu. O adi proleter kasketi (kim öyle bir şey takardı ki başına?) ve devamlı gözlerini kısarak muzip, birazcık da kendinden memnun bakışı onu pek de güvenilir göstermiyordu. Hem bazı alhogolik'ler nasıl oluyordu da ara sıra dilleri dolaşarak “Kahrolası frengili" diye taştan heykellerini tekmeliyordu? Ayrıca kel olsa da hangi müthiş devrimci çaydanlık örtüsü kılıklı Nadejda Konstantinovna'yla evlenirdi?

../..
Modeline sadık olan Lenin, Leninliğini göstererek mütevazı yerdi. Karısı Krupskaya berbat bir aşçıydı. 1917`de Petrograd'ın Finlandiya İstasyonu'na doğru yol alan o meşhur "mühürlü" trende Lenin sandviç ve bayat ekmekle idare etti. Daha önceki senelerde, Avrupa sürgünü sırasında, önde gelen Bolşevik çift yoksul olmasalar da pansiyonlarda ve proleter semt lokantalarında üniversite öğrencileri gibi ekmek, çorba ve patatesle karın doyururdu. Krupskaya yemek yaptığında yahnilerinin altını yakardı (Lenin onları ironik bir şekilde “kızartışmış' olarak adlandırırdı). Hatta yulaf lapasını bile yakıyor ama en az on çeşit yumurta pişirebiliyordu. Canını sıkmasına gerek yoktu ama sonradan söylediğine göre, Lenin “önüne konan her şeyi uysalca yerdi." Anlaşılan Lenin at etine bile itiraz etmiyordu. Arada bir annesi Simbirsk'ten paketle Volga tatlarından gönderirdi oğluna: havyar, füme balık.


../..
8 Mart 1927: Dünya Kadınlar Günü. Özbek şehirlerinde. Polis nezaretindeki peçeli kadınlar toplu halde yürüyüş yapar. Bandolar ve yerel orkestralar çalar. Halk meydanlarına çiçeklerle bezeli sahneler kurulur. Zenotdelki ateşli konuşmalar yapar. Şiirler. Gözü pek öncüler sahneye çıkıp da at kılından yapılmış seyyar zindanlarını çekip çıkardıklarında ve yakılan ateşlere attıklarında Anna şüphesiz Taşkent'in ana meydanındadır. Binlerce kadın aldıkları esinle aynı yerde aynısını yapar; o gün 10 bin peçenin çıkarılıp atıldığı söylenir. Peçesiz kadınlar sokaklarda devrim sloganları atarak sokaklara akın ederler. Herkes şarkılar söyler. Hayret verici bir andır.
Geri tepme ani ve gazap yüklüdür.

Lenin ile Allah, Moskova ile Mekke arasında sıkışan peçesizler, toplumsal paryalar haline gelir. Pek çoğu paranji'lerini yeniden yapıp giyer. Çoğu gelenekçi erkekler ya da kendi aileleri tarafından tecavüze uğrar, katledilir; parçalanmış cesetleri köylerde teşhir edilir. Zenotdel aktivistleri tehdit edilir, öldürülür. Bu yangın yıllarca sürer.

1920’lerin sonunda radikal peçe çıkarma gösterileri terk edilmişti. Zenotdel ülkenin her yerinde dağıtıldı çünkü Lenin ‘kadın sorunu’nun çözüldüğünü söyledi. Otuzlu yılların ortalarında boşanmanın hoş görülmediği, kürtajın ve eşcinselliğin yasaklandığı geleneksel aile değerleri geri gelmişti. Propaganda posterlerinde Sovyet Kadını değişmişti: Anaç, balıketli ve dişiydi artık. Ve SSCB'nin varlık gösterdiği yıllar boyunca, kadın yoldaşlardan, omuzlarında ücretli işçilik ile ev işlerinin "çifte yükü'nü taşımaları beklenecekti.


../..
12 milyonun üzerinde çiftçi kentlere kaçmıştı. 1933'te ülkenin ekmek merkezi bereketli Ukrayna, insan elinden çıkmış bir kıtlığa saplandı; 20. yüzyılın en büyük trajedilerinden biriydi bu. Yollar kapatıldı, köylülerin çıkmasına izin verilmedi, devam eden yıkıma dair haberler örtbas edildi. Ölmüş köylü annenin sütünün sıska bebeğinin dudaklarındaki damlalarına “sosyalist baharın tomurcukları” dendi. Sovyet kıtlığında ölen yaklaşık 7 milyon insanın 3 milyonu Ukrayna'da can verdi.

Sovyet tarımı bu korkuyu asla atlatamayacaktı. Lenin öleli neredeyse on yıl olmuştu. Öleli; defnedileli değil.

Uzun ve esrarengiz hastalığının ardından (yıllarca süren frengi söylentileri son yıllarda tarihçilerin merakını tekrar uyandırıyor), Lenin'in etkili tecridi 21 Ocak 1924'te miadını doldurdu. Gençliğinde ilahiyat talebesi olan Stalin kutsal emanetlerin gücünü kavramıştı ve kadavrayı “diri” tutma fikrini ilk öne sürenlerden biri de o oldu.


../..
Bu kız efsanevi Gelya (Friedrich Engels'ten gelen Engelsina'nın kısaltılmışı) Markizova'ydı. Memleketi Burya-Moğol bölgesi olan bir komiserin kızıydı; Kremlin'e bir delege grubuyla birlikte gelmiş, Yüce Lider'e bir demet çiçek vermişti. Stalin de bunun üzerine kızı kollarına alıp kaldırmış, müşfik ve memnun bakışıyla çocuğun içini ısıtmıştı. Flaşlar patlamıştı. lzvestiya gazetesinin baş sayfasında çıktıktan sonra yıllarca simge fotoğraflardan biri oldu. Milyonlarca posteri, tablosu ve heykeli yapıldı. Gelya, her Sovyet çocuğunun hayalinin canlı simgesi oldu.

Annemin bilmediği, o zaman bilemeyeceği çok şey vardı. Çocukların sevdiği yazar Arkadiy Gaydar'ın, iç savaş sırasında bir Kızıl Ordu komutanı olarak kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere sivilleri öldürdüğünü bilmiyordu. Kremlin'de çiçek demeti verdikten bir yıl sonra, Gelya Markizova'nın babasının Stalin’e karşı komplo kurmakla itham edilip idam edildiğini -Stalin’in 12 ila 20 milyon kurbanından biri olduğunu- bilmiyordu. Gelya'nın annesinin de öldüğünü bilmiyordu. Mutlu Stalinci çocukluğun posterindeki çocuk, sürgün edilip bir yetimhanede büyümüştü.



../..
Sovyet sinemalarının perdelerinde otuzlu yılların sonlarında patlayan müzikli ve neşeli filmler, Hollywood’un rüya fabrikasına verilen sosyalist ve gerçekçi bir karşılıktı. Şarkıya Astaire ile Rogers yerine enerjik çobanlar giriveriyor, atılgan dokumacı kızlar masalsı Stakhanovcu tanrısallığına ulaşıyordu. Stalin, Aleksandrov'un tempolu delişmen ilk filmi Neşeli Ahbaplar'ı seyrettikten sonra, “bir aylık tatilden bile daha' iyi" demişti. Lider, yönetmenin 1938 tarihli müzikali Volga-Volga’yı yüz defadan fazla izledi. Baş kameraman filmin çekimi sırasında tutuklanıp idam edilmişti, senaryo yazarı da replikleri sürgünde yazmıştı ama olsun.


../..
'Otuzlu yıllarda yaşamak dev bir maden ocağının içinde olmak gibiydi" diyor lnna. "Aralıksız çalan davullar ve marşlar, sokaklarda hoparlörler, her kapının ardında bangır bangır çalan radyolar. “Bir başka arkadaşı Lena, Puşkin'in oyununun isminden alıntı yaparak “Veba zamanında bayram yapmaktı" diyor. “Tutuklanmadığın her yeni gün için sevinirdin. Sırf evinde mandalina kokusu var diye mutlu olurdun!'



../..
Abluka altındaki Leningrad'a giriş ve çıkışın yapılabildiği tek güzergâh rüzgârlı, karla kaplı donmuş göl üzerinden karşı yakaya düşman ateşi altında 30 kilometrelik geçişti. Bu efsanevi Doroga Zizni'ydi, yani Hayat Yolu; kuşatmanın ikinci ayında havanın sıcaklığı düşmüş ve göl buz tutmuşken yetkililerin ve meteorologların çaresizce uydurduğu bir yoldu. İlk korkunç kış -son yılların en soğuğu- ve sonraki iki kış boyunca kamyonlar, yalancı günlük ekmeğin 110 grama düşürüldüğü ve eksi otuz derece soğukta eski kaliteli parkelerin ve kıymetli nadir kitapların yakıldığı bir şehre Hayat Yolu üzerinden yalnızca erzak taşıdı. Abluka altındaki halk, Almanların bombaladığı bir şeker deposunun etrafındaki şekerli toprağı ve kitap cildi tutkalı, hatta yumuşatılmış marangoz tutkalından yapılmış jöle yedi; çok daha tüyler ürperten şeylerden bahsetmeye gerek yok. 1941 yılının yalnızca Aralık ayında 50 binin üzerinde insan öldü.


../..
Annem bir ay hastanede yatmış olmasıyla ilgili sadece o gözlemeleri hatırlıyor. Gerçekten de, zihninde diğer savaş anılarının hepsinden ağır basan şey yemek. Mesela Ulyanovsk'ta okula ilk gittiği yılın gıda tayınları. Öğle yemeği, büyük teneffüste saat on biri çeyrek geçeymiş. Çocuklara kirli çinko bir tepside adam başı bir bublik ve bir poduşeçka verilirmiş. Bublik, üstüne haşhaş serpiştirilmiş incecik, kayış gibi simittir. Poduşeçka'ysa (küçük yastık), ortasında marmelat olan, toz şeker kaplı, tırnak kadar yeşil, mavi veya pembe draje şekerleme. İkisini birlikte yemek adeta bir tören, bir Komünyon ayiniydi. Şekeri dilinizin altına sıkıştırır, şekerli tükürüğünüzü nefes almadan boğazınızın dibinde biriktirirdiniz.

İhtiyatlı bir ağız manevrasıyla daha yoğun bir tatlılık, dilinizin ucunda şeker taneciklerinin o olağanüstü pütürlülüğünü hissederdiniz. Arzudan sersemlemiş bir halde bublik'i sertçe yüzünüze bastırır ve bir süre kokusunu içinize çekerdiniz. Sonra şekeri avcunuza tükürür ve dikkatle bublik’ in ilk lokmasını ısırırdınız; şekerden tatlanmış ağzımıza tadı nefis bir çörek gibi gelirdi. Bublik'ten bir lokma yer, poduşeçka'yı bir defa yalardınız. Bu haz on beş dakikalık teneffüs boyunca devam etmeliydi. En zor kısmı, poduşeçka'nın üstünün kırılıp içindeki marmelatın sızmaya başladığı o mest edici anı geciktirmekti. Bazı tahammüllü sınıf arkadaşları, yarısı yenmiş şekerleri çıkanp daha küçüklere vermeyi becerirdi. Annem onlardan değildi.



../..
Sivil ölümleri de eklenirse, (bizdeki resmi adıyla) Büyük Yurtseverlik Savaşı 27 milyon can aldı ama çok daha büyük rakamlar telaffuz edenler de var. Savaş Rusya'da tarihte benzeri görülmemiş, akıl almaz büyüklükte bir trajedi ve yıkım bıraktı ardında. Savaş dört aralıksız yıl boyunca Sovyet topraklarında kamp kurmuştu.25 milyon insan evsiz kaldı, 1700 şehir ve 70 binden fazla köy enkaz haline geldi, bir erkek nesli dünya üzerinden silindi.



../..
Her şey 1 Mart sabahı, Stalin çayını istemediği zaman başlamıştı. Dairesindeki hareket detektörlerinin sessizliğinden telaşlanan Kuntsevo daçasındaki personel... aslında hiçbir şey yapmadı. Saatler geçti. Sonunda biri içeri girme cesaretini gösterdi. Yetmiş üç yaşındaki Lider yerde bulundu, pijaması idrarla ıslanmıştı. Yoldaş Lavrenti Beria'nın siyah ZlS otomobili vakit gece yarısını epey geçtikten sonra geldi. Gizli polis şefi sevgili amirine dokunaklı bir düşkünlük sergiledi. Kelebek gözlüklü, cellat ve tecavüzcü. “Onu yalnız bırakın, uyuyor" dedi ve bir ambulans bile çağırmadan çekip gitti.

Nihayet ertesi sabah, sağlık ekiplerinin gelmesine izin verildi. Korkudan titreyerek, genel felç teşhisi koydular. Stalin’in bir sonraki kurbanı olabileceğinden şüphelenen Yoldaş Beria'nın tıbbi yardımdan kaçınmasının sebebi vardı. Keza Parti Merkez Komite genel sekreteri, domuzu andıran sinsi Nikita Kruşçev'in de aralarında bulunduğu Politbüro'dan yakın arkadaşlarının da. Kremlin'de ne entrika dönerse dönsün, bir ayakkabıcının oğlu olan çopur yüzlü losif Çugaşvili 5 Mart 1953'te saat 17.50 civarında öldü.

Tam olarak kaç kişinin öldüğü billnmese de, 9 Mart'ta Stalin'in naaşını görmek için kaynaşan o müthiş kalabalıkta en az 700 yaslı yurttaş çiğnenerek öldü. Stalin tabuttayken bile can aldı.




../..
Ve aşk, o aşk pikniği. Kruşçev tarzı Woodstock.
Sveta kızıl saçlı iki metrelik bir Amerikalı'ya tutulmuştu. İtalyan futbolculardan oluşan ekibin tercümanlığını yapan güzel Katya'nın aşıklarından biri, ayrılırken intihar etmekle tehdit etmişti. Veda ederken çılgına dönmüş Romeo ona otel penceresinden bir paket atmıştı.

'Eve gidince açtım" diyor Katya bağırarak. "Külot çıktıl Şeffaf mavi bir külot!“
Annemin misafirleri kahkahadan kırılıyor. "Bizim Sovyet külotlarını hatırlıyor musunuz? Sadece iki renkti; mor veya mavi, dize kadar inerdi. Sadistlik derecesinde esnekti."


../..
Bütün o samimiyet söylemlerine rağmen Sovyet Rusçası iyi niyet, yakınlık ya da Tanrı biliyor ya, doğal şiirsel gevezelikler için uygun değildi. Kültür eleştirmeni dostumuz Saşa Genis'in yazdığı gibi, devlet anlamlı bütün güzel sözcükleri gasp etmişti. Dostluk, memleket, mutluluk, aşk, gelecek, bilinç, emek; bunlar ancak ironik tırnak işaretleri arasında kullanılabilirdi.

'Küçük hanım, birlikte komünizmi kurmaya ne dersiniz?“ metroda kullanılan popüler bir kız tavlama cümlesiydi. Kızlar buna bayılıyordu.


../..
Annemle babam 1958 yılının sonunda tanıştılar. Annem yirmi dört yaşındaydı, babam da ondan üç yaş küçük. Bir kuyrukta tanıştılar ve aşkları gene bir başka kuyrukta filizlendi, sanırım bu da beni, her yerde uzayan kuyruklarıyla Sovyet defitsit'inin, yani ekonomik darboğazının meyvesi yapar. Ortalama bir Homo sovieticus, çalışmadığı zamanın üçte biri ila yarısını kuyrukta geçirirdi.


../..
Agzı kalabalık, dengesiz başkan hep böbürlendiği üzere "sosis gibi mermi üretirken“, bir yandan da “barış içinde bir arada varolmak"tan bahsediyor, dost görünen bir numaralı kapitalist düşmanı şiddete başvurmadan 'bütün ekonomik göstergelerde" yenmeyi vaat ediyordu. Bunun adı dognat i peregnat'tı (yetiş ve geç); köklü sosyalist slogan şimdi kudretli Yankileri hedef alıyordu. "Süt ve et üretiminde Amerikalıları yakalayıp geçelim!“ Ama sokaktaki yoldaş işin aslını biliyordu. 'Geçrnesek iyi olur, yoksa Yankiler açıktaki kıçımızı görürler" diye espriler yapılıyordu. Bu arada bu kadar alaycı olmayan Amerikalılar. Kızıl ICBM'ye karşı sığınaklara malzeme yığıyor ve beyin yıkama kâbusları görüyordu.



./..
Richard Nixon, Nikita Kruşçev 'i Amerika'nın numune olarak dağıtmasına izin verilen tek mamulünü tatmaya götürür. Pepsi önünde sonunda, SSCB'de bulunacak ilk tüketim maddesi olacaktır. Nikita Kruşçev, “Çok ferahlatıcı!' diye kükrer. Dopdolu altı karavana bardağı kolayı kana kana içer. Sovyet erkekleri Pepsi'nin sarhoş edip etmediğini sorar. Sovyet kadınları Rus kvass'ı daha lezzetli der. Bazı şüpheci yoldaşlar kokusunu benzine ya da ayakkabı cilasına benzetir. "Tiksinmiş" Sovyetler gelecek altı hafta boyunca 3 milyon bardak kola içecektir. Ellerinde süt kovaları taşıyan köylü babuşkalar kolhozlara gazı kaçmış sıcak pepsi kola götürebilmek için defalarca -yorgunluktan bayılacak kadar- kuyruğa gireceklerdir. Herkes gibi annem de karavana bardağını yıllarca saklayacaktır.


../..
Kuyruğun sonunda sizi kalitesiz ve rutubetli ekmek beklerdi. Sadece rutubetli olmakla da kalmaz, çoğu zaman yeşilimsi garip bir yapışkan sıvı da sızardı ekmekten; un kurutulmuş bezelyeyle mayalanırdı. Gene de Moskova açlığın yakınına bile yaklaşmamıştı. Sosyalist gıda dağıtımının o iştah açıcı ironilerinden biri de, bazı dükkânların Vladivostok'tan karides ve yengeç getirtmesiydi. Ama sıradan vatandaşlar Kniga'nın şatafatlı sayfalarındaki bu egzotik, pembe Uzakdoğu kabuklularına el süremezdi. Sıradan vatandaşların karidesin ne olduğuna dair bir fikirleri yoktu. İnsanlar dükkân tezgâhlarında Giza piramidi gibi istiflenmiş 14 kopeklik mısır konservelerine tükürürdü. Varsa yoksa mısır; ekmek yok. O aptal yabancı mısırı "Rus tarlalarının yeni çariçesi" ilan eden -Kremlin'in zevzek palyaçosuna herkes Kukuruznik (Mısırcı) diye hakaret ediyordu. Dönemin gözde esprislnde. “1963 hasadı nasıl gitti?' diye soruyorlardı. 'Kruşçev'in saçı (kel) gibi." 



../..
Anlaşılan annem beni Sputnik ve Yuri Gagarin'den, uzaya giden o siyah beyaz güzel köpekler Belka ve Strelka'dan da korumak istiyordu. Annem kosmos'tan, Sovyet emperyalizminin o akıl almaz son fütüristik cephesinden nefret ediyordu. Beş yaşındayken Yuri Gagarin'e olan şiddetli tutkumu annemden saklamak zorunda kaldım ve güler yüzlü kosmonaut (kozmonot) bir uçak kazasında otuz dört yaşında öldüğü zaman gizli gizli ağladım. Ama bana uzaya ilk çıkan kadın olan Valentina Tereşkova'nın adını vermediği için de anneme minnettarım. Valentina'ya hiç benzemem. Annem bana en sevdiği şiirleri yazan Anna Ahmatova’nın adını vermiş.



../..
Annemin Araf’ı üç yıl sürdü.
Sovyet halkını bizimkinden çok daha boğucu yerlerde oturmaya zorlayan büyük ve daimi konut krizi standartlarına göre, üç yıl aslında iki hafta sayılırdı. Benim zeki adaşım Anna Ahmatova uzatmalı sevgilisi Nikolay Punin tarafından Leningrad'da, Çeşmeli Köşk'teki (eskiden Şeremetev Sarayı'ydı) bir komün dairesine getirilmişti. Punin'in eski karısı da onlarla birlikte otururdu. Âşıkların aralarının bozulmasından sonra gidecek yerleri olmadığı için Ahmatova da eski eş de o dairede kalırken, Punin eve yeni sevgililerini getiriyordu. Punin'in tutuklanmasının ardından Ahmatova aynı apartmanda birkaç daire değiştirdi. Anı yazarları, eski sevgilisinin eski ailesiyle aynı masada konuşmadan yemek yediklerini yazar.

Ahmatova 'nın oğlu çalışma kampından dönünce koridordaki sandığın üstünde yatmıştı. Ahmatova Çeşmeli Köşk'te yaklaşık otuz yılını geçirdi.



../..
Pazar günleri annem hep parasız kalırdı, o gün tavadaki ekşi mayalı kara ekmek küplerinin üstüne yumurta kırardı. Bence fukaralığın en lezzetli ve etkili ifadesiydi bu. Birlikte ve kendi özel cennetimizde mutluyduk, hiç Sovyet’e benzemiyordu ve çok samimiydi. Annem birkaç günde bir yatağımın üstüne hoş hediyeler bırakabilmek için para biriktirirdi. Örneğin Goethe'nin mor ciltli Faust'u. (Dört yaşındaydım.) Veya bir kere bile kullanmadığım kullanışsız bir dokuma tezgâhı.

Beşinci yaş günü hediyem, Oscar Wilde'ın Gül ile Bülbül öyküsünün Rusça plağıydı. Annem savurganlık yapıp içi lahana turşusuyla dolu fırında ördek yapmıştı. Kutlamada sadece ikimiz vardık. Annem ışıkları söndürdü, mumları yaktı ve pikaba plağı koydu. Yürek burkan bir ses okumaya başladı. 

"Bülbül göğsünü dikene daha da bastırdı... ve kızgın bir acı koptu içinde. Keskinleştikçe acı, çılgınca şakıdı, çünkü ölümle tamamlanan aşkın ezgisiydi şakıdığı.”

Plak bittiğinde hıçkırarak ağlıyordum doğum günümde.


../..
Gene de mayonez kavanozunun kullanım -yeniden kullanım-değerini hiçbir şey tutmuyordu. İğne, iplik ve sosyalist okul uğraşları için gereken diğer öteberiyi mayonez kavanozlarında okula götürürdüm. İki babuşkam da mayonez kavanozunda soğan filizlendirirdi. Sarhoş dayım Saşka, kavanozları :
a) tükürük hokkası, b) kül tablası, c) düşüncesiz yoldaşların votka bardaklarını yürüttüğü birtakım nahoş lokallerde bardak olarak kullanırdı. İlkbahar geldiğinde ve ilk çiçekler Moskova'nın havasını aşkla doldurduğunda, sırık gibi öğrenciler sevgililerine müge çiçeği dolu kavanozlar götürürlerdi. (Kısa ve narin mügeler –ve menekşeler- glayöl gibi uzun ve gösterişli çiçekleri kayıran Sovyet vazo sanayisi tarafından haksız yere yok sayılırdı.) Maaş gününe üç gün kala meteliksiz kalmamış ve bir avuç kopek: bir torba mayonez kavanozu iade etmek için kuyrukta beklememiş Homo sovieticus var mıdır? Camı paraya çevirme konusunda ayrıntılı ritüeller türemişti.

Hayati önem taşıyan bu kap olmasaydı Sovyet tıbbı nerede olurdu? “Kadın yoldaşlar, gebelik testlerinizi kaynak sudan geçirilmiş mayonez kavanozlarında getirin” yazıyordu kadın doğum kliniklerindeki tabelalarda. Yalnızca gebe kadınlar değil, -çoğu poliklinik muayenesinde rutin olarak istenen- idrar tahlili yaptıran herkes numunesini keskin kokulu Provansal mayonez kaplarında getirmek zorundaydı.



../..
Durgunluk döneminin popüler bir esprisi, tarihçilerin Brejnev tarzı sosyal mutabakata verdikleri ismi özetliyor. Olgun Sosyalizm‘in altı çelişkisi: 

1) işsizlik yoktur ama kimse çalışmaz;
2) kimse çalışmaz ama verimlilik artar;
3) verimlilik artar ama dükkânlar boştur;
4) dükkânlar boştur ama buzdolapları doludur:
5) buzdolapları doludur ama kimse memnun değildir;
6) kimse memnun değildir ama herkes evet oyu verir.


../..
Doktorun çalıştığı şık Amerikan hastanesinin oyalayıcı şeyler ve karakter açısından kısır olduğunu gördüm; ne bilgilendirici frengi posterleri ne de rüşvet bekleyen görevliye kibrit kutuları içinde dışkı numuneleri ve -çikolata ve Polonya malı külotlu çoraplarla birlikte- idrarlı Provansal kavanozları taşıyan hastalar vardı. Hiçbir hemşire frengi hastalarına “Trakhatsa nado menşe!” (Daha az düzüşünl) diye bağırmıyordu.


../..
Yetmiş beş yaşındaki sevgili Leonid llyiç ne sevilirdi ne de ondan korkulurdu. 270 milyonluk sosyalist imparatorlukta neredeyse yirmi yıllık iktidarının son senesinde, sakinleştirici ilaçlarını zubrovka yani boğa otuyla tatlandırılmış votkayla içen, elden ayaktan düşmüş bir hapçıydı. Birkaç inme, bir klinik ölüm ve bir de beş saatlik uzun konuşmalarını pelte gibi yapmasına neden olan çene kanseri atlatmıştı. Gene de konuşma yapıyordu; sık sık. Kendisi kadar sertleşmiş rezhim'i (rejim) de, dalgalı petrol ve benzin fiyatlarından gelen parayla bir parça canlanıp şıkırdamıştı.

Bu domino oyuncusunun kendine göre hoş bir yaşamı olmuştu. Karikatürümsü savurganlığı, liderlik ettiği maddeci kitsch döneme mükemmel bir ayna tutuyordu. Brejnev yabancı otomobillere tapar ve kapitalist kot kumaşından ceketler ısmarlardı. Ölmesinden hemen önce, en gözde sporunun keyfini sürdü. Zavidovo av arazisinde SSCB'nin dört bir yanından seçilip getirilen, semizleşmesi için balık ve portakalla beslenen yaban domuzu avladı. Politbüro av ekibi de mersin balıklarından hemen çıkarılan havyarla, dumanı tüten kerevit çorbasıyla ve açık havada pişirilen domuz çevirmeyle semizleşiyordu. Eş dost ziyaretleri ve hiper-elit yiyecek tahsisleri dönemiydi ve sevgili Leonid İlyiç, gözde dostlarına yenecek armağanlar –sülün, tavşan, kanlı bir ayı- gönderme alışkanlığıyla imparatorluğun damak zevki sahibi ilk yöneticisiydi. Birçoklarının dediğine göre, zararsız, eğlenmeyi seven bir adamdı. Prag Baharı, muhaliflerin psikiyatri koğuşlarında işkence görmesi, Afganistan'daki savaş onu çok üzmüştü.

Brejnev en çok da süse püse düşkündü ki, bu da cenaze için tuhaf bir sorun teşkil ediyordu. Protokol gereği, tabutun arkasına bütün madalyaları kendi kadife yastıkçığına takılacaktı. Lakin sevgili Leonid İlyiç, başkasına yazdırılmış uydurma yaşam öyküsüyle aldığı Lenin Edebiyat Ödülü de dahil, iki yüzün üstünde ödül biriktirmişti. Her yastıkçığa birçok madalya yerleştirildiği halde, ödülleri taşıyan kortej kırk dört kişiden oluşuyordu.

Cenaze boyunca annemle New York'taki televizyonun karşısından ayrılamadık. Ama halefi ilan edildiğinde, gadalka Terri'nin kehanetiyle beliren titrek ümit de sönüverdi. Eski KGB şefi, muhalif avcısı Yuri Andropov kesinlikle iyi bir adam değildi. Ancak kalbi taş gibi olsa da, Andropov'un böbrekleri hemen hiç çalışmıyordu. On üç ay sonra pırıl pırıl vizon kalpaklı adamlar, Chopin'in Cenaze Marşı eşliğinde sütunlu salonun nane yeşili ve beyaz sütunlarının arasından tabutun peşinde bir kez daha çıktılar. Andropov'un halefinin sağlığı da gene bir espri konusuydu: "Yoldaş Konstantin Çernenko bilinci yerine gelemeden genel sekreterliği üstlenmiş." Üç yüz günden fazla bir süre iktidarda kalmıştı.

Sahte haber bülteninde şöyle deniyordu:
 "Aziz yoldaşlar, sakın gülmeyin ama sizlere gene büyük bir üzüntüyle bildiririz ki..." 

Andropov'un himaye ettiği pek tanınmayan tarım bakanı Mart 1985'te Sovyetler Birliği'nin yeni lideri oldu. Mihail Sergeyeviç Gorbaçov henüz kırk dört yaşındaydı ve bütün organları çalışıyordu. Moskova Devlet Üniversitesi'nde hukuk okumuştu, koyu bir güney aksanı, ısrarcı bir karısı ve Batı basınını hemen baştan çıkaran dikkat çekici tavırları vardı. Ruslar, kel kafasındaki Güney Amerika şeklindeki lekeyle başlangıçta fazla alay etmedi. Zehir sonradan döküldü. Gorbaçov SSCB olarak bilinen ülkenin altıncı -ve son devlet başkanı oldu.



../..
Davidkovo'daki apartmanda da, dedemin Avantgard marka televizyonunun karşısında büyülenmişçesine oturuyorduk. Televizyonda durmadan porno yayın yapılıyordu. Üç ayrı zevke göre porno:

1) Göğüsler ve kalçalar.
2) Savaş bölgelerinden veya suç mahallerinden yakın çekim dehşet verici ceset görüntüleri.
3) Stalin. Generalissimo'nın ardı ardına yayınlanan daha önce görülmemiş belgesel çekimleri. Bütün pornoların içinde en dehşetlisi üçüncüsüydü. İktidarın erotikliği. .

Votka kuyruğunda adamın biri, "O Gorbaçov denen bilmemnenin çocuğunu geberteceğim!'` diye bağırıyor. Birkaç saat sonra sallana sallana geri geliyor. “Onu öldürmek için Kremlin'de bekleyenlerin kuyruğu daha da uzunmuş."

Ayyaş imparatorluktaki sıkıntı 1985 yılının Mayıs ayında başlamıştı. Görevde henüz iki ay geçirmiş olan Gorbaç (kambur). “Alkoliklik ve Sarhoşlukla Mücadele Önlemleri Üzerine" başlıklı bir kararname çıkardı. Bu Gorbaçov'un ilk büyük politika yeniliğiydi ve öyle vahimdi ki, Sovyetler Birliği’ndeki itibarı bir daha hiç düzelmedi.

Maden bakanı, Sovyet halkının içki içmesinin toplumsal bir felaket olduğu konusunda elbette haklıydı. Perestroyka öncesine ait istatistikler gizli ve yetersizdi, fakat imparatorluktaki küçük şiddet olaylarının % 90'ının, cinayet ve tecavüz suçlarının %  70'inin ve boşanma sebeplerinin yaklaşık yarısının alkol kullanımı kaynaklı olduğu tahmin ediliyordu; son derece rahatsız edici ölüm oranlarından söz etmiyorum bile. Belki geniş kapsamlı bir yasaklama bir ölçüde etkili olurdu. Fakat Gorbaçov bunun yerine yürürlüğe, Rus halkının kendisine fazlasıyla sövmesine yol açan yetersiz tedbirler koydu. Özet olarak: 1985'ten sonra içki içmek çok daha pahalı, karmaşık ve zaman çalan bir iş haline geldi.



../..
İşbaşında içki içmeye uygulanan aşırı sert cezalar için: Patron sekreteriyle yatıyormuş. Maşa, diye fısıldamış kıza, 'git kapıyı ardına kadar aç ki, içerde içki içtiğimizi zannetmesinler.'

Artan fiyatlar için: Televizyonda votka çok daha zamlanacak diyorlar, baba. O zaman daha mı az içeceksin? Hayır, evlat, demiş baba. Siz daha az yiyeceksiniz.

İçki karşıtı kararnamenin etkileri için: Gorbaçov bir fabrikayı ziyarete gitmiş. Görüyorsunuz ya yoldaşlar, bir şişe içtikten sonra böyle çalışabiliyor muydunuz, demiş. Tabii ki, demişler: Ya iki şişe? Evet. Peki ya beş? Eh, görüyorsunuz işte çalışıyoruz!


../..
II.Dünya Savaşı bastırdı: Rusya içmeye devam etti. Savaş döneminin demirbaşlarından biri de “komiser 100 gr” dı; Naum Dede'nin Leningrad hamisi beceriksiz savunma komiseri Klim Voroşilov tarafından düzenlenmiş, muharipler için votka tayını. Votka sivil cephede de su gibi akıyordu. Büyük fiyat artışlarına rağmen, 1944'te ve 1945'te devlet gelirinin altıda birini sağladı; kuşatılmış imparatorluğun en büyük gelir kaynağıydı.

Gorbaçov'un içki karşıtı kampanyasından önce -ve özellikle de kampanya sırasında- pollitra'nın öyle ya da böyle oburca tüketilen rubleden çok daha istikrarlı bir takas ve para birimi işlevi görmesi de bir o kadar anlamlıydı. Şifa olarak votka? Soğuk algınlığından (balla karıştırılıp ısıtılır) yüksek tansiyona (ceviz kabuklarıyla birlikte demlenir) kadar, rahatsızlığınız her ne ise votka kullanılıyordu. Ruslar votka bardağının dibinde hakikati buldu. Ve Mihail Sergeyeviç Gorbaçov bu hakikati ellerinden alıyordu. Takdire şayandır, istatistikçiler sonradan, ortalama erkek yaşam süresinin maden bakanının içki karşıtlığı sırasında arttığını belirledi. Sonra hızla düştü. 1989 ile 1994 yılları arasında, Yeltsin'in votkaya batmış iktidarına kadar otuz beş ila kırk dört yaşlarındaki erkek nüfusta ölüm oranları % 74 arttı. Ama Mayakovski'nin dediği gibi,

“Sıkıntıdan ölmektense votkadan ölmek iyidir."

Sıkıntı... ayık olmanın pençesi demekti. Mozole Araştırma Laboratuvarı'na girmeden önce çalıştığı -içtiği- bir araştırma kurumunda babamın yaşlı, sert bir marangoz olan Dimitri Fedoroviç adında bir sobutilnik'i (“şişe ortağı”, çok önemli içki arkadaşı için kullanılan bir terim) vardı. Birinci tekten sonra marangoz Dimitri hep kardeşini anlatırdı. Kardeşinin böbrek hastalığı yüzünden ölüm döşeğinde olduğunu, hastaneye gizlice "ilaç" yani çetvertinka (çeyrek litrelik) ile kocaman sırılsıklam bir turşu sokuşunu. Böbrek hastası getirdiklerini yiyip içmiş ve anında ölmüştü.

'Ya hastaneye zamanında varamasaydım, ayık ölecekti" diye hıçkırırdı marangoz, votka bardağına gözyaşları akıtırdı. Şişe ortağı da onunla birlikte ağlardı. Ayık ölmek. Bir Rus erkeği bundan daha korkunç bir sonla karşılaşabilir miydi?




../..
“Buzdolabınızı açıp 100 taloni çıkann / su ve tuz ilave edin, afiyet olsun/ leziz leziz/ Ha-ha-ha. He-hee-hee.”

Taloni (kupon): o korkunç kartoçki (tayın karnesi) kelimesinin çok sayıda resmi hüsnü tabirinden biri. Diğer kaçamak tabirlerin arasında insanı telaşlandıracak kadar kibar. “satınalma daveti" diye bir soz vardı. Gerçeğe sadece tuz basıyordu bu sözler: Homo sovieticus tayına bağlamaya ll.Dünya Savaşı'ndan beri ilk defa maruz kalıyordu. Dahası Gorbaçov'un yeni glasnostu, artık yüksek sesle çığlık atabileceğiniz anlamına geliyordu. Sevilen bir fıkrada, Sovyet köpeği Amerikan köpeğine izah eder, “Glastnost şu demektir: Tasmanı gevşetirler, mama kabını uzağa çekerler ve istediğin kadar havlamana izin verirler.“ Havlamalar mı? Uzaydan bile duyuluyordu.


../..
Stalin 1920'lerin sonlarında, bir pan-Türki isyanı korkusuyla (o zamanlar Türkistan olarak bilinen) Orta Asya'yı beş ayrı cumhuriyete bölünceye kadar. Saplantılı Bolşevik toplum mühendisliği her cumhuriyete yarı uydurma bir tarih, yeni derlenmiş yazılı bir dil ve yepyeni bir etnik kimlik ayarlamıştı. Harika ulus paketi bir yana, Tacikistan'a dağlık bir bölge kalmıştı; Özbekistan’a kuradan Tacik kültür merkezleri, muhteşem Semerkant ve Buhara çıkmıştı. Özbekistan’ın ayrıca ulusal kahramanı Emir Timur’u -nam-ı diğer savaşçı hükümdar Timurlenk'i- vardı. Gariptir, Timur aslında Özbeklere karşı savaşmış bir Moğol'du.


../..
1937 ile 1944 yılları arasında bu bozkırlar Stalin'in çok sayıda insanı vatana ihanetle suçladığı, daha küçük azınlıkları attığı bir çöplük işlevi gördü. Kapalı hayvan vagonları -“tekerlekli krematoryumlar"- Çeçenleri, lnguşları, Karaçayları, Kalmukları ve Balkarları taşıdı. Ayrıca Kırım Tatarları, Volga Almanları, lngriya Finleri, Kürtleri, Ukraynalı Lehleri de. Koreliler asimile oldular ve kaldılar. Çeçenler ve lnguşlar gibi bir kısmı da, Brejnev döneminde Kuzey Kafkasya'daki vatanlarına döndüler ama evlerini Ruslar ve komşu azınlıklar tarafından işgal edilmiş halde buldular; atalarının mezartaşları da inşaat malzemesi olarak kullanılmıştı. Dağ halkları atalarını sayardı. Bu hakaret hiçbir zaman affedilmedi.




../..
Malzeme kendi bereketli çiftliklerinden geliyordu. Politbüro sütü öyle yoğundu ki, kamyoncular süt bakraçlarının madeni kapaklarını gevşek bırakırlardı ve geldiklerinde tangırdayan kapaklar sayesinde harika, koyu bir krema oluşurdu. Çabucak aşırmak için. Hayret etmiştim. "Yani bütün avantalara -güzel konutlara, Kırım'daki tatil köylerine, özel terzilere- rağmen Kremlin çalışanları gene de çalıyor muydu?'

"Hem de nasıl!" Viktor güldü. Yönetime geçtikten kısa bir süre sonra çalışanlarının kilitli dolaplarına baskın yapmış ve 60 kiloluk yağmalanmış malzeme bulmuştu. “Üstelik daha öğlen bile olmamıştı.'
Kremlin'in ana mutfağının yedi buçuk metre yüksekliğindeki tavanının altında başka keşifler de yapmıştı:

- Goebbels'e ait, savaş yadigârı kırk sekiz gözlü elektrikli fırın.
- Himmler'in yazlık evinden getirilmiş dev bir mikser.
- Çar'ın köpeklerinin 1876'dan kalma mama kâseleri.
- Korkunç İvan’ın, zemini kanların süzülmesi için eğimli eski işkence geçidi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts with thumbnails