İnsanlığın Yeme Tarihi
Tom Standage / Maya Kitap
Çev. Gencer Çakır / 320 Sayfa
Besin, tarihte karın doyurmaktan çok daha fazlasını yapmıştır. İmparatorlukların kurulmasına yardım eden, sanayileşmeye katkı sağlayan, savaşların kaderini tayin eden ve bu sayede insanlığın gelişimine yön veren bir teknolojik araç olmuştur. Tom Standage, Çin’de M.Ö. 7500’de çiftçiliğin ortaya çıkışından, günümüzde yakıt üretimine kadar, toplumları şekillendir-mede ve dönüştürmede besinin oynadığı rolü gözler önüne seriyor. Bunu yaparken arkeoloji, antropoloji ve iktisat gibi alanlardan yararlanıyor. Toplumların dönüşümünde besinin oynadığı role dair göz kamaştırıcı bir tarih.
Tom Standage, The Economist dergisi bilim ve teknoloji muhabiridir. Yazıları Wired, Feed, Financial Times, Prospect, Guardian, Independent ve Daily Telegraph gibi birçok dergi ve gazetede yayınlanmıştır. İngiltere'de yaşamaktadır.
Mesleğimle ilgili olduğu için okumuştum, etkileyici bir kitap, okuduktan sonra marketten baharat alırken artık daha başka bir gözle bakacaksınız, ya da mısıra, patatese... Besinlerin tarihi bizim gelişmemizin de tarihi aynı zamanda..
Tuhaf bir şekilde hem sona gittiğimizi göstermesi bakımından hem de bütün olasılıkları düşünen aklı başında birilerinin olduğunu görmemizi sağladığı için kitaptan sadece son bölümü ekliyorum..
Her
ziyafetin bir sonu vardır.
-Çin Atasözü
Kuzey
Kutbu'ndan yedi yüz mil uzakta, kutup dairesinde yer alan ıssız bir adada, bir
dağın yamacındaki karların içinden tuhaf bir beton yapı, çıkıntı yapmıştır. Bu
yapının dış yüzeyinde yer alan bir aralıktan, yansıtıcı çelik ile aynalar ve
prizmalar, yaz ayları boyunca etrafa kutup ışınları yansıtarak ışıl ışıl
parlayan bu yapıyı adeta bir “mücevher”e
dönüştürür. Kış aylarının karanlık günlerinde ise aynı yapı, iki yüz kadar
fiber optikten yeşil, turkuaz ve ürpertici bir beyaz ışık saçarak yapının
millerce öteden görünmesini sağlar. Yapının ağır çelik giriş kapılarının
arkasında toprağın altındaki ana kayaya doğru' 125 metre uzanan betonarme bir
tünel bulunur. Ayrıca diğer kapılar ve iki hava geçirmez odanın arkasında ise
üç mahzen yer alır. Her mahzenin uzunluğu 27 metre, yüksekliği 6 metre,
genişliği de 10 metredir. Bu mahzenlerde altınlar, sanat eserleri, gizli plan
ve projeler ya da yüksek teknolojili silahlar değil, tüm bunlardan çok daha
değerli olan bir şey, insan türünün belki de en büyük hazinesi denilebilecek
bir şey depolanacaktır. Sayıları milyarlarla ölçülen tohumlar.
Kuzey
Okyanusunda Norveç'in Spitsbergen adasında yer alan Svalbard Küresel Tohum
Mahzeni, dünyanın en büyük ve en güvenli tohum depolama tesisidir. Tesisin içinde
yer alan tohumlar, polietilen ve alüminyumdan yapılmış kurşuni renkte dört
katlı zarflar içinde muhafaza edilir. Bu tohumlar, her tarafı sıkıca kapatılan
kasalara konulmuş ve mahzenlerdeki raflara istiflenmiştir. Her zarfta ortalama
beş yüz tohum bulunur ve bir mahzenin toplam kapasitesi 4,5 milyon zarftır.
Diğer bir deyişle, bir mahzen iki milyardan fazla sayıda tohumu muhafaza
edebilecek kapasiteye sahiptir. Bu, şu an var olan herhangi bir tohum
bankasının sahip olduğu kapasitenin fersah fersah ötesinde bir kapasitedir.
Tesisin ilk mahzeninin sadece yarı kapasitede olması bile Svalbard Küresel
Tohum Mahzeni'ni dünyanın en büyük tohum bankasına dönüştürecektir.
Buradaki
mahzenlerin özenli tasarımları ve konumlanışları, onları dünyanın en güvenli
mahzenlerine dönüştürmektedir. Bugün dünya çapında yaklaşık 1.400 tohum bankası
bulunmaktadır; ancak bu bankaların pek çoğu gerek savaşlara gerekse de doğal
afetlere karşı ya korunaksızdır ya da yeterli mali kaynaklardan yoksun
bırakılmıştır. Örneğin, 2001 yılında Taliban militanları Afganistan’da
içerisinde eski ceviz, badem, şeftali ve diğer meyve ve yemiş tohumlarının yer
aldığı bir tohum bankasını yerle bir etmişti. 2003 yılında, Amerika’nın Irak'ı
işgali sırasında, Ebu Gureyb’de yer alan bir tohum bankası yağmacılar
tarafından harap edilmiş ve nadir bulunan buğday, mercimek ve nohut türleri yok
edilmişti. Filipinler'in ulusal tohum bankasında yer alan tohum türlerinin
çoğu, 2006 yılında, ülkeyi etkisi altına alan tayfunda bankanın çamurlu su baskınına
uğramasıyla birlikte yok olup gitmişti.
Latin Amerika’da yer alan bir tohum
bankası, soğutucuların bozulmasıyla birlikte hemen hemen tüm patates
tohumlarını yitirmişti. Malavi'nin tohum bankası ise tahta bir kulübenin
köşesinde bulunan bir dondurucudan ibarettir. Tohum bankalarının mali
kaynaklardan yeterince faydalanamadığı da bir gerçektir. Örneğin, Kenya'nın
tohum bankası, yöneticilerin elektrik faturasını ödeyememelerinden ötürü yok
olmanın eşiğine gelmişti. Bütün ulusal tohum bankalarının yedeği olarak rol
oynayacak Svalbard’daki tesis ise hem doğal, hem de insan kaynaklı riskleri en
aza indirecek şekilde tasarlanmıştır. Ayrıca tesisin bütün giderleri, mahzenin
inşaat masraflarını ödeyen Norveç devleti tarafından karşılanacaktır.
Svalbard'daki tesis, dünyanın en ıssız
mekânlarından biri üzerine inşa edilmiş olmasının yanında çelik kapılar ve
şifreli kilitler ile sıkı bir şekilde emniyet altına alınmıştır. Tesis,
İsveç'ten video bağlantısı ile saniye saniye izlenmekte ve etrafa yerleştirilmiş
hareket detektörleri ile korunmaktadır (Kutup
ayıları civardaki “davetsiz misafirler” için oldukça caydırıcı bir işlev görür:
Bölgedeki insanlara, dışarıda bir yerleşime yeltenecekleri her seferinde
yanlarında etki gücü yüksek tüfek taşımaları salık verilir). Svalbard'daki
mahzen, dağın içine inşa edildiği için hem jeolojik yönden sağlam bir
konumdadır, hem de daha düşük bir zemin radyasyonuna maruz kalır. Tesis, deniz
seviyesinden 130 metre yüksekte yer aldığı için gelecekte deniz seviyesinin
yükselmesi gibi en kötümser tahminlerde bile hiçbir sorun yaşamayacaktır.
Mahzenin,
bölgeden çıkarılan kömür ile desteklenen soğutucu sistemi, tohumları, -18
santigrat derecede (-0,3 fahrenhayt
derecede) muhafaza eder. Soğutma sisteminde herhangi bir aksaklık yaşansa
bile, donmuş toprağın altında yer alan mahzenin yeri, içerideki sıcaklığın -3,5
santigrat dereceyi (25,7 fahrenhayt
dereceyi) asla geçemeyeceğinin adeta bir garantisidir. Bu, mahzenin iç
sıcaklığının, tohumların hemen hemen tamamının yıllarca muhafaza edilmeye
yetecek denli soğuk olduğu anlamına gelir. Soğutucunun normal çalışması
sırasında, her numuneden alınacak birkaç tohumun zaman zaman toprağa ekilmesi
gerekecektir; bu şekilde taze tohumların elde edilmesi söz konusu olacaktır (Marul tohumu gibi bazı tohumlar, sadece
elli yıl boyunca saklanabilmektedir). Bu yöntem ile binlerce tohum türünün
hiçbir kesintiye uğramadan süresiz olarak saklanabilmesi mümkün olacaktır.
Svalbard'daki
mahzenin gayesi, insanlığın hem kısa vadede, hem de uzun vadede karşı karşıya
kalacağı tehditlere karşı bir güvence oluşturmaktır. Kısa vadedeki tehdidin (iklim değişikliğinin küresel
tarımın işleyişini aksatması), gıdanın insani gelişimin seyrini
etkileyeceği bir aşamada gelecek olması muhtemel görünmektedir. Pek çok ülkede
iklim değişikliği, 21. yüzyılın sonlarında yaşanacak en serin yılların, 20.
yüzyılın en sıcak yıllarına kıyasla daha ılık olacağı anlamına gelmektedir.
Bugünün ürün türlerinin geliştirildiği koşullar, artık geçerli olmayacaktır.
Washington D.C.'deki Küresel Kalkınma Merkezinde küresel ısınmanın ekonomik
etkileri üzerine Çalışmalar yürüten William Cline’a göre iklim değişikliği,
eğer hiçbir önlem alınmazsa, gelişmekte olan ülkelerde 2080'li yıllar itibariyle
tarımsal üretimin yüzde 10 ila 25 nispetinde düşmesine neden olacaktır. Bazı
durumlarda ise bu etkinin çok daha dramatik bir boyutu meydana gelecektir.
Örneğin, Hindistan’ın besin üretiminin yüzde 30 ila 40 nispetinde düşmesi
ihtimal dâhilindedir. Ayrıca ortalama sıcaklıkları genellikle daha düşük olan
bazı gelişmiş ülkelerdeki tarımsal üretimin, sıcaklığın artmasına paralel
olarak yükseliş göstereceği tahmin edilmektedir. En kötü senaryo ise dünyada
gıda savaşlarının yaşanacağı senaryodur, çünkü tarımsal üretimdeki küresel
ölçekli değişim, geniş çapta kuraklık ve gıda kıtlıklarına yol açacak, bu da
tarım arazileri ve su kaynaklarına erişim konusundaki çatışmaları
körükleyecektir.
Çok
daha iyimser bir senaryo ise tarımın iklim değişikliklerine ayak uydurabileceği
senaryosudur. Ancak iklim değişikliği, insanlık sera gazı salınımını, 21.
yüzyılda önemli ölçüde azaltmayı başarsa bile bir dereceye kadar kaçınılmazdır.
Önceden verimli olan arazilerin tarım yapılamayacak derecede kuraklaşması ile birlikte
eskiden soğuk ve nemli olan bölgelerin tarım için daha elverişli bir hale
gelmesi, yeni özelliklere sahip tohum türlerini gerekli hale getirecektir. Bu
noktada Svalbard'daki tohum mahzeni devreye girmektedir. Yeşil Devrim'in
sonucunda yüksek verimli tohum türlerinin yayılması geleneksel türlerin pek
çoğunun artık ekilmeyeceği ve yok olup gideceği anlamına geliyordu. Örneğin,
19. yüzyılda Amerika'da yetiştirilen 7.100 çeşit elmanın 6.800'ü bugün artık
tükenmiş durumdadır. Küresel ölçekte Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Örgütü'nün yaptığı hesaplamalara göre 20. yüzyılda ürün türlerinin yaklaşık
yüzde 75'i ortadan kalkmıştır. Ayrıca her gün bir türün yok olması ile bu yok
oluş süreci devam etmektedir. Elbette geleneksel türler, modern türlere kıyasla,
genellikle, daha düşük bir verime sahiptir; ancak bu türlerin hepsi birden
gelecekte kullanılmak üzere muhafaza edilmesi gereken kıymetli bir genetik
kaynağı temsil etmektedir.
PI
178383 isimli buğday türünün durumunu göz önüne alalım. Amerikalı Botanikçi
Jack Harlan, 1948 yılında Türkiye’ye ziyareti sırasında bu buğday türünden bir
numune aldığında, bu türü, “tamamen işe
yaramaz” bir buğday olduğu gerekçesiyle görmezden gelmişti. Bitkinin durumu
soğuk kış aylarında kötüleşiyor, uzun ve zayıf bir sapa sahip olması da
buğdayın kolayca yere eğilmesine neden oluyordu; dahası “yaprak pası” hastalığına karşı da oldukça dirençsizdi. Ancak 1963
yılında, bitki ıslahçılarının Amerikan buğdayını “sarı pas” denen bir başka buğday hastalığına karşı dirençli hale
getirmek için araştırma yaptıkları bir sırada, işe yaramaz olduğu sanılan Türk
buğdayının tam da bu iş için biçilmiş bir kaftan olduğu ortaya çıktı. Yapılan
testler, Türk buğdayının dört farklı sarı pas hastalığının yanı sıra toplam
kırk yedi çeşit buğday hastalığına karşı dirençli olduğunu ortaya koydu. Hemen
ardından da Türk buğdayının Amerika’daki yerel buğday türleri ile melezlenmesi
gerçekleştirildi. Bugün Pasifik Kuzeybatısında yetiştirilen buğdayın neredeyse
tamamı köken olarak Türk buğdayına dayanmaktadır. Sonuç olarak, Harlan'ın
genellikle bir eşeğin üzerinde sürdürdüğü tohum toplama gezilerinden paha
biçilmez bir genetik materyal elde edilmişti. Özetle söylemek gerekirse,
bugünden kuraklığa, hastalığa ya da haşerelere karşı dirençli olmaları
noktasında gelecekte hangi türlerin işe yarar olacağını söylemek pek kolay
değildir. Bu yüzden yapılacak en akıllıca iş, mümkün olan en fazla sayıda
tohumu, olabildiğince güvenli bir ortamda muhafaza etmektir. Svalbard'daki
tesis, bu amaca hizmet etmek amacıyla kurulmuştur.
Ayrıca
bu tesis, daha uzun süreli bir tehdide karşı da bir sigorta işlevi görmektedir.
Günün birinde bir nükleer savaş, dünyaya çarpacak bir asteroit ya da küresel
ölçekli diğer felaketler, uygarlığının en temel düzeyinden, yani tarımdan
başlamak suretiyle insanlığın kendi uygarlığını yeni baştan inşa etmesini
zorunlu hale getirebilir. Bugün Svalbard'da depolanan tohumlardan bazısı,
tesisin soğutma sistemi bozulsa bile bin yıl boyunca hayatta kalabilecektir. Örneğin,
buğday tohumlarının 1.700 yıl, arpa tohumlarının 2.000 yıl, sorgum tohumlarının
ise 20.000 yıl ömürleri vardır. Belki de bugünden yüzlerce yıl sonra gözü pek
bir grup kâşif, günümüzden yaklaşık 10.000 yıl önce ilk kez Neolitik Çağ'da
başlayan tarımsal süreci yeniden hayata geçirmek için gereken en kritik
maddeleri gidip alma amacıyla Svalbard'ın yolunu tutacaktır.
Svalbard'daki
tohum bankasının fütürist tasarımı ve ileri teknolojili donanımına rağmen bu
tesisin temelinde Neolitik bir yankı bulunur: tohumları emin ellerde saklamak.
İnsanların tahıl ürünlerine karşı ilk kez belirli bir ilgi göstermelerine yol
açan ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel gıda kıtlıklarına karşı tohumları
sigorta işlevi görmesi amacıyla saklamak, bir yetenek işiydi. Bu yöntem, tahıl
ürünlerinin tarımsal birer ürüne dönüştürülmesi, ekilip biçilmesi ve bu kitapta
anlatılan diğer şeyler için bir başlangıç oluşturmuştur. Tarımın doğuşundan
Yeşil Devrim'e dek besin, insanlık tarihinde hep temel bir unsur olagelmiştir.
Ayrıca Svalbard'da depolanan tohumların ister kısa vadede işe yarar bir genetik
kaynak olduğunun ortaya çıkmasında olsun, isterse de insan türünün büyük bir
felaketin ardından yeniden ayakları üzerine doğrulmasını sağlamada olsun,
besin, her zaman gelecekte insanlığın vazgeçilmez bir unsuru olmaya devam
edecektir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder